Solculuğu, ilericiliği, ulusalcılığı, Cumhuriyet aydını vasfını, Kemalistliği, beyaz Türk olmanın şanını, çağdaş yaşamcılığı, yüksek mizah zekâsını ve Y kuşağı şımarıklığını aynı anda uhdesine alan bir kesim var. Kendilerine kısaca ‘Cihangir Cemaati’ deniyor.
Kafaları arapsaçından beter karışık, siyaset aşuresini andıran bir benzemezler klanı gibi yan yana dizilmişler.
Fakat bu çelişkiler yumağının ortak noktası herhangi bir ideoloji değil. Tek ortak yanları var, o da anti-Tayyipçilik...
Tayyip Erdoğan düşmanlığında birleşiyorlar, bu kör duygu aralarındaki diğer bütün uzlaşmaz çelişkileri ikinci plana itiyor, bastırıyor, örtüyor.
Ama nereye kadar?...
Ne vakit sandık başına gitseler, bastırılmış kimlikleri cart diye pırtlıyor alttan.
* * *
Bu konuda taraflardan biri sıkı yalan söylüyor.
Ama kimin yemin billah yalan konuştuğunu suratının aldığı şekle, yüzünün rengine, sesinin titreşimlerine bakarak anlamak mümkün değil.
Benim gibi, Fethullah Gülen Bey’in de yöntem arayışı devam ediyor.
Lanetleşme ve bedduadan sonra, şimdi de muhataplarını yeminleşmeye çağırdı.
Ne saklayayım, insanların çoluk çocuğuna bela okumak, bana yalanı ortaya çıkarmak için başvurulacak doğru yöntem gibi gelmemişti.
Onun yerine, kişinin kendinden başka kimsenin kötülüğünü istemeyeceği bir yöntem önermiştim.
Bu yemin yöntemini deneme fikri ilk benden çıktığı için de, kendimi ağır bir sorumluluk altında hissediyorum.
Hangisi daha inandırıcı?...
* * *
CIA köstebeği Snowden IŞİD için ‘Amerikan yapımı’ dedi mi, El Bağdadi’nin bir Amerikan hapishanesinden örgütün tepesine transfer oluşu tesadüf müydü, kenar mahallenin cami takımında top koşturan silik ve çekingen bir karakterden azılı bir teröriste nasıl dönüştü bu tip, geçmişi kurcalansa ele avuca daha karışık ilişkileri gelir miydi, kolundaki James Bond saati kimliği hakkında özel bir şeyler anlatmalı mı ya da meşhur senatör John McCain’le görüldüğü şu fotoğraf karesi düzmece miydi?...
Hiçbirinde değilim.
Muhtemelen yayılan şayiaların epey bir kısmının aslı astarı da yoktur.
Ne düşünürdünüz?
“Delinin zoruna bak, üstü açık yatmış da rüyasına ajanlar mı girmiş ne, meczup meczup konuşuyor” demez miydiniz?
Hocanın hayal aleminde gezdiğine, gerçeklikten tamamen koptuğuna, aklını filan kaçırdığına, basbayağı tırlatmış olduğuna hükmetmez miydiniz?
Peki ya polis müdürü, savcı ve hâkim olmuş kerli ferli insanlardan aynı şeyleri duysanız?...
* * *
Mahalle camisinin imamı değil ama iddia o ki böyle deli saçması halüsinasyonları bir cemaat imamı görüyor.
Bizim Nişantaşı ahalisi hayretlere gark olmuş, rezil olmuştuk Manhattan sosyetesine...
New York Times’ı, Washington Post’uyla Amerikan medyası yerinden fırlamış, müstehzi gülücüklerle ‘Sansüre hayır’ yaygarası basıp, Twitter firmasından, ikinci sınıf bir ülke olan Türkiye’nin hukuki taleplerine kesinkes direnmesini beklemişti...
Aşağılana aşağılana en nihayet faşist diktatörlükler klasmanına kadar düşürülmüş, Kuzey Kore ile Çin’in hizasından bile geriye çekilmiştik...
Bizim ‘DirenTwitter’cılar da Twitter’a basit bir ticari şirket gibi davranılamayacağını, onun küresel bir özgürlük platformu olduğunu söyleyip, kutsal Twitter’cıklarına dokundurmamak için esip gürlemişlerdi.
“Zaten istesen de dokunamazsın, fiilen imkânsız, yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot gibi komik duruma düşersin ancak, âleme maskara olursun, baş edemezsin onunla, bu Twitter realitesiyle yaşamaya alışmak zorundasın” mavraları almış da yürümüştü...
Şimdi aynı dert Amerika’nın başında...
Twitter, silahsız zenci çocuğu vuran polisin adını açıkladı ve protesto çağrılarıyla şiddeti kışkırtıp insanları galeyana getirdi diye ‘Anonymous’ isimli bir hesabı, mahkeme kararı olmadan resen kapattı.
Missouri Eyalet valisi Jay Nixon da, Ferguson’da kopuveren kıyameti durdurmak için olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Bunu yaparken ‘bir avuç çapulcunun, halkın güvenliğini tehlikeye atmasına izin vermeyeceklerini’ söylediği için değil yalnız teessüfüm.
Sokağa çıkma yasağı ilan ederek Amerikan küresel düzenine yanlış mesaj gönderdiği ve çok kötü örnek olduğu için de değil...
***
Öyleyse, bir toplumsal kıpraşmada sarıldığı ilk şey yasak koymak olduğu için midir Vali Bey’e bu teessüflerim?...
Tanımadıkları, bilmedikleri, adını bile bir çırpıda telaffuz edemedikleri bir adayı pimi çekilmiş bomba gibi partisinin kucağına bırakırken ne demişti Kemal Kılıçdaroğlu:
“Sorumluluğu bana ait, riskini şahsen alıyorum...”
Liderlik hakkını kullanmıştı, olabilirdi de...
Fakat çok güvendiği çatı projesi, seçmenin elinde patladı.
Ne beklenirdi Kılıçdaroğlu’ndan?
Kolayından seçmeni suçlamak yerine...
Ekmeleddin İhsanoğlu için partisini yenilgiye uğratma riski alırken gösterdiği cesaretin binde birini, bu yenilginin doğal sonuçlarıyla yüzleşmek için de göstermesi değil mi?
“Benmerkezci dedin, ‘Popülist’ dedin, kendi başarı hikâyesine çok fazla odaklandığını söyledin...
Henüz işler sarpa sarmamıştı, her yerde onun rüzgârı esiyordu. Altın çağını yaşadığı o günlerde kalktın, dış politikasını maceracı olmakla suçladın.
Şimdi konuşsana, tam sırası, niye susuyorsun...”
* * *
Madem Davutoğlu hakkındaki son görüşüm, birdenbire acayip merak konusu oldu. Buyurun, son kanaatimi paylaşıyorum.
Evet haklısınız...
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na çok ağır eleştiriler yönelttim.