Çocuklukta oluşan yaralar, ana-babanın kasti olmasa da, çocuğun temel ihtiyaçlarını gideremedikleri noktalarda oluşan bir nevi kek hamurundaki paslı çiviler olarak görülebilir. Bu temel yaralar, evlilik sorunlarından cinsel sorunlara, beden dilinden dış görünüşe kadar tüm ruhsal yapıda ve bedende etkisini göstermektedir. Ve bu yaraları gizlemek için de kişiler çeşitli savunmalar geliştirirler. Bu savunmalara kısaca değinelim:
1- Bağımlı olma: Başka birinin desteği ya da yardımı olmadan hiç bir şey yapamayan kişilerdir. Ergenliğin ilk zamanlarında ortaya çıkan bu rahatsızlığın temelinde kişinin başkası tarafından korunma ihtiyacı ve bağımsız olmaktan korkması yatar. Bağımlı kişiler genelde yalnız kaldıklarında aşırı derecede rahatsızlık hissederler, çoğunlukla depresyonda ve gergindirler. Bu kişiler kendi yeteneklerine güvenmezler ve başkalarının her zaman daha iyi fikirleri olduğunu düşünürler. Birisinden ayrıldıklarında ya da kaybettiklerinde çok büyük acı yaşarlar ve ilişkilerini devam ettirebilmek için her tür koşula ve duruma katlanabilirler. Bu kişiler genelde kötümser, kendini küçük gören kişilerdir. Başkalarının eleştirilerini kendi değersizlikleri olarak algılarlar. Başkalarının kendilerini yönetmesine ve korumasına ihtiyaç duyarlar. İş hayatlarında sorumluluk gerektiren görevlerden, yöneticilik yapmaktan ya da yaratıcılık gerektiren işlerden kaçınırlar. Bu kişiler genelde bir başkası için kendi ihtiyaçlarını bir tarafa bırakır, kendilerine yönelik kötü davranışlara katlanır ve kendilerini ifade etmekte zorlanırlar. Çoğunlukla kontrol eden, zorba, aşırı korumacı ve çocuk gibi davranan insanlarla birlikte olurlar. Birlikte oldukları kişiler kendilerine zarar verse bile (şiddet kullanma, sözlü saldırıda bulunma, küçük düşürme, aşağılama vs.) ilişkiye devam ederler çünkü tek başlarına yaşayamayacaklarına inanırlar. Bütün yaşamları boyunca başka insanları rahatsız etmemek ya da kızdırmamak için çaba sarf ederek geçirirler. Kendi varlıklarından, bağımsızlıklarından ve bireyselliklerinden vazgeçerler. Bu yapının nedeni tam olarak bilinmemektedir ama başlangıcının ergenliğin başlarında geliştiği tespit edilmiştir. Araştırmalar anne–çocuk ilişkisinde aşırı otoriter yaklaşım ile aşırı korumacı davranışların bu kişiliğin oluşumunda büyük etkisi olduğunu göstermektedir. Bu iki yaklaşım şekli kişinin kendi başına hareket edemeyeceğine, başkalarının korumasına ihtiyacı olduğuna ve insanlar ile ilişkisini devam ettirebilmek için her zaman başkalarının isteklerine beklentilerine ve taleplerine uyması gerektiğine dair inancın oluşmasını sağlamaktadır. Genel olarak belirtileri şunlardır;
—Kendi başlarına karar verememek,
—Pasiflik,
—Kişisel sorumluluktan kaçınmak,
—Yalnız kalmaktan aşırı derecede korkmak,
—Bir ilişki bittiğinde büyük acı çekmek ve çaresizlik hissetmek,
Psikolojide ruh sözcüğü bazı bilim adamlarına göre beynin üzerinde idare edici ve hükmedici bir kuvveti; bazılarına göre ise beynin işlevlerini yani süreçlerini ifade etmektedir. Aslında günümüzde ruh sözcüğünün tanımından çok süreçleri üzerinde durulmaktadır. İnsan davranışını oluşturan ruhsal süreçler 3 ana başlık altında toplanabilir. Bunlar;
— Düşünme, sorun çözme, anma, kavram ve ilkeleri kullanma gibi bilişsel süreçler,
— Tutumlar, coşkular, değerler, ilgiler ve güdüleri içeren duygusal süreçler,
— Yürüme, yazma, konuşma gibi kassal eylemleri içeren bedensel süreçler olarak sıralanabilir.
Çocukluk dönemindeki çatışmalar kendini 2 biçimde göstermektedir. Bunlar;
— İç çatışmalar(ego, derin ego, id ve süperego arasında ortaya çıkan ve nevrozlara yol açan çatışmalar),
— Dış çatışmalar (çocuğun kendi aile çevresi ile yaşadığı ve çeşitli olumsuz tutum ve davranışlara neden olan çatışmalar) şeklinde sıralanabilir.
Sağlıklı ve dengeli bir kişiliğin oluşabilmesi için ruhsal gelişimin her evresini çocuğun fazla çatışmaya uğramaksızın aşması, fazla geriye dönüş yaşamaması ve engelleyici iç sıkıntılarının ortaya çıkmaması gerekmektedir. Bu şartlar yerine gelmediği zaman ruhsal acılar yaşanmaya başlar. Bu nedenle terapinin amacıdayanılmaz hale gelmiş tüm acıları azaltmaktır. Terapi sürecine giren kişi kendi içine bakmaya ve kendisini başka bir şekilde sevmeyi öğrenmeye başlar, sözlerin, konuşulanların nasıl bir mucize yaratacağına tanık olur. Çünkü terapi bir sanattır ve bu sanatın mucizeleri, beden ile ruh arasındaki yüksek ilişkilere dayanır. Bu ilişkiyi geliştirebilmek ve terapi sırasında terapistle hastanın aynı dili konuşabilmesi ve terapistin kullandığı kavramların ne anlama geldiğini hastanın öğrenmesi, aradaki iletişimin doğru ve sağlıklı olabilmesi için şarttır. Bu nedenle terapide temel yaklaşım, klinik ve akademik çeşitli teorilerin holistik (bütüncül) bir entegrasyonu ve açıklaması olmalıdır. Danışanların kendileri olabilmeleri için bir rehber, bir yol haritası olmak terapistin görevlerinden biridir. Terapist bunu yaparken danışanın duygularını, durumunu, pozisyonunu, geçmişini, aşklarını, beklentilerini, uğraşlarını ve engellenmelerini anlamaya çalışmalıdır. Çünkü danışanlar genellikle utanç ve suçluluk duygularıyla dolu olarak terapiye başvurular. Hayatlarını ve ilişkilerini berbat ettiklerini düşündükleri için utanır, kendilerine ve diğerlerine verdikleri sözü yaşatamadıkları, kendilerini ve partnerlerini hayal kırıklığına uğrattıkları için suçluluk duyarlar. Bu nedenle ilk iş; danışanı ne olduğu ve nerede bulunduğuna bakmaksızın terapistin kabul etmesi, utanç ve suçluluk duygularını azaltması, ardından da hedefleri saptaması ve gündemi oluşturması gerekir. Her insan sevilmek, saygı görmek, kabul edilmek ve partneri tarafından duygusal anlamda beslenmek ister. Bunlar insan ruhunun temel gereksinimleridir. Terapist danışanlarına işin içinde olduğunu hissettirerek ittifak kurmalı, bilgelikle, anlayışla ve akılla onların duygularına nazik ama sağlam, belirten ama zorlayıcı olmayan bir şekilde dokunmalıdır. İyi bir arkadaş, iyi bir dost, iyi bir ağabey, iyi bir kardeş olmaya çalışmalıdır. Kendilerini rahat ve güvende hissetmelerini sağlamalıdır. Terapistle aynı dili konuşabilmeleri için önce bilgilendirmeli, sonra bu bilgileri hayatlarında ve yaşadıklarını düşündükleri sorunlarında görmelerini istemelidir. Daha sonra kişi terapistin rehberliğinde kazandığı yeni teknikler ve yaklaşımlarla kendini tedavi etmeyi öğrenir. Yani temel yaklaşım; okyanusu bir küp şekerle tatlandırmayı denemek dahi olsa, umut duygusunu sürdürerek, bilme, görme ve uygulama felsefesini hayata geçirmektir.
Çocuklara cinselliği anlatmak oldukça hassas bir durumdur. Verilen her yanlış cevap, ileride onların cinsel yaşamlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Uzman Psikolojik Danışman Cem Keçe, çocuklara bu konuyu anlatırken net bir dil kullanılmasının altını çizdi ve ailelere önerilerde bulunmayı da ihmal etmedi.
Cinsel eğitim, doğumdan başlayarak ergenlik dönemine kadar olan dönemi kapsar ve bu eğitime başlamak için belirli bir yaş yoktur. Çocukların cinsellikle ilgili soruları veya cinsel organlarıyla oynamaları, anne ve babaları korkutan bir olgudur. Kız çocuklarına yönelik, “Bacağını ört” veya “Eteğini kapat” gibi söylemler ne kadar masum olursa olsun, bu söylemler, ilerde onların vajinismus sorunuyla karşı karşıya gelmesine zemin hazırlayabilir. Erkek çocukları da cinsel organlarıyla oynadığında onlara söylenen, “Koparırım” veya “Oynarsan düşer” gibi korkutma sözleri, onları gelecekte erken boşalma veya sertleşme sorunlarını yaşayan biri hale getirebilir.
Doğru verilmeyen cinsellik eğitimi çocukların cinsel hayatlarını etkiliyor
Aileler cinsellik ile seks eğitimini birbirine karıştırıyor. Bu da, anne ve babada korkulara yol açıyor. Doğru verilmeyen cinsel eğitim ve meraklı sorularına tatminkar yanıtların verilmemesi, çocukta bir yara haline geliyor. Bu durum onun ilerdeki cinsel hayatını sıkıntıya sokabilecek cinsel işlev bozukluklarına neden olabiliyor. Bu da farkında olmadan ailelerin yanlış tutumlarından kaynaklanabiliyor.
Dürüst olun ve cinselliği sade bir dille anlatın
Genelde çocukların merakı 3-4 yaşlarındayken başlar. Çocuğunuza bu konuyu sade bir dille anlatmanız uygundur. Onlara karşı dürüst olun ve anlaşılmaz bir nokta bırakmayın. Anlatımınızı bilimsel kaynaklardan veya bu konuda yazılmış başvuru kitaplarından yararlanarak desteklediğiniz takdirde bu sıkıntılı durumu rahatlıkta atlatabilirsiniz. Cinsellikle ilgili tüm bilgileri çocuğunuza bir anda anlatmanız kesinlikle doğru olmaz. Tek seferde her şeyi anlattığınızda, fazla bilgi yükleyip çocuklarınızın kafasını iyice karıştırabilirsiniz.
Çocuğunuza cinselliği anlatırken dikkat etmeniz gerekenler
Geçen hafta "Hazzın simülasyonu "Cinsel Fanteziler" hakkında bir yazı yazmıştım. Bu hafta ise cinsel fantezilerle ilgili 5 soru ve cevaplarını yazıyorum.
Eşim cinsel fantezilerime sıcak bakmıyor, ne yapabilirim? / R.C. - İstanbul
Sağlıklı bir cinsel yaşamın göstergelerinden biri olan cinsel fanteziler, kişilerin üzerindeki bir takım baskıları azaltabilir. Günlük hayatlarını normal olarak sürdürmelerine ve cinsel yaşamdaki heyecanı yoğunlaştırarak daha kolay doyuma ulaşmalarına yardımcı olabilir, uyguları canlı tutar, cinsel yaşantıyı monotonluktan, sıradanlıktan uzaklaştırıp, renklendirir, zenginleştirir. Bu nedenle eşinizle açık açık konuşmanızda, istek ve taleplerinizi söylemenizde, onu anlamak için dinleyerek neden fantezilerinize sıcak bakmadığını anlamanızda fayda var. Böylece onun ilgisini ve dikkatini çekebilirsiniz ve ardından yeni çamaşırlar deneyerek, ona reddettiği şeyleri ısrarla göstererek, aşk oyunlarına ağırlık vererek ve cinselliği daha fazla konuşarak sizin bakış açınızı keşfetmesine yardımcı olabilirsiniz.
Yeni evliyim. Eşimi seks oyuncakları kullanmaya nasıl ikna edebilirim? / Y.C. - İzmir
Cinsel fantezi kurmak kolay ve güvenlidir. Cinsel fantezileri bir çeşit simülasyon olarak tanımlayan Uzman Psikolojik Danışman Dr. A. Cem Keçe, cinsel fantezilerle ilgili bilinmesi gereken önemli noktaları anlattı.
Cinsel sapkınlıkla karıştırmayın!
Fanteziler, hayal dünyasında kaldığı ve kişinin kendisine, partnerine ya da topluma zarar vermediği sürece asla sorun yaratmaz. Cinsel fanteziler, cinsel uyarılmayı sağlamak, haz duymak ve orgazm olabilmek için mutlaka zorunlu hale gelmişse, bir sorun olarak algılanabilir ancak bu sapıklık anlamına gelmez. Yani sapıklık herhangi bir durumun veya nesnenin tekrarlayıcı, sabit ve cinsel uyarılma sağlamak için zorunlu olması demektir. Hastalar tarafından ilk etapta yalnızca bozukluk olarak algılanan veya hiç fark edilmeyen ancak toplumsal nedenlerden ya da partnerlerinin şikayetlerinden dolayı sorun olarak tespit edilen cinsel sapkınlık (parafili); normal cinsel ilişkiden sapma anlamında kullanılan bir terimdir.
En sık görülen cinsel sapkınlıklar nelerdir?
Cinsel sapkınlıklar genellikle tekrarlanan ve kişiye üzüntü veren özel cinsel fanteziler, yoğun cinsel dürtüler ve uygulamalar ile karakterize cinsel bozukluklardır. Cinsel sapkınlıkların en tipik özelliği, cinsel uyarılma ve orgazm ile ilişkili olay, bilinçli ve bilinçsiz bileşenleriyle özel fantezilerdir. Fantezinin etkileri ve onun davranışsal gösterimi, kişinin cinsel alanın ötesine kadar uzanarak hayatını istila etmektedir. Klasik psikoanalitik modelde, heteroseksüel uyum için normal gelişme sürecini tamamlayamamış kişilere parafililik kişi denir. En sık görülen cinsel sapkınlıklar; teşhircilik (egzibisyonizm), fetişizm, fortçuluk (frottörizm), pedofili (çocukculuk), mazoşizm, sadizm, röntgencilik (voyerizm), transvestik fetişizmdir. Cinsel fanteziler her zaman masun ve zararsız olmayabilir, her zaman doğru ve sağlıklı bir şey değildir. Örneğin; birçok kişi meme, kalça, bacak, ayak gibi bedenin çeşitli bölümlerinden cinsel olarak uyarılır ve bunlara fantezilerinde de yer verir. Elbette ki bu bir sapkınlık değildir. Sadece bir cinsel uyaran çeşitliliğidir.
Fetişizm normal bir şey mi?
Ancak bir kişi için tek cinsel uyaran örneğin sadece ayak ise, başka hiçbir şey aynı cinsel uyarı sağlamıyorsa, o zaman fetişizm dediğimiz bir sağlıksız durum söz konusudur. Ya da bir cinsel fantezi sado-mazoşist eğilimlere yönelmişse, yaşanan cinsel ilişki fiziksel ve duygusal şiddet içermeye başlamışsa bu normal değildir. Çünkü cinsel ilişki esnasında acı çekme veya acı çektirmenin çiftlere haz vermesi doğal kabul edilen bir durum değildir. Cinsel ilişki esnasında romantizmin ve duysallığın yerini şiddet içeren eylemler almaya başlamışsa burada sağlıklı bir cinsellikten bahsedilemez.
Cinsel fanteziler insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolaydır, ucuzdur, güvenlidir. Kişinin bunu yaparken aslında kimseye ihtiyacı yoktur. Senaryoyu kişi kendisi yazar, istediği oyuncuları kendisi seçer ve onları istediği gibi oynatır. Yani cinsel fanteziler, insanların deneme-yanılma yönteminin risklerinden kurtulmak için sahip oldukları bir yetenektir. Buna “Bir çeşit simülasyondur” demek yanlış olmaz. Gerçeklerin tatmin edilemediği noktada beynin ürettiği yararlı sanrılardır. Fanteziler, hayal dünyasında kaldığı ve kişinin kendisine, partnerine ya da topluma zarar vermediği sürece asla sorun yaratmaz.
SAPKINLIKLA KARIŞTIRMAYIN!
Cinsel fanteziler, cinsel uyarılmayı sağlamak, haz duymak ve orgazm olabilmek için mutlaka zorunlu hale gelmişse, bir sorun olarak algılanabilir ancak bu sapıklık anlamına gelmez. Yani sapıklık herhangi bir durumun veya nesnenin tekrarlayıcı, sabit ve cinsel uyarılma sağlamak için zorunlu olması demektir. Hastalar tarafından ilk etapta yalnızca bozukluk olarak algılanan veya hiç fark edilmeyen, ancak toplumsal nedenlerden ya da partnerlerinin şikayetlerinden dolayı sorun olarak tespit edilen cinsel sapkınlık (parafili); normal cinsel ilişkiden sapma anlamında kullanılan bir terimdir. Cinsel sapkınlıklar; genellikle tekrarlanan ve kişiye üzüntü veren özel cinsel fanteziler, yoğun cinsel dürtüler ve uygulamalar ile karakterize cinsel bozukluklardır. Cinsel sapkınlıkların en tipik özelliği, cinsel uyarılma ve orgazm ile ilişkili olay, bilinçli ve bilinçsiz bileşenleriyle özel fantezilerdir. Fantezinin etkileri ve onun davranışsal gösterimi, kişinin cinsel alanın ötesine kadar uzanarak hayatını istila etmektedir. Klasik psikoanalitik modelde, heteroseksüel uyum için normal gelişme sürecini tamamlayamamış kişilere parafililik kişi denir. En sık görülen cinsel sapkınlıklar; teşhircilik (egzibisyonizm), fetişizm, fortçuluk (frottörizm), pedofili (çocukculuk), mazoşizm, sadizm, röntgencilik (voyerizm), transvestik fetişizmdir. Cinsel fanteziler her zaman masun ve zararsız olmayabilir, her zaman doğru ve sağlıklı bir şey değildir. Örneğin birçok kişi meme, kalça, bacak, ayak gibi bedenin çeşitli bölümlerinden cinsel olarak uyarılır ve bunlara fantezilerinde de yer verir. Elbette ki bu bir sapkınlık değildir. Sadece bir cinsel uyaran çeşitliliğidir.
FETİŞİZM NORMAL DEĞİL
Ancak bir kişi için tek cinsel uyaran örneğin sadece ayak ise, başka hiçbir şey aynı cinsel uyarı sağlamıyorsa, o zaman fetişizm dediğimiz bir sağlıksız durum söz konusudur. Ya da bir cinsel fantezi sado-mazoşist eğilimlere yönelmişse, yaşanan cinsel ilişki fiziksel ve duygusal şiddet içermeye başlamışsa bu normal değildir. Çünkü cinsel ilişki esnasında acı çekme veya acı çektirme çiftlere haz vermesi doğal kabul edilen bir durum değildir. Cinsel ilişki esnasında romantizmin ve duysallığın yerini şiddet içeren eylemler almaya başlamışsa burada sağlıklı bir cinsellikten bahsedilemez.
Bir kişinin insan olarak ihtiyaçlarını 3 başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar:
* Bedensel (fizyolojik) ihtiyaçlar,
* Ruhsal ihtiyaçlar,
* Toplumsal ihtiyaçlar.
Bu ihtiyaçlar karşılanmadığı zaman kişide stres meydana gelir. Günlük hayat içinde, “bugün çok stresliyim”, “bugün günümde değilim”, “bugün delirmek üzereyim”, “patlamak üzereyim” gibi konuşmalara sık rastlanabilir. Stres yukarıdaki örneklerde de yer alan manasıyla sıkıntı, huzursuzluk veya gerginlik demektir. En geniş anlamda birey ve çevre etkileşiminde kişinin uyumunu bozan ve kapasitesini zorlayan talepler olarak tanımlanabilen stres; bedensel ve ruhsal sıkıntının bilinçli zihinle hissedilmesi ve dışa vurumu demektir. Yani stres; bedensel ve ruhsal ihtiyaçların karşılanamaması durumunda ortaya çıkan bedensel ve ruhsal sıkıntı halidir.
Ruhsal ve bedensel ihtiyaçlardan bazıları evrensel ihtiyaçlardır, bazıları da tamamen kişiye özgüdür. Evrensel bedensel ihtiyaçlar; su içmek, yemek yemek, uyumak, barınmak, giyinmek ve dinlenmektir. İnsan sadece etten kemikten meydana gelmiş bir varlık değildir, ruhu vardır ve ruhunun da aynen bedeninin olduğu gibi ihtiyaçları vardır. Evrensel ruhsal ihtiyaçlar; cinsellik, adam yerine konulmak, değerli olduğunu hissetmek, önemsenmek, korumak ve kollanmak, sevmek, sevilmek, takdir edilmek, gözetilmek, onaylanmak, başarılı olma, tecrübe kazanma, tehlikelerden korunma, güven duymak şeklinde sıralanabilir. Toplumsal ihtiyaçlar ise; belirli bir gruba mensup olma, evlenme, estetik ve sanatsal etkinlikler, belli bir statü sahibi olma gibi ihtiyaçlardır.
Bedensel ihtiyaçlar, ruhsal ihtiyaçlardan çok daha sınırlıdır. Bedensel ihtiyaçların yoğun bir biçimde giderilmesi kısa sürede doygunluğa yol açar. Ancak ruhsal ihtiyaçlar hiçbir sınır tanımaz. Ama ruhsal ihtiyaçların sağlıklı bir biçimde ortaya çıkabilmesi için bedensel ihtiyaçların bütünüyle tatmin edilmesi gerekir. Ruhsal ve bedensel ihtiyaçların karşılanmaması kişide değişik tepkilere yol açabilir. Bedensel ihtiyaçlar karşılanmadığında kişi saldırganlaşabilir ve hızla ölür. Ruhsal ihtiyaçlar karşılanmadığında ise; kişi bir bardağın damla damla dolması gibi yavaş yavaş gerginleşir ve öfke patlamaları şeklinde duygularını olup olmadık yerde dışa vurabilir ve yavaşça ölür. Kişinin öfke ifadesi bilinçdışındaki derin bir çatışmaya işaret edebilir. Öfkenin anlamlandırılabilmesi için, bilinçdışındaki konuların örtüsünü kaldırmak gerekir, bunun için de kişi duyguların ifade edilmesine ve zihinde canlandırılmasına odaklanmalıdır. Duyguların kavranması, kişinin bunları deneyimlemesi, geçmiş olaylar ve yaşanan ilişkinin dinamikleri çok önemlidir. Öfke, kişinin saldırganlık dürtülerinin bir parçasıdır ve katharsis (arınma, temizlenme, boşalma, bilinçdışına itilmiş duyguların yaşanıp boşalım olanağına kavuşturularak kişinin sıkıntı yaratan duygulardan ve nevrotik belirtilerden kurtulması) yoluyla duyguların ifadesi sonucunda öfke azalacaktır.
Ruhsal ihtiyaçları karşılamanın en etkili yolu, sağlıklı ve doğru bir iletişimdir. Bunun için kişinin ve muhatap olduğu bireyin motive olması gerekir. Motivasyon: ruhsal ihtiyaçlarını karşılayacak davranışların ortaya çıkması için kişinin uyarılması, yönlendirilmesi ve davranışın sürdürülmesini etkileyen olumlu durumlardır. Her insanın bir takım ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar harekete geçirilene kadar kişi güdülenemez. Harekete geçirilmiş ihtiyaç psikolojide güdü olarak tanımlanır. Maslow insanı harekete geçiren 5 temel dürtüden bahseder. Bunlar:
Çevremizde bazen el ele yürüyen yaşlı çiftler görür, “Onlar nasıl ilk günkü gibi mutlu olmayı başarıyor?” diye merak ederiz. Siz de böylesine mutlu bir evlilik için Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe’nin tavsiyelerine kulak verip bunları uygulayabilirsiniz.
1- Mutlu anlar yaşayın: Bankada bir hesap açtığınızı düşünün. Bu hesaba ne kadar mutlu an yatırırsanız ilişkiniz de o kadar mutlu ve uzun ömürlü olur. Amacınız hesabınızı mutlulukla doldurmak olmalı.
2- Birbirinize olan ilgisizliğinizin nedenini bulun: Kıskançlıklar, hep bir arada olma, ilginin çocuklara kayması, maddi sorunlar, evlilik sorumluluklarının ağır gelmesi ve gerçekçi olmayan beklentiler çiftin birbirlerine olan ilgisini azaltabilir.
3- Aklınızda bir anahtarlık hayal edin: Anahtarlığınıza; koşulsuz sevme, anlayış, hoşgörü, arkadaş olabilme, samimiyet, şefkat, emek, sabır ve fedakarlık anahtarlarını takın. Anahtarlığa takılan tüm bu olgular mutlu evliliğin kapılarının altın anahtarlığını barındırır.
4- Sevgiliyken yaptıklarınızı tekrarlayın: Çiftler her nedense evlenince, toplumun onlara yüklediği roller doğrultusunda evlilik sürecinde, sevgililiği birbirlerine yakıştıramazlar. Böylece kısa süre önce sevgiliyken yaşadıkları güzel paylaşımları evliliklerine taşıyamazlar. Hatta flörtü evliliğin doğal süreci olarak görmeme eğilimi hakim olur. Oysaki insanları değiştiren evlilik değil, evliliğe bakış şekilleridir. Evlilikle birlikte sevgiliyken yaptıkları davranışlardan uzak duran çiftler zaman içerisinde hayatın onlara sunduğu monotonluğu yaşar ve sevgilerini, paylaşımlarını sorgulamaya başlarlar. Halbuki sevgiliyken yapılan küçük paylaşımların devam etmesi ilişkiyi ateşler. Kişilerin kendilerini daha iyi hissetmesi ve tutkularının devam ettiğini görmek onları birbirine bağlar. Eski tutku ve sevgilerinin devam ettiğini görmek ayrıca yeni paylaşımların artmasına da neden olur.
5- Birbirinizin fikirlerine saygı duyun: Eşinizin bir konu hakkındaki fikirlerine ya da hayallerine değer verin. Katılmasanız dahi onun ortaya koyduğu fikirlere saygı duyun ve sonuna kadar dinleyin.
6- Evliliğinizi monotonluktan kurtarmak için yenilikler yapın: Kaliteli zaman geçirmek için olanaklar yaratın. Ona beklenmedik küçük sürprizler yapın. Özel bir gün olmasa dahi ona küçük bir hediye alın. Birlikte vakit geçirmek için fırsat kollayın. Ortak zevklerinize uygun paylaşımlar yaratın.