Paylaş
Karşı operasyonun amacı bu ciddi ve somut casusluk olayını örtbas etmek, delilleri karartmak ve zeytinyağı gibi üste çıkmakmış.
Yıllarca telefonu dinlenenler, hem suçlu hem güçlüymüş.
O polisler, devletin en tepesine sızan İran casuslarının peşindeyken, casusluktan gözaltına alınmış...
Öyle mi?
***
Bir taraf haksız, bir taraf yanlış, birileri suçlu...
Kim haklı, kim haksız çıksın; doğruyu yanlıştan, suçluyu suçsuzdan ayıracak adil bir yargılama olsun istiyorum.
Hiçbir masumun kılına halel gelmesin...
Ancak...
4 yıl önce gizli bir soruşturma açılmış, Başbakan’dan bakanlara, siyasilerden işadamlarına, gazetecilerden magazin şöhretlerine dünya kadar insan takibe alınmış... Sahte isimlerle telefonları dinlenmiş...
Yine de ortaya ne bir iddianame konmuş ne de tek bir casus...
Film içinde film çevrilmediğini düşünebilir misiniz? Bunu benden beklemeyin.
***
Eğer, savunma adına dolaşıma soktukları argümanlara sahiden inanıyorlarsa iş değişir.
Cezai ehliyetleri yok, akıllarından zorları var demektir. Bilinçli kumpas suçlamasından yırtarlar, bir doktor raporuna bakar...
O zaman da söyleceğim şudur:
Siz bir ‘Yavuz’ Sultan Selim olmaya soyunursanız, karşınıza çıkan herkesi Şah İsmail sanıp boynuna kılıcı çalmaya kalkarsınız...
Siz Alevilikle, Kızılbaşlıkla, Şiilikle, İrancılıkla, Perslilikle, Terslikikle kafayı bozarsanız baktığınız her yerde ‘Acem casusu’ görürsünüz. Maazallah aklınızı oynatmaya dek gider...
***
8 Ağustos 2010’da, bir ev kadınının 23 yıllık kocasından “İran ajanıdır” diye şikâyetçi olmasıyla soruşturmaya başladığınızı söylerseniz...
Ama kayıtlara göre Selam Tevhit Örgütü dosyası, en az 3 ay önce 14 Mayıs 2010’da açılmışsa...
“Evimize sakallı insanlar gelip gitmeye başladı. Gelenlerin çoğu Caferi mezhebindendir. Eşim El Kaide örgütünü destekler” diyen ifadeye sırtınızı yaslarsanız...
Aynı anda hem İran casusu hem Caferi hem de El Kaide’ci nasıl olunur diye iddianın gülünçlüğü üzerine bir dakika durup düşünmezseniz...
Kamile Yazıcıoğlu, sonradan inkâr ettiği ihbar dilekçesinde “Kocam Hakan Fidan’la sık sık görüşür” der, siz de balıklama üstüne atlarsanız...
MİT Müsteşarı Fidan’ın İran hesabına çalışan bir casus olduğuna ilişkin en vurucu deliliniz, meşhur Hizbullah operasyonunda polisin eline geçen Aralık 1998 tarihli bir dokümansa...
O kâğıtta “İran ajanlarının irtibata geçmek istediği isimler yazılıdır. Biri de Metin Fidan’dır. Dünya istihbaratı dalında İngilizce bir tez hazırladığından bahsedilmektedir. Hakan Fidan’ın da Bilkent Üniversitesi’nde verdiği İngilizce master tezinin başlığı, ‘İstihbarat ve dış politika’dır” diyerek sevinçle ellerinizi ovuşturursanız...
“Bu tezin tarihi nedir, zamanlama tutuyor mu, üzerinde Mayıs 1999 yazıyor halbuki, o Farsça belgenin hazırlanmasından bir yıl sonra yani” diye dönüp bakmayı akletmez, küçük detayların üzerinde durmazsanız...
“İran ajanlarının kanca atılacaklar listesinde adı geçen Metin Fidan bakın Hakan Fidan’mış işte, yaşasın!” çığlıklarıyla ellerinizi daha bir heyecanla çırparsanız...
Dosyanın ilk zanlısı Nureddin Şirin’i bir yıl dinleyip Selam Tevhit Örgütü’yle ilişkilendirecek tek kelime bulamayınca... Bu kez aynı Şirin için “El Kaide’ci” suçlamasıyla mahkemeden yeni bir dinleme kararı alırsanız...
Yahu, El Kaide’ciyle İrancı ateşle barut gibidir, hiç yan yana gelir mi demezseniz...
İran casusu olarak mimlediğiniz iki kişi arasındaki bir konuşma tapesine “Fidan’ı şimdi suçüstü yakaladık” diye dört elle sarılırsanız...
O tapede, “Hakan Fidan Cemaat’ten mi?” sorusuna, “Yo öyle bir ara lafını çıkardılar ama Cemaat ile alakası yok onun ya, BİZİM AYNEN BU KURAN ÇALIŞMALARI GİBİ DÜŞÜN, ORALARDAN” şeklinde bir cevap verilirse...
Bu telefon muhabbetinden hareketle... Yer gök, sizin dışınızda bütün cemaatler, bütün Kuran dersleri hep İran casusu kaynıyor, nereye el atsanız Pers istihbaratının adamları fışkırıyor evhamına kapılırsanız...
Sonra...
Sonra, bir Yıldıray Oğur çıkar, Türkiye gazetesinden size okkalı bir “Ve aleyküm selam” başlığı çakar. Paralel evrende tutarlı duran mükemmel kurgunuzun, gerçek dünyada basit olgularla örtüşmediğini haşırt huşurt önünüze koyar.
Elinizde kala kala eski bir milletvekilinin, S’lo adlı kafede İran ajanlarına Başbakan’ın NATO, AB ve İsrail konularında kimsenin bilmediği, ‘top secret’ yani sır gibi saklanan ‘çok gizli’ görüşlerini aktardığı malzemesi kalır.
Ya buradan bu casusluk suçlamasını tutturursunuz... Ya da bir Yavuz olup İrancılar üzerine çıktığınız cenkte gölgesine kılıç sallayan divaneler gibi görünürsünüz, aklınızdan şüphe edilir.
Resim budur.
Paylaş