Zaman zaman inanılmaz skorlarla maçlar kaybetseler de, takımlarını ayağa çabuk kaldırdıkları için mesleklerinde büyük isim oldular. Ama hiçbirinin başına Aykut Kocaman’ın yaşadıkları gelmedi. Kaos içindeki bir sezonda Kocaman takımı ayakta tutan isim oldu. Ama bazı maçlar yaptığı hatalarla da beni şaşırttı.
Örneğin yenen ilk gol. 2 sezon önce Bursaspor’un Kadıköy’de şampiyonluk getiren golün aynısıydı. Fenerbahçe duran top kullanıyor, kafa vurmaya takımın en kısası, ama en çabuğu ve en iyi kademe yapan adamı Gökhan gidiyor. Tıpkı 2 yıl önce olduğu gibi rakibin ani atağını karşılamak üzere Cristian kalıyor. Neden sevgili hocam?
Özer’in farkı ne?
Örneğin Özer. Diğer oyunculardan farkı ne Özer’in. Onun yerine giren bir Brezilyalı olsa ve maç kazanılsa neler denirdi bu ülkede. Özer’in suçu dikine, hızlı ve rakibe basarak oynamaya çalışırken ara sıra top kaybetmesi mi? Yine de Kocaman bir sır var ortada. Sabırla, sükunetle ilgili. Kocaman’ı yaşamında bir adım ileri götüren en büyük özelliği yavaş yavaş Fenerbahçe’nin oyun karakteri oluyor. Penaltılarda Kocaman sağ omzunu kulübeye dayadı, hiç kıpırdamadı. Cristian’ın vuruşunun ardından önce Şota’ya gitti ardından soyunma odasına. İşin şovunda değil, özünde. O yüzden bu işi yaptığı sürece hatalarını eleştirip, başarılarını alkışlayacağız.
Kayserispor elenmeyi hak etmedi. Ama kupa maçlarının böyle bir acımasızlığı var. Rakibin gardı düştüğü an farkı artıramadıkları için elendiler.
Gereksiz bir kırmızı kart sonrası iyice tek taraflı bir oyuna dönen karşılaşma...
Antalyaspor’un dirençsiz futbolunu sadece Necati’nin gidişine bağlamak haksızlık aslında. Bir takım bu kadar kolay bireysel hata yapmaz, bu kadar güçsüz olmaz, bu kadar sert oynamaz. Aklını sadece hakeme takmaz, henüz 25. dakikada zaman geçirmeye çalışmaz. Futbol; oynamaktan çok, rakibi oynatmamaya çalıştığın anlarda seni kolayca cezalandırabilir. Dünkü Antalyaspor gibi.
Dede bizim için şans
Eskişehirspor bu ülkenin en cazip futbol şehirlerinden biri. Dün Kadıköy’de müthiş bir tribün şovu yaptılar. Sahada da ayağa pas ve dikine oyunla rakibi geçmeyi başardılar. İlk iki golde Erkan’ın bireysel becerisi üst düzeydeydi. Sanırım Beşiktaş şimdilerde onun gibi alternatif bir oyuncuyu arıyordur. Diego, Dede ve Veysel de dün gecenin öne çıkan isimleriydi. Dede’nin ülkemizde oluşu futbolseverler için büyük şans. Çok alçakgönüllü bir yıldız Brezilyalı...
Alper gibi önemli bir kozunu kullanmadan yarı finale çıkan Eskişehirspor iki cepheden birden Avrupa’yı zorlayacak. Ersun Yanal iki kulvardan birini tercih erecek bir isim değil. Takım direncini düşürmezse sezon Es Es için mutlu bitebilir.
Son söz maçın hakemi Barış Şimşek’e. Kararlarında ve kartlarında standardı bozmadı. Çıkışı sürüyor. Belki de yeni bir Cüneyt Çakır geliyor...
Ama önce hakem. Yazmayı en sevmediğim konu. Bir maça hakemle başlıyorsam, o maçın hakeminin iyi düşünmesi gerek. Bu kadar net avantaj kesen, bu kadar net kartlık faullere kart göstermeyen ve bu kadar net kafasında kural kitabı yerine hesap makinası taşıyan bir ismin Süper Lig’de olması üzücü. Maçın ikinci ismi Emre. Sonuna kadar bu ülkenin en iyi orta saha oyuncusu. Kadro dışı kalıyorsa, yedek oturuyorsa belli ki bir nedeni var. O nedeni çok iyi düşünmeli. Herşeye karşın kendisini dışlamayan hocasını iyi düşünmeli. Kuzeninin sanal medyada yazdıklarını iyi irdelemeli. Ya Fenerbahçeli gibi davranmalı ya da kendi yolunu çizmeli.
Üçüncü isim Henri. Gol atmasına sevindim. Ama daha çok sevindiğim Antalya maçında atmasıydı. İlk karşılaşmada kaçırdığı iki gol yüzünden hedef adam haline gelmiş, ülkede ‘spor beceriksizliği’ için Güiza’nın yerine konulmuştu. Henri hem çok çalışkan hem de temiz kalpli bir oyuncu. O gol, çalışkanlığının ve karakterinin bir ödülüydü.
Dördüncü isim Cristian. Fernandes’i herkes gibi ben de beğeniyorum. Ama Fernandes mi Cristian mı deseler, tercihim ikincisi olur. Kesinlikle takıma oynuyor Cristian. Risk almıyor. Herkesin öne oynamayı sevdiği bir takımda oyunu iyi yönlendiriyor. Tek eksik yönü, maç içinde bazen oyuna küsmesi.
Kocaman’ın duruşu
Büyük maçlar kazanılmadığında büyük camialara ilk eleştiri teknik adamlara yapılır. Doğaldır. Ama Aykut Kocaman’ın 3 Temmuz’dan sonra sergilediği duruşu düşünmeden, irdelemeden, belki de o duruşun sağlamlığını bozmak için tavır alanlar oldu camiada. Futbolda tek doğru yok. Ama kazanılan maçları Alex kazanıyorsa, Stoch kazanıyorsa, Volkan kazanıyorsa.. Buna karşın kaybedilen maçların sorumlusu Kocaman olarak gösterilmeye çabalanıyorsa o camianın bir refleks göstermesi gerekir. Refleks kupa kazanmayla olmaz. Kocaman’ın duruşunu anlamakla olur. O zaman Kocaman gider, Dilmen gelir. Dilmen gider Alex gelir. Alex gider Oğuz gelir. Oğuz gider Emre gelir. Ama Fenerbahçe’nin büyüklüğü ortaya çıkar.
Son söz Antalyaspor’a.. Uzun yıllardır ilk kez fiziken ligde kalan ama ruhen düşen bir takım gördüm. Sivasspor yerine durumu garanti bir takım olsa Samsunspor ligde kalırdı. Umarım gereken dersleri alır ve gelecek sezona şehre yakışan bir mücadeleyle girerler.
Rakibe bir duran top, bir de bireysel çaba dışında fazla fırsat vermemek de cabası. Trabzon gibi çok zor bir deplasmanda, çok motive bir seyirci önünde, çok hırslı bir rakip karşısında Fenerbahçe için daha iyi bir 70 dakika olamazdı herhalde. Ama ikinci golü atamamanın verdiği stres yine aynı hastalığı beraberinde getirdi. Bir bireysel hata, baskı altında kaptırılan bir top ve yenen gol.
Aykut Kocaman’ın sezon başından beri futbolcularından orta saha ve hücum konusunda istediği hemen her şeyin uygulandığı maç kazanılamıyorsa hatanın savunmada olduğunu görme zamanı gelmiş demektir. Giray’ın topunu, adaşının şutunu çıkaran Volkan’ın son dakikalarda yaptığına inanamadım.
Ve Alex. Çıkana kadar oyunu organize etti, bir şutu direkten döndü, bir de gollük pas verdi. Yerine giren, adeta Fenerbahçe’den dışlanmaya çalışılan Özer son bölümde biri Sow’a, biri Bienvenue’ye iki harika pas attı. Bir topu direkten döndü. Bienvenue de kumaşının ne kadar iyi olduğunu gösterdi. Akıllı vuruşunda biraz şanslı olsa maçın yıldızı olurdu.
Harika futbol
Trabzonspor rakibinin sakin ve çok pas yapan oyunu karşısında zorlandı. İstediği boş alanları bulamadı. Rakibe bu kadar net fırsat verdiği bir maçı kaybetmediği için mutlu, çok önemli iki puan kaybettikleri için de mutsuz olmalılar.
Bu maç Süper Final öncesi bizlere bir kez daha moral verdi. Evet, tribün olayları iyi değildi. Ama oynanan futbol harikaydı. Lig TV’nin teknik ekibindeki bir görevlinin, arkadaşına söylediği sözler maçı en iyi anlatan kelimelerdi aslında. “5 dakika daha olsaydı da izleseydik. Ne çabuk bitti.”
Medyada büyük yer buldu. Ama derinine inildiğini pek düşünmüyorum.
Başbakanımız, “İngiliz takımları 5 yıl Avrupa Kupaları’na gönderilmedi. Sonra ne oldu? Katıldılar ve şampiyon oldular. Biz de aynı modeli uygulayabiliriz” dedi. Bu sadece UEFA’ya, sadece Avrupa futboluna, sadece futbol dünyasına yönelik bir açıklama değildi. Çok çok önemli mesajlar içeren ve “Bizim önemli bir toplumsal olgumuzla oynarsanız, biz de değişik bir tavır sergileriz” mesajıydı. Peki mesaj kime ya da kimlereydi?
Dünya futbolu artık küçücük bir topun peşinde koşmanın çok ötesinde. 1998 Dünya Kupası’nda yüzlerce Japon taraftarı toplu halde ağlarken gördüm. Arjantin maçına bilet bulamadıkları için dünyaları yıkılmıştı sanki. Güney Amerika ülkeleri futbol yüzünden aralarında savaştılar. Futbol yüzünden aralarında “büyüklük” çekişmesi içine girdiler.
Ülke içi sorunlar daha önemli
Futbolun beşiği İngiltere futbol sayesinde birçok önemli toplumsal sorununu halkına çok fazla yansıtmamayı başardı. Londra’dan şehirlere indirgediği futbol rekabetini iyi kullandı.
Benzer örnekler Almanya ve Fransa için de geçerli. Fransa 1998 Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Kupası’nı kazanırken takım içindeki Müslüman ve siyahi oyuncular halkı birleştiren unsurların başında geliyordu. Almanya eyaletler ve şehirler arası müthiş derbi çekişmelerini, ilkokuldan başlatarak holiganizm yerine ailelerin de içine girdiği futbol eğlencesini destekledi.
İtalya futbolu şike olayına kadar mafyanın kontrolündeydi. Şike olayının biraz öncesi ve sonrasında Berlusconi’nin kontrolüne geçti. Ama Berlusconi’nin Milan’ın fahri başkanı oluşu, en büyük rakipleri Juventus’u küme düşüren bir operasyonun başlangıcı dikkat çekiciydi.
Dünün özeti de, “Fenerbahçe’nin Bursaspor’dan çok daha kaliteli oyunculara sahip olduğu”dur. Tıpkı yarısı dolu bir bardağı değerlendirmek gibi Fenerbahçe için konuşmak. Pozitif olan, her şeye karşın ligde şampiyonluk iddiasının sürmesi. Negatif olan, çağın gerçeklerinden hala uzak kalınması.
Maç kazanırsınız, kaybedersiniz. Ama bazı gerçekler hiç değişmez. Beşiktaş, Trabzonspor, Eskişehirspor, Galatasaray, Bursaspor, hatta kupadaki Samsunspor maçları Fenerbahçe’nin ilk yarılarını önde kapadığı ama ikinci yarılarında çok zorlandığı karşılaşmalardı. Kaliteli kadronun önde gelen isimleri rakibin baskısı altında hızlı hücuma kalkamazsa, oyunu rakip alana yığacak oyunu üretemezse işiniz zordur.
Alex’e endeksli
Yine Alex’e endeksli oynadı Fenerbahçe. Yine sahanın en iyisi Kaptan’dı. Ama o durduğu an tüm takım duruyor. Devreye girebilecek Emre agresifliğinin sonucu kulübede. Stoch gittikçe geriliyor. Evet Alex varsa Fenerbahçe var. Ama onun kadar var. Tam bir takım değil. O yüzden bu maçları kazanabilmek çok önemli.
Gole kadar Bursa rakibinin üzerine daha etkili gitti. Basser Stoch’u çok iyi durdurdu. Sow topla bir türlü etkili bölgede buluşamadı. Orhan iyi bindirmeler yaptı. Selçuk ve Baroni mücadele etti. Ama oyun kopmadı.
Pinto’nun direğe takılan şutu, Sestak’ın Yobo’nun büyük hatasını değerlendiremesi. İkinci golü arama konusunda bile sıkıntı çeken F.Bahçe, bir kez daha kapanıp gol yememeyi düşündü. Yine karşısında G.Saray olsa yine maç berabere bitebilirdi. Bekir’in yerinde hamleleri ise Yobo’dan doğan sıkıntıları azalttı.
Bursaspor gösterişsiz, disiplinli ama yine kale önünde etkisiz oynadı. Ozan’ın olmayışı hücum güçlerini azalttı. Yine de biraz şanslı olsalar Kadıköy’den puansız dönmezlerdi.
Sizi Juventus ve Milli Takım’daki harika futbolunuz yüzünden çok severdim. Şimdilerde Lyon’a başka Fenerbahçe’ye başka, Fransa’ya başka Türkiye’ye başka davranan bir Platini var.
UEFA Kongresi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Michel Platini’nin konuşmaları... Süren görüşmeler... TFF’nin yeni yeni başkanı Yıldırım Demirören’in alınacak kararlarla ilgili çalışmaları... Şike davasında yaklaşan yeni duruşma günü...
Gündem yoğun.
Özellikle şike süreciyle ilgili 8 kulübü yakından, bir o kadar kulübü de yakın tarihindeki gelişmeler nedeniyle uzaktan ilgilendiren bir süreç devam ediyor. Başbakanımız da dahil herkesin merak ettiği konu; çözüm nasıl olmalı? Aslında çözüm bulundu. Ama uygulama noktasında UEFA Başkanı Türkiye üzerinden “Şike’ye karşı dik duruş” sergileme çabasında. Daha önce birçok ülkeye yapamadığı bir dik duruş. Bu noktada Michel Platini’ye şike ile ilgili 10 soru yöneltmek istedim.
Zagreb’e 9 atan Lyon nasıl elendi?
1-Sıfır toleransın (!) hakim olduğu Şampiyonlar Ligi’nde bu sezon iki ilginç maç oynandı. İlki Zagreb-Lyon arasındaydı. Lyon gruplarda oynadığı 6 karşılaşmada 9 gol atmış. 9’u da aynı takıma. Üstelik 7 golü kendisine averaj gerektiği maçta, deplasmanda ve 6’sını ikinci yarıda kaydetmiş. Hırvat savunma oyuncusunun Lyon’lu forvetlere göz kırpma hareketi malum. Aynı Lyon, Apoel’e elendi. Lyon Fransız. Biraz işin içinde siyasi futbol var gibi. Sevgili Simon Kuper’in kitaplarına yeni birini ekleme vakti geliyor sanırım.
Emenike’ye var Shaqiri’ye yok
2-Yine ‘Sıfır tolerans’ın hakim olduğu Şampiyonlar Ligi’yle ilgili. B.Münih ile Basel eşleşti 2. turda. Maçlar oynamadan Basel’in en önemli oyuncusu Shaqiri’nin transferi konusunda anlaştılar. İlk maçı Basel kazandı. İkinci maçta 7’lik oldu. Neden eşleşmeden önce ya da maçlardan sonra değil de tam öncesi? Ama Türkiye’deki benzer Emenike olayı ortalığı ayağa kaldırdı. Üstelik bu oyuncu kalan maçların hiçbirinde oynamadı. Kulübü, iki kritik zirve maçını da kaybetti. F.Bahçe’ye karşı olanında inanılmaz bir direnç gösterdi.
O kadar büyük problemler yaşandı ki, ikinci sırada olmak önemli bir başarı aslında. Çok daha iyi günlerde, güçlü kadrolarla, büyük teknik adamlarla 29 yıldır kazanılmamış bir kupa var ayrıca. Galatasaray’ın, Trabzonspor’un artık olmadığı...
Fenerbahçe bu kupaya iyi motive olmalı. Samsun maçı gibi oynamalı her karşılaşmayı. Ciddi, dikkatli ve yardımlaşarak. Rakibin güçlü ya da zayıf olduğu değil, kendisinin ne oynadığını düşünmeli saha içinde.
Bienvenu iyi futbolcu
Dünkü karşılaşmada bir kez daha gördük. Fenerbahçe’nin elinde çok çok iyi oyuncular var. Orhan, Gökhan’a oranla çok daha savunmayı düşünerek oynuyor. Adamını sert hamlelerle de olsa yıldırıyor. Tıpkı, Dia’ya, Stoch’a, Alex’e deplasmanlarda uygulanan tatlı sert futbolu Fenerbahçe’de Emre’yle birlikte en iyi uygulayan oyuncu Orhan.
Bienvenu kesinlikle iyi futbolcu. Çok genç çok çalışkan. Gol yollarında daha çok tecrübe kazanacak. Topsuz oyunu daha iyi oynayacak zamanla. Attığı gol hem takıma, hem kendisine moral oldu, hem de oyunun erken çözülmesine yol açtı. Tek eksiği zaman zaman kapasitesinin üstünde hareketler yapmaya çalışması.
Alex tarihe geçmeli
Bir gol atıp, bir de attıran Alex oyundan çıkana kadar rahat oynadı. Alex’in üzerindeki sorumluluk her maçta değişik. Maçların zorluk derecesine ve rakibin markajına göre. O yüzden onun oyundan düştüğü ya da oyundan alındığı anlarda Fenerbahçeli futbolcular paniklememeli. Kaptan her maç gol atmayabilir. Her maç asist yapmayabilir. Yorulana kadar görevini yapar, tamamlayabilirse maçı tamamlar, olmazsa yerini daha diri bir oyuncuya bırakır. Başta futbolcular, ardından taraftar kendini bu futbol gerçeğine hazırlarsa Fenerbahçe hem play-off’ta başarılı olur, hem de Alex’li sezonlarda da kazanamadığı kupayı kazanır. Alex de bu sezonu en az bir kupayla kapatan kaptan olarak tarihe bir kez daha adını yazdırır. Aksine “tek kişiye bağımlı oyunun” neler götürdüğünü çok kez gördü Fenerbahçe.