“Yatakta kadın ve erkeğin doğaları gereği var olan farklılıklarının görmezden gelinmesi seks hayatına zarar verebilir” diyen Uzman Psikolojik Danışman Cem Keçe, konunun ayrıntılarına değindi.
Kadınların ve erkeklerin doğalarından kaynaklanan psikolojik ve sosyal rollerinin unutulması ve cinselliğin bir güç savaşı gibi algılanması başta olmak üzere, yanlış kullanılan güç, bir zaman sonra kullanan tarafı bile tatmin etmeyecek durumlara sürükleyebiliyor.
Cinsellikte Üstünlüğe Yer Yok
Cinsellik kadınların ve erkeklerin yarışmalarına veya güç gösterilerine lüzum bırakmayan çok özel ve mahrem bir yaşantıdır. Kadın erkek eşitliği kavramı, güç gösterileri, üstünlük kurma veya yarış yapma şeklinde cinselliğe yansıtılmamalıdır. Yatakta kadın ve erkeğin doğaları gereği var olan farklılıklarının görmezden gelinmesi seks hayatına zarar verebilir, hem erkeklerde hem de kadınlarda cinsel istekte azalmaya veya cinsellikten soğumaya yol açabilir.
Kadın ve Erkek Arasındaki Farklılıklar
Erkekler olgunlaştıkça duyguların ne kadar önemli olduğunu ve kadın ruhunun inceliklerini öğrenirler ve bunun sonucunda karşılıklı tatminin ilişkilerde yer etmesi gerektiğini keşfederler. Kadınlar ise, olgunlaştıkça vermekle ilgili yeni stratejiler keşfederler, mantıklı yaklaşımlarla sorunların çözümünü hedeflerler, özel hayatlarında işte olduğu gibi baskın olmak istemezler, eşlerinin kendilerini yönlendirmesini beklerler, iş hayatlarındaki baskın kimliklerinden yatakta kurtulmak, kendilerini arzulu, yönlendiren bir erkeğin kollarına bırakmak isterler.
Ancak hem bilişsel hem de duygusal bağlamda yeterli olgunluğa ulaşabilen bireyler, birbirlerine üstünlük kurma amacında değil, birbirlerini tamamlama, bir bütün olma veya duygusal paylaşımlara açık olma amacında olabilirler. Seks hayatında daha fazla erkeksi rolü üstlenen kadınlar zamanla dişiliklerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Bu durum partnerlerini mutlu edememe kaygısının ortaya çıkardığı terk edilme korkusuyla birleştiğinde, sevişirken rol yapmaya dönüşebilir. Kadın hakları mücadelesi cinsel yaşamı olumsuz etkilememelidir.
Son yıllarda cinsel işlev bozuklukları nedeniyle sağlık kuruluşlarına ve cinsel sağlık hatlarına yapılan başvuruların artışı yeni evlenecek çiftleri de endişelendirmeye başladı.
Ünzile’ler, bir sosyo-kültürel sorun değildir, bir yoksulluk sorunudur
Uçan Süpürge tarafından yürütülen ve Sabancı Vakfı tarafından finanse edilen Çocuk Gelinler Projesi’ni destekliyoruz ancak, yalnızca gönüllü gayretlerin eseri olan bu tür projelerle çocuk gelin sorununu çözmenin mümkün olamayacağını düşünüyoruz.
Ülkemizde erken yaşta evlilikler uzun yıllardan beri var olan bir olgudur. Buna rağmen toplumun çoğunluğu tarafından bir “sorun” olarak değerlendirilmemektedir. Evliliğin en önemli meşruluk kaynaklarından birisinin toplumsal mutabakattır. Bu evliliklerin de daha çok bu mutabakat çerçevesinde gerçekleştiği görülmektedir. Ataerkil ve geleneksel toplum yapısı, erken yaşta evlilikleri normalleştirmiş ve meşrulaştırmıştır. Oysa erken yaşta yapılan evlilikler özellikle kız çocuklarının toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte ve hayat tercihlerini azaltmaktadır.
Elimizdeki veriler, ülkemizde hem erkeklerin hem de kadınların büyük çoğunluğunun yoksul olduğunu ortaya koymaktadır. Kadınlar bu yoksulluktan daha fazla etkilenmekte ve yaşamlarının her alanında bunun sonuçlarını daha ağır bir şekilde yaşamaktadırlar. Özellikle açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerde bu durum çocuk yaşta yaptırılan evliliklerle kendini belli etmektedir. Soruna, sadece sosyo-kültürel bir meseleymiş gibi yaklaşıldığı takdirde her çaba yarım kalacaktır ve sorunu çözmeye yetmeyecektir. Bu toplumsal sorunu gerçekten çözmek istiyorsak yapmamız gereken ilk şey bu gerçeği baştan kabul etmek olmalıdır.
Sorun, bir yoksullukla mücadele sorunudur, bir cinsel eğitimsizlik sorunudur. Ünzile’lerin sayısı, bu ailelerin refah düzeyini arttırılmadan, sosyal devlet anlayışını egemen kılınmadan sadece günülülerin yürüttüğü etkinliği sınırlı bu tür sosyal projelerle azaltılamaz. Yine de iyimseriz ve bu projeye katkı sağlamaya hazırız. Fakat bu proje bir devlet projesi olmalıdır.
Bu çocukların cinsel hakları da ellerinden alınmaktadır
Kendi kendilerine ya da eşleriyle arzuladıkları cinsel yaşantıyı yakalamakta zorlanan veya cinsel yaşantılarının sıradanlaştığını fark eden çiftler için porno filmlerin uyarıcı, ateşleyici, başlatıcı ve destekleyici işlev görebilir.
Porno filmler; başka çiftlerin sevişmeyi nasıl başlattığı, nasıl devam ettirdiği, neler yaptığı gibi merak edilen tüm konularla ilgili cevapların bulunabileceği yerlerdir. Porno, monotonlaşmış cinsel birlikteliklere renk kattığı gibi ilişkileri canlandırabilmekte, tazeleyebilmektedir. Çiftler porno filmlerde yeni şeyler görebilmekte, öğrenebilmekte ve bunlar arasından uygun olanları seçerek cinsel yaşamlarına aktarabilmektedirler. Porno ile cinsel yaşantı daha heyecanlı, keyifli, tatmin edici, memnuniyet verici hale gelebiliyorsa bu durum, seyredilen porno filminin çiftin yaşadığı cinselliğe olumlu etkiler yaptığı anlamına gelmektedir. Çünkü cinsellik öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir davranıştır. Ancak porno filmler iki ucu keskin bıçak gibidir. Porno dergiler, porno filmler özellikle internet pornosu çift ilişkisinde büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
Pornonun bir ilişkide yol açacağı sorunların başında kıskançlık ve gerçek dışı beklentiler, eşe karşı isteğin azalması, eş ile geçirilecek zamandan çalma gelebilmektedir. Porno, cinsel bilgi eksiğini sadece porno ile tamamlayan çiftlerin yanlış algı ve düşüncelere kapılma olasılıklarını artırabilmektedir. Bazı çiftler porno filmlerde izlediklerini gerçekmiş gibi algılamakta ve ulaşılması hiç de gerekli olmayan cinsel standartlara farkına varmadan şartlanmaya başlamaktadırlar. Porno filmlerindeki kadın ve erkek oyuncuların saatler boyu süren hazları, abartılı sesleri, üst üste orgazmlar yaşıyor olmaları beklentilerin değişmesine yol açabilmektedir. Ayrıca, devasa penisler, kusursuz kadın bedenleri hem kadın hem erkek üzerinde beden algılarının olumsuz yönde etkilenmesine neden olabilmektedir.
Partnerleriyle ilgili yanlış ya da abartılı beklentiler erkeğin ve kadının üzerinde performans endişesi yaratabilmekte ve bunun doğrultusunda erkekte empotans, erken boşalma ve orgazmı yaşayamama gibi sorunlar, kadında cinsel mutsuzluk baş gösterebilmektedir. Denenmeye çalışılan bir takım cinsel ilişki şekilleri eşler arasında anlaşmazlıklar yaratabilmektedir.
Dolayısıyla bir yandan cinsel yaşamı renklendirmek için kullanılan porno filmlerin hazzı artıran bir araç olduğunun unutulmaması, diğer yandan da çiftlerin porno filmleri gerçekmiş gibi algılamamaları ve ulaşılması hiç de gerekli olmayan cinsel standartlara ulaşmaya çalışmamaları gereklidir. Bundan dolayı çiftlerin dikkatli olması gerekmekte ve porno kullanımı konusunda kendilerini gözlemlemeleri gerekmektedir.
Porno filmleri dozunda götürmek yani tamamen pornoya bağlanmamak ama gerektiğinde pornosuz da kalmamak en doğru bakış açısı olacaktır.
Uzun süren evliliklerde, özellikle çocukların dünyaya gelmesi ile birlikte, çiftlerin cinsel yaşamları rutinleşmeye başlayabilir. Rutinleşen cinsel hayatı renklendirmek için porno filmlerin yanı sıra erotik materyallerden ve cinsel fantezilerden yararlanılabilir. Bunlar, tahrik olmaya yardım edebilir, yakınlaşmak için yeni yollar açabilir ve çok eğlenceli olabilir.
Doğuştan sahip olduğunuz cinsel donanım dışında, cinsel yaşama eklenen neredeyse her şey seks oyuncağı adını alır. Basit şekliyle, bir seks oyuncağı, çiftlerin zevkini arttırmak amacıyla cinsel yaşama katılan herhangi bir nesnedir. Bu nedenle cinsel hayata oyuncakları katmak cinsel yaşamı hareketlendirmek demektir. Bu amaçla Benwa toplarından kelepçelere, silikon dildolardan elektrikli vibratörlere kadar çeşit çeşit seks oyuncağı, çiftlerin cinsel yaşamlarına girebilir ve cinsel yaşamlarını renklendirebilir. Ancak unutulmaması gerekilen nokta seks oyuncaklarının seks partnerlerinin yerine kullanılamayacağı, sorunlu cinsel hayatı düzeltemeyeceği ve cinsel işlev bozukluğunu tedavi edemeyeceğidir. Ayrıca seks oyuncaklarının sorumlu ve dikkatli bir şekilde kullanılması önemlidir. Bu amaçla kullanılacak erotik materyalleri çiftlerin birlikte seçmeleri önemlidir. Çünkü cinsellik ve cinsel hazlar iki kişinin kullanılacak materyale iki kişinin birlikte onay vermesi ile artmaktadır. Birinin istediği ancak diğerinin kabul etmediği bir materyali, diğeri istiyor diye kullanmak cinsel yaşamdan alınacak hazzı yarım bıraktırmaktadır.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun “Tecavüze uğrayan kadın tecavüzcüyle evlensin, yargıyı uğraştırmasın” söylemi üzerine Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED), “Tecavüz ve Kadın” konulu yeni bir basın açıklaması yaptı. İşte, açıklamadan çarpıcı öğeler…
Kadının tecavüzcüsü ile evlendirilmesinin veya evlendirilmeye teşvik edilmesinin çok yanlış olacağına dikkat çeken CİSED Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, şunları kaydetti:
Tecavüz Cinsellik Değildir
“Tecavüze uğrayan kadınların sahipsiz kalmamaları için yapılan bu öneriye CİSED olarak şiddetle karşı çıkıyoruz ve kadın hakları konusunda yargı camiasında gelinen noktanın dehşet verici olduğunu düşünüyoruz. Bu tür düşüncelerin dile getirilmesi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Bu öneriler ancak ve ancak kadına yönelik işlenen suçları özendirir. Çünkü bu bakış açısı tecavüzü cinsellik olarak görmekte ve tecavüzleri normalleştirmektedir. Oysaki tecavüz bir cinsellik değildir, temel insan haklarına yapılmış alçakça bir saldırıdır.
Cinsel tacize veya tecavüze uğrayan kişilerde; utanma, aşağılanma, korku, inkar etme, reddetme, içe kapanma, güvensizlik, inançsızlık, umutsuzluk, çaresiz hissetme, bunalma, daralma, sıkılma ve kontrolü kaybetme korkusunun yanında; eve kapanma, küskünlük, bıkkınlık, iğrenme ve tiksinme şeklinde travma belirtilerine de rastlanmaktadır. Ayrıca tecavüze uğrayan kadınlarda sadece tecavüzcüsüne yönelik değil tüm erkelere yönelik olumsuz duygular gelişir ve bu duygu durumu kadının tüm hayatını altüst edecek düzeydedir. Bu nedenle kadının tecavüzcüsü ile evlendirilmesi fikri bu kadınların bir hayat boyu tetikte durmalarına ve ruhsal anlamda çöküntü içine girmelerine yol açar.”
Evlilik ve Tecavüz Aynı İpte Yürümez
Birbirine zıt iki kavram olan evlilik ve tecavüz olayının birleştirilmeye çalışılmasını, tatlının üstüne sirke döküp yemeye benzediğini söyleyen Keçe, şöyle devam etti:
Son dönemlerde medyada namus cinayetlerine sıkça rastlanmaya başlandı. Kadınlarımız vahşice öldürüldü. Bu tür insan hakları ihlallerinin yapıldığı olaylar karşısında sessiz kalınmamalıdır.
Namus cinayetine göz yuman ve elinden geleni yapmayan herkes eşit oranda suçludur
Toplumsal cinsiyet eşitliği Türkiye’de uygulanamadı. Kadına yönelik şiddet ve töre-namus cinayetleri; kadınları kontrol altında tutan ataerkil toplum düzeninden, bu düzenin savunduğu “onur” kavramından, ekonomik ve sosyal koşulların ve geri kalmışlığın yol açtığı yoksunluklardan, ailelerin çocuklarını yetiştirme biçimlerinden, olayların ve sosyal baskıların kişileri çaresiz hale getirmesinden besleniyor.
Türkiye’de erkekler namuslarını, genellikle kadınların kontrolü aracılığıyla tanımlıyor. Namusa aykırı davranışlar, kadın, kadın cinselliği, kadın bedeni üzerinden belirleniyor. Kadınlar ve kız çocukları üzerindeki baskı her geçen gün genişleyerek artıyor. Bu nedenle toplumsal bir sorun haline gelen namus cinayetleri ve kadınlara yönelik şiddet konularında bir an önce acil tedbirlerin alınması gerekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konusunda verilen eğitimler, yasal düzenlemeler ve diğer çalışmalar çok yetersiz.
Namus cinayetlerini kabul edilebilir gören zihniyet değiştirilmediği sürece, namus adına işlenen korkunç cinayetler önlenemez. Bu son derece önemli konuda, devletimizden ailelerimize, sivil toplum örgütlerinden din görevlilerine, kamu görevlilerinden eğitimcilere ve medya mensuplarına, halkın da içinde yer aldığı ortak bir çalışma başlatılması gerekiyor. Çünkü namus cinayetine göz yuman ve elinden geleni yapmayan herkes eşit oranda suçludur. Kadınların emeğini yok sayan, yabancılaştıran, yalnızlaştıran, onları katleden ataerkil sistem suçludur.
En son medyada yer alan, büyük tartışma yaratan ve sürmanşette çarpıcı bir fotoğrafla verilen haberde, erkek karısını aldattığı için hunharca bıçaklamıştı. Bu aldatma ve ardından bıçaklanma olayında önemli olan, gizli ve üstü örtülü bir şekilde kadının aldattığında alması gereken cezanın ölüm olduğu mesajının verilmesidir. Bu önemsiz gibi görünen detay bizce daha önemlidir ve asıl mesele de burada gizlidir.
Çoğu zaman kadınlarda namus cinayetlerini destekliyor
Bir çocuk oynarken ayağı bir şeye takılıp düşünce, annesi hemen o şeyi döver ve “Seni gidi seni, sen niye orada duruyorsun?” diye söylenir. Çocuk, o şey orada durmasa ayağı takılıp düşmeyeceğini sanır ve büyüdükçe her takılıp düştüğünde veya yaptığı her hatada suçu yükleyecek birini veya bir şeyi mutlaka bulur. Yani çocuk yaşadıklarının sorumluluğunu almayı değil, suçlamayı öğrenir. Bu nedenle suçlamaya karşı sorumluluk almayı öğrenme çok önemli bir süreçtir.
Karakterin en önemli öğelerinden birisi olan sorumluluk; kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında yerine getirmesi zorunluluğudur. Sorumluluğu alan bir kişi, kendi üzerine düşen görevleri ve işlevleri zamanında, istenilen şekilde ve istenilen biçimde yerine getirmek zorundadır.
Sorumluluk sahibi olmak, kişin kendi varoluşunu yaşamasıdır, kendi hayatının kontrolünü elinde tutmasıdır, diğer insanların saygısını, güvenini ve sevgisini kazanmanın en önemli gereklerinden biridir. Yaşamın zorluklarına sorumluluk bilinci ile yaklaşmak kişiye olayları değiştirme gücü kazandırır.
Sorumsuz insan sürekli başkaları tarafından güdülen insandır, kendi kaderini yazmayan insandır, arabayı boşa almış insandır. Sorumsuz insanlar devamlı bahaneler arasında dolanır, başkalarını ve içinde bulundukları şartları suçlarlar, kendilerini sevmezler, çok az iş üretir, işlerin yürümesini engeller, anlamamış görünür ve yardıma muhtaç insanı oynarlar. Yani bu kişiler hareket etmekte çok yavaş ama şikâyet etmekte çok hızlıdırlar.
Sorumlu insan ise, yapılması gereken bir işi zamanında yapabilmek için inisiyatifi ele alıp kendiliğinden harekete geçebilen insandır, kendi kaderini yaptığı seçimlerle yazan insandır, arabanın kontrolünü ele almış insandır. Yani kişi, hiç kimseye hesap vermek zorunda olmasa bile, kendi vicdanına karşı hesap verme zorunluluğunu duyar. Çünkü hayat sadece seçimlerden oluşur, bu seçimler her saniye yapılır ama belki en önemlisi “Hayatı ne kadar manalı yaşamak istiyoruz?” seçimidir.
Kişiyi yürüdüğü yoldan bambaşka caddelere çıkartan tesadüfler her zaman olabilir, bu durumda kişi elinin kolunun bağlanıp edilgenliğe mahkum edildiği mecburiyetini yok saymalıdır. İster bilinçli olsun, ister bilinçdışı ve otomatik olsun, tüm seçimler kişinin kaderini yazmasıdır. Her seçim bir vazgeçiştir. Her seçim, farkında olarak ya da olmayarak, bir şeylerin reddedilmesi demektir. Atılan her adım, ister kritik bir karar aşamasında olsun, ister sıradan bir günün rutin havasında, atılmamış ama istense atılabilecek olan onlarca başka adımı ve belki de fırsatı reddetmiş olmak demektir. Pek çok seçimde avantaj ve dezavantajlar vardır. Bu açıdan her seçim bir kaybediştir ama ne kaybettiğini bilmek, ne kaybedeceğini bile bile o seçeneği elemek sorumluluğu kişinin kendisindedir.
Seçimini bilinçli yapan kişi vazgeçişlerini ve bedellerini bilir, sonuçlarına katlanır, öfke duymaz, “başkasının hayatını yaşıyorum” duygusuna kapılmaz.
Kişi her saniye yaptığı seçimlerle bir kelebek etkisi yaratır. Seçimlerini hoyratça veya bilinçsizce yapan bir kişi, aldığı kararların onu nasıl etkilediğini bilmeyerek yaşar. Kişinin beyni hayata dair önyargı ve tanımlarla o kadar doludur ki, kendi isteklerini ve en derin arzularını bile çoğu zaman bugüne kadar ona öğretilmiş kurallar, gelenekler, yapılması ve olunması gereken şeylerle karıştırır. Kendi benliğini öldürüp toplumun ona değerli göreceği şekilde yaşamaya çalışır. Hayatı iyi bir maaş, iyi bir ev, iyi bir araba, saygınlık, ün ve zenginlik peşinde koşmakla geçer. “Herkes ne düşünüyorsa düşünsün, kendime ancak ben bir değer biçebilirim ve başkalarının bana verdiği değer sadece onların bugüne kadar ki koşullandırılmalarının bir sonucudur” diyebilen kişi kendini özgürleştirebilir. Çünkü kişi kendi yaşamının yegâne sorumlusudur. Bu düşüncenin doğruluğu kolayca kabul edilse bile, özümsemek yani bütün hayatının yaratıcısı olduğunu fark etmek ciddi bir stres kaynağıdır.
Narsisizm özsevi, özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeri diye tanımlanır. İnsanın kendi değeri ve değerliliği konusunda hissettikleridir. Kişinin kendisiyle ilgili hissettiği güzel duygulardır. İnsanın bu duyguya ihtiyacı vardır. Yoksa diğerleriyle iletişim kuramaz, hatta sokağa çıkamaz. Şu halde narsisizm patolojik bir durum değildir. Terapist olmanın yolu da narsisizmden geçer diyebiliriz. Narsisizmi olmayan terapistin danışanının önünde konuşması hayli zordur.
Narsisizm, her insanda olması gereken, olağan ve doğal bir yapıdır. Narsisizm eksikliği kişiye diğer insanlar kadar önemli ve değerli olunmadığını düşündürür. Güç, kontrol ve başarıya önem veren ailede yaşamak narsisizm eksikliği doğurur. Kişinin egosu zayıflar; başkalarının hakkında ne düşündüğü birinci kaygısı haline gelir. Çevresinden ilgi almak için çevresini kayıtsız şartsız memnun etmeye çabalar. Başkalarını kendini ihtiyaçlarını düşünmeden sever. Başkalarının ihtiyaçlarını otomatik bilmesi gerektiğine şartlanır. Başkalarını sevmeyi onların ihtiyaçlarını karşılamaya eşitlemişse, doğal ihtiyacı olan narsisizmi zarar görür ve zedelenir.
Çocuklara kendini sevmenin egoistlik olduğu ve kendini beğenmişlikle sonuçlanacağı telkin edilir. Kimsenin o kişinin yanında olmak istemeyeceği varsayılır. Bu doğru değildir. Eğer kişi kendini yeterince sevmezse veya sevmemeyi seçerse, başkalarının onu gerçekten sevebileceğine nasıl inanır? Kişi tüm sevgi ve ilgisini başkalarına yöneltirse, nasıl kendini bir bütün olarak hissedip gerçekten sevebilir?
Kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi gerekir. Bu sevgiye narsisizm denir. Narsisizm bu anlamıyla bir ihtiyaçtır. Bir ülkeyi yönetmeye aday liderde narsisizm olmalıdır. En iyi lider narsisizmi ve paranoyası biraz abartılmış, insancıl özellikleri ön plana çıkmış liderdir. Çünkü narsisizm kişinin kendini beğenmesi, sevmesi, değerli görmesi ile yakından ilişkili bir kavramdır. Kişinin kendini beğenmesine, önemli ve değerli biri olarak kabul etmesine izin verilmezse aşağılık kompleksi ile karşı karşıya kalabilir.
Narsisizm toplumda bir aşağılama gibi algılanır. “Pis narsist, kendini beğenmiş, bencil” gibi kullanımlar yaygındır. Bu kullanımlar bizce doğru değil. Narsisizm yemek yemek veya su içmek gibi normal bir ihtiyaçtır. İnsanlar, narsisizmi sağlıklı bir şekilde oluşturamadıklarında veya abartıp patolojik hale getirdiklerinde sıkıntı yaşar.
Bencillik; narsisizm bağlamında kişinin kendisiyle olan ilişkisidir. Bencilliğin sözlük tanımı kişinin kendi refahıyla çok fazla ilgili olmasıdır. “Çok fazla” kelimesi vurgulanır. Genellikle bencillik herhangi bir şekilde kişinin kendi iyiliğiyle ilgilenmesi olarak yorumlanır. Bu ilgide bir anormallik yoktur, sadece “çok fazla” olması sorundur. Sorun kişinin sırf kendi iyiliğini düşünmesidir. Kendi iyiliği ile birlikte başkalarının da iyiliğini düşünmeyi öğrenirse, herkesin etrafında döndüğü güneş olma sevdasından vazgeçer, kendi başına ışıldayan bir yıldız olabilir. Yıldız olmak diğer yıldızların da varlığına izin verir.
Demek ki bir ölçüde bencillik doğal bir ihtiyaçtır. Bu anlamda bencil olmalarına izin verilmeyen insanların narsisizmleri sağlıksız gelişir. Narsisizmleri sağlıklı gelişemeyen aslında özgüvensiz yetişir ve her fırsatta benmerkezci refleksler gösterir. Bu insanların narsisizmleri patolojik düzeyde olduğu için, kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz ve kendilerini sevemezler. Ben değerini sürekli dışarıdan taşıdıkları desteklerle sürdürmek zorundadırlar. Zamanlarını başkalarını nasıl kontrol edecekleri ve nasıl çevrelerinin merkezi olacaklarını planlayarak geçirirler. Enerjileri dışsal koşullara yöneliktir ve terk edildikleri zaman perişan olurlar.
Kişinin kendisini değerli, benzersiz, önemli görmesi, psikolojik doyum yaratan bir duygudur. Bu durum diğer insanlarla kurulan ilişkilerde doğal olarak yarar sağlar. Kişi ilişki kurduğu diğer kişi ile arasında bir eşitsizlik olduğunu düşünüyorsa, onu kendinden üstün ve değerli görüyorsa, kendini aşağılık ve değersiz hissediyorsa ne olur? Çok geçmeden karşıdaki kişiye, sandığı gibi davranmaya başlar, sağlıklı ilişki zemini başından kırılır. İşte bu yüzden insanların narsisizme ihtiyacı vardır. Kişinin kendi bedeniyle, kendi ruhuyla barışık olması, kendini değerli ve önemli hissetmesi ve bu şekilde başkaları ile ilişki kurması, sağlıklı bir yaşam göstergesidir. Başkalarının gözünde kendini eksik gören kişiler sürekli bu algının altında ezilmeye mahkum kalacaktır.
Hürriyet Aile’nin yaptığı “Cinsel hayatınız nasıl?” anketi siz değerli okuyucularımızın katılımlarıyla sonuçlandı. Verilen cevaplarda çoğunluk, cinsel hayatının çok iyi olduğunu vurgularken seks yaşamının kötü olduğunu söyleyenlerin sayısı da hayli fazla çıktı. İşte bu noktada Uzman Psikolojik Danışman Cem Keçe, mutlu bir cinsel yaşam için altın değerinde önerilerde bulundu, cinsel birleşmeden alınan zevki artırmak için yapılması gerekenleri sıraladı.
Cinsellikten Keyif Alabilmek için Rahat Olunmalı
Çiftin boşalması veya orgazmın mutluluğuna ulaşması için çok rahat olması ve endişe duymaması gerekir. Endişe, korku veya kaygı veren düşünce veya duygular çiftin olumsuz etkilenmesini ve cinsel olarak uyarılmalarını yavaşlatabilir. Eğer çift beynini kapatmakta zorlanıyorsa, düşünce ve duygularını kontrolü altına almak için cinsel fanteziler kurmayı deneyebilir. Böylece yatakta geçirilen zaman eğlenceli, tinsel, yoğun ve derin olabilir.
Merak ve Heyecan Uyandırılmalı
Çift yaşadığı cinsellikte merak ve heyecan uyandırmalıdır. Böyle çiftler birbirine kısa süren bir şehvet anının bile ne kadar tutkulu olabileceğini göstermiş ve cinsel hayatlarına derinlik katmış olurlar.