1 Aralık 2011
(Meclis tutanaklarından aktarıyorum...<br><br>Muhalefet milletvekilleri sordu.<br><br>Milli Savunma Bakanı cevapladı.) *
Milletvekili çocukları arasında bedelliden faydalanacak olan var mı? “İnsaf... Biz milletvekillerine sorduk mu, evladınız kaç yaşında diye? Bu soru, parlamentonun değerini düşürür. Sorsaydık, ayıp olurdu yani... Milletvekili oğlu da faydalanır.”
*
(Demek ki neymiş...
İnsan bu edepsiz soruyu sorarken, demokratik olarak biraz utanırmış.)
*
21 gün temel eğitim niye kaldırıldı? “Biliyorsunuz, okullarda sekiz yıllık temel eğitim var. Dört yıllık lise var, etti 12 yıl... Üstüne üniversite var. Entegrasyonu lisede sağlayamamışız, üniversitede sağlayamamışız da, kalkıp 21 günde mi sağlayacağız?”
*
(Anlaşılan, yakında, ver parayı, hiç gitmeden al diplomayı yasası da geliyor.)
*
Yurtdışındakilere de mi bu sebeple 21 günlük eğitimi kaldırdınız? “Yurtdışında parlamenter olanlar var. Bakanlık yapanlar var. Askerlik için kendi bakanlar kurulundan izin istemek zorunda kalıyorlar. Bir başka bakanlar kurulundan izin isteme durumuna düşürmeyelim diye.”
*
(Hüseyin Obama mesela... Adam Burdur’da askerlik yapmak istiyor, Beyaz Saray’dan bi türlü izin alamıyor!)
*
Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı değil mi? “Anayasamız, vatan hizmetinin her Türk’ün ödevi olduğunu belirtmiş. Askerlik hizmeti eşitlikse, bayanların da askere gitmesi gerekirdi. Her Türk’ün ödeviyse, hanımların da gitmesi gerekirdi.”
*
(Allah’tan bunlar kadınlara “kadın” demeye utanıyor... Bayanlar ve hanımlar yandı. Kadınlar ve kızlar yırttı.)
*
Şehitlerin kemikleri, şehit ailelerinin vicdanı sızlamayacak mı? “Şehit ailelerini sık sık ziyaret ediyorum, benim oğlum son olsun, bir daha ölüm olmasın diyorlar. Hiçbir şehit ailesi, benim oğlum şehit oldu, başkası da şehit olsun demiyor.”
*
(Bilip bilmeden konuşmayın yani... Hiç kimse askere gitmezse, kimse şehit olmaz.)
*
En muhteşemi de şu... Parası olan uyanık da, parası olmayan keriz mi? “Şunu çok net belirtmek isterim, 1’inci madde kabul edildikten sonra, 2’nci ve 3’üncü madde 1’inci maddenin ayrılmaz unsuru, 2’nci ve 3’üncü maddeler üzerinde önerge vermek haktır ancak, 1’inci madde kabul edildikten sonra 2’nci ve 3’üncü madde üzerinde görüşme kesinlikle doğru hareket değildir, suiistimaldir, 1’inci maddedeki
itirazı anlarım ama, 2’nci madde, 3’üncü madde doğal sonucudur, 1’inci madde kabul edildikten
sonra 2’nci ve 3’üncü madde işlevsiz
hale geliyor, 1’inci maddeyle çelişki olur, Meclis çelişkiyle uğraşmaz, tenakuzla uğraşmaz, mantıklı sonuçtur, söylediğim budur,
bunu milletimiz de görüyor.”
*
(Gayet net di mi?)
*
Netice...
Oylarınıza sunuyorum.
Kabul edenler?
Kabul etmeyenler?
Kabul edilmiştir.
(Alkışlar...)
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2011
Sayın başbakanımızın ameliyat olduğunu bizim anca iki gün sonra öğrendiğimiz ortaya çıktı sayın seyirciler... *
Aslına bakarsanız, kurcalamaya niyetimiz olmadığı gibi, sorup soruşturmaya da asla niyetimiz yoktu. Ancak, bizzat Başbakanlık tarafından taaa iki gün önce ameliyat olduğu açıklanınca, taaa iki gün sonra öğrendiğimizi son dakka diye ortaya çıkarmamız gerektiği ortaya çıktı sayın seyirciler...
*
Takdir edersiniz ki, çevreye rahatsızlık vermemek için, hangi rahatsızlık sebebiyle ameliyat olduğunu da ilke olarak merak etmeme kararımız vardı. Burnumuzu sokmamayı hazmetmeye çalışırken, sindirim sistemi ameliyatı olduğu belirtilince, içimize sindi yani sayın seyirciler...
*
Bilinmesi gereken miktarda bilgi verildiğine göre, daha fazlasını araştırmanın elbette alemi yoktu. Gelin görün ki, başbakanlığa yakın televizyonlar Marmara Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde yapıldığını duyurunca, demek ki, araştırmacı ameliyatın İstanbul’da yapıldığı, en azından hastanenin adını vermemizde sakınca olmadığı anlaşıldı sayın seyirciler...
*
Resmi açıklamaya kelimesi kelimesine sadık kalarak, üniversitede ameliyat yapmaları yasaklanmasına rağmen, üniversitede ameliyat yapan profesörlerin kimler olduğunu bilmemize hiç gerek olmadığı gibi, laparoskopik yöntemle yapılmasına da hiç şaşmadık. Çünkü, alnını karışlarım, hangi çılgın neşter vuracakmış, şaşarım sayın seyirciler...
*
Kapıya iki metre boyunda, iki metre eninde iri kıyımları dikip, giriş-çıkışı yasaklamış bulunduklarına göre, ulusal güvenliğimiz açısından olmasa bile, kişisel güvenliğimiz açısından, hastanelik olmayıp, hastane önünden canlı yayın yapmamanın çok daha sağlıklı olacağını düşündük sayın seyirciler...
*
Netice itibariyle, sayın başbakanımızın istirahatinin ardından çalışmalarına başlayacağı, kamuoyuna saygıyla duyuruldu. Acil şifalar dileyip, kamuoyuna kaygıyla duyururuz sayın seyirciler...
Yazının Devamını Oku 29 Kasım 2011
Dün, 28 Kasım’dı. Değerli arkadaşım...
Nedim’in doğum günü.
*
1966’da işçi ailesinin evladı olarak gurbette, Almanya’da dünyaya geldi. Bolu Mengen’de, anadan-babadan uzak, anneannesinin yanında büyüdü, okumak için İstanbul’a teyzesinin yanına geldi. Hep tek başınaydı. Taa ki Vecide’yle tanışana kadar... Evlendi, baba oldu.
*
Kızına, eşinin ismini koymak istedi. Vecide ise, ender görülen, söylemesi hayli güç isminden çok çekmişti; Vecihe, Macide gibi isimlerle karıştırılıyordu, kızımızın ismini Defne koyalım dedi. Nedim öyle düşünmüyordu... Hayatını anlamlı kılan Vecide sayısını arttırmak istiyordu. Eşinin de gönlünü kırmadı, kızına Vecide Defne ismini koydu.
*
Dünya bi yana...
Vecideler bi yanaydı.
İşiyle evi arasındaki raylarda yaşayan, tren gibi adamdı... Tek istasyonu yuvasıydı. Kendi çocukluğunda hasret yaşayan, kendi çocuğuna asla hasret yaşatmak
istemeyen bi babaydı.
*
Gel gör ki, 19 Eylül.
Kızının doğum günü.
İlk kez ayrıydı.
Anne Vecide, her gün olduğu gibi, okula gitti, minik Vecide’yi aldı, evine döndü ki, sürpriz... Nedimciğim, kendisini ziyarete gelen arkadaşlarıyla çoktan doğum günü partisi organize etmişti. Çikolatalı pasta, üstünde not, “seni seviyorum kızım, nice senelere...”
*
Dilek tuttu Vecide.
Üfledi mumlarını.
İlk kez yanında olamayan babasının hediyesi bebeğe sarılarak uyuyor her gece.
*
10 Ekim...
Evlilik yıldönümü.
Gene ilk kez ayrıydılar.
Eşi Vecide açık görüşe gitti, karşılıklı oturdular, merhaba’dan bile önce, Nedim elini cebine attı, kırmızı bi kutucuk çıkardı, ki, sürpriz... “Nice senelere aşkım” dedi, minicik tek taş yüzüktü.
*
Çünkü...
Avukatlarından rica etmiş, avukatlar Vecide’ye sezdirmeden enişteye telefon etmiş, enişte siparişi almış, Vecide’ye çaktırmadan babasına vermiş, kayınpeder o günkü açık görüşe katılmak için illa ısrarcı olmuş, kızıyla beraber Silivri’ye gelmiş, beklerlerken, kayınpeder bi ara gözden kaybolup, cezaevi görevlileriyle konuşmuş, kutucuğu aktarmış, vicdan sahibi görevliler de açık görüşe çıkmadan önce emaneti Nedim’e teslim etmişti.
*
Kızına, eşine, sevgili...
Organize suç işlemişti!
*
Ve dün.
Gene ilk’ti, gene ilk kez ayrıydılar.
*
İşe geliyorum, Radyo D açık, Hakan Gündüz’ü dinliyorum. Pat diye minik bi kız aradı, ben Vecide dedi, babamın doğum günü, şarkı göndermek istiyorum.
Hangisi? Nedim’in dinleme imkânı oldu mu bilmiyorum ama, Sezen Aksu’dan şunu hediye etti 8 yaşındaki Vecide...
*
Oooo yandık desene
Tam topun ağzına...
Durduk desene
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2011
Dersim’i yazdık.<br><br>İzmir’i ıskalamayalım. Geçen mayıs...
İzmir’den mebus adayı olan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım “2 Mayıs’ta İzmir projelerimi açıklayacağım” dedi. Şırak... 2 Mayıs’ta İzmir Büyükşehir Belediyesi basıldı. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, tam o gün, Expo 2020 adaylık başvurusu için Paris’e gidecekti. İçeri tıkılan arkadaşlarına sahip çıkabilmek için, gidemedi. Binali Yıldırım, baskından rahatsız olduğunu belirtip, “zamanlaması manidar” dedi.
Geçen pazartesi...
İzmir Emniyet Müdürü görevden alındı, yeni Emniyet Müdürü koltuğa oturdu. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Expo 2020 sunumu için Paris’e uçtu.
24 saat sonra...
Koltuğa dün oturan Emniyet Müdürü, bismillah, Büyükşehir Belediyesi’ni bastı. Aziz Kocaoğlu sunumunu yapamadan, apar topar İzmir’e geri döndü. Sunumu kim yaptı? Baskından rahatsız olduğunu belirtip “münasebetsiz zamanlama” diyen Binali Yıldırım.
(2011 seçimi yapıldı, AKP İzmir’de oy patlaması yaptı, CHP çöktü balonu uçuruldu. CHP yüzde 44 oy alıp, 13 mebus çıkardı. AKP yüzde 37 oy alıp, 11 mebus çıkardı. Halbuki... 2007 seçiminde, CHP yüzde 35 oy almış, 11 mebus çıkarmıştı. AKP ise, yüzde 30 oy alıp, 9 mebus çıkarmıştı. AKP’nin 2 mebus fazlası yazılırken, CHP’nin 2 mebus fazla çıkardığından bahsedilmedi! Üstelik, AKP oyunu 7 puan arttırırken, CHP’nin 9 puan attırdığı yazılmadı!)
(İzmir’de devşirilen gazteciler uçurdu bu balonu. İzmir halkına resmen yalan söylediler.)
(Daha önemlisi... CHP’nin İzmir’deki oyu yüzde 37’yken, Aziz Kocaoğlu yüzde 55’le seçildi. CHP’nin İzmir’deki oyu yüzde 44’e çıktığına göre, Aziz Kocaoğlu bu seçimde sizce kaç alır?)
Hedef...
Aziz Kocaoğlu’nu yok etmektir. Yeniden aday olursa, açık farkla seçileceği biliniyor.
(Ayıptır söylemesi, taa 2007’de, Expo projesi AKP’nin İzmir’i kazanma projesidir diye yazmıştım. Expo’nun teması sağlık... Niye Sağlık Bakanı gitmiyor? Hadi diyelim, Sağlık Bakanı İzmirli değil... Expo turizm demek değil mi? Niye Turizm Bakanı gitmiyor? İzmir mebusu değil mi Turizm Bakanı? Metrobüs temalı mı ki, Ulaştırma Bakanı gidiyor?)
Özetle, bence...
Binali Yıldırım Büyükşehir Belediye Başkan adayı yapılacak. İzmir’de olan bu.
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2011
Kasım 2006Dersim’de yaşananlara “soykırım” diyen Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu kuruldu.
Kasım 2007
Almanya’da Dersim Konferansı düzenlendi. Dersim “soykırım”ını anma günü tespit edildi.
Kasım 2008
Avrupa Parlamentosu’nda Dersim “soykırım”ı toplantısı düzenlendi. DTP milletvekilleriyle beraber, Bremen mızıkacıları da oradaydı... Bremen Üniversitesi’nden Profesör Ronald Mönch denilen arkadaş “Mustafa Kemal yaşasaydı, bugün savaş suçlusu olarak yargılanırdı” dedi.
Kasım 2009
Avrupa Parlamentosu’nda gene Dersim “soykırım”ı toplantısı düzenlendi. Yahudi soykırımından farkı olmadığı, Ermeni soykırımıyla aynı olduğu belirtildi. “Tarihle yüzleşme” sloganı ilk kez orada ortaya atıldı. Hatta, Atatürk’ün emriyle Atatürk’ün kızı tarafından “soykırım” yapıldı, “Kemalizm’le yüzleşilmeli” denildi. Seyid Rıza için anıt mezar istendi.
Kasım 2009
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2011
Tüfek icat oldu. Mertlik bozuldu.
E bizde de tüfek yoktu.
*
Çalış, üret...
Zor iş, bize uymaz.
En kolayı ithalattı.
*
ABD Başkanı bizim Padişah’a mesaj gönderdi, “gelin ben size bizim iç savaşta kullandığımız modası geçmiş tüfekleri kakalayayım” dedi. Padişah pek memnun oldu. Tanesi 4 dolardan 114 bin Enfield marka tüfeği kakaladılar. Gördüler ki, yağlı kapı, “size güzel bi indirim yapalım” dediler, güzel güzel bi indirim yaptılar, tanesi 7 dolardan 125 bin Sprinfield marka tüfek sokuşturdular.
*
ABD, tüfeklerin siparişi için Yüzbaşı Henri Metcalf diye bi arkadaşı görevlendirmişti. 4 dolarlık dandik tüfeği, indirim yaparak 7 dolara kakalayan bu arkadaşa, üstün gayretlerinden ötürü, padişahımız efendimiz tarafından devlet madalyası verildi! E adamlar baktı ki, bunlar kerizin önde gideni... Tüfeklerin gemiyle nakliye masrafını bile bize ödettiler.
*
Bilahare, Oliver Winchester denilen arkadaş, İstanbul’a geldi, huzura çıktı, “gelin ben size tüfeklerin hasosunu, Winchester’i satayım, Kızılderililerin kökünü bunlarla kazıdık, şahane öldürüyor, üstelik mermide indirim yaparım, canınız çektiği kadar, bol bol öldürürsünüz” dedi. Aynı zamanda Connecticut senatörüydü. “Siz beni bağlayın, ben de Beyaz Saray’daki işlerinizi bağlayım” demeye getirdi.
*
O güne kadar Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı ithalatın 2 katıydı. Bu alışverişten itibaren ABD’den ithalat ihracatı 2’ye katladı. Amerikalılar ekonomik hedefi tam 12’den vurmuştu ama, Winchester anca 200 metreye kadar vurabiliyordu.
Menzili kısaydı.
*
Bu sefer, Bulak Bey devreye girdi. Asıl adı Edward Blacque... Fransız. Eşi Amerikalı. Washington Büyükelçimiz’di... Sayın ahalimiz “bu ne biçim Türk birader?” deyip, huylanmasın diye, “Edward Bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak Bey” şeklinde çevirmişlerdi. Blacque, olmuştu Bulak!
*
Bulak Bey, nefis bi öneri getirdi, padişahımız efendimize “bizi kandırıyorlar, biz en iyisi Martini Henri marka tüfeklerden alalım, bunların menzili 1700 metre, taaa anasının nikâhını bile vuruyor” dedi.
*
Hani şu, at “Martini” Debreli Hasan var ya... Veya, aynalı “Martin” yaptırdım da narinim... İşte o.
*
E zaten biz de Ruslarla kapışmak üzereydik, uzun menzilli tüfek lazım, “Martini alalım bari” denildi. Ancak... Bulak Bey gene devreye girdi. “ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company’den alalım, özel şirket, daha ucuza” dedi. “Peki” denildi.
*
Hadi bakalım, tanesi 15 dolardan Martini almaya başladık. 300 bin tanecik kadar... Süngüsü de 1 dolar 25 sent’ti, 16 dolar 25 sent’e geliyordu. Gel gör ki, ödemeyi ABD doları’yla değil, İngiliz şilini’yle yapacaktık. Çünkü, şirket Amerikan’dı ama, tüfek İngiliz üretimiydi!
*
Kendi Fransız, eşi Amerikalı, Türk elçi, Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı bağlamıştı! Hayırlara vesile olmuştu.
*
Kabzasına da, padişahımız efendimizin tuğrası işlenmişti.
Pek fiyakalıydı. Pek beğenildi.
*
(İşin ekstra matrak tarafı... Tool şirketi, bi gün şak diye, ödemeyi geciktirdiniz iddiasıyla, tıkır tıkır parasını ödediğimiz 48 bin Martini ve 4 milyon mermiyi teslim etmedi. Üstüne üstlük, beni zarara uğrattınız diye, tazminat davası açtı. N’ooluyo demeye kalmadı, “50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğim Martini’leri veririm, hem de tazminat davasını geri çekerim” dedi. Yuh yani... Buna rağmen, kabul edildi iyi mi! “Peki, 50 bin Martini daha alacağız” denildi. Tool şirketi... Ki, ben de olsam bu kadar enayilik karşısında aynı muameleyi yaparım, parasını ödediğimiz tüfekleri ve mermileri gene vermedi! Bu sefer, padişahımız efendimiz, ABD mahkemelerinde karşı dava açtı. “Öyle ha deyince dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler. Padişahımız efendimiz, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi. Duruşma başlıyordu ki, Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı. Neticede parayı kaptırdık, 48 bin Martini yerine babayı aldık.)
*
Neyse...
Ruslarla savaştık. Martini’lerin 50 binini Plevne’de, 40 binini Kars Kalesi’nde Ruslara kaptırdık. Ruslar, Martini’leri hem bize karşı kullandı, hem de 9 bin tanesini Japonlara sattı.
*
Bu sefer Almanlar devreye girdi, “Amerikalılar sizi söğüşlüyor, gelin biz size tüfeklerin kralını, Mauser’i satalım” dedi. Mavzer’leri aldık, Martini’leri depoya kaldırdık.
*
Küsmüştük Martini’lere...
Ermeni kalkışması başlayınca, Martini’lerle barışmaya karar verdik, Hamidiye alayları kurup, Martini’leri aşiretlere dağıttık. Ruslar da, kaptırdığımız Martini’leri depodan çıkarıp, Ermenilere dağıttı.
*
Bi yanda, kendi Fransız, eşi Amerikalı, sözde Türk elçinin, Amerikan şirketi üzerinden aldığı İngiliz Martini’leri... Beri yanda, Rus araklaması ve hibesi Martini’ler... Hepimiz birbirimizi Martinilerle vurduk.
*
Vuracak Ermeni kalmayınca, aşiretlere “işiniz bitti, Martini’leri geri verin gari” denildi.... “Ne Martinisi, bizde Martini filan yok abi” cevabı verildi. Hiçbiri toplanamadı. Aşiretlerde kaldı.
*
Gel zaman git zaman...
Dersim patladı.
*
Bi tarafta...
İngiliz Martini’ler.
Öbür tarafta...
Alman Mavzer’ler.
*
Neticeyi, Fransa’dan alınan Breguet 19 tipi bombardıman uçağı belirledi.
*
Bugün hâlâ... Rus Kalaşnikofların, Çin malı roketlerin, Alman malı el bombalarının, İngiliz malı mermilerin, İtalyan ve Fransız malı mayınların, İspanya ve Belçika malı tabancaların, İsrail malı Heronların, Amerikan malı Predatorların belirlediği gibi.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2011
Dersim’i bombalayan...
Devlet değil, CHP.
PKK’yla masaya oturan...
AKP değil, devlet.
*
İyi di mi?
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2011
Bedelli bekliyorduk.
Berdelli çıktı iyi mi.
*
Al Ayşe’yi
Ver Hatice’yi
Al papeli
Ver Mehmet’i.
Yazının Devamını Oku