Akif Beki

Son ‘Müslüman terörist’ denemesi

14 Ocak 2015
TUTMADIĞI bir yana, ters bile tepti ve bizim İslamofobiklerin hüsranıdır bu; hazır fırsat doğmuşken Batılıları İslam’la mücadeleye ikna edemediler.

Fikirlerini ne Hollande’a ne Merkel’e ne Cameron’a ne bir başka sorumluluk mevkiindeki Avrupalıya ve ne de adamların medyasına, aydın tabakasına tam olarak satabildiler. Charlie Hebdo katliamı üzerine İslam ve Müslüman karşıtı bir dalga başlatılamadı yani.


* * *


Tek tük ahmaklar çıkmadı değil Batı’dan. Ben demiyorum, İngiltere Başbakan’ı Cameron, Amerikalı sözüm ona terör uzmanı Steven Emerson için kullandı bu tabiri. Sergilediği hamakat de başka türlü adlandırılamazdı zaten.
Fox News kanalında mealen, İngiltere’nin en kalabalık şehirlerinden Birmingham’ın Müslüman işgali altına girdiğini, şeriat kurallarıyla yönetildiğini, bağımsız bir halifeliğe benzediğini ve oraya gayrimüslim İngilizlerin artık gidemediğini söylemişti...
Irkçı, ayrımcı, faşist, İslamofobik, Müslüman düşmanı, yabancı karşıtı ya da aşırı sağcı gibilerinden başka ne dense Emerson’ın zırvalıklarını karşılamaz, hafif kalırdı yanında. Ne deseydi zavallı Cameron! “Steve Emerson su katılmamış bir ahmaktır” dedi o da...

Yazının Devamını Oku

Paris merkezli sınır tanımayan bir ikiyüzlülük

13 Ocak 2015
PAZAR günü Paris’teki teröre lanet yürüyüşüne katılan çoğu lider ikiyüzlüymüş.

Kendi ülkelerinde gazetecileri sustururken bozuk imajlarını düzeltmek için durumdan yararlanmaya gelmişler.
Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) de bunu fark etmiş, gözünden kaçar mı... France 24 ile Washington Post
gibi mecralar ise külyutmaz RSF’nin farkındalığını gözü kapalı yaymaya koyulmuş. Nerede temel gazetecilik ilkeleri, hani doğrusunu yanlışını sorgulamak, filtreden geçirmek filan, hak getire...
Tahmin edeceğiniz üzere ikiyüzlüler listesinin başında Türkiye var. Haber için uygun görülen fotoğraf da Başbakan Davutoğlu’nun Fransa Cumhurbaşkanı Hollande tarafından karşılandığı ana ait bir kare.
O kadar ciddi ve dürüst bir teşkilat ki
bu Sınır Tanımayan Gazeteciler ve
kullandığı mecralar, basına baskı konusunda ufaktan Amerika’ya bile çizik atıyorlar ama İsrail’in İ’si geçmiyor kayıtlarında. Netanyahu da Paris’te en önlerdeydi halbuki, Gazze’de kaç gazeteci görev başında katledilmişti, hatırlayamadılar yine de.


Yazının Devamını Oku

İçimizdeki şu İslam kompleksi

10 Ocak 2015
6-7 Ekim’deki sokak terörünü, değil doğrudan çağrıyı yapan HDP’ye, neredeyse dağdaki PKK’ya bile bağlamıyoruz.

“Niye hep Kürtlerden çıkıyor bu işler” diye bütün Kürtler’den şiddetin ve terörün hesabını sormaya kalkan bir densiz olursa onu da ‘ırkçı faşist’ diye önümüze katar kovalarız.

***

Sol bir terör örgütünün cinayetlerini bütün solculara mal ettiğimiz de görülmedi. Sol’un ve solcuların karşısına geçip... “Ben de solcuyum ama eli kanlı katillerin savunduğu sol benimkiyle aynı değil demeniz hiçbir şeyi halletmez, bu martavallara karnımız tok, solcu olduğunuz için utanın, kendinizi suçlu hissedin, özür dileyin, ağlayın dövünün” diyene sorgusuz sualsiz tırlatmış muamelesi yaparız.
Hele belli bir mezhebin adı da bu sol örgüt terörüne alet ediliyorsa... Ondan dolayı o mezhebin bütün mensuplarından topluca savunma istemek düpedüz cinnettir, psikopatlıktır, emsaline çok şükür rastlanmamıştır bizde.

Yazının Devamını Oku

Paris saldırısında kafam hem net hem bulanık

9 Ocak 2015
KAFAM net, çünkü terör ve şiddeti, failin de kurbanın da kimliğine bakmaksızın bütün kınayanların her türlü kınamasıyla kınıyorum.

Ama bir yandan da bulanık kafam; bunu hangi alçak ve nasıl bir karanlık hesap için yapmış olabilir?
Paris’in ortasında Kalaşnikoflu, roketatarlı, soğuk mu soğukkanlı, çok iyi Fransızca konuşan, çok da iyi komando eğitimi almış, hiç aceleye getirmeden sakin sakin katliam yapan, aynı yavaş ve telaşsız halleriyle sallana sallana vahşet mahallinden uzaklaşan profesyonel teröristler görmek yeterince kafa bulandırıcı...
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın Esad’a vaktiyle müdahale etmemekten dolayı pişmanlık belirttiği günlere denk geldiğini de koyun üstüne... Ve Fransa’nın Suriye politikasına olası etkilerini de, Esad’a ilaç gibi yarayıp yaramayacağını da, IŞİD’in hunharlığı sokaklarına taşınmışken Avrupa’da havayı Şam lehine çevirip çevirmeyeceğini de ekleyin...

***
“Ama’sız mama’sız” diyerek başlıyor çoğu kınama mesajı.
Oysa ben hem kınıyorum hem de ama’larım mama’larım var... Ve bu ikisi arasında hiçbir çelişki görmüyorum.

Yazının Devamını Oku

İktidara ve muhalefete bela-fikirler

8 Ocak 2015
“İÇİMİZDE yanlış yapan çıkarsa biz kendimiz cezalandırırız, bize kurulan kumpasın parçası olmuş bir mahkemeye güvenemeyiz” söylemi, iktidara musallat olmuş bir ‘bela-fikir’dir mesela. Peyami Safa’da okumuştum bu ‘bela-fikir’ lafını. Geldiğimiz noktada, iktidar da muhalefet de kendi ‘bela-fikir’lerine dolanmış görünüyor.


Muhalefete bela olan sabitfikirlerden biri ise “Kaç çocuk yapacağımıza, ne zaman ve nasıl doğuracağımıza siz mi karar vereceksiniz birader” demeyi, despotluğa kahramanca kafa tutmak falan zannetmeleridir.
İşte böyle, durumu kurtaracağına daha da içinden çıkılmaz hale getiren pratik aklın sefalet halleridir ‘bela-fikir’ler. Bir kere saplandı mı zihniyet, bir daha yakasını kurtaramaz bu ‘hazır-cevaplar’dan.

* * *

Mesela Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu annelik mevzusuna mı destursuz daldı...
“Kadın, anneliğin dışında bir başka kariyeri merkeze almamalıdır. Kadının gelmiş geçmiş en büyük kariyeri anneliktir” mi dedi?...
“Milli irade faşizmi” tabir ettikleri absürd bir kalıbın kapanına balıklama atlıyor hemen köpürmeye dünden hazır muhalifler.

Yazının Devamını Oku

Gözümüzü kumpasa kapattık hadi

7 Ocak 2015
BİR an için kumpas yokmuş gibi yaptık diyelim.

Yani yargı ve poliste paralel bir yapılanma olduğunu yadsıdık; ona dokunan Ahmet Şık’lar, Nedim Şener’ler, Hanefi Avcı’lar hiç yanmamış oldu.
Yatak odalarına girilmedi, telefonlara kulak kabartılmadı, yüzlerce gazeteci, siyasetçi, işadamı ve magazin şöhreti Hizbullah, İBDA-C, El Kaide ve benzeri örgütlerden gösterilip düzmece ihbarlarla, sahte isimler ve kanuni kandırmacalarla dinlenmedi. Kayıtlardan sildik bir kalemde hepsini...
7 Şubat’ta MİT’e, 17 Aralık’ta hükümete “Okyanus ötesinden el koyma” teşebbüsleri hiç vaki olmadı sanki... Her şey olağan seyrinde ilerliyor, ters giden hiçbir şey yaşanmadı farz ettik.
Sağına baktık, soluna baktık, aynı bombaların hem Ergenekoncularda hem de Tahşiyecilerde çıkmasında, üzerlerinde de onları bulan polislerin parmak izlerine rastlanmasında kumpas mumpas görmedik yani.
Ortada “kurşuna kafa atan” ve bundan tuhaf bir zevk alan darbeciler, birbirlerinin bombalarını alıp sırayla polise yakalatan garip Ergenekoncularla sıyırmış El Kaideciler varmış gibi düşündük.
Sahte deliller, üstünde oynanmış CD’ler, suç uydurmalar, burun sürtmek için tutuklu yargılamalar, yargı gücünü bir sopa gibi sallamalar, askeri casusluk davalarında dönen katakulliler... Ayarlanmamıştı, hep ‘sehven’ üst üste gelmiş olsun, öyle kabul ettik. Aklımızın bize oynadığı manyakça oyunlardan da fırlamış olabilirler, hangisini seçerseniz artık...
Cemaat medyasının “Bu mu gazetecilik” gibi manşetlerini de ‘basın özgürlüğü’ savunusunun şeref levhaları, demokrasinin yılmaz bekçilerinin kahramanlık destanları olarak baş tacı ettik gitti...

Yazının Devamını Oku

Bir başka açıdan TÜRGEV

6 Ocak 2015
YENİ yılın ilk cumartesi günü, 2014’e geri dönüp bakmış ve TÜRGEV’li mürgevli şöyle uzunca bir ‘keşke’ çekmiştim buradan.

“Ah keşke” demiştim... “Keşke olayın çapı hakkında ufak atılsaydı, ‘İktidarın gözüne girmenin yolu TÜRGEV’e bağış yapmaktan mı geçiyor, bu etik midir’ türü şeyler söylenseydi de...Yeni havaalanı gibi büyük yatırımların ihale bedelleri alt alta sıralanıp çıkan toplama ‘100 milyar Euro’luk yolsuzluk’ denmeseydi. Hepsi iç edilmiş gibi gösterilmeseydi.Ben de yeseydim...Keşke İran’dan satın aldığımız enerjiye karşılık Halk Bankası’ndaki İran hesabına yatırdığımız ve daha sonra İranlıların Reza Zarrab vasıtasıyla altına çevirerek transfer ettiği paranın tamamı hesaplanıp “100 milyar dolarlık rüşvet” dönmüş gibi bol keseden sallanmasaydı... Gerçeğin habbesi kubbe yapılmasa, birine bin katılmasa, alavereye dalavereye kaçılmasa, rakamların ayağı yere sağlam bassaydı da...Ben de inansaydım...”


* * *


17 Aralık’ta “Büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” etiketiyle haber merkezlerine servis edilen tantanalı iddiaların şişi indi. Elde avuçta, hediye paketinin içinde ne olduğu, pahalı kol saatini kimin satın aldığı, kaynağı açıklanamayan mal varlığı artışları ve benzeri ölçekte şaibeler kalakaldı...
Yolsuzluk ve rüşvetin büyüğüne küçüğüne, irisine ufağına bakılmaz. Bir cılız kuruşun, bir sıska koyunun bile hesabı sorulmalıdır elhak. Fakat yalan ve iftira atma yöntemiyle hesap sorulduğu nerede görülmüş...
Niyet, şüpheli durumları adamakıllı soruşturmak olmayınca üfürüldükçe üfürüldü, büyütüldükçe büyütüldü... 3. köprünün de mideye indirildiği, 3. havaalanının da kaşla göz arasında ham yapıldığı, İran’la enerji alışverişi parasının da tulum olarak götürüldüğü şeklinde bir tablo çizildi. Çünkü aşağısı, hükümeti götürmeye yetmezdi...

Yazının Devamını Oku

2014’ten kalma uzunca bir ‘keşke’m

3 Ocak 2015
İÇİMDE ukdedir...

Keşke olayın çapı hakkında ufak atılsaydı baştan, ‘İş âleminde iktidarın gözüne girmenin yolu TÜRGEV’e bağış yapmaktan mı geçiyor, bu etik midir’ türü şeyler söylenseydi de...
Yeni havaalanı gibi büyük yatırımların ihale bedelleri alt alta yazılıp çıkan toplama ‘100 milyar Euro’luk yolsuzluk’ denmeseydi. Hepsi iç edilmiş gibi gösterilmeseydi.
Ben de yeseydim...


* * *


Keşke bir işadamına 700 bin bilmem kaç liralık kol saati sipariş eden bakanın durumu doğru dürüst ele alınsaydı... Rüşvet midir, nüfuz ticareti midir, haksız mal edinmek midir, suç mudur, ahlaksızlık mıdır... Enine boyuna tartışılsa, kuruşuna kadar üstüne gidilse, burnundan getirilseydi de...

Yazının Devamını Oku