Paylaş
Reklam sektörünün duayenlerinden Haluk Mesci’yle Alaçatı’daki evinde sohbet ediyoruz. Aslen Eskişehirli olmasına rağmen, kendini emekliye ayırdıktan sonra tercihini İzmir’den yana kullanmış. “Neden Alaçatı?” diyorum, yanıtı net: -Çok çeşitli nedenleri var. Ancak, bir kere yöre çok güzel. Sonra... İzmir yaşam tarzında Türkiye’nin en hoşgörülü kenti. Kimileri, ‘Gavur’ dese de... Mesci’ye neler yaptığını, nasıl zaman geçirdiğini soruyorum. Şu aralar yoğun şekilde yeni bir kitap çevirisi üzerinde çalıştığını söylüyor.
Bol miktarda malzeme biriktirdiğini, -becerebilirse- çeşitli yazı niyetleri olduğunu belirtiyor. Bir şahıs şirketi kurduğunu, isteyen kişi ya da firmalara marka ve iletişim danışmanlığı yaptığını kaydediyor. “63 yaşındayım. Artık reklam yazmayacağım ama yardıma htiyacı olan herkese katkıya hazırım” diyor. 1985’ten beri dersler verdiği üniversite defterini ise fiilen kapattığını paylaşıyor. Buna gerekçe olarak da gençlerin ilgisizliğini gösteriyor. “Derse amanında gelmiyorlar, okumuyorlar, sıkıya giremiyorlar. Sıkıldım, yoruldum. Eğer varsa, eğitime borcumu ödediğimi düşünüyorum” diye ekliyor. Gençler ne kaybettiklerinin farkında mı bilinmez, biz Haluk Bey’le İzmir’e ilişkin keyifli bir sohbet yaptık. Çarpıcı tespitler ve yılların deneyimiyle paylaşılan öneriler özetle şöyle...
Bu kentin daha çok kilometresi var nazar boncuğu yakışmıyor
İzmir’in markalaşma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendimi bildim bileli İzmir’e bir logo ve amblem yapılmaya çalışılıyor. Ama ortaya bu sefer de çıka çıka nazar boncuğu çıkmış.Nazar boncuğunun kendisi batıl bir şey. En Batı’lı olması gereken kenti nasıl nlatsın, niye anlatsın? Ben yakışmadığını düşünüyorum. Peki, ne olmalı? Bunu söylemek kolay değil. Söylersem ben de aynı tuzağa düşmüş olurum. Yöntem farklı olursa sonuç farklı olabilir. Bugün birçok insanın imrenerek baktığı Eskişehir’in Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, “Ben kenti markalaştıracağım diye yola çıkmadım. Bu kentin daha iyi, daha rahat, daha çağdaş, daha insanca yaşanır olanaklara sahip olması için bir şeyler yaptım.
Hemşerilerim de üzerine koydu. Marka olduysak ne mutlu” diyor. İzmir için de benzer yol izlenmeli. Ben, İzmir’in daha çok kilometresi olduğuna inanıyorum.
Bence İzmir’in çok acil ‘İzmir mucizesi’ne ihtiyacı var
Haluk Mesci, daha çok kilometresi olduğuna inandığını dile getirdiği İzmir için yeni bir kavram geliştirmiş, hatta marka tescilini bile almış. Nedir? İzmiracle... “İzmir mucizesi” anlamında. Nerede kullanacağımı henüz netleştirmedim ama İzmir’in böyle bir mucize aratabileceğine inanıyorum. Birilerinin ortak çaba ve akılla ortaya çıkması, “Bunu yapacağız” demesine bakıyor. Mesci, bu noktada İzmir iş dünyasına yönelik kendince bir tespitte de bulunuyor: İzmir iş dünyası işten anlıyor ama sanırım iş yerine Çeşme’ye gitmeyi tercih ediyor. Oysa İzmirli işadamları başı çekerse İzmir bir Türkiye mucizesi yaratabilir. Ancak elini çabuk tutmadığı taktirde başka türlü bir mucize olacak. Bunu biraz daha açabilir misiniz... İzmir’i adam gibi ifade etmek, kavramak, planlamak, ileriye götürmek gerek. Yoksa, farklı düşünen bir siyasi yapının eline geçecek. İzmir’i İzmir yapan pek çok şey de o zaman yok edilecek. İzmirliler lafa geldi mi çok iyi anlatıyor İzmir’i, “Çıkarın kağıtları sınav var” dediğiniz zaman ise çil yavrusu gibi dağılıyor. İzmirliler, İzmir’in değerini ancak uzak kaldıkları zaman anlıyor. Oysa İzmir’de kime sorsanız, “İzmir kasabadan farksız” diyor. Böyle bir şey mi var!
İzmiracle gerçekleştiğinde bize zaten her gün EXPO
Mesci, çıkardığı sonuçlardan bir diğerini de şöyle özetliyor: EXPO’yu niye almak istiyoruz? Para kazanırız, kendimizi tanıtırız... Devlet destek verir, onunla altyapıyı yaparız... Yani hep çek kırdırma durumundayız. Oysa bunun tersinin olması lazım. Biz bu kenti daha iyi, daha rahat yaşanır bir hale getirmek için EXPO’suz plan ve program yapmalı ve çaba göstermeliyiz ki, hasbel kader EXPO’ya başvurursak ya
rakipsiz ya da en önemli adaylardan biri olalım. Yani, o hale gelelim diye EXPO’ya başvurmanın anlamı yok. Bizimki birazcık nafile bir vaziyet. Bir kere İzmir’in, Türkiye’nin EXPO, olimpiyat, turnuvalar konusunda dürüst davranması lazım. “Şu şu eksiklerimizi tamamlamadan uzun süre hiçbir yere başvurmuyoruz. Kendimizi rezil etmiyoruz” demesi lazım. Haluk Bey, aynı zamanda İzmir’in ‘feci’ şekilde elden geçirilmesi ve kente dünya çapında bir abide dikilmesi gerektiği düşüncesinde. Ege Medeniyetler Müzesi’ni hatırlattığımızda tepkisi şöyle oluyor: İzmir’in, Ege’nin her yeri müze. Bir tane daha yapsan ne olur! İzmir’in, bu kenti yönetenlerin, yönetmeye talip olanların, iş yapanların çok daha büyük düşünmesi lazım. O kadar büyük düşünüyor olmaları lazım ki, dönüp devletten, olmuyorsa uluslararası kaynaklardan çatır çatır destek alması lazım. İzmir’in bu girdabı tersine çevirebilmesi için bu mucizeyi yaratması lazım. “İzmir’i ancak bir mucize kurtarır” demiyorum. İzmirli akıllı olursa bu mucizeyi yaratabilir. O zaman EXPO’yu da daha başka organizasyonları da alabilir. Hoş ona da ihtiyacı olmaz. Bu mucize yaratıldığında İzmir’e her gün EXPO. Millet zaten kendiliğinden İzmir’i görmeye akar. Bunun için ne yapılmalı?
Bu iradeye sahip olmak ve çalışmak ilk şart. Tabii devrimci, yaratıcı, cesur da olmak lazım. Zira karşıda bürokrasi var, dünya görüşü farklı bir iktidar var. Ve İzmirli’nin kendi kendine çelme attığı bir tuhaf durum var.
Yeni markalar çıkmıyor zira kentin süngüsü düşmüş durumda
Eskiden İzmir’den çok marka çıkardı, şimdi yok. Sizce neden? Eskiden tarım, turizm, fuarcılık vardı;giderek sanayi de oldu. Ama şimdi bunlar Türkiye’nin her yerinde var. Türkiye, sanayide ve ticarette İzmir’e eskisi kadar muhtaç değil sanırım. İzmir kenti eski benzersizliğini kaybetmeye başladığı için de kentten eskisi kadar kolayca markalar çıkmıyor. Çünkü marka dediğiniz şey yaratıcılık vizyonundan başlıyor. Bu nasıl olacak? İşadamları, sanayiciler, sanatçılar,lezbiyenler, gayler, devrimciler, akademisyenler, gençler bu kentte rahat yaşayacak ve çalışacak. Yaratıcı projelerle, girişimlerle, fikirlerle, eserlerle ortaya çıkacak ki, İzmir’de yaşamın ve yaratıcı ortamın çekiciliği ve toleransı giderek markaya dönüşebilecek... Yani, İzmiracle teorisinin altında da bu yatıyor: Bir avuç inanmış, yaratıcı insan
çıkacak; kent ruhu, kent markası, markaları ve bunların giderek efsaneleşen iletişimleri başkalarını İzmir’e toplayacak, insan çeken bir zemin oluşturulacak. Kim, nasıl başlar bilmiyorum. Ama İzmir’in bir an önce bir şeyler yapması şart.
Olimpiyatları neden alamıyorsak EXPO da aynı nedenle hayal
Haluk Bey’le İzmir’in EXPO 2020 adaylığı üzerine de sohbet ediyoruz. “İzmir, 2015’e de talip oldu ama İtalya’ya kaptırdı. Şimdiki rakipleri de zorlu. Sizce neden olmuyor, eksiğimiz ne” diye bu konudaki görüşünü soruyorum. Soruma soruyla yanıt veriyor: Türkiye neden olimpiyatları alamıyor? Ve başlıyor anlatmaya: Toplum olarak her işimizi son dakikaya bırakmak gibi bir huyumuz var. Planlama diye bir kavram bilmiyoruz. Oysa yapmamız gereken şey, “Bugün neleri değiştirirsem o gün orada olurum” sorusunun yanıtını verebilmek ve hayata geçirebilmek. O zaman sorun kalmayacak. Birtakım logolar, sloganlar hazırlayıp kendi kentinde direklere asmakla EXPO alınmıyor. Kentin her bakımdan altyapısının sağlam olması lazım. Haluk Mesci, İzmir’in eksiklerinin belli olduğunun altını çiziyor, “İzmir bugün evlenecek yaşta kızı olan bir ev gibi derli toplu bir kent görünümünde, yapısında olsaydı, gider ve EXPO, turnuva, olimpiyat ne istiyorsak alırdık. Ama bizde süreç ne yazık ki tersine işliyor. EXPO’ya başvuracağız, haydi kaldırımları yapalım vs. Hayır. Bunları orada yaşayanlar için zaten yapmalıyız. Ondan sonra dönüp EXPO’ya talip olmalıyız. Böyle yaparsak İzmir kazanabilir” diyor.
Paylaş