Bazı genç kadınların cinselliğe yönelik yaşadığı sorunların temelinde yeme bozuklukları yatabilir. Toplumdaki ideal vücut ölçülerine kavuşma isteği ve diyet yapan insan oranındaki artış, yeme bozukluklarının yaygınlaşmasına neden olur.
Genç kızlar başta olmak üzere; aktör, manken, hostes veya dansöz gibi dış görüntüsü ön planda olan mesleklerde de görülebilir. Yeme bozuklukları arasında; “Anoreksiya Nevroza (açlık hastalığı)”, “Bulimia Nevroza (tanırcasına yemek yeme ve kusma hastalığı)”, “Fazla ve kontrolsüz yemek yeme”, “Kontrolsüz, aşırı gece yemek yeme” olmak üzere 4 rahatsızlık bulunur.
Kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalar cinsel sorunlara yol açabilir. Yeme bozuklukları çoğu zaman kadınlara özgü bir hastalık olarak kabul edilir. Yeme bozukluklarında temel sorun, az veya çok yeme değil, kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalardır. Yeme bozukluğu yaşayanların en büyük sıkıntılarından biri, cinselliğe yönelik tüm beden algılarını kapatmaları ve dolayısıyla cinselliklerini rahatça yaşayamamalarıdır.
Yeme bozukluğu yaşayan kadınlar dokunma ve dokunmanın getirdiği uyarılmaya karşı bedenlerini kapatır ve her şeyden önce cinsel uyarılma sorunları yaşar. Cinsellikten korkma ve uzaklaşma, kendi cinselliği ve aşk ilişkisindeki rolü hakkında uygun beklentiler geliştirememe, cinselliğini yok etmeye çalışma ya da abartma yeme bozukluklarında sık rastlanan bir durumdur.
Cinsel soruna eşlik eden yeme bozukluklarının temelinde her ne kadar fiziksel, sosyal, kültürel faktörler rol oynasa da psikolojik etkenlerin fazlalığı da göze çarpar. Anne-baba tutum ve davranışlarının yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında etkin role sahip olduğu söylenebilir. Yeme bozukluğu yaşayan kişilerin; anne-baba, kadın-erkek rollerinin karıştırıldığı, aile içi şiddetin yaşandığı, fiziksel ve duygusal kötüye kullanımın var olduğu çatışmalı ortamlarda büyüdükleri görülür.
Yeme bozuklukları çeken bireylerin annelerinin hükmedici, duruma hep egemen olmak isteyen ve soğuk yapıda; babalarının ise daha sevecen gibi algılansalar da sorumsuz, etkisiz ya da edilgen kişilik özellikleri gösterdikleri tespit edilmiştir.
Yeme bozukluğu yaşayanların patolojik aile işlevselliği üzerinde sağlayamadıkları kontrolü, “kendini yeniden düzenleme”, “bedenle konuşma” veya “yeme ve kusma davranışlarıyla duygularını kontrol etme” gibi davranışlarla sağlamaya çalıştıkları görülür.
Anne-çocuk ilişkisinde aşırı denetleyici anneden, onaylayıcı ve güven verici tepkiler alamayan çocuk, sağlıklı bir kendilik duygusu geliştiremez; benliğini ayrı bir varlık olarak algılamak yerine annenin uzantısı gibi algılar. Bu durum çocuk için bir yandan anneyle birleşme, onun içinde kaybolma ve yenip yutulma, diğer yandan da terk edilme tehdidi anlamına gelir.
Kadınların çoğu için cinselliğin evlilikle birlikte başladığını ve bu nedenle de çoğu zaman sağlıklı olarak yaşanamadığını belirten Uzman Psikolojik Danışman Cem Keçe, “Kadın olmadan anne olmak zorunda kalan kadınlar”ın durumunu anlattı.
Cem Keçe konu ile ilgili tespitini şu şekilde dile getirdi: “Kız çocukları yetiştirilirken, cinselliğin erkeklere özgü olduğu, sadece erkeğin zevk aldığı, kadın için çoğu zaman mide bulandırıcı, acı veren ama evliliğin devam etmesi ve anne olmak için yerine getirilmesi gereken bir kadınlık görevi olduğu öğretiliyor. Aile ve toplum baskısı, cinsellikle ilgili yanlış inanışlar, cinsel eğitim yetersizliği, cinselliğin ayıp, günah veya yasak olarak kabul edilmesi nedeniyle, kadınlarımız cinsellik hakkında yeterince bilgi sahibi olamamakta, bilgi sahibi olmak bir yana cinselliği kelime hazinelerine dahi ekleyememektedirler.
Cinselliği hak ettiğine inanan ve rahat bir şekilde yaşayan bir kadın olmadan anne olmak yani erkenden çocuk sahibi olmak kadınlarımızın bir açmazıdır. Bir kadın gerçekten kendi bedenini ve eşinin bedenini tanıyıp, keşfedip, rahat ve gevşemiş bir halde, cinsel haz alıp haz verebilecek bir seviyeye gelmek için en az 3 yıla ihtiyaç duyar. Çünkü seks yapmak öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir davranıştır. 3 yıldan önce erken bir hamilelik yaşayan her kadın daha tam anlamıyla kadın olmadan anne olmak zorunda kalmaktadır, bu da mutsuz ve tatmin olamayan kadın sayısının hızla artmasına yol açmakta, mutsuz aileler kurulmasına neden olur. Ayrıca evliliklerde ilk 3 yıl çok önemlidir, bu süre çiftin cinsellik dışında diğer konularda da bir uyuma gelebilmesi için genellikle yeterli olmaktadır. Bu nedenle kadınlar tam olarak kadın olmadan anne olmamak için en az 3 yıl çocuk yapmamalı.”
Sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam için yapılması gerekenleri, Dr. A. Cem Keçe kaleme aldı. Çiftlere verilen öneriler arasında aşk oyunları, seks konuşmaları, uzun süren önsevişme ve fantazi keşfetme taktikleri de var.
Partnerinizle Seks Konuşun
Çiftlerin konuşarak kafalarındaki kaygı ve korkuları, üzüntüleri, geçmişteki üzücü olayları, isteklerini kesin ve net bir dille anlatmaları, cinsellikte beklentilerini veya fantezilerini partnerleriyle paylaşmaları cinsel sorunlarının çözümünde ilk adım olmalıdır. Sorunlu cinsel yaşam için en iyi ilaç, daha iyi bir iletişimdir.
Aç Karnına Sevişmeyin
Tatlı konuşmalar, yumuşak yastıklar ve dinlendirici bir müzik, çiftlerin cinsel enerjisini artıracak ideal bir ortamdır. Yemekten sonra sevişmeyin. Yorgun, aç ve kızgınken de cinsel ilişkiden kaçının. Bu da cinsel enerjinizde dengesizliğe neden olabilir. Sevişmeden yarım saat önce tuvalete gidin.
Aşk Oyunları Oynayın
Partnerinizle ilişkinizin eskisi gibi arzulu, heyecanlı ve zevkli olmadığını mı düşünüyorsunuz? Hatta zamanla birbirinizden uzaklaşıyor musunuz? Yanıtlarınız 'Evet' ise ilişkinizin ilk günlerinde hissettiğiniz arzuyu, heyecanı ve romantizmi yeniden yaşamaya ne dersiniz? İşte ateşinizi yeniden alevlendirmenizin tek yolu; aşk oyunları...
Evliliklerin en büyük düşmanlarından biri de kıskançlık. Bu duygu, sadece çiftler arasındaki iletişimi etkilemiyor; cinsel sorunlara da yol açabiliyor. Evliliklerde yaşanan kıskançlık ile ilgili tüm bilgileri, gelin Uzman Psikolojik Danışman Cem Keçe’den öğrenelim.
Evlilikte kıskananın da kıskanılanın da acı çekeceğini ifade eden Uzman Psikolojik Danışman Cem Keçe; “Kıskanmak, insanın doğasında var olan bir duygudur. Yansıtma savunma düzeneğinin bir sonucu olabilen kıskançlık, yitirilmek istenmeyen bir ilişkinin tehdit altında olduğu sanısıyla yaşanan bunaltı ve sıkıntı veren, karmaşık bir ruhsal yaşantıdır” açıklamasında bulundu.
Kıskançlık Daha Çok Kimlerde Görülüyor?
Genel olarak bakıldığında çocukluğunda ihanete uğramış, terk edilmiş, reddedilmiş, düş kırıklığına uğramış, küçük düşürülmüş ya da tecrit edilmiş kişilerin veya kendisini yetersiz ve değersiz gören ya da değerlilik duyguları dış etkilerden çok kolay etkilenen kişilerin daha kıskanç oldukları görülüyor.
Bazen kıskançlık aşırı boyutlarda olabiliyor. Bunun altında paranoya dediğimiz rahatsızlık yatabilir. Bu rahatsızlığın ciddi boyutları vardır ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu derece yoğun yaşanmayan, hastalık sınıfına koymadığımız ama evliliğin ahengini bozan kıskançlıkların çoğu, kişinin sevdiği insanı kaybetme korkusunun ve kendine olan güvensizliğinin sonucudur.
Kıskanan da Kıskanılan da İlişkide Mutsuz Oluyor
Kıskançlıkla birlikte çoğu zaman öfke, değersizlik, mutsuzluk, yalnızlık ve çaresizlik gibi duygular yaşanır. Günlük yaşamda kıskançlık yaşayan kişilerin pek çoğunun yaşadıkları bu duygu ile baş edemedikleri; kıskandıkları eş ya da sevgili ile ilişkilerinin bozulduğu ve ilişkilerinin eski güzelliğini yitirdiği görülmektedir. Kıskanılan kişinin kendisini kapana kısılmış hissetmesi ile beraber kıskanan kişi de yoğun acı çeker. Kıskanan kişi huzursuz, mutsuz, sürekli karşısındakini suçlar bir ruh halindedir, eşini devamlı kontrol eder, takip eder, onun yaşantısını sınırlar ve baskı oluşturarak onu kaybetmeyeceğini düşünebilir.
Kıskanan kişi ilişkiyi korumak ve geliştirmek için olumlu çaba harcamak yerine gizli gizli öç alarak, küserek, ilişkiyi keserek ya da tehdit ederek, zor kullanarak ve kaba kuvvete başvurarak amacına ulaşmaya çalışabilir. Bu tutumlar kıskanılanı da kıskanandan uzaklaştırır. Kıskançlığın ölçüsü artıkça olumsuz etkisi de artar ve sağlıksız davranışlara sebep olabilir.
Cinsellikte yaşanan bazı problemler ciddi boyutlara ulaşabiliyor. Artık penis boyu takıntısının sadece erkeklerde değil kadınlarda da olduğunu söyleyen Uzman Psikolojik Danışman A. Cem Keçe, normal ölçülerini bilmeden bu konuyu kompleks yapan erkeklerin sayısının her geçen gün arttığına dikkat çekti.
Keçe, konu ile ilgili şu açıklamaları yaptı: “Geçmişten bugüne kadar çok yanlış bir şekilde penis boyu erkekliğin bir göstergesi olarak algılanmış, takıntıya dönüşmüş ve birçok erkeğin kabus yaşamasına yol açmıştır. Yani penis boyu bir güç sembolü haline getirilmiş ve cinsel hazzın garantisi olarak algılanmıştır.
Ergenlikle beraber hemen hemen her erkek, organının boyutu hakkında ciddi kuşkular yaşar. Ergenlikte penis boyu yaklaşık iki kat artar ve ereksiyonda bu değer ortalama 14 cm olur. İdeal penis uzunluğu diye bir kavram dile getirmek gerekiyorsa bu ancak ülkelere göre yapılabilir ve ortalama değerler göz önünde bulundurulabilir. Ülkemizde ortalama penis boyu 14 cm’dir. Penisinin büyük olmadığından endişe duyan, özgüvenlerini kaybeden ve kendini kahreden erkekler ereksiyon güçlüğü, erken boşalma, cinsel ilişkiden zevk alamama ve cinsel isteksizlik gibi pek çok sorunla karşı karşıya kalabiliyorlar.
Yaptığımız araştırmalarda penis boyunu takıntı haline getirmeyen erkeklerin cinselliği daha doyurucu yaşadığı ve partnerlerini daha mutlu ettikleri ortaya çıkmıştır. Çiftlerin cinsel hayatlarını daha doyurucu yaşayabilmeleri için; penis boyundan daha ziyade birbirlerine güvenmeleri gerekir, dokunmanın verdiği hazza odaklanmaları gerekir, samimi ve açık konuşabilmeleri gerekir, koşulsuzca birbirlerini sevmeleri, saygı duymaları ve birbirlerine şefkat göstermeleri gerekir. Ayrıca cinsel bilgi düzeylerini artırmaları da gerekir. Erkelerdeki penis boyu takıntısının kadınları da etkilediğini görüyoruz. Yani penis boyu takıntısı sadece erkeklerde değil kadınlarda da var.”
Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED), evlilik sorunları nedeniyle danışmanlık hatlarına başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturması hakkında bazı açıklamalarda bulundu.
Evliliğin bireysel mutluluk ve toplumsal gelişim açısından çok önemli bir kurum olduğunun altını çizen CİSED Genel Başkanı Dr. Cem Keçe; “Evlenmek, hem kadının hem de erkeğin hayatında önemli bir dönüm noktası oluşturur. Eşi, insanın diğer yarısıdır. Sevincini, kederini paylaşacağı bir can yoldaşıdır. Düştüğünde kaldıran, yorulduğunda güç veren, ağladığında yanı başında olan, sevindiğinde kucaklayandır. Çünkü insan doğuştan yalnız ve yarımdır. Evlenmek yalnızlığın paylaşılması ve yarımlığın tamamlanmasıdır” dedi.
“Saçımı Süpürge Ettim”
Evliliği kendilerinin ayakta tutacaklarına inandırılan kadınların yalnız başlarına kaldıklarında, “Hayatım boyunca saçımı süpürge ettim”, “Bunu bana neden yaptı?” gibi sorulara yanıt arayacaklarına değinen Keçe sözlerine şöyle devam etti:
“Bu sorular, sorulması gereken doğru sorular değildir. Doğru soru ‘Nasıl olup da ben bu hale geldim?’ sorusudur. Her şeyden önce, eş olmak hayatınızı tek taraflı olarak bir başkasına sunmak değildir; hayatı paylaşmaktır, evlilik hayatı fedakârlık yapmayı gerektiriyorsa bu fedakârlığı da bir denge içerisinde paylaşmaktır.
Kadınlara önerimiz, evlilik hayatında sadece eşlerini ve çocuklarını düşünen bir birey olarak kalmamaları, kendilerini de en az onlar kadar düşünmeleri ve kendilerine yatırım yapmalarıdır. Bu yatırım, sadece maddi anlamda olmamalıdır. Okumak, kendini geliştirmek, dünyayla bağlantıları koparmamak, kendine değer vermek, özen göstermek, kendini sevmeye ve düşünmeye devam etmek de gereklidir. Bunları kurduğunuz yuvayı dağıtmamak için değil kendinizle barışık olmak, fazlasıyla hak ettiğiniz bu güzelliklere sahip olmak için yapın. Bu nedenle kadınlar eşlerinin annesi gibi değil, sevgilisi olduklarını öncelikle kendileri benimsemelidir.”
Yuvayı Hem Kadın Hem Erkek Yapar
Toplumun kadına önyükleme yaptığı durumlar arasında “ince” konuların olmadığına dikkat çeken