A. Cem Keçe

Cinsel İstismarı Önlemede Cinsel Eğitim Şart

21 Eylül 2011
Okulların açılması ile birlikte, çocuğu okula başlayacak anne babaların kafaları “Çocuğumu cinsel istismardan nasıl korurum ve çocuğumun istismara uğradığını nasıl anlayabilirim?” sorularıyla karışmaya başladı.

Okulların açılması ile birlikte, çocuğu okula başlayacak anne babaların kafaları “Çocuğumu cinsel istismardan nasıl korurum ve çocuğumun istismara uğradığını nasıl anlayabilirim?” sorularıyla karışmaya başladı.

Cinsel istismara uğraya çocuk ailesiyle birlikte yardım almalıdır
Cinsel istismardan söz edebilmek için cinsel birleşme olması şart değildir. Bir yetişkinin cinsel haz duymak amacıyla çocuğun cinsel organlarını veya bedenini okşaması, tecavüz etmesi, teşhircilik yapması, çocuğu pornografi aracı olarak kullanması şeklinde her türlü cinsel davranım cinsel istismardır.

Cinsel istismar, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren sosyal bir hastalıktır. Genellikle evden kaçan, ailesinden yeterli ilgi ve sevgiyi görmeyen veya ailesinden uzakta olan çocukların başına geldiği gibi yanlış bir inanç hakim olsa da her çocuk cinsel istismara maruz kalabilir. İçeriği ne olursa olsun cinsel istismar, çocuk için travmatik bir deneyimdir ve hiçbir çocuk psikolojik açıdan cinsel istismarla başa çıkabilmeye hazır değildir. Tek bir sefer bile olsa cinsel istismar çocuğun ruhsal ve fiziksel sağlığı açısından zarar vericidir.

Çocuklara cinsel istismarda bulunan kişiler veya yerler olarak çoğunlukla onları şekerle kandırmaya çalışan yabancılar ya da ıssız yerler, karanlık yerler, boş inşaatlar düşünülse de evde veya okulda, çocuğun tanıdığı, güvendiği, hatta sevdiği aile içinden veya dışından birinin istismarına uğramasına daha sık rastlanır. Çocukların gelecekteki yaşantılarını da derinden etkileyecek bu olumsuz deneyimler, bazen gizli kalarak yıllar boyu sürebilir ve bıraktığı hasarlar çok daha ağır olabilir. İstismarın çocuk üzerinde bıraktığı olumsuz etkileri, farklı unsurlar belirler. Bunlar; cinsel istismarın şekli, sıklığı, çocuğun istismar edilmeye ne şekilde zorlandığı, istismara maruz kalınan yaş, açığa çıkarılan cinsel istismara karşı anne-babasının tepkisi, mağdurun kişisel özellikleri ve hayatındaki dengeleyici unsurlardır.

Çocuğa yönelik cinsel istismar saptanması en zor olan olgulardır. Çünkü çoğu zaman cinsel istismarın fiziksel belirtileri yoktur. Cinsel istismara uğramış çocuklarda; cinsellik veya seks konularına anormal ilgi gösterme veya tamamen ilgisiz kalma, uyku sorunları veya kabus görme, depresyon veya aile fertlerinden veya arkadaşlarından uzaklaşma, vücutlarının kirli olduğu veya cinsel organ bölgesinde bir sorun olduğu gibi düşüncelere sahip olma, okula gitmeyi istememe, normalin dışında yaramazlık yapma, söz dinlememe, cinsel istismarı andıran oyunlar oynama, anormal bir şekilde agresif olma gibi belirtilerle görülebilmektedir. Çocuğun yaşamında ani olarak bu değişiklikleri gören ebeveynlerin daha dikkatli olmaları ve bu değişiklikleri tanımlamaya çalışmaları gerekmektedir. Çünkü çocuklar çoğu zaman kendilerine inanılmayacak duygusuyla veya utanç duygularından dolayı başlarına gelenleri ailelerine anlatmamaktadırlar. Bu noktada ailelerin çocuklarında var olan ani değişiklikleri merak etmeleri ve nedenlerini araştırmaları gerekir, çocuklarını dinlemeleri ve inanmaları oldukça önemlidir. Bu olayı basite indirgemek ve üstünü örtmeye çalışmak, “Nasıl olsa küçük, unutur” ya da “Sadece dokunmuş” gibi basite indirgeyici davranımlarda bulunmak çocuğun ana baba tarafından önemsenmediği, sevilmediği hissine kapılmasına ve güven, saygı, sevgi kavramlarının zedelenmesine sebebiyet vereceği için çok yanlıştır. Ayrıca çoğu aile bu noktada çocuğuna yüklenebilmekte “Senin orada ne işin vardı, gitmeseydin” gibi cümleler kurmakta; kendi suçluluk duygularını çocuğuna yansıtmaktadır.

Unutulmamalıdır ki ne kendileri ne de çocukları suçludur. Suçlu olan bu istismarı yapandır. Aileler sessiz kalırsa bu davranışın tekrarına neden olabilecekleri için mutlaka suçluyu tespit ettirmeli ve cezai işleme tabii tutmalıdırlar, çocuğun yardım alması için destekleyici olmalıdırlar. Aslında çocuk istismarlarında travmaya uğrayan sadece çocuk değildir. Aileler de en az çocuklar kadar travmaya maruz kalmaktadır. Bu doğrultuda aile ve çocuğun birlikte yardım alması gerekmektedir. Ancak ülkemizde böyle bir travmaya maruz kalan aileler yeterli psikolojik ve sosyal desteği alamamaktadırlar. Bu da istismar sonrası travmanın devam etmesine ve giderek kronikleşmesine yol açmaktadır. Bu doğrultuda devlete düşen görev ise rehabilitasyon hizmetlerini arttırarak bu aile ve çocuklara sahip çıkmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Yanlış Mastürbasyon Kurbanı Olmayın

15 Eylül 2011
Yanlış mastürbasyon ileride cinsel sorunlara neden oluyor.

Cinsel yaşamın gelişiminde önemli bir rol biçilen mastürbasyonun kişisel bir keşif olduğunu ve ergenlik döneminde bu keşifte yapılan yanlışlıkların, ileride cinsel hayatı olumsuz bir şekilde etkilediğini söyleyen Dr. Cem Keçe, önemli bilgiler aktardı.

“Ülkemizde cinselliğe yönelik tabular nedeniyle erkeklerin çoğunun mastürbasyonu keşiflerinde ve uygulamalarında yanlışlıklar yaşanabilmektedir. Ülkemizde erkek cinsel organına verilen değer oldukça fazla iken, erkeğin cinsel gelişim sürecinde olması gereken cinsel eğitiminin ihmal edilmesi oldukça ilginçtir. Erkeğin mastürbasyonu yanlış öğrenmesi ve uygulaması ilerideki cinsel hayatında çoğu zaman kabuslar yaşamasına sebebiyet verebilmektedir.”

Klasik Mastürbasyon ve Travmatik Mastürbasyon

“Erkeklerin arkalarına yaslanıp penislerini bir elleriyle aşağı yukarı yaptıkları hareket ‘klasik mastürbasyon’, erkeğin ilerideki cinsel uyumunu kolaylıkla yapabilmesini sağlarken; yatağa yüzüstü uzanarak ve misyoner pozisyonunu taklit ediyormuş gibi penislerini yatağa, yastığa, döşemeye ya da ellerine sürterek eğlenceli hale getirmeye çalıştıkları ‘travmatik mastürbasyon’ gerçekte peniste travma yaratabilen bir metottur.

Yazının Devamını Oku

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Cinsiyet Ayrımcılığı

14 Eylül 2011
Şiddet: Vurma, tokatlama, tekme atma ve zorla cinsel ilişki gibi fiziksel saldırı; devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret etme gibi psikolojik istismar şeklinde ortaya çıkabilmektedir.

Kadına karşı ayrımcılıkla mücadelenin artırıldığı bu günlerde Milli Eğitim Bakanlığı, ilköğretimde okutulan “Vatandaşlık ve Demokrasi” dersi müfredatında ilginç bir revizyona gitti. Eski programda atıfta bulunulan “BM kadına karşı her türlü ayrımcılığa karşı sözleşme” yeni programda yer almadı. Kadına yönelik şiddet olaylarının gün geçtikçe artmasından dolayı, ders kitaplarından kadına karşı ayrımcılıkla ilgili uygulamaların çıkartılması doğru değildir.

Kadınlara yönelik şiddet, erkek egemen toplumun bir yenilgisidir
Türkiye’nin kadına karşı şiddet ve ayrımcılığı bitirmek için yasal çalışmalar yaptığı, polislere kadına karşı ayrımcılık ve şiddet için eğitim verildiği dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretimde okutulan Vatandaşlık ve Demokrasi dersi müfredatında yaptığı düzenlemeler dikkat çekti. Eski programın “Hak ve Özgürlüklerimiz” başlıklı 3. ünitesinde yer alan ve öğrencilere aktarılması istenilen “BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi” yeni programda yer bulamadı. Eski programda öğrencilerden sözleşmelerin maddelerinin kağıtlara yazılarak öğrencilere dağıtılması ve öğrencilerin bu hakları anlatmaları isteniyordu. Öğrenciler yeni dönemde benzeri etkinlikleri yapamayacak. Bu etkinliklerin artık yapılmayacak olması ve yeni uygulamalar kadına yönelik şiddeti yeniden tartışmamıza yol açtı.

Kadının enerjisini tüketen, fiziksel sağlığını tehlikeye atan ve özsaygısını ortadan kaldıran şiddet olayları sadece bir sonuçtur. Bu sonuca yol açan nedenler üzerinde durulmadığı sürece kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Saldırgan kişiliklerin oluşmasında travmatik unsurlar, huzursuzluklar, parçalanmış aileler, aile bunalımları, kişilik bölünmesi ve paranoya önemlidir. Şiddetin temelinde anne, baba, çocuk, aile ilişkisi ve sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler birliktedir. Saldırganlık ve şiddet, duygusal yükü fazla birtakım örnekler yolu ile öğrenilir. Evde ve okulda disiplini sağlamak üzere şiddet kullanımına tanık olan çocuk, yetişkinliğinde bunu sorun çözmede doğal bir seçenek olarak görmektedir. Toplumun da şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemesinin önemli rolü bulunmaktadır.

Şiddet çoğunlukla cinsiyete dayalı sosyal normlardan kaynaklanmaktadır. Erkekler, kadınlar üzerindeki haklarının tehdit altında olduğunu düşündüklerinde ya da kadınların evdeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda şiddete başvurmaktadırlar. Bir erkek eşinin rolüne uygun olarak davranmadığını, sınırlarının ötesine geçtiğini, haklarını savunduğunu anlarsa buna şiddetle karşılık verebilmektedir. Kocaya itaat etmemek, koca kendisine kızdığında cevap vermek, yemeği zamanında hazırlamamak, çocukla ya da evle yeterince ilgilenmemiş olmak, kocaya para ya da kız arkadaşlar konusunda sorular sormak, kocadan izin almadan bir yere gitmek, cinsel ilişkiyi reddetmek ya da sadakatinden şüphe etmek gibi davranışlar cinsiyet normlarını çiğnemek anlamına gelmekte ve erkeklerde şiddeti körüklemektedir.

Şiddet vurma, tokatlama, tekme atma ve zorla cinsel ilişki gibi fiziksel saldırı; devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret etme gibi psikolojik istismar şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Kadını arkadaşlarından ve ailesinden ayırma, hareketlerini takip etme ve kaynaklara erişimini kısıtlama gibi kontrol etmeye yönelik davranışlar da söz konusu olabilmektedir. Kadınların istismar karşısındaki tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlı olmakta ve genellikle ilişkilerini devam ettirmektedirler. Eşinin ceza yemesi korkusu, başka geçim kaynağının olmayışı, çocuklar için endişelenme, duygusal bağımlılık, aile ve arkadaşların desteğinin bulunmayışı, durumun ileride değişeceğini ümit etmek, boşanırsa bunun kabul gören bir şey olmadığını bilmek, reddedilme ve toplumun lekelemesi korkusu kadının yardım talep etmesini önlemektedir. Fiziksel veya cinsel bir istismarın mevcut olduğu bir ilişkiye son vermek ise bir süreci gerektirmektedir. Bu çoğunlukla önce inkar, kendini suçlama ve tahammül dönemlerini içermektedir. Daha sonra partnerle ilgiyi kesme ve kendine gelme dönemi gelmektedir. Son aşamada ise kesin karar verilmekte ancak ülkemizde yaşayan kadınlar için bu karar ne yazık ki can güvenliğini dahi tehdit etmektedir. Kadının ayrıldıktan hemen sonra cinayete kurban gitme riski en fazlasıdır. Toplumumuz kadınları bir yandan ana olarak kutsarken diğer yandan rahatça dövülmelerine hatta öldürülmelerine duyarsız kalmaktadır.

Gelecek nesiller üzerinde etkin rolü olan kadına yüklenilen bu olumsuzluk kadının öz saygısının, değerlilik duygusunun yitirilmesine, güven duygularının olmamasına, kendi cinsini değersiz görmesine, toplumun ön gördüğü role yönelik kızgınlık geliştirmesine neden olabilecektir. Böylece kadınlar kendilerini yalnız, anlaşılmaz, mutsuz hissedecektir. Mutsuz ve yalnız olan kadının ise bir çocuğu sağlıklı süreçlerle büyütebilmesi mümkün olmayacak, erkekleri düşman, uzak durulması gerekilen kişiler olarak görecektir. Uygarlığımızın gelişebilmesi için kadına yönelik şiddeti tüm boyutları ile ele alıp çözüm yollarına gitmemiz gerekmektedir. Bu nedenle kadınlara yönelik şiddet, erkek egemen toplumun bir yenilgisidir.

Yazının Devamını Oku

Sünnet Düğünleri ile Çocuklarımıza Çok Yanlış Mesajlar Verebiliyoruz

7 Eylül 2011
Sünnet, aile içinde törenler yapılarak aile yakınlarının, eş dost çevresinin bir araya gelmesine vesile teşkil eder. Dolayısıyla sosyal yönü de vardır.

Penisin baş kısmını saran derinin bir kısmının kesilerek çıkarılması işlemi olan sünnet, dini ve sosyal bir istek olup tüm erkek çocuklarına uygulanmaktadır. Sünnet, aile içinde törenler yapılarak aile yakınlarının, eş dost çevresinin bir araya gelmesine vesile teşkil eder, dolayısıyla sosyal yönü de vardır. Ancak sünnet sonrasında yapılan “sünnet düğünleri” ile çocuklarımıza çok yanlış mesajlar verebiliyoruz.

Sünnet 3 yaş öncesi veya 6 yaş sonrası yapılmalıdır

Sünnet sadece dinsel bir tören değil aynı zamanda psikoseksüel bir süreçtir. Sünnetin yapılacağı yaşla ilgili alınacak yanlış bir karar çocuğun gelecekteki kişiliğinde, cinsel yaşamında ve cinsel kimlik gelişiminde ciddi bir travma etkisi yapabilir. Hem kız hem de erkek çocuklar için psikoseksüel gelişimin gerçekleştiği ve çevreden gelecek olan travmalara en çok açık olunan yaş aralığı 3–6 yaştır. Çocuğun somut olarak cinselliğin farkına vardığı 3–6 yaş arası ödipal döneme denk gelmektedir. Bu dönemde erkek çocuk bir yandan kendi cinsinden olan ebeveyniyle kendi cinsine ait kimlik özelliklerini oluştururken, bir yandan da kendisinin ve karşı cinsin cinsel organını tanımaya yönelik keşifler yapar. Kız çocuğunda penisin olmadığını keşfeden erkek çocuk, annesine olan düşkünlüğü nedeniyle en büyük rakibi olan babasının kendisine kızacağını ve cezalandıracağını ve bu nedenle penisini yitireceğini zanneder. 3–6 yaş dönemi beden bütünlüğünün önem kazandığı, en küçük yaralanmaların bile korku ve büyük endişelerle karşılandığı bir dönemdir. Penisin amcalara gösterilmesinin istenmesi, bu organın toplumda ne kadar önemsendiğini vurgularken, bir yandan “penisin kesileceği, koparılacağı”, hatta “yenileceği” şeklinde yapılan şakalar çocuğun penisi kaybetme korkusunu uç boyutlara vardırabilir. Böyle bir süreç içerisindeki çocuğu sünnet ettirmek, tüm bu korkularının bir anlamda gerçek olduğunu ona dolaylı yoldan göstermektir. Bu nedenle 3–6 yaş dönemi sünnet için uygun bir dönem değildir. Sünnet için 3 yaş öncesi ya da 6 yaş sonrası daha uygundur.

Sünnet oldu bittiye getirilmemelidir

İster yetişkin olalım isterse çocuk, bilmediğimiz, daha önce tecrübe etmediğimiz şeylerden kaçınır ve korkarız. Bu bağlamda çocuk da o güne kadar sadece çevresinin anlatımıyla bildiği sünneti kendi bakış açısı ile değerlendirmekte ve kendi dünyasında bir yetişkininkinden çok daha farklı şeyler yaşamaktadır. Sünnet, yaşı ne olursa olsun, çocuğun dünyasında bedenine yönelik kendi kontrolü dışında maruz kalınmış bir saldırı olarak algılanabilir. Çocuğa sünnet işlemi ile ilgili onun anlayacağı bir dilde açıklama yapmak gerekmektedir. Bunun için de öncelikle sünnet işlemine neden gerek olduğu ve sağlığı açısından neleri kazanabileceği çocuğa anlatılmalıdır. Daha sonra önce güvendiği birilerinin daha sonra da doktorun yapılacak işlemi anlatması gerekmektedir. Bu nedenle tercihen babanın, öncelikle çocuğu korkutmadan bu işlemi anlatması, penisini kaybetmeyeceği, kendisinin de bu olayı yaşadığını vurgulaması çocuğun rahatlamasına neden olacaktır. Daha sonra sünneti yapacak olan hekimin, uyuşturma sürecinden başlayarak bütün süreci yaşına ve anlama düzeyine uygun olarak çocuğa anlatması gerekir. Yani “oldu da bitti maşallah” söylemi doğru değildir.6 yaşından sonra, ehliyetli bir kişi tarafından çocuğun hazırlandığı ve bilgilendirildiği bir sistemle yapılan sünnet, ruhsal açıdan büyük sorunlar oluşturmayacaktır. Birden fazla erkek çocuğu olan ailelerdeki çocuklar, sünnet için aynı anda uygun yaş döneminde değillerse ayrı ayrı zamanlarda sünnet ettirilmelidir. Sünnet töreni iki kardeş için ortak olarak yapılabilecekse büyük kardeşe diğerinin endişesini azaltmak gibi bir yük vermekten kaçınılmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Ebeveyn Banyosu

31 Ağustos 2011
Anne-babaların sevişirken çıkardığı sesleri duymak çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yapabilir. Cinsel ilişki sırasında kişiler özgür olmalı ve diledikleri gibi kendilerini ifade edebilmelidir...

Yaz aylarında yeni bina yapımı ve eski evlerde tadilatlar arttı. Şimdiye kadar pek gündeme gelmeyen ancak oldukça önemli bir konu olan ses yalıtımı, ebeveyn banyosu ve ev ergonomisi cinsel yaşam üzerinde etkili olabiliyor.

Evlerde ses yalıtımı ve ebeveyn banyosu yapımını zorunlu olmalıdır.

Ülkemizdeki evlerin çoğu, çiftlerin sağlıklı bir cinsellik yaşamaları için uygun değildir. Yeni bina yapımının ve tadilatların arttığı şu günlerde hem evinde tadilat yaptıracaklara hem de Türkiye Müteahhitler Birliği’nin ve inşaat sektörü çalışanlarının dikkatini odaların ses yalıtımına, ebeveyn banyosunu ve ev ergonomisine çekmek istiyoruz.

Özellikle evde diğer aile büyükleriyle birlikte yaşayan evli çiftler ve çocuklu çiftler, odalardaki yalıtımın yetersiz olması sebebiyle cinsel yaşamlarında sıkıntı yaşayabiliyorlar. Sevişme sırasında çıkardıkları seslerin duyulacağı endişesiyle kendilerini kontrol etmek zorunda kalıyorlar ve cinsellikten keyif alamıyorlar. Hatta bu durum zamanla çift arasında tartışmalara ve cinsel sorunlara da yol açabiliyor.

Bu nedenle Türkiye Müteahhitler Birliği’nin yeni evlerde ses yalıtımına ve ebeveyn banyosu yapımına özen göstermesi, ülkemizin cinsel sağlığı ve toplumsal huzuru için çok önemli bir meseledir. Ayrıca yasa koyucuların ve diğer yasal mercilerinde İskan Kanunlarında ses yalıtımını ve ebeveyn banyosu yapımını zorunlu kılması gerekir. 

Ev Egonomisi Nedir?

Her yıl yaz aylarında çok sayıda aile evlerinde tadilat yapıyor ve inşaat sektörü canlanıyor. Evlerde yapılan fiziki değişikliklerde cinsel yaşamın da dikkate alınması gerekiyor. Ergonomi dediğimiz kavram bizim ülkemizde çok fazla bilinmiyor. Ergonomiyi kısaca fiziksel çevrenin insanla uyumunun sağlanması olarak tanımlayabiliriz. Kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığı ve mutluluğu için ergonominin önemi büyüktür. Evin tasarımı kişilerin ihtiyaçlarına uygun olduğunda hem hayatları daha kolaylaşır hem de aile ve iş hayatındaki verimlilikleri artar. Ev ergonomisi cinsel mutluluğa da katkı sağlar.

Yazının Devamını Oku

Bağlanma Hastalığı ile İlgili Sorular ve Yanıtları

24 Ağustos 2011
"Bağlanma Hastalığı" ile ilgili gelen sorular ve bunlara verdiğim cevaplar yeni yazımda...

Eşimle ilişkiye girmeyi başaramıyorum, tedavisi var mıdır?

Soru: Ben 7 yıllık evliyim. İlk evliliğimde 2 yıl eşimle cinsel ilişkiye giremedim daha sonrasında ilaç kullanarak ilişkiye girebildim. Eşimle ilişkiye gireceğim zaman ne kadar istekli olursam olayım penisim sertleşmiyor, acaba dışarıda da mı böyle diye başka bayanlarla deniyorum hemen hemen hepsinde sertleşme problemim yok, başarılı oluyorum. 1 yıldır eşimle ilişkiye giremiyorum, bunun tedavisi var mı? K.L./İstanbul

Cevap: Eşinizle sevişme sırasında sertleşme kayboluyor ve uzun zaman geri gelmiyorsa; cinsel açıdan yeterince uyarılmıyor olabileceğiniz gibi, sertleşme refleksine ilişkin bilinçdışı kaygılarınız olabilir. Ön sevişmeyi uzatarak, sertleşmeyle değil sevişme ve cinsel hazla ilgilenerek, penisin sertleşmesini sevişmenin odak noktası yapmayarak, eşinizin sevişmeye daha aktif katılımını destekleyerek ve doğrudan penis uyarısını arttırarak sertleşme kıvamının daha fazla olması sağlayabilirsiniz. Ayrıca sevişme sırasında eşinizin davranışları ve ona karşı hislerinizde sertleşme sorununa neden olabileceği için eşinizle olan ilişkinizi de gözden geçirmenizde fayda var. Bu süreç içinde sertleşme sizin istediğiniz anda olmayabilir, ancak rahat olursanız kendiliğinden sertleşmeniz gerçekleşebilir. Ayrıca eşinizle ayna karşısında sevişme, kamera karşısında sevişme, gözleriniz kapalı sevişme, karanlıkta sevişme gibi egzersizleri denemenizde gerekebilir. Bilinçdışı kaygılarınız için bir cinsel terapiste başvurmanızda fayda var.

Kız arkadaşımla sevişirken aşırı heyecandan başarısız oluyorum.

Yazının Devamını Oku

Bir Garip Hastalık: “Bağlanma Hastalığı”

17 Ağustos 2011
Bağlanma hastalığına yakalan erkekler, eşleriyle seks yapamazlar, eşlerine karşı cinsel istekleri yoktur ama diğer kadınlarla seks yapabilirler ve diğer kadınları arzulayabilirler.

Gün geçmiyor ki yeni bir hastalık tanımlanmasın. “Bağlanma hastalığı” da bunlardan biri; bir eski zaman hastalığı. Dünya üzerinde çeşit çeşit insan olduğu gibi çeşit çeşit de hastalık mevcut. Birazdan okuyacağınız ve halk tarafından adı konulan ve Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından bilim dünyasına tanıtılan bağlanma hastalığı belki de bugüne kadar çok duyduğunuz ama inanmakta zorlandığınız bir rahatsızlık.

Bağlanma hastalığına yakalanan erkekler, eşleriyle seks yapamıyorlar, eşlerine karşı cinsel istekleri yok ama diğer kadınlarla seks yapabiliyorlar, diğer kadınları arzulayabiliyorlar, mastürbasyon yaparken sorun yaşamıyorlar…

CİG hastalığı erkeklerde görülürse adına “bağlanma”, kadınlarda görülürse adına “vajinismus” (cinsel ilişkiye girmekten korkma), çiftin bilgisizliğine ve tecrübesizliğine bağlı ise “ilk gece sendromu” denir. Biz bu yazımızda erkeklerde görülen bağlanma hastalığını tartışmaya açacağız.

Tanısı, Tipleri ve Belirtileri

Yazının Devamını Oku

Bağımlılık ve Bağlılık Aynı Şey Değildir

10 Ağustos 2011
Bağımlılık ve bağlılık aynı şey değildir. İlişkilerde bağlılık, bir kişiye özgürce sevgi ve saygı ile yakınlık duymak ve yakınlık göstermek demektir. Bağımlılık ise, başka bir kişiye bağlı olmak, muhtaç olma, özgür ve özerk olmamak demektir.

Bağımlılık ve bağlılık aynı şey değildir. İlişkilerde bağlılık, bir kişiye özgürce sevgi ve saygı ile yakınlık duymak, yakınlık göstermek demektir. Bağımlılık ise, başka bir kişiye bağlı olmak, muhtaç olma, özgür ve özerk olmamak demektir.

İlişkilerde bağımlılık; kişinin kontrol etmek istemesine rağmen, davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini kontrol edememesi, kendisini bir başkasına muhtaç hissetmesi ve kendisiyle içsel bir çatışma yaşamasıdır.

Evlilik ya da duygusal ilişkilerde bireyler, eşlerini hayatlarının merkezine koyup tek beden, tek ruh ve tek zihin olmaya çalışıyorsa, işte bu bağımlılığa giden bir ilişkidir.

İlişkilerinde kaybetme korkusu yaşayan, tecrübesiz, çevresi dar, asosyal, kendine öz güveni ve kendilik değeri düşük; kendine çirkin, yetersiz, güçsüz gibi nitelendirmeler yüklemiş, daha önce olumsuz içerikli ve sonuçlu bir ilişki yaşamış kişilerde bağımlı ilişkilere daha sık rastlanabiliyor.

Bu kişilerin çocukluğu incelendiğinde; annelerinin zorlayıcı, mesafeli, öfkeli, ihmal edici ya da reddedici olduğu görülebiliyor. Yani ihtiyaçları uygun biçimlerde karşılanmadığında bu çocuklar yetişkinliklerinde bağımlı ilişkiler geliştirilebiliyorlar. Bu nedenle bağımlı kişi eşini kendi gölgesine almak, burada tutmak ister.

Bağımlılık kokan ilişkilerde izole bir yaşam vardır. Çiftin baş başa geçirdiği zaman artmıştır ancak arkadaşlar ve aileler ile iletişim azalmış, iletişim çemberi daralmıştır. Bu durum, bireylerin birbirine olan mecburiyetlerini arttırabilir.

Kişi beynini “O benim her şeyim, ben onsuz yapamam, onsuz olmayı hayal edemiyorum” gibi rasyonel olmayan düşüncelerle doldururken, bir taraftan da yaşadığı ilişkinin bitmemesi için mükemmel sevgili olmak, her türlü beklentiyi karşılamak, her anını doldurarak başkasına muhtaç olmamasını sağlamak isteyerek kendi varlığından vazgeçebilir. Hatta “Biri her an aklını çeler” diye düşünerek onu hemcinslerinden uzak tutmaya da çalışabilir. Yani çok seviyor gibi görünmek esasen bir kayıp korkusunun dışa vurumu olabilir.

İlişkilerinde bağımlı olanlar, genelde bir noktadan sonra, eşlerini aşırı derecede eleştirmeye, onları “ilgisiz, kalpsiz, duyarsız” olarak suçlamaya başlayabilirler.

Yazının Devamını Oku