Paylaş
3 gündür AK Parti kongresi için konuşulanlara bakıyorum; yok reis el koydu, yok dizginleri ele aldı, yok hakimiyetini pekiştirdi, yok MKYK listesini silme kendi eliyle yazdı, yok her şeyi tek başına belirledi, yok Davutoğlu'na yakın isimleri tek tek çizdi, yok tulum çıkardı, yok Binali Yıldırım'ın adaylığını caydırıcı bir unsur olarak kullandı, yok ustalığını bir kez daha gösterdi, yok bilmem ne... Bu minvalde sürüp gidiyor tezahüratlar.
Birileri Erdoğan'a yaranmak nam ve hesabına bu havayı yayınca, lider sultasının tahkiminden giriliyor vesayetten çıkılıyor, emanetçilikten giriliyor vekaletçilikten çıkılıyor haklı olarak.
* * *
Binali Yıldırım, Davutoğlu'nun karşısına harbiden çıksa ve iki aday arasında kıyasıya ama seviyeli, temiz, mertçe bir çekişme yaşansa bundan kötü olmazdı. AK Parti'yi de zayıflatmaz, aksine güçlendirirdi.
Fakat kulislerde dönen ayak oyunlarından, kongre öncesi kaynatılmaya başlayan kazanlardan belliydi olayın gerçek bir demokratik yarış gibi gelişmeyeceği.
Parti içi gerilim siyaseti yürütüldü, yıpratma ve havlu attırma yöntemleri uygulandı, çileden çıkarmaktan canından bezdirmeye yıldırma ve pes ettirme taktikleri izlendi, hele bir el altından imza toplama sakilliği var ki hizipler ve kurultaylar partisi CHP'de bile eşine az rastlanır.
Kongre sırasında kopan çıngar ve sonrasındaki yaygara, şöyle bir AK Parti manzarası yansıtıyor:
Seçime giderken partide çatlak görüntüsü vermemek için maruz kaldığı ayıpları sineye çekmiş, dişini sıkıp MKYK listesinde ortayı bulmuş, MYK'da kimle çalışacağına ise kendi karar vermiş, arabayı devirmemek için vaziyeti idare etmeye mecbur kalmış bir Davutoğlu profili var...
Sanki laf dinlemeyenleri hizaya getirmek üzere aday adaylığı araçsallaştırılmış, adı sanki Demokles'in kılıcı gibi istimal edilmiş bir Binali Yıldırım söylentisi var...
Kongresinde toz kaldıracak kadar AK Parti'nin iç işlerine nüfuz etmeyi başarmış bir 'müteahhit lobisi' var...
Ve cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra 'kurucu lideri'yle ilişkilerini yeniden tanzim edememiş bir AK Parti var. İlişkilerini yeni duruma uygun olarak tekrar düzenlemek, sağlıklı bir zemine oturtmak şöyle dursun son bir yıldaki 'geçiş' döneminden bile geriye götürmüş bir AK Parti...
* * *
Bu AK Parti manzarası, bir yıl önce bizzat Erdoğan'ın çizdiği perspektifle taban tabana zıt halbuki.
Şunlar, Erdoğan'ın bundan sadece bir yıl önce, görevi Davutoğlu'na devrettiği kongrede söyledikleri. Davutoğlu, emanetçilik tartışması ve cumhurbaşkanıyken partisiyle ilişkilerinin nasıl olacağı hakkında gayet berraktı zihni:
Bir: Tarafsız destek ve katkı: "Bu ismi çok uzun istişarelerin ardından birlikte belirledik. Davutoğlu, paralel yapıyla mücadele, Türkiye ve dünya meselelerinde muvaffakiyeti ile öne çıktı. Şüphesiz ki tarafsızlığımızı zedelemeden destek ve katkılarımızı sunmaya devam edeceğim. Teşkilatın çok güçlü şekilde yeni genel başkan ve başbakanla olacağını biliyorum."
İki: Emanetçi değil vurgusu: "Sayın Davutoğlu bir emanetçi değildir. Kurulduğu günden itibaren AK Parti istişare ile karar alır. Başarı da, başarısızlık da kadroya yazılacaktır. Her birinizin partinin genel başkanı ve başbakanına destek olacağınızdan eminim."
Üç: Parti şahıslara mülk değil, dava kişilerle kaim değil mesajı: "Bu kutlu hareket, mensupları ile şereflenmez. Mensuplarına şeref verir. Gençler şunu unutmayın. 'Ben yoksam dava da yok' diyenler daha en baştan kaybetmiş olanlardır. 'Ben olmazsam dava ilerleyemez' diyenler, davanın ruhunu, özünü anlayamamıştır. 'Bu dava ancak benim ismimle şereflenir' diyen kibir tuzağına düşmüştür. İstişareyi, ortak aklı dışlayan, bu kutlu davaya haksızlık etmiştir. Zira bu dava hiçbir zaman koltuk davası olmamıştır. Bu dava şahsi hırsları, kibri, fitneyi ve nifakı, kıskançlığı, çelme takmayı, başkasının kuyusunu kazmayı her zaman dışlamış, her zaman dairesinin dışına atmış bir davadır."
Bu sözlerin üstüne herhangi bir yorum cümlesi fuzuli kaçmaz mı?
Paylaş