MURAT Sancak gün ortasında çapraz ateşe alınmış, aracına 22 kurşun isabet etmişti.
Verilmiş sadakası varmış ki sıyrıksız atlatmıştı bu alçak saldırıyı. Sıcağı sıcağına yapılan açıklamalarda olayın, Sancak’ın gazete ve televizyonlarını susturmaya dönük bir terör eylemi olduğu söylenmişti.
Aradan 6 hafta geçti. Hayretengiz bir şekilde emniyet, bu konuda şimdiye dek ağzını açıp tek satırlık bilgilendirme yapmadı.
Nasıl sıkı tutuluyorsa iş, polis ya da savcılıktan bir bilgi kırıntısı da sızmadı.
Bu çapta sansasyonel bir saldırıda emniyetin bu kadar derin bir sessizliğe gömüldüğü, daha önce duyulmuş görülmüş şey değil. Tarihte örneği yok.
Polis, saldırganları yakalayamasa bile soruşturmayı aydınlatmada mesafe kat eder, arka planı ve faillerin örgütsel bağlantılarıyla olayı çözer, saldırganların isim ve eşkallerini belirler, fotoğraf ve bilgilerini yayarak her yerde arandıklarını bildirirdi. İlk kez böyle gelişmiyor olay. Polis, ne çözdük ne çözemedik diyor. Ne yakaladık ne yakalayamadık diyor. Ne izlerini kaybettik ne bulduk diyor...
KAÇ kişiler, hangi saikle oy verdiler, HDP’den bir talep ve beklentileri olduğu için mi, yoksa sırf Erdoğan karşıtlığı yüzünden mi? Tartışmaya açık...
Eldeki tek veri, asker ve polis lojmanlarındaki kimi sandık sonuçları. Alt kırımlarının sağlamasını yapma imkânından yoksunuz.
Ama Selahattin Demirtaş kendini onlara karşı da borçlu hissediyorsa ne âlâ.
Dilinin ucuyla değil kalpten inanarak söyledikten sonra ha doğrulanmış ha doğrulanamamış, neyi değiştirir?
‘Hayır, asker ve polis ailelerinin eli sana oy vermeye gitmez, veren de paralelci maralelcidir, sana sevgisinden değil Erdoğan’a kininden vermiştir, tepki ve nefret oylarıdır onlar, kendine mal etme’ diye yanlışlamaya uğraşmanın manası var mı?
Neye sayarsan say, kimin hanesine yazarsan yaz, HDP’nin asker ve polis aileleriyle bir bağ kurması, onlara karşı da siyasi ve ahlaki bir taahhüt altına girmesi, sorumluluk duyması, oylarını helal ettirmek istemesi iyi bir şeydir. Hem de çok iyi...
Şahsen ben önünü arkasını sorgulamam. Yeter ki milli iradeyi oluşturan toplam seçmenin yüzde 13’ünün teveccühüne şu ya da bu nedenle mazhar olmuş bir parti, terörle mücadele eden askeri, polisi düşmanlaştırıp terörü masumlaştırmasın.
AK Parti MKYK üyesi ve Diyarbakır adayı Galip Ensarioğlu, dün su katılmamış bir psikopatlığı ifşa etti. Öğrendik ki hükümetin elinde ürpertici bir PKK vahşetine ait görüntüler var.
Geçen hafta Silvan’da yaşanıyor. Diyarbakır Çermikli’de bir polisi roketatar ile şehit ediyor teröristler. Daha sonra da kepçenin içerisinde benzin döküp defalarca yakıyorlar.
Galip Bey, Şırnak’taki ceset sürüme olayını affedilemez bulduğunu söylerken o görüntüleri istismar edenlere cevaben gündeme getiriyor bu vakayı.
Sözlerinin devamı şöyle:
“Çermikli hemşerimiz bir avuç küle dönüştü. Ölmüştü, roketle ölmüştü, çekim yapılıyordu, bu çekimler elimizde bunu yayınlayamayız. Defalarca benzin götürülüp üzerine dökülüyor ve tekrar tekrar yakılıyor. Yani kalkıp kim kime insanlık dersi verecek. Her türlüsünü reddediyor ve lanetliyoruz...”
Haklı bence de. Şırnak’ta öldürülen teröristin cansız bedeninin polis aracına bağlanıp yerlerde sürüklenmesi için herkesin konuşmaya, tepki göstermeye, kınamaya hakkı var. Ama PKK ve taraftarlarının ağızlarını bile açmaya, tek kelime etmeye hakları yok.
Yine de Galip Bey’in bahsettiği o korkunç görüntülerin ortaya çıkmasından yana değilim.
BAŞBAKAN Davutoğlu’nun üstüne titrediği, çok titizlendiği bir kavram, kamu düzeni. Onu mutlak surette tesis edeceklerini söylüyor. Bu konuda hiç şakası ve esnekliği yok.
Terör şebekesinin devlet taklidi yaparak bölgede kendi otoritesini kuruyormuş gibi davranması, kamu düzenini bozan bir girişimdir. Tavizsiz üzerine gidiyor.
Bir bölgede güvenlik zaafa uğradığında, devlet sokak çeteleriyle mücadelede acze düştüğünde, hâkimiyeti gerilediğinde kamu düzeni çökmüştür. Artık orada kimsenin malı da, canı da, hak ve özgürlükleri de emniyette, devlet güvencesi altında değildir. Bunu biliyor.
Ama zırhlı polis aracına ceset bağlayıp sürümek de kamu düzenine bir meydan okumadır...
Ama Ahmet Hakan’ın mafyatik usullerle darp edilmesi de kamu düzeninin bir ihlalidir...
Ama medya patronunun bindiği aracın kurşunlanması da kamu düzenine karşı bir cürümdür...
Kamu düzeni, devlet, her nevi kanun kaçağına sıfır hoşgörü gösterdiğinde tesis ve temin edilir. Yeraltı dünyasına nefes aldırmadığını, tescilli suç makinelerine göz açtırmadığını, kanun nizamını çiğnemeyi alışkanlık haline getirmiş kabarık sabıkalıları başıboş salmadığını, kanunsuzluğu ne pahasına olursa olsun himaye ve örtbas etmediğini dosta düşmana teşhir ettiğinde kamu düzeni korunur...
CUMHURBAŞKANI Erdoğan, bugün Brüksel’de uluslararası bir festivalin açılışına katılıyor. Belçika Kralı Philippe ile birlikte.
Adı, Europalia Sanat Festivali. İki yılda bir yapılıyor ve her seferinde bir ülkeyi kültürüyle sanatıyla tanıtmayı amaçlıyor.
4 ay sürecek etkinliklerin konusu bu sefer Türkiye...
Buraya kadar her şey harika. Çok prestijli bir bienal, Brezilya ve Çin’den sonra Türkiye’yi de ağırlayacak.
Türkiye’deki hazırlıkları Kültür ve Turizm Bakanlığı üstleniyor. Her dal için küratörler seçiliyor. Tepe sorumluları belirleniyor.
Genel sanat küratörü Hasan Bülent Kahraman. Edebiyat küratörü ise İskender Pala oluyor.
Görünürde organizasyon, Türkiye ve Belçika tarafında iki ayakta da planlandığı şekilde tıkır tıkır yürüyor.
AHMET Hakan’a saldıran 4 kişi akşamdan sabaha yakalandı, Murat Sancak’a kurşun atan 2 kişidense hâlâ ses seda yok.
O saldırı da basın özgürlüğünü hedef alıyordu, o da medyayı susturmaya dönüktü. Üstelik bir terör eylemiydi. Üzerinden de 6 hafta geçti...
Fakat Murat Sancak’ın medya grubu lal kesilmiş gibi. Çığırtkanlıkta çığır açanların ağzını bıçak açmıyor bu konuda.
İşi ağırdan alan emniyetin başına gök kubbeyi yıkmıyorlar, failleri enseleyip adalete teslim etmeyenlerin yakasına yapışmıyorlar.
‘O teröristler buraya gelecek’ diye kıyametler koparıyor olmaları gerekmez miydi?
2 televizyon ve 3 gazeteleriyle dünyayı valiye, savcıya dar etmiş olmalı değiller miydi?
Onların bu suskunluğunu yadırgamıyorsun, neden diye sormuyorsun da bizim Hürriyet’te yeri göğü inletmemize mi takıyorsun Waldo!
NEW YORK’ta son gecemiz, bir fısıltıyla çalkalandı. Yatmaya hazırlanırken aldım tüyoyu. Önemli bir gelişme olacağı söyleniyordu. Ayakta kalıp beklemeye başladım.
Bu bekleyiş, rehin düşen Musul Konsolosluğu çalışanlarının aylar sonra IŞİD’den kurtarıldığı geceyi hatırlatıyordu bana. Yine bir yurtdışı seyahatinde, Bakü’deydik. Sabaha karşı otel odalarımızda uykudan kaldırılıp basın açıklaması için apar topar bir salona toplanmıştık. Olağanüstü bir durum vardı ama ne olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. Bilenler de bir şey çaktırmıyordu, tüm resmi ekip ağızlarını kapalı tutmaları için sıkı sıkıya tembihlenmişti. Müthiş bir heyecan hâkimdi ortama, nefesler tutulmuştu. Derken Başbakan Davutoğlu karşımıza geçip o şahane müjdeyi vermişti.
Bu kez nasıl bir sürpriz yaşayacağımız ise henüz bir muammaydı...
Üstelik New York’taki son günümüz için bir yazı konusu tasarlamıştım, çöpe gider mi diye hayıflanmıyor da değildim bir yandan.
ÖNCE bir anekdot: Başbakan Davutoğlu, BM temaslarını izleyen gazetecilerle cumartesi akşamı konsoloslukta bir araya gelmişti. Saat farkı nedeniyle söyleşiyi pazartesi günkü Hürriyet’te okudunuz...
İşte o söyleşinin hemen başında Başbakan’a bir telefon geldi. Genelkurmay Başkanı hattaydı. Tunceli’deki çatışmada şehit düşen Jandarma Özel Harekât Tabur Komutanı Binbaşı Yavuz Sonat Güzel için taziyelerini iletmek üzere görüşmeyi kendisi istemiş. Kederli bir sesle bu bilgiyi paylaşıp masadan ayrıldı. Görüşmesini tamamladıktan sonra döndüğünde kaybettiğimiz binbaşının nasıl ‘cevval bir komutan’ olduğuna dair bazı detaylar aktardı. Operasyon sırasında en önde çarpışıyormuş. Boğazı düğümlendi. Sesindeki keder bütün salona yayıldı.
Bu atmosferde başladı söyleşi...
‘New York’tan Türkiye’ye üç iyimser haber’ başlıklı bir yazıya neden mi bu anekdotla başladım? Çünkü buradakilerin de gözü kulağı Türkiye’de, oradan gelen acı haberlerde. Kelimeler hançerelerde takılıp kalırken buradan iyimser herhangi bir şey yansıtmanın zorluğuna dikkat çekmek istedim. Neresinden bakarsanız bakın talip olunacak bir meşgale değil ama bir yandan da kaçınılmaz.
*
Üç iyimser habere gelince...