İŞ ‘her Kürt PKK’lı mıdır değil midir’e kadar geldi ya, bravo bunu başaranlara.
‘Değildir, uzak yakın alakası yoktur, ne münasebet Kürtleri PKK’yla özdeşleştirmek, ateşle oynamayın, terör örgütünün tezgâhına gelmeyin’ diyenler bir tarafta.
PKK’ya gösterilen her tepkiyi Kürtlere tepkiymiş gibi gösteren çok hassas PKK muhipleriyle...Her Kürt’ü PKK’nın sempatizanı, destekçisi, militanı, fahri üyesi gibi mimlemeye çalışan şaşkın PKK düşmanları diğer tarafta.
Ne beklersiniz? HDP’nin bilatereddüt birinci gruptakiler arasında yer almasını değil mi?
Fakat o da ne, HDP ikincilerin başını çekiyor. Hem de taammüden, hem de muntazaman, hem de sözlerini seçe seçe, hem de göstere göstere...
*
ANAMUHALEFET, 7 Haziran’da iktidar gitsin diye oy istemişti seçmenden. Kendisi gelsin diye değil.
Galiba bu seçimde CHP gelsin diye oy istemeyi deneyecekler. En azından bu yönde kimi alametler belirmeye başladı.
Alametlerin en büyüğü, ‘Gelin oy verin gitsinler’ sloganını bulan reklamcı Ali Taran’ın CHP’den gitmesi...
Dediklerine bakılırsa rakamda anlaşamamışlar. Aslında anlaşacaklarmış ama 1 Kasım için partiler hazineden seçim yardımı almayacaklar. O yüzden Ali Taran’ın tarifesi tuzlu gelmiş. Dünyalığa zaafından olacak, Ali Bey’in eli de kıyıp paradan indirim yapmaya, eski müşterisini tutacak bir esnaflığa gitmemiş. Partinin kasasında en pahalı reklamcının masraflarını karşılayacak bakiye olmayınca da bilmecburiye yolları ayırmışlar.
Daha mütevazı bütçeli bir kampanya yürüteceklermiş. Tokgözlü bir ekip bulmuşlar, tenzilatlı fiyat çeken bir ekip. Ön sunumlarını da yapmışlar, strateji teklifleri beğenilmiş, aralarında bir sıcaklık peyda olmuş, el sıkışmışlar bile.
*
3 gündür AK Parti kongresi için konuşulanlara bakıyorum; yok reis el koydu, yok dizginleri ele aldı, yok hakimiyetini pekiştirdi, yok MKYK listesini silme kendi eliyle yazdı, yok her şeyi tek başına belirledi, yok Davutoğlu'na yakın isimleri tek tek çizdi, yok tulum çıkardı, yok Binali Yıldırım'ın adaylığını caydırıcı bir unsur olarak kullandı, yok ustalığını bir kez daha gösterdi, yok bilmem ne... Bu minvalde sürüp gidiyor tezahüratlar.
Birileri Erdoğan'a yaranmak nam ve hesabına bu havayı yayınca, lider sultasının tahkiminden giriliyor vesayetten çıkılıyor, emanetçilikten giriliyor vekaletçilikten çıkılıyor haklı olarak.
* * *
Binali Yıldırım, Davutoğlu'nun karşısına harbiden çıksa ve iki aday arasında kıyasıya ama seviyeli, temiz, mertçe bir çekişme yaşansa bundan kötü olmazdı. AK Parti'yi de zayıflatmaz, aksine güçlendirirdi.
Fakat kulislerde dönen ayak oyunlarından, kongre öncesi kaynatılmaya başlayan kazanlardan belliydi olayın gerçek bir demokratik yarış gibi gelişmeyeceği.
“Bu savaş 100 yıl daha sürse PKK, PKK olarak orada kalacak. Türkiye Cumhuriyeti devleti, ordusu olarak orada kalacak. Olanlar her gün taşıdığımız tabutlardaki gencecik bedenlere, çocuklara olacak...”
‘100’ ve ‘gençler’ demişken gözümün önüne internette dolaşan şu video geldi. Almanya’dan yayın yapan MED Nuçe adlı PKK kanalına Cizre’den bir şahıs bağlanıyor. Adı sanı var, ‘Halk Meclisi Sözcüsü’ yazıyor ekranda. Çemberin giderek daraldığını, bulundukları yerde sıkıştıklarını, artık direnecek takatlerinin kalmadığını, ellerinde 100-200 gencin bulunduğunu, onları ne yapacaklarını bilmediklerini, teslim de olmak istemediklerini belirtip dinleyenlere sesleniyor, yardıma çağırıyor. Ağlamaklı yalvarmaklı oluyor, “Son noktalardayız, lütfen Cizre’yi kurtarın” diye yakarırken hıçkırıklara boğuluyor ve sesi yayından alınıyor...
* * *
İmdat çığlığı imdat çığlığıdır, kulaklarından gitmiyor insanın, kayıtsız kalınamıyor. Fakat dikkat buyurun, silahlı bir direniş mevzubahis, yardıma çağıransa devlete teslim olmamaktan söz ediyor ve ‘ellerinde 100 ila 200 genç’ olduğunu söylüyor.
‘100 ila 200 genç...’
Yani sayının o kadar da önemi yok. Ha 100 ha 200 genç var ellerinin altında. Çember daralırken onları ne yapacaklarını bilemediklerini de araya sıkıştırıyor, sorumluluk ve karar verme mevkiinde konuşan o kişi...
Çok yerinde bir tepki aldım. “Hürriyet’in camını çerçevesini kıranların peşine düşüyorsunuz ama Star Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Murat Sancak’ın canına silahla kastedenlere ne olduğunu hiç sormuyorsunuz” şeklinde bir eleştiri.
Hak veriyorum. İtiraf edeyim, o saldırganların neden hâlâ yakalanamadıklarını sormak aklıma gelmemişti.
Hatta Star Medya Grubu’nun gazete ve televizyonları patronlarına saldıranların izini sürdü mü, soruşturmanın ne kadar takipçisi oldu, onun bile farkında değilim.
* * *
Olay günü yaptıkları açıklamayı hatırlıyorum. Gözdağı vermeye, korkutmaya dönük bir saldırı olmadığını, patronları Murat Sancak’ı doğrudan öldürmek kastıyla ateş edildiğini söylüyorlardı.
Selahattin Demirtaş soruyor, “Etle tırnak edebiyatı yapmak kolay. Türk-Kürt kardeşse Türkiye’nin batısı bu yakıp yıkmalara ne diyor” diye.
Bu HDP binalarına saldırılara, bu mevsimlik işçi çadırı yakmalara, bu ev ve işyeri basıp ateşe vermelere, Kürt vatandaşlara yönelik bu linç ve dövmelere Türkiye’nin batısı ne mi diyor?...
Benim gördüğüm, aklı başında hiç kimse tasvip etmiyor.
Benim gördüğüm, sorumluluk sahibi herkes kınıyor, bu alçaklıklara bulaşan haydut ve zorbaların yakalanıp cezalandırılmasını istiyor.
Benim gördüğüm, hükümetten muhalefete sokakları karıştıran bu uğursuz provokatörlerin sırtını sıvazlayan kimse yok.
Benim gördüğüm, kendini bilen, ülkesinin geleceği için endişelenen herkesin yüreği ağzında. Kimse sokak ve şiddet olaylarına arka çıkmıyor.
Benim gördüğüm, ‘terörle mücadeleyi devletin polisine ve askerine bırakın’ diyor her ağzını açan. ‘Sakın ola kahpe terörden Kürt kardeşlerinizi sorumlu tutmaya kalkmayın, kalleş PKK’ya kızıp Kürt komşunuza yan gözle bakmayın, durumdan vazife çıkarıp şehir eşkıyalığına soyunmayın, kaos ve kargaşa çıkarmak isteyenlere uyup kardeş kavgasına tutuşmayın, sakın ha sizi birbirinize düşürmek isteyenlerin meş’um emellerine alet olmayın’ diyor...
CİZRE Belediye Başkanı Leyla İmret, baklayı ağzından çıkarmış. İngiliz Vice News’e konuşurken Türkiye’de bir içsavaş yürüttüklerini söylüyor.
Oysa biz onu demokratik yöntemi benimsiyor, sivil siyaset yürütüyor, seçimle işbaşına gelmeyi önemsiyor, silahsız mücadeleye inanıyor, sandığa saygı duyuyor, halkın özgür iradesinden güç alıyor, belediye yönetiyor zannetmiştik.
Halktan aldığı oyları hiçe sayıyormuş meğer; silahlı mücadeleye inanıyor, sırtını kanlı örgüte yaslıyor, gücünü dağdaki terör makinesinden alıyor, içsavaş hayalleri kuruyormuş...
*
PKK gençlik örgütlenmesi Cizre’de mahalle kurtarma faaliyetlerine giriştiğinde saçma gelmişti. 31 Aralık 2014’te yazmıştım burada.
PKK, halkın katılmadığı bir ‘devrimci halk savaşı’ yürütüyor. Bütün tahriklere, tazyiklere rağmen ‘halk savaşı’nı tutuşturamıyor şehirlerde...
Öz yönetimler ilan ediyor, Suriye’ye özenerek Rojava tipi kantonlar oluşturmayı deniyor. Kıvılcım almıyor olay, şehir ayaklanması başlamıyor...
Kurtarılmış ilçeler, mahalleler kurmaya yelteniyor, etraflarına hendekler kazıyor. Halkı silahlanmaya, kendi güvenlik önlemlerini almaya kışkırtıyor. Yine olmuyor. ‘Serhildan’ gelişmiyor, ‘intifada’ ateşi yanmıyor...
Siyasi uzantısının yüzde 80’lerle belediye başkanlığını aldığı yerde silahlı ayaklanmaya ikna edemiyor halkı. Nasıl etsin! Silahsız ne alınamıyor ki silahla alınacak diye sorulduğunda plan çöküyor.
Yüzde 13’le Meclis’e girmiş bir HDP varken halka, hangi demokratik hakları elde etmek için neden kalkışması gerektiğini anlatamıyor. Nasıl anlatsın! Silahsız daha fazlası başarılabilen bir siyasi mücadeleyi silahla başarmaya çalışmanın manası ne diye sorgulandığında Kandil’in balonu sönüyor.
Seçim hükümetine iki bakan vermiş bir partide iradesi en güçlü biçimde temsil edilebiliyorken tabanını isyana teşvik edemiyor. Nasıl etsin! Demokratik siyasetle ne yapılamıyor da silahla yapılacak denildiğinde tüm bahaneler tükeniyor, tartışma bitiyor.
Dağlıca’daki alçak pusu da bütün can yakıcılığına rağmen amacına ulaşamayacaktır...