Başarabilirler mi?
* * *
Erdoğan’a, 27 Ağustos’taki kongreden önce partisinden el çektirebilirlerse belki mi?
Belki o zaman ikilik çıkarabilirler mi, belki o zaman kavgayı AK Parti’nin içine taşıyabilirler mi, belki o zaman Erdoğan’la Gül’ü karşı karşıyaw getirebilirler mi, belki o zaman Bülent Arınç’la Ahmet Davutoğlu’nu kapıştırabilirler mi?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı, bunun için mi yardıma çağrdılar; devreye girsin ve Erdoğan’ı parti yönetiminden bir an önce uzaklaştırsın ki çarşı pazar karışsın diye mi?
Bence hayır, bunun hiçbir işe yaramayacağını, ‘Hukuk dejenere ediliyor’ argümanına dört elle sarılan sözcüleri Haluk Koç da bal gibi biliyor.
Mesele, Erdoğan’ı AK Parti’den uzaklaştırmak değil...
Erdoğan yüzde 52 değil de 56 oyla kazanmış olsa Abdullah Gül’ün cesareti hepten kırılır, ‘Partime döneceğim’ gibi bir çıkış yapmaya katiyen yüz bulamazmış. Bu bir siyasi analiz mesela.
***
AK Parti, Erdoğan’ın yerine hem başkan hem başbakan olacak ismi, 27 Ağustos’ta seçme kararı aldı ya...
28 Ağustos’ta Çankaya’dan ineceğine göre, kongreyi apar topar bir gün önce toplamak, Gül’ün önünü kesmek içinmiş. Bu da başka bir analiz.
Devlet Bahçeli’yle Kemal Kılıçdaroğlu’na kulak kesilin, seçimin gerçeğini görürsünüz.
Sandıktan ne çıktığını sorun; tersi ne, düzü ne, içyüzü ne?
Yekten ‘Ayakkabı kutusu kazandı’ diyen var...
“Kof bir yüzde 52’ye nispetle, her biri bin kuvvetinde bir yüzde 9.8 kazandı” diyen var.
“Yüzde 52’lik niteliksiz çoğunluğa karşı, üstün nitelikli yüzde 38 buçuk kazandı” diyen var.
“Allah kahretsin, huşu içinde semaya gönderilen toplu beddualar, barış güvercinleri gibi havaya uçurulan lanetleşme nidaları kaybetti, kin ve nefret tohumları kazandı” diyen var.
“Canıgönülden okunan onca belaya karşı, bakın düşmanlık kazandı” diyen var.
Emin misiniz?...
Şu cumhurbaşkanı forslu reklam filminde okuduğu dizeler garip bir yarayı deşiyorsa bağrınızda, derinlerde bir yerinize dokunuyor ama ta iliklerinize işleyen bu gurbet duygusunun adını koymakta zorlanıyorsanız, ‘diriliş’ ozanı Sezai Karakoç’un “Sürgün ülkeden başkentler başkentine” şiirine özenip sizin de söyleyecek mısralarınız varsa, mezarlardan bile bir baharın yükseldiğine inanıyorsanız, kor ateşten yasaklarda yanmışsanız ama külünüzden hisarlar yapılsın istiyorsanız, tam da bu anlarda ‘yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer’ burukluğu yumruk gibi gelip boğazınıza çöküyorsa, ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar varsa, gün battığında geceyi onaran bir mimar bulmuşsanız, ‘sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır’ diyorsanız düğümü çözecek anahtar sizdedir, sağınıza solunuza bakınmadan yallah sandığa.
***
Adamınız Ekmeleddin İhsanoğlu mu?
Bir daha düşündünüz mü?...
Değil yedi cihanın en safı, uyurgezer bile olsanız, aradaki benzerlikleri fark etmemeniz imkânsız.
Hepsinde aynı mantık ve yöntem izlenmiş.
Al Ergenekon şablonunu, koy Selam-Tevhid Örgütü dosyasının üstüne, bul Acem Ergenekonu’nu.
İstanbul ve İzmir’deki askeri casusluk davalarına bak, İran casusları soruşturmasını gözü kapalı çöz...
Model aynı model, sistem aynı sistem...
Casussuz casusluk şebekesi, ajansız ajan örgütü, fahişesiz fuhuş çetesi... Bir örnek hepsi, aynı elin mahsulü gibi...
Üretilen prototip bir kere başarılı olunca, karbon kopyayla çoğalt babam çoğaltmışlar.
b- “Bana Gürcü diyen oldu. Çıktı bitanesi afedersin, çok daha çirkin şeylerle, Ermeni diyen oldu. Ben Rizeli Türk’üm...” dediğinde.c- İkisinde birden.d- Hiçbirinde.
***
İpucu vereyim:
Diyanet İşleri Başkanlığı, bir ay kadar önce geniş kapsamlı bir dini hayat araştırmasının sonuçlarını açıkladı.
Türkiye’nin şu kadarı Hanefilik mezhebinden, şu kadarı Şafii, şu kadarı oruç tutuyor, şu kadarı beş vakit, şu kadarı da cuma ve bayram namazlarını kılıyor gibi istatistikler yer alıyordu.
‘Hani Aleviler nerede, Sünnici Diyanet yok saydı’ diye hop oturup hop kalkanlar oldu.
‘İkinci lanetleşme’ diye verenler oldu, yeni beddua olarak sunanlar, lanetleşme ile beddua arasındaki farktan dem vuranlar...
İhtilafa yol açan kısmı şöyle:
“İlle de bir şey demek istiyorsanız; karbondioksit atma manasında şöyle dersiniz: Kim paralelse, Allah onun belasını versin. Kim sülükse, Allah onun bin belasını versin. Sülüklerin evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Bizsek yani. Kim çeteyse... kim örgütse... kim silahlı örgütse... kim milletine kötülük yapmak istiyorsa... kim milletin hakkı olan arpa kadar bir haram yemişse, Allah onun belasını versin...Bunu söylerken kendi adınıza söyleyin!...”
***
Kanaatim odur ki düz okunduğunda bu sözlerden bir lanetleşme anlamı çıkmaz.
Ama başkasına beddua etmek de değil...
Karşı operasyonun amacı bu ciddi ve somut casusluk olayını örtbas etmek, delilleri karartmak ve zeytinyağı gibi üste çıkmakmış.
Yıllarca telefonu dinlenenler, hem suçlu hem güçlüymüş.
O polisler, devletin en tepesine sızan İran casuslarının peşindeyken, casusluktan gözaltına alınmış...
Öyle mi?
***