10 Aralık 2011
Saç kestirmek suç oldu... Ve, aslına bakarsanız, böyle olacağı belliydi. İlk saç’ılımı başbakanımız yapmıştı. Taaa 2006 “Ekim” ayında, Ertuğrul Özkök’le sohbet ederken, saç “ekim”ine hoşgörüyle baktığını, desteklediğini söylemişti. Bilahare, Özkök de saç ektirdi. Ayşenur Aslan’ın medya mevzuları programında detayları anlatmış, “banyo yaparken, elimi başıma attığımda biraz saç gelsin istiyorum” demişti.
Medyamızda durum... Kel’di.
(Yılmaz kovulacakmış tartışmasını alevlendirmemek için, Özkök’ün yerine geçen yayın yönetmenimin Berber’oğlu olması ve saçının olmaması meselesine hiç girmeyeyim...)
Başbakanımızın saç’ılımıyla birlikte, siyasette adeta “ekim devrimi” yaşandı. Mebus olmak isteyen, saç ektirmeye koştu. Estetikçi Profesör Erol Kışlaoğlu, seçimler öncesinde saç ektiren siyasi sayısında patlama olduğunu söyledi.
Ki, tam o günlerde, bi estetik merkezinin açılışına katılan AKP mebusu Mevlüt Akgün “nazar etme ne olur, ektir, senin de olur sloganıyla yola çıktık”larını ifade etti. Saç ektirerek siyasette çığır açtığını belirten Akgün, kendisi gibi saç ektiren 5-6 mebus arkadaşı olduğuna dikkat çekerek, “bahar yağmurları geldi, saçlarımızın doğal suyla beslenip büyümesini bekliyoruz ama, kafa önemli tabii, benimki mesela, verimli kafa” dedi.
“Demokrasi tıraşı”mızla ilgili bu çarpıcı açıklama üzerine, “tıraştırmacı” gazeteciler devreye girdi, 5-6 filan değil, en az 30-35 mebus arkadaşın saç ektirdiği tespit edildi.
Hatta... Saç ekimi uzmanı Melike Paeffgen “parlamenterler İstanbul’a gidip gelirken memleket meseleleri aksamasın diye, neredeyse TBMM’de oda açacağız” dedi.
Böylece... Böyle başa böyle tarak’ı biliyorduk, böyle memlekete böyle memleket meselesi’ni ilk kez öğrenmiş olduk yani.
İlla hepsi saç ektirmiyordu tabii... Başka yöntemler de vardı. Kafasına yumurta atılan AKP mebusu Burhan Kuzu “Yumurtadan sonra saçım çıktı, gerçi zaten evde kafama yumurta sürüyordum” dedi.
Şırak... Egemen Bağış’ın saçı çıktı!
Yumurtadan mı acaba demeye kalmadan...
Muharrem İnce “kıllık” yaptı, “kafasına saç ektirmek yerine, aklına demokrasi filizi ektirmesini tavsiye ediyorum” dedi.
TBMM berberinde işler kesatlaşmıştı... Muhalefet saç’ını kestiriyordu ama, iktidar saç uzattığı için yevmiye çıkmıyordu. Bülent Arınç tarafından işe alınan TBMM berberi Mümtaz, durumdan vazife çıkarmaya kalktı, bari “kıl”ları ayıklayayım dedi. Ağdayı ısıtıyor, mebuslarımızın kulak memesine yapıştırıyor, caarrt diye söküyordu. Gel gör ki... AKP mebusu Cahit Bağcı’ya yapıştırdı, bi çekti, deriyi söktü aldı iyi mi... “Kulak koptu” bağrışmaları oldu. “TBMM berberine telekulak yerleştirmişler, Mümtaz yanlışlıkla kabloyu söktü” dedikoduları çıktı. Neticede, Mümtaz’a uyarı cezası verildi, değil saç’a, kıl’a bile dokunmaması tembihlendi.
Meclis çatısı altındaki bu illegal faaliyet nedeniyle, saç ufak ufak suç kapsamına alınmaya başlandı. Olay yerini inceleyen AKP mebusu Ayhan Üstün, bazı CHP mebuslarının Ergenekoncu olduğunu söyledi. Üç koltuk yanda saçını kestiren CHP eski mebusu Mahmut Işık, “siz yokken, biz bu koltuklarda saçımızı kestiriyorduk” diye bağırdı. Kavgayı, eski başbakan Mesut Yılmaz tarafından işe alınan, Mesut Yılmaz’ın küçük oğlu Hasan’ın berberi Ahmet ayırdı.
Bu hadise, bardağı taşıran damlaydı.
TBMM berberinin tarifesine okkalı zam yapıldı, saç kestirmek 3 liradan 5 liraya çıkarıldı... Ki, kimse saçını kestirmesin.
Açıkça görüldüğü gibi...
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Eskiden, saçı uzun aklı kısa’ydı.
Bundan böyle, saçı kısa, suçu uzun.
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2011
Onca yalaka
Onca yanardöner
Onca pervane
Onca dalkavuk
Onca...
Dibek dövücünün hınnk deyicisi
Onca şakşakçı
Onca yaltakçı
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2011
Altyapısından yetiştiği kulübünün bariz faullerine, dokuz kusurlu hareketlerine “devam devaamm” diyen Cumhurbaşkanımız... Bu defa, hayret şekilde, pozisyonu ofsayt olarak değerlendirip, zart diye golü iptal edince, saha karıştı. *
E soruyorsunuz haliyle...
Takımda nooluyor?
*
İzah edeyim.
*
Gol ayağımız Abdullah...
Kalecimiz Recep’ti.
*
Maça fırtına gibi girdik. Abdullah fuleli adımlarla, zarif bilek hareketleriyle rakip defansın arasına dalıyor, Recep adeta lastik gibi uzuyor, sağ alt köşeden, sol doksandan filan, auta tokatlıyordu. İlk yarı 0-0 bitti. Dakika 66... Kendini unutturup, ceza sahası içinde topla buluşan Abdullah, sürpriz bi vole patlattı, goooolll! Ağlamak istiyorum sayın seyirciler...
*
Gel gör ki, her zamanki gibi gevşedik, işi bitirdik diye lay lay lom gezinirken, dakika 89, zafer sarhoşluğumuzdan faydalandılar, şuuuttt, sağ çatala takıldı maalesef, Recep seyretti, 1-1.
*
Aman ha demeye kalmadan, 90 artı van münüst oynanırken, kaleyi görür görmez vurdular, Recep’in şaşkın bakışları eşliğinde, bu sefer sol çataldan ağlarımızda.
*
Hakem golü verdi...
Bitiş düdüğünü çaldı.
Santra bile yapamadık.
*
Abdullah ne şahane gol attı be diye sevindik.
Recep yedi, yenildik.
*
Ümit milli takımımızın, Ermenistan maçıydı bu... Neticede, bu iki arkadaş sayesinde, Avrupa Şampiyonası’na katılamadık, elendik.
*
Görünen o ki, bu sezon...
Formalar değişmiş.
Kaleye Abdullah geçmiş.
Recep santrfor olmuş.
*
Kaç kaç biter orasını bilmem ama, kendi kalene gol atarak Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı alsan bile, bu kadroyla Avrupa Şampiyonası’na katılamayacağımız kesin.
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2011
Şu var ya şu...<br><br>Şikeci. Bu darbeci.
O ırkçı.
*
Yapıştır gitsin.
*
Elektriği, suyu, kanalizasyonu olmayan, adeta taş devrini yaşayan bi kasabada dünyaya geldi. Tesadüfe bak, o doğdu, kasabaya elektrik geldi. Teneke çatılı gecekondularda cılız ışıklar saçan “ampul”ler yanmaya başladı. Babası bu durumu müjde olarak kabul etti, oğluna, ampulü icat eden Edison’un adını verdi. Edson... Taaa Amerikalı zengin mucit, Brezilyalı bu çelimsiz bebeğin adaşı olmuştu. Az büyüdü, mahalle aralarında top koşturmaya başladı, Allah vergisi yeteneği vardı, önüne gelenin belini kırıyordu. Bi gün, rakip çocuklardan biri, sinirlendirip, moralini bozmak için “Pele” dedi ona... Edson hakikaten sinirlendi, ben Pele değilim, Edson’um diye bağırdı. Nafile. Zayıf noktayı gören öbür çocuklar da, Pele’sin işte, Pele’sin diye üsteledi, ağlaya ağlaya evine gitti, neden alay etmek için bana Pele diyorlar diye sordu babasına... Babası bilmiyordu. Boş ver dedi, üstünde durma, unutulur gider... Unutulmadı. Malum, çocuklar acımasızdır o yaşlarda, okulda, sokakta, her gören inadına Pele diye sesleniyordu. Kızlar bile... Ki, en fenası oydu. Deliriyordu bu vaziyete... Ama, kurtulamadı. Pele aşağı, Pele yukarı, yapıştı kaldı. Sonrasını biliyorsunuz, üç dünya kupası kazanan ilk insan oldu, hiç olimpiyata katılmadı ama, yüzyılın atleti ilan edildi, efsaneleşti.
*
Şöhret olunca, röportajlarında sordular haliyle, Pele ne demek? Bilmiyorum dedi. Sadece o bilmese gene iyi... Koskoca Brezilya’da Pele’nin anlamını bilen yoktu, ki zaten, Portekizce’de böyle bi kelime yoktu. Dünya basını seferber oldu. Arandı, tarandı, Karayip Adaları’nda böyle bi yanardağ olduğu tespit edildi. Ama, o da Pelee’ydi, iki e’li... Üstelik, Pelee, yanardağ tanrıçasıydı, yani kadın, ne alakası var, uymadı. Bu sefer, bilimadamları devreye girdi, Yunan mitolojisinde izine rastlandı. Dediler ki, Akhilleus’un babası Peleus’tur, olsa olsa, odur... Hadi len! Pele nerde, Peleus nerde... Yazılışı, okunuşu bile farklı. Ayrıca, Pele’ye bu adı takan mahalle arkadaşı nerden bilsin Peleus’u Meleus’u birader? Çaresiz, işin ucu bırakıldı.
*
Anlamı dünya çapında bilinmeyen
Pele, dünyanın en ünlü sıfatı olarak kaldı... Bugün bile soruyorlar Pele’ye,
ne demek diye, Ben Edson’um, Pele değilim, dünyaya anlatamadım diyor!
*
Kıssadan hisse...
*
Hani şu kim olduğu meçhul yeteneksiz tiplerin, bileğini bükemediği insanlara yapıştırdığı sıfatlar var ya, şikeci, ırkçı, çeteci, darbeci filan gibi... Pele’dir.
Sen istediğin kadar değilim de.
*
Unuttukları pürüz ise...
Aslında ampul’dür Pele.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2011
Hrant Dink’i öldürene 22 sene verdiler. Münevver’in kafasını testereyle kesip, çöpe atana 24 sene...
Henüz 13 yaşındaki N.Ç.’ye tecavüz eden sapıklara iyi hal’lerinden ötürü 4 sene yeterli bulundu. İnsanları boğup oturma odasına gömenleri serbest bıraktılar, insanları otelde diri diri yakanları zaten yakalamıyorlar. Rüşvetten tutuklu sanığı tahliye etmek için rüşvet isteyen savcı, alt tarafı 2 ay meslekten uzaklaştırıldı. 13 milyon liralık Hazine arazisini, avanta alıp 4 bin liraya tescil eden hâkim ise, 2 ay 15 gün uzaklaştırmayla kurtuldu. 8 kişiyi 49 dakikada katarakt ameliyatı yapıp, hepsini kör eden doktor, başka şehre tayin edilirken... Katarakt ameliyatı olması gereken kadının rahmini alan doktora hepi topu 3 ay hapis isteniyor. Kuvözdeki bebeler öldü, klimadan, üniversiteliler rahmetli oldu, kombiden, uçak düştü, radardan, sürat yaptırılan dandik tren şarampole uçtu, contadan, ruhsatsız fabrika patladı, kazandan, Kuran kursu çöktü, tüpten, çocuklar lağıma düşüp can verdi, rögardan dediler... Marmara depreminde 20 bin kişi hayatını kaybetti, 2100 dava açıldı, 1800’ü affa girdi, 110’u zamanaşımına uğradı, 189’unun cezası ertelendi, sadece 1’i günah keçisi ilan edildi, Veli Göçer, o da 7 senede yırttı. Ağca bile... Papa’yı vurdu anca 19 sene yattı, Abdi İpekçi’yi katletti, 10 senede sıyırdı, çıktı.
*
Aziz Yıldırım...
138 sene isteniyor.
*
Gazeteci vursaydı, Münevver’i doğrasaydı, N.Ç.’nin ırzına geçseydi, domuz bağı yapıp, Madımak’a kibrit çaksaydı, rüşvet alsaydı, göz çıkarıp, sakat bıraksaydı, uçak düşürüp, tren uçursaydı, çürük stat dikip, Papa’yı mıhlasaydı... 52 sene daha az yerdi.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2011
Punta’da bayram vardı. Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, “evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” diyerek yere kapanmış ve ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.
*
Aniden... Uzun boylu, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı ortaya, elinde revolver. Bastı tetiğe, trak trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından. Panik... Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse, orasına... Hasan Tahsin’di o çılgın Türk. Henüz 30’unda.
*
Hükümetimiz “bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin” diyordu hâlâ... Teori’yle pratik’in kesiştiği insan ise, vakit tamam demişti, Anadolu’ya geçiyoruz. Böyle başladı macera.
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar... Takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyor, şöyle yazıyordu hatıra defterine Yüzbaşı Kanellopulos, “Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”
*
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu aslında... Çıktı bi kayanın üstüne Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa, “Eyy Hacıanesti nerdesin, gel de kurtar ordularını!”
*
Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin kusuyordu köşesinden, “bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir...”
*
O “mahluk”lardan biriydi İzmirli süvari teğmen Yıldırım... 18 yaşında. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri girdi, savunmasız Kuzuluk Köyü’ne... Gözleri Fatma’ya takıldı, 15’inde... “Taze incir gibi” dediler, sırıtarak... Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti. Alev alev. Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada... Sakarya’da şehit olan Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi çekildi Şevket’in, boğazı düğümlendi... “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi gerçeği... Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.
*
“Bastır parayı, askerlikten yırt” yoktu o zamanlar... Allah kısmet ederse, romanını yazmak istediğim, Albay “deli” Halit, belinin sağında “namuslu” dediği tabancasını, belinin solunda “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup geri kaçana “namussuz”u gösteriyordu, “tercih senin yiğidim, istersen buyur kaçmayı dene!”
*
“Deli”ren biri daha vardı... İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı elindeki haritayı, fırlattı duvara, “bu hızla yarın İzmir’e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, hayalet gibi çıkıp, bi ordan bi burdan dalan, hızar gibi biçen Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma bölünüyordu.
*
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşinde.
*
Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu. Bornova’dan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek “bedel” vardı daha... İkinci Tümen Dördüncü Alay’dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, düştüler oracıkta. Bugün, anıtları var orada. “Vatan ve namus” yazıyor altında.
*
İzmir’e ilk giren süvari olma “şeref”i, İzmirli soyadını alan, Yüzbaşı Şeref’e nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu Şeref, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, Hükümet Konağı’nın alnı kabağına dikti al sancağı... Asteğmen Besim, Kadifekale’ye varmıştı bile.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi, Mustafa Kemal, seyrediyordu.
*
İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, işgali bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, dünyada bu özelliğe sahip tek şehir, İzmir’i... Seyrediyordu.
*
Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş, usuuul usul... Nif’te, kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine... Etrafında, Celal Bayar’ın “Galip Hoca” lakabıyla dağlarda örgütlediği efeler... Yorgundu. Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve istedi. “Biliyor musun İsmet” dedi... “Bir rüya görmüş gibiyim.”
*
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya... Sona ermişti.
*
Taa ki... AKP’nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, “biliyor musunuz” diye başlayıp, “Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün şehitlikler temsili” diyene kadar.
*
Yasu vre!
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2011
İngiltere’yi adres gösterdik.Beğenmediler.Buyrun size Türkiye arşivi.
“Tunceli vilayeti dahilinde Ovacık Kazası jandarma birliğine tabi Diztaş karakoluna 4/2/938 tarihinde Kalan Aşireti tarafından yapılan taarruz neticesinde şehit edilen karakol komutanı ile 20 jandarma erine ait olup mütaarrızlar tarafından gasbedilen 499 lira değerindeki erzakın bilahare erlerin iaşe bedellerinden ödenmek üzere Ovacık Kazası merkezindeki bakkallardan veresiye olarak alındığı ve bunların Jandarma Genel Komutanlığı bütçesinin iaşe tertibinden verilmesi mümkin olamıyacağı anlaşıldığından, Maliye Vekaleti bütçesinin masarifi gayri melhuza tertibinden verilmesi; Jandarma Genel Komutanlığı’nın işarına atfen Maliye Vekilliği’nin teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyeti’nin 23/6/938 tarihli toplantısında onanmıştır.”
*
İmza?
Reisicumhur, Atatürk.
Başvekil, Celal Bayar.
Yazının Devamını Oku