Yılmaz Özdil

5 sene mi, 7 sene mi?

20 Aralık 2011
Aslında her şey “Londra gibiyiz” ayaklarıyla başladı. Çift katlı otobüs getirdiler. Ama, küçük bi pürüz vardı... Londra’da trafik tersten akıyor, duraklar solda, dolayısıyla çift katlıların kapıları da soldaydı. İstanbul’da sağdan gidecek, duraklar da sağda... Eşşek yükü para ödedikleri gıcır gıcır otobüslerin soldaki kapılarını söküp, kaynakla parça ekleyip kapattılar, sağ tarafını kaynakla kesip, soldan sökülen kapıları sağa taktılar. Oldu sana Londra.
*
Bilahare, sevdiler bu estetik ameliyat işini, metro yapamadık, bari metroymuş gibi yapalım dediler. Yolun ortasına yol yaptılar. Durakları da, yolun ortasına yaptıkları yolun ortasına diktiler. Ama, küçük bi pürüz vardı... Çift katlıların kapısını soldan söküp sağa taktıkları için, yolun ortasına diktikleri duraklar, çift katlıların solunda kaldı! İndirmeye-bindirmeye yanaşamıyordu. Londra diil miyiz kardeşim dedi biri... Hee, Londra’yız... Haaadi bakalım, çift katlıları yolun sağından değil, solundan götürmeye başladılar. Oldu sana tam Londra.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Raysız, imitasyon metro, tek hat üstünde gayet güzel gidiyor gidiyor gidiyor, gelemiyordu! Yol bitince, kafayı asansörün kapısına kaptırmış gibi, sıkışıp kalıyor, dönemiyordu. İşte o anda, hattın başladığı ve bittiği yere U dönüşü için kavşak yapmayı unuttukları anlaşıldı. Derhal kriz masasını topladılar, zabıtaları devreye soktular. Pazarda domates kontrolü yapması gereken zabıtalar E5’e fırladı... El kol işaretleriyle trafiği durduruyor, balina ebatlarındaki metrobüsleri E5’e çıkarıyor, geniiiiş bi kavisle, tekrardan hatta sokuyordu.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Trafik keşmekeşine çözüm olarak icat edilen metrobüsler, zabıta marifetiyle yoldan çıkıp, tekrardan yola girme manevrası sırasında, trafiği hiç görülmediği kadar felç ediyordu. Yumruklaşmalar başladı. Zabıtalar, direksiyon başında sinir krizi geçiren asabi vatandaşlarımız tarafından dövülüyordu. Kriz masasını topladılar. Trafik sıkışıklığına çözüm olarak icat ettikleri metrobüsleri, trafiğin yoğun olduğu saatlerde seferden çekme kararı aldılar iyi mi! Hava kararıp, el ayak çekilince trafik rahatlıyor, bu süper zekâ arkadaşlar da metrobüsleri yeniden sefere koyuyordu.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Seferlerin başladığı saatlerde, sokakta kimse kalmadığı için, metrobüsler boş boş gidip geliyordu. Baktılar ki, şoförden başka kimse binmiyor, kriz masasını topladılar, E5’in ortasına, uçan daire gibi havada duran U dönüşü yerleri yaptılar.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... U dönüşünü “deneme-yamulma” yöntemiyle, geç de olsa akıl etmişler, yolun ortasına diktikleri duraklara insanların nasıl geleceğini düşünmemişlerdi. Metrobüs şakır şakır gidip geliyor, ahali teee uzaktan seyrediyor, arada önce duvar gibi bariyer, sonra da yoğun trafik olduğu için, E5’in ortasına dikilen duraklara geçemiyorlardı. Kriz masası topladılar. Düşünüp taşınırlarken, biri “üstgeçit mi yapsak?” dedi. Öbürleri alkışladı.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Öylesine titiz planlama yapmışlardı ki, Hollanda’dan apar topar kiraladıkları otobüslerin durak levhalarını sökmeyi unutmuşlardı. Kiminde Utrech yazıyordu, kiminde Eindhoven... Üstelik, sanki memlekette şoför kalmamış gibi, otobüslerle beraber Hollandalı şoförleri de kiralamışlardı. “Birader nereye gidiyor bu?” diye sorulduğunda, “Ben anlamiyo Turkce” cevabı veriyorlardı. Deneme-yanılma yöntemiyle, Eindhoven’e binersen, Cevizlibağ’a, Utrech’e binersen, Topkapı’ya gideceğin anlaşıldı... E baktılar ki, bu iş tamamdır, “asrın procesi” denilen metrobüsü, köprüyü geçirip, Anadolu yakasına götürmeye karar verdiler.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Tanesini 1.5 milyon Euro’cuğa aldıkları 70 otobüs, düz yolda gidiyor, yokuşta çekmiyordu! Kadıköy’den binenler, şoförün “beyler bi el atalım” anonsuyla köprü yokuşunda iniyor, ittiriyor, düze çıkınca, gene biniyordu. Kriz masası topladılar. Bildiğin körüklü otobüsleri devreye soktular, metrobüsmüş gibi yaptılar. Tanesi 1.5 milyon Euro’cuğa alınan 70 otobüsü düz yerlerde, körüklüleri yokuşta kullanmaya başladılar.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Yağmur yağdı, metrobüs hattı Fırat Nehri’ne döndü. Zodyak çalışıyor, otobüs çalışmıyordu. Kriz masası toplandı. İncelendi. Yolun ortasına yaptıkları yolu, normal yoldan 5 santim aşağı yaptıkları ortaya çıktı. Seferleri durdurup, asfaltı yükselttiler. Bu sefer kar yağdı... Muhallebici-mimar belediye başkanımızın asfaltı, sütlaca döndü. Seferleri durdurup, çukurları yamadılar.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Tamirat için bölüm bölüm kapatıp, çift yönlü yolu tek yönlü kullanırken, zaten ters yön kullanan şoförlerin nevri döndü! Sağdan mı gidiyorduk, soldan mı filan derken, tek hat üzerinde kafa kafaya tokuşmaya başladılar. Nasıl becerildi bilmiyorum, iş makinesi metrobüse çarptı, ölenler oldu. Tamirat nihayet bitti, kalan sağlarla devam edildi.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Asrın procesi, muhteşem hesap-kitap nedeniyle asrın maliyeti’ni yaratmıştı. Kriz masası toplandı. Milleti rahatlatmak için yapılan metrobüse, zam yapıldı!
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... Metrobüs zammı, mahkeme duvarına tosladı. Badem olmadığı anlaşılan bi hâkim çıktı, “zam mam yapamazsınız” dedi. Bu işi de yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardı, mimariye, mühendisliğe aykırı olduğu gibi, hukuka da aykırıydı. Ahali biletlere dava açtı. Kriz masası toplandı. Tırıs tırıs geri çekildi, kontratak olarak, Avcılar’a doğru tam gaz devam edildi.
*
Ama, küçük bi pürüz vardı... 6 sene önce, bizzat kendileri tarafından yapılan, bizzat başbakanımız tarafından törenle hizmete açılan, 37 trilyon liracığa mal olan Avcılar tüneli, metrobüslere dar geliyor, manevra yapmasını engelliyordu. Kriz masası toplandı. Trafiği rahatlatması için 37 trilyon liracık harcanarak açılan tünel, beton duvarla kapatıldı! Metrobüslerin manevra yapmasına uygun yeni kavşak inşaatına başlandı.
*
Asrın proce’sini seneler evvel ilk yazmaya başladığımda, sadece iki paragraftan ibaretti. Etap etap 13 paragrafa ulaştı. Maceramız, durmak yok, yola devam ediyor. Küçük bi pürüz var... Eskiden köşeye sığıyordu, bu gidişle yakında sayfaya sığmayacak.
*
Ve, siz enteresan şekilde hâlâ merak ediyorsunuz, Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 5 sene mi, 7 sene mi?
*
Düzelteyim derken bozan, kaş yapayım derken göz çıkaran, anayasa’ya metrobüs muamelesi yapan “öngörülü, vizyoner” arkadaşlara soracaksınız onu.
*
Çünkü, bindik bi alamete...
Küçük bi pürüz var.
U dönüşü yapacak yer yok!
Yazının Devamını Oku

Uzuuuun uzun anlatmayayım

18 Aralık 2011
Türkiye’de...

“Savaş suçlusu” ilan edilen
Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Ankara’ya inen Başbakanımız,
“Hitler”e benzetilen İsmet İnönü’nün önünden geçip, “diktatör” damgası yapıştırılan Atatürk’ün mozolesine çiçek koyduktan sonra, “katliam” arşivlerini açmamakla suçlanan Genelkurmay’a
gelip, “soykırım”cı denilen Fevzi Çakmak Salonu’nda YAŞ’a katıldı.

Bilahare...
Sarkozy’ye mektup yazan
Başbakanımız, “Türkiye’de soykırım yok” diyeni hapse tıkacak yasaya dikkat çekti, Türk ulusunu hedef alan hasmane tutumları hayretle karşıladığını söyledi.

Yetmez ama evet yani.

Yazının Devamını Oku

Düdük

17 Aralık 2011
Adı lazım değil, bi gün bi gazetedeyim, öğrendik ki, bizim patrona ait televizyonda “dükkan içinde dükkan” açılmış, televizyonun yöneticisi dizi yapımcısıyla anlaşmış, 13 bölüm üzerinden patrona para ödetiyor, 1 bölümün parasını kendi cebine atıyor.

Bana ne desek, olmaz, patrona anlatsak, ispiyonlamış gibi olacağız, en iyisi suratına söylemek, rezaletin ayyuka çıkmış, ayıptır dedik. Tırıs tırıs gitti. Yarım saat sonra patron beni çağırdı, aslında haberdar olduğunu söyledi, bu işi düdüklü tencere gibi düşüneceksin dedi, bi yerden hava kaçırmazsa, basınçtan patlar, yeter ki, nereden kaçtığını, düdüğün kim olduğunu bil!

*

Reyting şikesi... Düdüktür.
Bilinen, göz göre göre, göz yumulan.

*

O patron artık yok, düdük hâlâ piyasada.

Yazının Devamını Oku

Reyting

16 Aralık 2011
Holdingin biri, kedi maması üretmeye karar vermiş, masraftan kaçınılmamış, şahane ambalaj yapılmış, sanırsın mücevherdir, o kadar albeniliymiş, hem müşterinin ayağı alışsın, hem de rakip firmaların ürünü pahalı kalsın diye, hayli makul bi fiyat konulmuş, en ünlü reklamcılarla anlaşılmış, ülke çapında bangır bangır tanıtım yapılmış ve piyasaya sürülmüş... İlk haftanın satış raporları gelmiş, muhteşem, kapış kapış gidiyor. Hatta, sırf bu mamadan satın almak için, kedi satın alan insanlar bile olmuş, o derece yani... Gel gör ki, ikinci haftanın raporları gelmiş, şok! Satışlar bıçak gibi kesilmiş, raflarda yığınla duruyor, elini süren yok. Acilen toplantı yapılmış, bütün kodaman müdürler filan, kimisi ambalajın rengini değiştirelim demiş, kimisi reklamı arttırmayı önermiş, kimisi de fiyatı az daha ucuzlatmayı... Masanın taaa en ucunda oturan stajyer, ürkekçe parmağını kaldırıp, söz istemiş “kedi mamayı sevmedi” demiş!

*

Reyting budur.

*

İstersen 50 reyting aldığını iddia et...
Ahali beğenmiyorsa, seyretmez.
Gerisi hikayedir.

*

(Dekoder kullanmayanlar için, kanıt göstereyim... Elinizde uzaktan kumanda aleti var. 1’den 9’a kadar tuşu var. O ilk 9 tuşa hangi kanalları yerleştiriyorsanız kardeşim, reyting sıralaması odur.)

*

Reytingden en çok, reyting alamayanlar şikâyet eder.

*

Mesela TRT... Aslında en çok izlenen kanal olduğunu, reytinglerin çalındığını öne sürüyor. Peki, aynı TRT’nin reytingi, futbol maçı yayınladığında nasıl oluyor da
yükseliyor? Hırsızlıkla mı?

*

Badem arkadaşlar desen, fotokopi halinde, reytingde katakulli manşetleri atıyor. Bırak şimdi sen reytingi meytingi... Yaptığın gazeteyi benzincilerde bedava dağıtıyorsun, ahali gene almıyor, kese kağıdı bile yapmıyor. Sen önce gazeteni okutmayı becer, gerisine sonra kafa yorarsın.

*

Bak bi ipucu vereyim sana...
Er meydanıdır ekran, gizli kamerayla olmuyor bu iş, harbi kamerayla oluyor!

*

Ve, sevgili seyirciler... RTÜK’ün kasasını otogar mescidinin imamına teslim ettiler. Dizileri takip edip, ceza kesme dairesinin başına, hastabakıcı getirdiler. Gübre sanayiinde garsonken, bekçi olarak transfer ettikleri adamı, müdür yaptılar. Şimdi de, reklam pastasından zorla dilim koparmak için, reyting ölçme işini RTÜK’e bağlamaya çalışıyorlar. Yaygaranın özü budur.

*

Ha diyeceksiniz ki...
Manipülasyon hiç yok mudur?
Var.
Onu da yarın anlatırız, azzz sonra!
Yazının Devamını Oku

Bir Ankara polisiyesi

15 Aralık 2011
Sipariş yağıyor... <br><br>Karakolda dövülen kadını yaz. *

Birincisi...

O polis’i tanırım. Polis muhabirliği yapan her gazeteci, o tip polis’leri tanır. İsimleri farklıdır, karakterleri hep aynıdır. Emniyet teşkilatı tarihi “suçlu-polis” mücadelesinden çok “polis-suçlu polis” mücadelesidir. Son 3 senede 40 bin polis suça karıştı. 85 bini hakkında soruşturma açıldı. 2 haftada 1... Polis intihar ediyor. “Egoist intihar” tabir edilen intihar türü bu... Sosyolojinin babası Durkheim’a göre, doğası gereği topluma ihtiyaç duyan insanın, toplumdan koptukça içine sürüklendiği yalnızlık duygusunun sonucu... Çünkü, gelişmiş ülkelerde psikolojik testler uygulanıyor, ruh sağlığı uygun olmayan, polis olamıyor. Bizim gibi dandik ülkelerde, böyle bi uygulama yok. Netice? Eşini de döver, el alemin eşini de, başkasını da vurur, kendini de... Nerede, ne zaman patlayacağı belirsiz “saatsiz bomba”dır.

*

İkincisi...

İzmir deniyor ama, bu bir Ankara polisiyesidir... Hadise İzmir’de yaşandı, karakol İzmir’de, mağdure İzmir’de,
dövenler İzmir’de, savcı İzmir’de, mahkeme İzmir’de... Kamera görüntüleri teee 6 ay sonra basına nereden servis edildi? Teee Ankara’dan! Hiç kimse merak etmeyecek mi, niye? Daha bu ay, İzmir Emniyet Müdürü’nün zart diye görevden alındığını, zort diye yeni müdür atandığını, yeni müdür’ün zurt diye belediyeyi bastığını, CHP’yle papaz olduğunu, teee 6 ay önce yaşanan bu dayak hadisesiyle eski müdür’ün tukaka ilan edildiğini hatırlatmak isterim.
Acaba, Ankara’da İzmir polisi üzerinden örtülü bi hesaplaşma mı var?

*

Üçüncüsü...

Hadise, Karabağlar’da yaşandı. Nispeten dar gelirli vatandaşların oturduğu Karabağlar, CHP’nin kalesi Konak’a bağlıydı. Durup dururken koparıldı. Belediye yapıldı. İzmir’in en kalabalık, en büyük ilçesi oldu. Bademler, kömür-bulgur dağıttı. Gene CHP kazandı. Baktılar ki, kömür-bulgur’la olmuyor, taktik değiştirdiler. Seçimden bu yana, CHP’li Karabağlar Belediyesi’ne yönelttikleri en büyük suçlama ne oldu? Yeşillik Caddesi’ndeki müzikholler... Buralara içki ruhsatı veriliyor, ahlak elden gidiyor ayağına yattılar. Muhtar muhtar dolaşıp, imza topladılar, polis üzerinde baskı kurup, müzikhollere baskın üstüne baskın yaptırdılar. Tesadüfe bakın ki, Ankara’dan ortaya çıkarılan İzmir’deki dayak hadisesi nerede yaşanmış? Yeşillik Caddesi’nde... Kadına ne diyorlar? Konsomatris’miş diyorlar... Yani bi anlamda, bakın işte görüyor musunuz, oralarda hangi
rezaletler yaşanıyor demeye getiriyorlar.

*

Dördüncüsü...

Diyebilirsiniz ki, haklı değiller mi, aileleri rahatsız etmez mi? Burası öyle bir yer değil. Yeşillik Caddesi’nin çevresi, mobilya mağazaları ve atölyelerinden oluşuyor. Gündüz cıvıl cıvıl, akşam in cin top oynuyor. İstanbul Tahtakale gibi, gündüz 3 milyon kişi, akşam 3 kişi bulamazsın. Ailelerin yaşadığı semtler, en az 3-4 sokak içerde... Kimsenin evinin altında müzikhol filan yok. Dükkanlar kapanıyor, müzikholler açılıyor. Üstelik, bu bir ihtiyaç... Mesela, tıpkı Amsterdam gibi, belirli bölgede uyuşturucu bile kullanabilirsin, o bölgenin dışına çıkmamak kaydıyla... Başka türlü kontrol edemezsin. Bu tür yerlere kilit astığında, yok etmiş olmuyorsun, yeraltına itiyorsun... Konya’da Kayseri’de pavyon yok mu sanıyorsun?

*

Beşincisi...

İddia ediyorum, teee Ankara’dan ortaya çıkarılan İzmir’deki dayak vesilesiyle, mutaassıp insanlarımız gıdıklanacak, Karabağlar’da içkili yerlere savaş açılacak, ahlak’a sahip çıkıyoruz ayaklarıyla oy devşirilmeye çalışılacak.

*

Altıncısı...

Laga lugayı bırakın.

Kadın dövenler derhal meslekten atılsın.

Hiç kimse, İzmir çipurası’na sazan muamelesi yapmaya kalkmasın!
Yazının Devamını Oku

İster gül ister ağla

14 Aralık 2011
“Takkespor”la “Takunyaspor” arasında derbiye dönüşen şike meselesi giderek daha matrak bi hal alıyor... İşin siyasi tarafını “Club Liboj” yazarlarına bırakalım, sportif tarafına bakalım. *

İddianamenin kolonlarından biri, sahte menajerler... Futbol Federasyonu sınav açıyor. Kazanan menajer oluyor, futbolcu alım-satımında aracılık yapıp, komisyon kapıyor. Polis, soruların satıldığını tespit ediyor. İki arkadaş telekulağa yakalanıyor. Diyaloglar şöyle...

*

- Geldik buraya, sorular var, cevaplar yok, 17 bin 500 dolar yatıracağız, kusura bakmayın dedim, sırf sorular için 17 bin 500 dolar veremem dedim, girersem karambole girerim öyle de mi?

- Soruları ne zaman veriyor?

- Hemen veriyor.

- Cevapları bellidir.

- Bilmiyorlar ki cevapları.

- Soruyu veren adam cevabı bilmez mi yavv?

- Bilmiyom, ben vermedim parayı.

- Du bakalım görücez.

*
- Çağırdılar şimdi, cevapları almaya gidiyorum... 20 sorunun 14’ünü cevaplamak zorundaymışım. Nasıl yapacağım ben bunları abi?

- Al da, ondan sonra.

- Alınca parayı öyle vericem de mi? Sınavda nasıl yapacam ben bunları?

- Bu gece bi şey yap.

- Parmaklarıma mı yazayım?

- Öyle olmaz... Kim getiriyor sana bunları, onunla bi konuş bakalım ne diycek?

*

- 15 cevap var, zaten 14 geçiyomuş, öbür 5 soruyu da salla dedi, yanlış doğruyu götürmüyomuş, nasıl yapacaz şimdi bunu?

- Uzun mu cevaplar?

- Ne cevabı lan, şık şık, A, B, C, sıralı verdi bana zaten, 1, 2, 3, 15’e kadar, 15 sorunun cevabını verdi.

- Tamam, ezberle işte.

- Garanti olsun diye parmaklarımın arasına yazayım mı? Nasıl ezberliycez bunları?

- Heyecanlanacak bi şey yok, kaç tane A var, kaç tane C var, ne var? A’ları yazacaksın, sonra B’leri yazacaksın, sonra C’leri yazacaksın.

- 1’in cevabı A mesela, 1 yazacağım. 3’ünki mesela A... 1 yazacağım.

- Hayır... Mesela, 1, 3, 4 A’ysa, onları A yazacaksın.

- Öbürküleri de öbür şekilde yazacam de mi?

- Ezberle onu sen.

- Bende spor ayakkabısı var abi, içi beyaz, içi dediğim iç ayakkabının içi değil, iç kısmına rakamlarla yazdım hepsini, sol ayağımı hafif dışa kıvırdığım zaman
hepsini okuyabiliyorum, görmezler, o kadar da sıkı değil zaten, hemen yapıp çıkmayayım de mi? Zaten ilk 3 soruyu ezbere biliyorum, ilk 3 soru C, A, A...

- İyi, dikkat et.

*

Netice?

*

13 aldı iyi mi!

*

Üstelik, bu arkadaş gibi sınava giren süper zekaların hepsi 13’te kalmıştı...

Geriye kalan 5 soruyu denk getiremedikleri gibi, belli ki, doğru diye ellerine tutuşturulan cevaplar da aslında yanlıştı.

E tabii soruların araklandığı ortaya çıktı, toplu kopya nedeniyle sınav iptal edildi.

*

Bizimki huylandı.

Gene aradı öbürünü...

*
- Bi bit yeniği çıkar mı lan bu işten...

- Bekle, sakin ol.

- Parayı geri alma şansımız yok mu?

- Bekle dedim.

- İptal olan imtihanda belge de alamayız öyle de mi?

- Telefonda konuşma.

- Senle de mi konuşmayayım?

*

Hani şike’ye şifreli olarak “inşaat” deniyormuş ya... Bu da olsa olsa “kereste”si herhalde!

*

Sonra ahalimiz merak ediyor, bunların transfer ettiği topçular niye hep “odun” çıkıyor diye.

*

Ve, futbola bu kadar kafa yoran ahalimiz, şunu hiç merak etmiyor: Üniversite sınav soruları çalındı, Anadolu lisesi soruları çalındı, KPSS soruları çalındı, bu iş tamam da, o iş n’ooldu?
Yazının Devamını Oku

Durmak yok ışık hızıyla yola devam

13 Aralık 2011
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, taaa 34 sene önce uzaya gönderilen Voyager uydusunun, 17 milyar 700 milyon kilometre yol kat ederek, Güneş Sistemi’nin sınırına ulaştığını, sadece dört sene sonra sonsuz boşluğa girip, bilgi göndereceğini açıkladı. *

8000... Yazıyla, sekiz bin fizikçi ve mühendisin çalıştığı Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi, bugün, Higgs bozonu adı verilen, atomaltı parçacığının esrarını açıklayacak. 14 milyar sene önce evrenin doğumuna yol açtığı varsayılan büyük patlama ortamını yaratan deney, 10 milyar dolara mal olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nda gerçekleştiriliyor. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı, İsviçre-Fransa sınırında, yerin 100 metre altında, 3.8 metre çapında, 27 kilometre uzunluğunda bir tünel... Bu tünel boyunca, ışık hızına yakın süratle, iki proton huzmesi veriliyor, birbirlerine çok yakın ama aksi istikamette yol almaları için, eksi 271 dereceye kadar soğutulmuş süperiletken elektromıknatıslar kullanılıyor, çarpıştırılıyor. Saniyenin iki trilyonda biri kadar süren çarpışmayla, büyük patlama anındaki koşullar yaratılıyor, teorik fizikte kütle mantığının temelini oluşturan Higgs parçacığının varlığının kanıtı aranıyor; büyük patlamadan hemen sonra Higgs Field denilen enerji alanının oluşması, atom başta olmak üzere, evreni meydana getiren kütlelerin ortaya çıkması bekleniyor.

*

Ki...

Bizimkiler atik davrandı.

*

Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, din eğitimi almadığı halde din bilgisi olan mollaların, KPSS’yle, devlette kadrolu imam yapılacağını açıkladı.

*

Böylece...

Sonsuzluğun sınırına, evrenin başlangıcına filan olmasa bile, sözün bittiği yere ulaşmayı başardı.
Yazının Devamını Oku

İbrahim’in suçu ne?

11 Aralık 2011
Şike iddianamesini satır satır okudum. En beğendiğim yer, Belediyesporlu İbrahim Akın’ın Erzurumlu imam’a şike fetvası sorduğu bölüm oldu. Telekulak diyalogları aynen şöyle...

- Hocam, bi şey sormam lazım, bizim hafta sonu Fener’le maçımız var, demişler ki, İbo gol atmasın, 100 bin dolar verelim.
- İyi... N’apacaksın?
- Sana sorayım dedim...
- Bu tür şeyler günümüzde futbol camiasında var diil mi?
- Var var ama, yani sana soruyorum kötü mü olur diye, para var işin ucunda.
- Efendim, onda bi şey yok ki, bu gönül rızasıyla olan bi şey, gol atmayacaksın, yerine para verecekler, bunda bi sakınca yok ki canım, niye olsun, başkaları duymasın önemli değil, benim köyde baba türbesi var ya, orda çok fakirler var, yaparsın bi kurban, keseriz yedirirsin.
- Doğru hocam, tamam.

Bilahare... İbrahim, menajerini arıyor, “okey abi, 100 bin dolar değil, 100 bin Euro, yoksa kabul etmiyorum” diyor. Menajer de “daha hayırlı, bol bol hayır yaparsın” diyor.

Yazının Devamını Oku