Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman asla ve asla kaptanı yok etme ya da onsuz bir oyun düzenine hemen geçme çabası içinde değil.
Hem Şampiyonlar Ligi’ne kalmayı hem de lige çok iyi bir başlangıç yapmayı hedefleyen Fenerbahçe yeni sezona yepyeni bir oyun düzeniyle başlamaya hazırlanıyor.. Aykut Kocaman yönetiminde yeni transferlerle eski oyuncuları Topuk Yaylası’ndaki çalışmalarda bir potada eritme çabasında olan sarı lacivertli ekip, asıl önemli adımı yurt dışı kampı ve hazırlık maçlarında atacak.. Özellikle son 1 ayda Fenerbahçe taraftarının en çok konuştuğu konu olan “Alex’siz takım olur mu?” sorusu da Aykut Kocaman’ın kafasında yavaş yavaş şekilleniyor..
Kocaman’la uzun uzun konuşma fırsatı bulamadım. Sadece, “Yeni sezon için başarı dileklerimi” ilettim kendisine.. Ses tonu son derece kendine güvenen ve rahat bir tarzdaydı.
Hedef: Akıcı ve tempolu futbol
Kampla ilgili aldığım duyumların en önemlisi ise Alex’in yeni oyun tarzıyla ilgiliydi. Kocaman, asla ve asla kaptanı yok etme ya da onsuz bir oyun düzenine hemen geçme çabası içinde değil. Bu konuda kendisine hiç soru sormadığımın, hiç konuşmadığımının altını çizeyim.. Ancak Alex’le ilgili Kuyt ve Mehmet Topal’ın transferlerinin ardından yaptığı açıklamalar, Fenerbahçe taraftarını yeni arayışlara itti doğal olarak..
Sokaktaki her üç Fenerbahçeli’den ikisi, takımı mutlaka ama mutlaka Şampiyonlar Ligi’nde görmeyi, bunun ligdeki hedeflerin bile önüne geçmesi gerektiğini belirtirken Aykut Kocaman da, geçen sezonun bir adım ötesinde daha akıcı ve tempolu futbol oynamanın hesaplarını yapıyor.
Çift forvetli sisteme geçiş
YENİ Fenerbahçe’de Kuyt-Sow ikilisinin ileride oynaması hemen hemen kesin.. Stoch’un sol kanatta yer alması ağırlıklı.. Ancak Caner’in bu bölgede geçen yıl dönem dönem yakaladığı başarıyı yakalaması halinde Stoch, sağ kulvara da çekilebilir.. Orta ikilide çoğu kişi Aykut Kocaman’ın, Mehmet Topal ve Cristian’ı yan yana oynatacağını düşünebilir. Ancak takımın 9 yıldır organizatörlüğünü üstlenen Alex de Souza’yı ‘geriden oyun kurma’ işleviyle görevlendirmesi ve takımın pas trafiğini daha iyi kontrol etmesi en olası çözüm yollarından biri olarak öne çıkıyor.
Toprağın ıslaklığını hissediyorum.. Etrafımda kırmızı-siyah böcekler var.. Şans böceği gibi, ama uçmuyorlar.. Belki de Shakhtar taraftarlarını temsil ediyorlardır, Toprak Ana’nın üstündeki.. Levent Özçelik ve takım arkadaşları da aynı otelde.. Onlar da, “sessizliğin güzelliğinin peşine” düşmüşler gibi.. Bu turnuvada öğrendiğim en önemli konu futbolun önündeki engeller.. Futbol bizim sporumuz.. Tüm insanlığın eğlencesi.. Futbolu kirletmek isteyenlere karşı en büyük güç alkışlarımız olmalı.. Her şartta kazananı alkışlamanızı istiyorum artık.. Çünkü bu güzel oyunumuzu kirletenlerin amacı bizi oyundan soğutmak.. Onların kazananla-kaybedenle çok işi yok.. Birkaç küçük hesap dışında..
Vergi veren şirketleri seçin
- BAHİSLER kurulur, bozulur.. Tekrar kurulur, tekrar bozulur.. Anında bahis oynanması istenir.. İsteyen oynar, isteyen oynamaz.. Bizim ülkemizde bahis oynamak serbest.. Ama bahis oynamanın yasak olduğu ülkeler var.. Çok şeye sahipler ama çok fazla yasakları, ‘simsiyah çarşafları’ var.. Bahis oynarken birşeye dikkat edin.. Mutlaka ama mutlaka ülkemize vergi ödeyen şirketleri tercih edin.. Cebinizdeki parayı değil, eğlenceye ayırdığınız paranın üçte birini harcayın en fazla.. Üçte biriyle gezin, yiyin, için.. Diğer üçte birini kötü gün için ayırın.. Takımınızın maç kaybettiği akşamlar oturup arkadaşlarınızla biraz kafa çekin mesela.. Sonra da “Allah’a şükredin”.. Yediğiniz, içtiğiniz ve kaybetmeyi kutlayabildiğiniz için..
Hayat da bir bahis
- BAHİS varsa, şike vardır.. Acaba? Ya bahis varsa şike olmuyorsa.. Bahis, kazanan vergisini ödüyorsa, en güzel iddia araçlarından biridir.. Özellikle çalışan, emek harcayan ve ter akıtan erkekler için.. Hayat bir bahis değil midir? Herşey bir bahisle başlamadı mı? Demek biz kazanmışız ki; ilk, Adem yaratılmış.. Sonra kimin, neden kaybettiği ortada değil mi?
Ofsayt!
- EURO 2012’deki en güzel gol sanırım finalde atılacak.. Çünkü kupa, kazandıran golü atan oyuncuya sahip takıma verilir hep.. Tabii tarih 3 Temmuz 2011 değilse.. İçimdeki futbol sıkıntısı biraz azaldı buralarda.. Çünkü hakemler çok iyi.. Hataları çok önemsenmiyor.. Kimse hatadan bahsetmiyor.. Gerçi ben Ukraynaca “Hakem, hata, ofsayt” nedir falan bilmiyorum.. Bazı maçları seyretmeye vaktim de yok bütçem de.. Sağolsun Mehmet sütunlarında yer açtı bana.. Ne kadar yazarsam, o kadar kullandı yazılarımı.. Herkes yapmaz.. Hıncal Ağabey, “Atılmayacak yazı” yok diye başlardı öğütlerine.. Yanlışmış.. Emek, değerlendirilir.. Değerlendirmeyen ofsayta düşer.. Ben yöneticiyken çok ofsayta düştüm.. O yüzden ellerinden öperim Hıncal Ağabey.. Mehmet’le birgün ziyaretine gelelim senin.. Bir de hediyem olacak sana.. Fırtınalı gençliğimin hatrına..
Yeşil sahalar bizim kalsın!
Güzellerin en büyük kozu kalecisiymiş. Horozlar’ınki ise onbirinci adamları. Maç Güzeller’in evindeymiş. Ama bir de büyük özelliği varmış maçın. Kazanan Yeryüzü’nün hakimi olacakmış.
Bazıları karıştırmaya çalışmış maçı. Match-fixed falan, bildiğiniz.
Bazıları ayartmaya çalışmış oyunculardan birini sezon devam ederken.
Bazıları kuvvet dengeleriyle oynamaya koyulmuş.
Ve çok önemli bir eksiği varmış maçın. Golü, hakemi, oyuncuları, dijital kaleleri, seyircileri, sponsorları, tavukları, civcivleri, boğaları, çimleri, bol bol yemleri olduğu halde topları yokmuş.
Oturup düşünmüşler, golü nasıl atarız birbirimize diye. Seyircilerin arasından 99 talihli seçmişler. Çünkü kendi kazaklarının üstünde birden, 99’a rakamlar varmış, annelerinin ördüğü.
Demişler ki, biz hazırız. Ama kaleye gol atmak için bir araç bulun bize.
Dün Fransa, futbola Fransızdı.. O yüzden kazandı. Kafanız karışmasın nasıl oluyor da hem futbola Fransız kalıp hem de bu yüzden kazanan oluyorlar.
Çok basit bu yazıyı yazan benim, Fransız kalmak deyimini ayakta kalmak olarak değiştiriyorum artık.. Sizleri bilemem, bence siz de değiştirin derim.. Buradan başlayıp hayatınızdaki olumsuzlukları birer birer atalım.. Örneğin ilk golü atan maç berabere biterse galip sayılsın, 0-0 giden dakikalara yazık.. Neden sıkıyorlar o kadar bizi Donbass Arena’da hadi ben sırıl sıklam ıslandım, sizin kazancınız ne? İki Fransız çıkıp gol atacak, şampiyonanın en renksiz maçı oynanacak diye mi TRT’nin başına geçeceksiniz. Futbol erkek oyunu.. Bütün terimler değişir, bu biraz zor değişir..
Ukrayna maçı kazansaydı şaşırırdım. İsveç maçını kazandığına da şaşırdım ama Ukrayna’yı seviyorum, oynamaya çalışıyorlar.. Kaybetseler de güzellikleriyle ayakta kalıyorlar.. Ne alakası var demeyin, bazen güzellik en kabadayı Horozlar’a karşı bile üstün gelir.. Nedenini yarın okursunuz..
Hala çok etkisiz. Hala hünerlerini tam olarak sergileyemiyor. İki maçtır golü yok.. Ama bütün dünya kadınları ona hayran. O, Cristiano. Çoğu kişi için Alman olmuş, Fransız olmuş, Japon olmuş, Hintli olmuş.. Fark etmiyor. Futbol turizminin en önemli elçisi o. Messi’den de, Rooney’den de öte. Çünkü bütün erkekler onun futboluna bayılıyor, bütün kadınlar onun erkekliğine..
Gelelim sahaya. Ekselansları fiziken çok güçlü olmadığı için, Tanrı vergisi yeteneklerini iyi kullanamıyor. Aklı futbolda değil. Aklı tek bir isimde. Sabrederseniz, yazının sonunda bulursunuz. Sabretmezseniz, Hollanda-Almanya maçını okumadan o ismi öğrenebilirsiniz. Bence yazının sonunu bekleyin.
Sempatik Portakallar
Hollanda taraftarı yine sempatikti.. Yine coşkuluydu.. Yine turuncuydu.. İlk gol olabilecek bir goldü.. Futbol bu, yenir.. Ama ikincisini kısa süre içinde yemek bir Dünya İkincisi’ne yakışmadı.. Artık futbolun yer yüzünde çok büyük bir kuralı var.. Bu büyüleyici oyun 11 kişiyle değil 10 kişiyle oynanmalı.. Maçlar 10’a 10 oynanmalı.. Kaleciler ayrı tutulmalı.. Transfer hakları, aldıkları paralar yükseltilmeli.. Kaleciler futbolun koruyucularıdır. Ne getirilmeye çalışılan elektronik sistemler ne de başka bir unsur. Onları yuvarlak bir cismin peşinden bu kadar cesurca uçuramaz herhalde..
Hollanda 10 kişi oynadı
Neuer önemli bir kaleci. Penaltı atacak cesarete sahip. Sadece Rüştü’ye göre değil bir çok önemli futbol otoritesine göre dünyanın bir numaralı kalecisi. Almanların sadece Özil gibi bir beyni yok. Sadece dünyanın her tarafına koşan taraftarı yok. Çok önemli bir kalecisi var. Dün Hollanda 10 kişiyle Almanya 11 kişiyle oynadı. Bu yüzden Almanya maçı 2-1 kazandı.
Ve geldik yazının sonuna. Hepiniz girişi okuduktan sonra Cristiano’nun gerçek rakibi olarak Messi’yi seçtiğini düşünüyorsunuz. Açıkçası ben o satırları yazarken kararsızdım. Aynı heceyle başlayan iki isim arasında gidip geldim. Çünkü İspanya’da aynı ligde oynuyorlar. Ronaldo’yla, biri yanında, biri karşısında.. Biri Arjantinli, biri Türk.. Birinin Alman, diğerinin Katalan pasaportu var.. Ronaldo’nun gerçek rakibinin ikinci hecesi ya “si” yada “ut”.. Bunu zaman gösterecek. Bakalım hangisi dünyanın gözünde en iyi olacak..
Motorlu bir vinçle kontrol ediliyormuş. Sordum Wikipedia’ya anlattı bütün ayrıntıları. Ama bizim buralarda pek itibar görmediği için paylaşmayayım dedim bu kez.
Aylar süren sakatlıkla savaştı Gerrard. Dönüşü iyiydi. Dünkü ortası da.. Lescott kafayı vururken, Spidercam’le Spiderman’in buluşmasını izledi bütün stat. İngiliz savunmacı harika bir kafa sonrası yere düşerken Spidercam’in kullanıcısı mutluluktan uçuyordu büyük ihtimal.
Lig TV Galatasaray-Fenerbahçe maçında denemişti Spidercam’i. Sanırım denemeler devam edecek. Belki maliyeti biraz pahalı ama benim gördüğümden fazlasını görebilmeniz için gerekli.
Nasri kimi susturdu
Donbass Arena çok güzel stat. Donetsk, Lviv’e oranla daha zengin bir şehir. Lviv’den Donetsk’e 23 saate yakın bir sürede geldim yataklı vagonda. Tam x-ray cihazının yanından çıkarken futbol dünyasından ünlü bir isim çıktı karşıma. Ama adı bir türlü aklıma geldi. Birkaç saniye sonra Arsene Wenger belirdi o ünlünün yanında. Wenger’e kısaca sordum: “Nasri’yi geri almak ister misiniz?” diye.. “Hayır” dedi. Belki de 11 numaralı Fransız “sus” işaretini eski teknik direktörüne yaptı. Stattaki İngilizler dışında..
Manchester City’nin şampiyonluğunda büyük rol oynadı Spiderman. Tıpkı Nasri gibi. Önce Spiderman konuştu. Sonra “Kızgın Çocuk”.. Maç berabere bitti. Ben de Cüneyt Çakır’ı izlemeye koyuldum.
Sarı-lacivert çarpışma
Ibrahimoviç’in ağlara giden topu binlerce taraftarı üzdü Kiev’de. Donetsk’teki basın merkezinde fazla yankı bulmadı Zlatan’ın golü. Şeva çıktı sahneye. Eski Milanlı, yeni Milanlı’nın yanıtı oldu. Beş kişi içinden sıyrılıp vurdu kafayı. Ardından daha da karışık bir pozisyonu gole çevirdi. Sarı-lacivert çarpışmadan, Milanlılar’ın mücadelesinden, kaptanların çekişmesinden önde çıkan evsahibi oldu. Cüneyt Çakır’ı fazla yazmaya gerek yok. Bizim yazacaklarımızdan çok, yabancıların yazdıkları önemli. Pozisyonlara yakınlığı, sakinliği ve dikkati iyiydi. Yolu açık olsun diyelim.
Biraz daha fazlasını bu kez. Her zaman karşılaştığım zorlukları aşarak. Belki biraz daha fazlasını bu kez. Ben dün Ronaldo ve Özil’in kapışmasına gittim. Hem yazmak, hem fotoğraf çekmek, hem de maçı daha iyi anlayabilmek için.
Andreas ve Filipe maça birlikte gelmişler. İki arkadaş. Biri Portekizli, diğeri Alman. İkisi de kazanacaklarını söylediler. Bana beraberlik kaldı.
Ze-Ying ve kız arkadaşı Çinli. Almanya formasıyla gelmişler maça. Tıpkı annesinin kucağına asılı minik Leo, babası ve abisi gibi..
Maçtan önce medya center’da Danimarka-Hollanda maçını seyrettim. Robben tek başına takımdı yine. Ama tek başına takım olmak kanatta oynarsanız çoğu zaman arkadaşlarınızın futbol keyfini kaçırıyor. İster Bayern ister Hollanda forması giyin. Yetenekleriniz ne olursa olsun, attığınız şut kaleye girmeyince bir Viking çıkıp ifadenizi alıveriyor. Danimarka ilk sürprizi yaparken, yaz aylarında fizik gücünün önemini bir kez daha ortaya koydu. Ayakta kalan kazanır bu turnuvayı, onu gösterdi.
Bir ben keyif aldım
HOLLANDA şanssızdı, çok kaçırdı, penaltısı verilmedi. Ama benim kadar beceriksiz forvetlere sahipti aynı zamanda. Tamam yorgunum, koşuşturuyorum ama ayağıma gelen iki mutlak gol fırsatından yararlanıp topu boş kaleye atamadım. Akreditasyon merkezinde Lizarazu ile karşılaştım. Fransızlar’ın eski ünlü yıldızı ile. İşi var gibiydi. Sadece resim çektirdim. Hollanda-Danimarka maçı sonrası official shop aradım. Ararken resimler çektim. Ama sorarak. Fotoğrafının çekilmesini istemeyen taraftarları çekmedim. Ata bindim, stadın önünde. Hande duymasın, kıskanır. Ardından medya center’a döndüm. İçeri girerken Alan Sherear’la karşılaştım. Önce fotoğraf çektirdim. Sonra, “Hürriyet’i biliyor musunuz?” dedim. “Evet” dedi. “Üç soru sorabilir miyim?” dedim. Yanında VIP bir grup vardı. Belli ki gecikmiş bir yerlere. “Hayır” dedi. “Fotoğrafınızı kullanabilir miyim?” diye sordum. “Evet” dedi. Ben de Timuçin’e gönderdim.
Sunset’te buluştuk Derya ve Mehtap Hanım’la.. Konu futbol.. Üstelik altyapı.. Ama biz İstanbul sosyetesinin üst yapısındayız buluşma için..
Barcelona-Avea işbirliği ile güzel bir proje hazırlanmış. Ben biraz farklı konulara yoğunlaştığım için atlamışım. Sağolsun Mehmet beni seçti bu görüşme, buluşma yemeği için. Çünkü çok değerli bir dost, bir insan kazandım. Xevi ile tanıştım..
Xevi Marce, Barcelona’nın Altyapı Menajeri. Bütün sorumluluk onda. Hatta daha fazlası var belli ama hissettirmiyor. O kadar güzel sohbet, o kadar güzel konular oldu ki zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. Ben Türkçe soruyorum, o Katalanca yanıt veriyor. Çevirileri dinlerken birbirimizin futbol felsefesini anlıyoruz.
İşte Barça felsefesi
Konu konuyu açıyor. O bana altyapı ve Avea ile ilgili işbirliğini anlatıyor. Ben de ona minik fikirler veriyorum. Sonunda, “İyi futbol oynuyorsun” diyor gülerek. Mesut’tan, Messi’den, Ronaldo’dan bahsediyoruz. Mourinho ve Guardiola’dan.. Ama en önemlisi Barça felsefesinden.
Barça’nın altyapısının neden başarılı olduğunu o anlatıyor. Ben de tek cümleyle size özetliyorum onun ağzından: “Bizim kalemiz yok!”
Evet, Barça altyapısının derdi, Ajax gibi, Buca gibi, Gençlerbirliği Oftaş gibi, Bayern gibi yarışmacı oyuncular yetiştirmek değil sadece. İnsan-yıldız kazandırmak topluma. Birinden birini tercih etmek değil. İkisini birden mayalamak. Olabildiğince çabuk.