İzmir’in duayen sanayicilerinden Ali Aktaş, kendini böyle özetliyor. Löher markasıyla asansör, Trist markasıyla da Türkiye’nin ilk ve tek yürüyen merdiven üreticisi Aktaş, “Eşim benim için, ‘Yazın güneşle, kışın saatle çalışır’ der. Doğru... Yazın güneş daha çekilmemişken eve gitmek bana çok zor ve ayıp geliyor. Kışın da yine işten erken çıkmak hoşuma gitmiyor. Mümkün olduğunca işe en erken gelip en erken çıkmak benim şanım” diyor. Çalışkanlığının yanı sıra dürüstlüğü, açık sözlülüğü, mütevazılığı ve nüktedan tavırlarıyla dikkat çeken Ali Aktaş, (gülerek) “Biliyorum, çocukların yerimde gözü var. Bir gün gelecek oturacaklar. Ama daha 40-50 yılları var. Öncesinde koltuğumu vermeye, kasayı devretmeye hiç niyetim yok. Bir kenara çekilip, ‘Bana para verir misiniz?’ demek hiç de hoşuma giden bir şey değil. Elim ayağım tuttuğu sürece işimin başındayım” diye de ekliyor. Renkli kişiliği, ilerleyen yaşına rağmen bitmek bilmeyen yatırım aşkı, girişimciliği, gençlere ve ailesine düşkünlüğüyle tanınan Aktaş, özel yaşamının kapılarını Sıradışı’na açtı.
HAYAT FELSEFESİSevgi.
OTOMOBİLOrijinalliğini bozmam
* İlk arabam 1968’de aldığım mavi renkli ikinci el bir Skoda’ydı. Şu an bal renginde 2000 model Mercedes’im var. Yatırımlar bitince yenisini alacağım.
* Otomobilimi çoğunlukla kendim kullanırım. Ancak son zamanlarda kafam işlerle çok meşgul olduğundan şoförüm de var.
* Trafikte iyi sürücü olduğumu düşünüyorum. Dikkatliyim. Hız yapmam. Bugüne kadar büyük ceza yemedim.
AK Parti İzmir Milletvekili Hamza Dağ, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son genel seçimde Türkiye genelindeki genç hamlesiyle 31 yaşında TBMM’nin yolunu tuttu. İzmir’den seçilen en genç vekil olarak tarihe geçti. Hukukçu kimliği, çalışkanlığı, cana yakınlığı, mütevazılığı, siyaset tutkusu, ülke ve millet sevgisiyle öne çıkan Dağ, özel yaşamını Sıradışı’na açtı. Hayat felsefesini “İnsanların mutluluğu için çalışmak” üzerine oturtan Hamza Dağ, dur durak bilmiyor. Bu yoğun temponun stresini ise futbol oynayarak ve bisiklete binerek atıyor. Günde iki öğünü var, öğlenleri genelde pas geçiyor. Balık ve kırmızı et ağırlıklı besleniyor. Bamya ve ciğer dışında yemek seçmiyor. Kurufasulye, menemen ve yumurtalı patateste iddialı. Fenerbahçe’yi tutuyor. Üç günden fazla tatilden sıkılıyor. Tipik kova. İşte ayrıntılar...
HAYAT FELSEFESİ
İnsanların mutluluğu için çalışmak.
OTOMOBİLSıkıcı olduğum söyleniyor
* İlk arabam 96 model beyaz bir Toyota Corolla’ydı. 2004’te, avukatlık büromu açtığımın beşinci ayında almıştım.
* Şu an yine beyaz Nissan Qashqai var.
Ülkemizde tek çatı altında toplanmış en büyük tam entegre yumurta üreticisi Güres Group’un Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Mustafa Güres, iş dışı yaşamını Sıradışı’na açtı. Güne bir adet rafadan yumurtayla başlayıp balıkla kapatan Güres, bunu herkese de tavsiye ediyor. Balığa düşkünlüğünün de etkisiyle bir balık restoranı bünyesine katan Mehmet Mustafa Güres, “Bir başka projem de sadece yumurtadan yapılmış lezzetlerin sunulacağı AVM’lere yönelik fast-food zinciri” diyor.
HAYAT FELSEFESİ
Hayat kısa. Gün geçireyim diye düşünmemek, güzel yaşamak lazım. Kimse için kötü düşünmem. Yanlış yapmam. Yapılmasını da istemem. Yapanla işim olmaz.
OTOMOBİLArabayı asla üzmem
* Kendi kazancımla aldığım ilk binek aracım 1969 model Ford Taunus’tu.
* Otomobile çok meraklı olduğum için daha sonra çeşitli BMW, Chevrolet Camaro, Doch’um oldu. Bunları vermeyip elimde tutsaydım bugün elimde üst düzeyde antika araba kolleksiyonu sahibiydim.
İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, atom karıncadan farksız. Boş zamanı yok gibi. Yaşamı hep dakikalarla ölçülü. Bu nedenle güne 05.00’te başlıyor. Her şeyi planlı, programlı ve disiplinli. Tıpkı bir saat gibi, tıkır tıkır... Çalışmaktan arta kalan zamanında en büyük hobileri ise tekne kullanmak, balık tutmak, bahçeyle uğraşmak ve yemek yapmak. Yılda 10 gün teknesiyle açılıyor. Daha çok Orta Ege’yi dolaşıyor. Genelde temmuzu tercih ediyor. “Zira o dönemde imbatlar başlar, kuvvetli rüzgarlar olur. Yani tam benim havam. Hedefe ulaşmak için dalgaya, rüzgara yön vermek, hep mücadele etmek zorundasınız. Güzel bir şey bu. Benim hayatım da bu zaten” diyor. Teknesinin adı Travenious... ‘Hırslı’ demek. Aslında gönlünde bir de Adriyatik yapmak var. Tabii bu yoğun tempoda zaman bulabilirse... Ekrem Bey, ilk arabasını Murat 124’ü, Galatasaray sevdasını, ilk parasını ne zaman nasıl kazandığını, burcunu vs Sıradışı’na anlattı.
OTOMOBİLİlki bir Murat 124’tü
* İlk arabam beyaz bir Murat 124’tü. 1970’de Fuar’da teşhirden almıştım. Şu an siyah Audi A6 kullanıyorum. Ayrıca, Mercedes 320 makam aracım var.
* Ancak evime mutlaka kendi otomobilimle gider gelirim. Kendim kullanırım. Yaşamım hep dakikalarla ölçülü. Bu nedenle zamana karşı yarışıyorum. Asla arabayla yarış yapmıyorum.
* Sabahları 06.00’da kalkıyorum. 06.30’da otomobilime binmeli, 07.00’de de mutlaka ofisimin kapısından içeri girmeliyim. 10 dakika bile geciksem rahatsız olurum.
* O yüzden trafiğin olmadığı saatte yola çıkarım. Urla’da oturuyorum. Her gün geliş gidiş 90 kilometre yapıyorum. Artık ustalaştım, hızımı öyle ayarlıyorum ki, hiç kırmızıya yakalanmıyorum.
Yeni yılın ilk Sıradışı’nda konuğum aynı zamanda köşemin de sponsoru Orkide’nin patronu Ahmet Küçükbay. Örnek kişiliği, iş disiplini ve çalışkan yapısıyla tanınan Ahmet Bey, iş dışı yaşamını ilk kez Hürriyet’le paylaştı. Keyifli bir şöyleşi oldu. Zira, Küçükbay’ın yüzü hep gülüyor. Diyaloğu sıcak ve samimi. Pozitif enerjisini hemen hissediyorsunuz. İnanılmaz da mütevazı. Yardımına koşmadığı kimse yok gibi ama bunları telaffuz dahi etmiyor. Etik değerlere büyük önem veriyor. Yanar, döner ve acıma duygusundan yoksun insanları sevmiyor. Kendi deyimiyle savaşçı ruhlu biri. Bugüne kadar el attığı her işten yüzünün akıyla çıkmış. Aynı zamanda da mükemmelliyetçi. Bu nedenle Japonları çok beğeniyor. “Onur ve saygıyı gözlerimle onlarda gördüm” diyor. Sözünün eri bir insan. Herkesin sustuğu anlarda gerçeği haykırabilecek kadar kendinden emin. Dine yönelik saldırılardan ve yalandan nefret ediyor. Ölümü ebedi hayata geçiş olarak değerlendiriyor. İnandığı değerlere imkanları ölçüsünde sahip çıkıyor. Nereden geldiğini iyi biliyor ve asla unutmuyor. İşte ayrıntılar...
HAYAT FELSEFESİ
Kimsenin hakkını yemeden, ülkemiz ve insanımız için hayırlı işler yapmak. Dürüstlükten taviz vermemek.
OTOMOBİLHakkı olmadan yapamam
* Kendi kazancımla satın aldığım ilk arabam beyaz bir Anadol’du. 18 yaşındaydım. Yıl, 1976.
Evinin bir odasını stüdyoya çevirdi
M. Reşat Güner, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda fagot sanatçısı. Aynı zamanda insan bilinci, kişisel ve ruhsal gelişimle ilgileniyor. İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği’nin yöneticisi. Doğa Bütünsel Gelişim Merkezi’nin kurucusu. Pek çok farklı sistemi sentezleyerek oluşturduğu, “farkındalık, dönüşüm, yaratıcılık, birleştiricilik” olmak üzere dört başlıkta topladığı eğitimler, konferanslar veriyor. “Okültizm: Tarih Boyunca Gizli Bilimler”, “İlkeleri ve Uygulamalarıyla Kendi Kendine Telkin”, “Bedensel ve Zihinsel Gevşeme Teknikleri” olmak üzere üç kitabı var. Makaleler kaleme alıyor. Çok sayıda bestesi, iki de cd’si bulunuyor. Piyanosunun başına oturup, bilgisayar programlarının da yardımıyla meditatif (rahatlatıcı), aynı zamanda bilinç halini değiştirici tarzda müzikler yapıyor. Geçen yıl, yurtdışında yayınlanan bir belgeselin de arka plan müziğini hazırlamış. Seminerlerine katılanların, “Ses tonunuz çok rahatlatıcı, sakinleştirici... cd’niz olsa evde de dinlesek” talebi üzerine evinin bir odasını stüdyoya çevirmiş. Sıradışı için konuşurken pozitif enerjisini derinden hissediyorum. Sessiz, sakin, mütevazı bir insan. Gerçekten de ses tonu sizi rahatlatıyor, sakinleştiriyor. O anlattı, biz dinledik...
OTOMOBİLAnne arabası kullanıyorum
* İlk arabam 1991’de satın aldığım sıfır kilometre beyaz bir Renault Spring’ti.
* En son bir Seat’ım vardı, sattım. Şu an anneme ait Doblo’yu kullanıyorum.
* Arabalara merakım yok. Otomobil benim için sadece bir araç. Ancak, çok param olsaydı alacağım otomobil Audi A4 olurdu.
Cem Kocatoros... Bostanlı ve Üçkuyular Boğaziçi restoranlarının sahibi. Karşıyakalı ünlü futbolcu Gode Cengiz’in yeğeni. Amcası gibi o da lise yıllarında Karşıyaka genç takımında futbol oynamış. Sakatlanınca, küçük yaşlardan itibaren ilgi duyduğu restorancılığa başlamış. İlk mekan, Karşıyaka Yelken Kulübü’nün üstündeki Körfez Restoran. Sonra, Red&White. Ardından, Nadide. Sonra... Ardı ardına felaketler. Red&White yanıyor, Nadide yıkılıyor. Altı ay yeni yer aradıktan sonra Bostanlı’daki Boğaziçi’ne ortak oluyor. Üç ay sonra tek başına kalıyor. Ete balığı ekliyor. 2010’da Üçkuyular Boğaziçi’ni hizmete açıyor. Şimdilerde Kordon’da yer açma ve alışveriş merkezleri ile caddelerde Boğaziçi Ekspres’leri kurma planları üzerinde çalışıyor. “Kahvaltıda da iddialıyız. Et menümüze lokumu da ekledik. Fiyatlarımız son derece makul. İddia ediyorum, en ucuz ve kaliteli şarabı biz satıyoruz. Kazandığımızın hemen hemen yüzde 90’ını tekrar yatırıma yönlendiriyoruz. Kalitemizden ödün vermeden, uygun fiyat politikamızla en iyiyi sunmaya devam edeceğiz” diyor. Hayat felsefesini, ”Yapamayacağım işe girmem. Ölürüm yine de bitiririm. Hayatta ikinciliği sevmem. Kimin ne yaptığı beni ilgilendirmez, ben kendime bakarım” diye özetleyen Kocatoros, tek başına yemek yiyemiyor, kravat biriktiriyor, patlayan renkleri seviyor, pembe pantolon bile giyiyor, özgürlüğüne düşkün, detaycı, balık tutmaya bayılıyor.
HAYAT FELSEFESİ
Yapamayacağım işe girmem. Ölürüm yine de bitiririm. Hayatta ikinciliği sevmem. Kimin ne yaptığı beni ilgilendirmez, ben kendime bakarım.
OTOMOBİL
Arabamı isteyene veririm
* İlk arabam ikinci el 1973 model siyah Murat 124’tü. Arkasına eşimin adını yazdırmıştım, “Hülyam” diye...
Reklam sektörünün duayenlerinden Haluk Mesci’yle Alaçatı’daki evinde sohbet ediyoruz. Aslen Eskişehirli olmasına rağmen, kendini emekliye ayırdıktan sonra tercihini İzmir’den yana kullanmış. “Neden Alaçatı?” diyorum, yanıtı net: -Çok çeşitli nedenleri var. Ancak, bir kere yöre çok güzel. Sonra... İzmir yaşam tarzında Türkiye’nin en hoşgörülü kenti. Kimileri, ‘Gavur’ dese de... Mesci’ye neler yaptığını, nasıl zaman geçirdiğini soruyorum. Şu aralar yoğun şekilde yeni bir kitap çevirisi üzerinde çalıştığını söylüyor.
Bol miktarda malzeme biriktirdiğini, -becerebilirse- çeşitli yazı niyetleri olduğunu belirtiyor. Bir şahıs şirketi kurduğunu, isteyen kişi ya da firmalara marka ve iletişim danışmanlığı yaptığını kaydediyor. “63 yaşındayım. Artık reklam yazmayacağım ama yardıma htiyacı olan herkese katkıya hazırım” diyor. 1985’ten beri dersler verdiği üniversite defterini ise fiilen kapattığını paylaşıyor. Buna gerekçe olarak da gençlerin ilgisizliğini gösteriyor. “Derse amanında gelmiyorlar, okumuyorlar, sıkıya giremiyorlar. Sıkıldım, yoruldum. Eğer varsa, eğitime borcumu ödediğimi düşünüyorum” diye ekliyor. Gençler ne kaybettiklerinin farkında mı bilinmez, biz Haluk Bey’le İzmir’e ilişkin keyifli bir sohbet yaptık. Çarpıcı tespitler ve yılların deneyimiyle paylaşılan öneriler özetle şöyle...
Bu kentin daha çok kilometresi var nazar boncuğu yakışmıyor
İzmir’in markalaşma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendimi bildim bileli İzmir’e bir logo ve amblem yapılmaya çalışılıyor. Ama ortaya bu sefer de çıka çıka nazar boncuğu çıkmış.Nazar boncuğunun kendisi batıl bir şey. En Batı’lı olması gereken kenti nasıl nlatsın, niye anlatsın? Ben yakışmadığını düşünüyorum. Peki, ne olmalı? Bunu söylemek kolay değil. Söylersem ben de aynı tuzağa düşmüş olurum. Yöntem farklı olursa sonuç farklı olabilir. Bugün birçok insanın imrenerek baktığı Eskişehir’in Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, “Ben kenti markalaştıracağım diye yola çıkmadım. Bu kentin daha iyi, daha rahat, daha çağdaş, daha insanca yaşanır olanaklara sahip olması için bir şeyler yaptım.
Hemşerilerim de üzerine koydu. Marka olduysak ne mutlu” diyor. İzmir için de benzer yol izlenmeli. Ben, İzmir’in daha çok kilometresi olduğuna inanıyorum.
Bence İzmir’in çok acil ‘İzmir mucizesi’ne ihtiyacı var
Haluk Mesci, daha çok kilometresi olduğuna inandığını dile getirdiği İzmir için yeni bir kavram geliştirmiş, hatta marka tescilini bile almış. Nedir? İzmiracle... “İzmir mucizesi” anlamında. Nerede kullanacağımı henüz netleştirmedim ama İzmir’in böyle bir mucize aratabileceğine inanıyorum. Birilerinin ortak çaba ve akılla ortaya çıkması, “Bunu yapacağız” demesine bakıyor. Mesci, bu noktada İzmir iş dünyasına yönelik kendince bir tespitte de bulunuyor: İzmir iş dünyası işten anlıyor ama sanırım iş yerine Çeşme’ye gitmeyi tercih ediyor. Oysa İzmirli işadamları başı çekerse İzmir bir Türkiye mucizesi yaratabilir. Ancak elini çabuk tutmadığı taktirde başka türlü bir mucize olacak. Bunu biraz daha açabilir misiniz... İzmir’i adam gibi ifade etmek, kavramak, planlamak, ileriye götürmek gerek. Yoksa, farklı düşünen bir siyasi yapının eline geçecek. İzmir’i İzmir yapan pek çok şey de o zaman yok edilecek. İzmirliler lafa geldi mi çok iyi anlatıyor İzmir’i, “Çıkarın kağıtları sınav var” dediğiniz zaman ise çil yavrusu gibi dağılıyor. İzmirliler, İzmir’in değerini ancak uzak kaldıkları zaman anlıyor. Oysa İzmir’de kime sorsanız, “İzmir kasabadan farksız” diyor. Böyle bir şey mi var!