12 Ağustos 2011
Başbakanımızın güzel bi sözü var: <br><br>Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. *
E pat diye hafıza, beşer filan
denince, ister istemez Hafız’ın oğlu
Beşar geliyor insanın aklına.
*
Hatırlayın...
İki sene önce.
*
Durup dururken, aniden...
Suriye sınırındaki topraklarımız gündeme oturmuştu. İlla “burdaki mayınları temizliycez” diye tutturmuşlardı. “Hemen başlıycaz, 2014’te bitiricez” diyorlardı.
*
“Günler torbaya mı girdi birader, bu ne acele, yangından mal mı kaçırıyorsunuz? Niye 2014 mesela? Farz edelim 2017’ye kadar temizlesek olmaz mı?” diye soranlara... “Ottawa Sözleşmesi’ne imza attık, 2014’e kadar mutlaka temizlememiz lazım” diyorlardı.
*
“Bu ne biçim Ottawa şekerim... Niye illa Suriye sınırını temizlemek gerekiyor da, mesela İran sınırını temizlemek gerekmiyor? Suriye sınırındakiler mayın da, İran sınırındakiler karpuz mu?” diye kurcalayanlara. Pek sinirleniyor, kısaca “haysiyetsiz, faşist” diyorlardı.
*
Sonra?
İhaleyi İsrail’e vermeye çalıştıkları ortaya çıktı. “Biz temizlesek olmaz mı?” diyenlere... “Paranın dini,
milleti olmaz” diye akıl öğretip,
“ırkçı” damgasını yapıştırıyorlardı.
*
Sonra?
Sınırı temizleyenin, sınıra 44 seneliğine oturacağı ortaya çıktı. “Temizlesin, defolsun gitsin, toprağımızı niye veriyorsunuz, babanızın malı mı orası?” diye itiraz edenlere... “Biz
hiç para ödemeyeceğiz, adam masraf yapacak, sonra organik tarım yapacak, win-win” diyorlardı.
*
“Evini temizlemeye gelen gündelikçi kadına, 44 seneliğine kullansın diye balkonunu veriyor musun kardeşim?” şeklindeki
sorumuza ise... Çok düşünüyor
ama, verecek cevap bulamıyorlardı!
*
Sonra?
Mahkemelik falan oldu.
Beceremediler.
Hafıza-i beşer meselesi...
Unutuldu, gitti.
*
Peki ya, iki sene sonra?
*
Bizim yalakalar, Suriye’ye ne kadar da “hümanist” şekilde yaklaştığımızı, “insanlık dersi” verdiğimizi yazarken... İngiliz ve Alman basını bangır bangır şunu yazıyor: “Türkiye, ordusunu Suriye’ye sokacak, Kamışlı kentinin ötesine, Deir El Zor’a kadar ilerleyip, bu bölgelerde yaşayan Kürt kökenli Suriyeliler için sınır boyunca tampon bölge oluşturacak.”
*
Buyrun burdan yakın.
*
Mayın temizliycez ayaklarıyla...
Tamponu bu tarafa döşeyemediler.
O tarafa döşetecekler.
*
Siz gene de canınızı sıkmayın...
Organik tarım yapmak içindir.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2011
Piyasa fırtınalı.<br><br>Döviz kaba dalgalı. Yalancı cennete...
Ağustosta kar yağıyor.
*
Altın’ın gramı uranyum gibi.
*
N’ooluyor dersen...
Hillary Clinton geliyor.
CIA Başkanı geliyor.
Pentagon komutanları geliyor.
Bölge uzmanı Fred Hof geliyor.
ABD elçisi Başbakanlığa geliyor.
*
Ama... Benjamin gelmiyor!
*
Hani şu, 100 dolarlık banknotların üstünde vesikalığı olan Amerikalı.
*
Hepsi geliyor.
Bi o gelmiyor.
Halbuki, devlet büyüklerimiz “memlekete Benjamin gelsin” diye adeta yalvarıyor. Hatta, üzerinde vesikalığı bulunan paradan vergi bile almıyor...
Ki, illa gelsin.
*
Bak mesela...
Lira’da kimin vesikalığı var?
Mustafa Kemal’in.
Var mı ona vergi?
Var.
Niye var?
O gelmese de olur.
*
Yeter ki, Benjamin gelsin.
*
(Malum, Benjamin elektriğin kullanımını geliştirmeseydi, ampul’ün icat edilmesi mümkün değildi... E Benjamin kesilince, ampul’ün de havası sönüyor haliyle.)
*
Ve, o Benjamin’in vesikalığı...
Mübarek gün, ibret vesikasıdır.
*
Din-iman diye atıp tutarak, ekonomiye bereket geldiğini iddia edenlerin, dini-imanı Benjamin’dir bu memlekette...
Yatıp kalkıp, gelsin diye “dua” ediyorlar.
Adaklar adıyorlar.
*
Ki, Allah kabul etsin...
Benj”amin” bi nevi.
*
Çünkü...
Obama gelse hikâye.
Benjamin gelmezse...
Ayvayı yedi Türkiye.
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2011
Açılım nerede açıldı? Polis Akademisi’nde.
Kapatma’ya kimi gönderdiler?
Polis Akademisi’ni.
Önce ne dediler?
“Askerlikten yırttınız...”
Şimdi ne diyorlar?
“Dooğru askerin yerine!”
Bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım, başım göğe ererdi demiş...
İmam-ı Azam.
Cahillik demeye dilim varmıyor ama askerin yerine polisi koymaya kalkışmak, böyle bi durumdur.
Hürriyet’in manşetinde vardı, atış poligonunda tabancayla poz vermişler... Adam mayını döşüyor, 10 metre çukur açılıyor, üstüne roketi yapıştırıyor, hangi tabancadan bahsediyorsun?
Güneş gözlüğüyle nöbet tutmak iyi de.
Kışı var. Eksi 40 derece olur o dağlar, gözyaşların bile donar, tüfeğin dipçiğini yakarsın, kütük gibi donmuş ayak parmaklarını kurtarmak için.
Bakın dağ dedim, aklıma geldi. Röportajı veren polis amiri “yılan yemediklerini” belirterek, hayatı idame kursu alan subay-astsubaylarla hafif yollu kafa bulup, “Cudi ve Gabar’ın bitki örtüsü çok zengin, mantarı batıdan farklı, yenilebilir otları öğreniyoruz” diyor mesela...
Karayılan, 57 yaşında.
Dağdaki bitkileri öğrenmeye çalışan polislerimiz henüz doğmadan, çöreklenmişti o dağlarda.
Ve, deniyor ki...
“Beş ay eğitim verildi.”
Bakın, ben size bi eğitim vereyim: Hukuk fakültesi mezunu, işletme masteri yaptı, İngilizce, Arapça, Rusça, Kürtçe bilir, kara kuşak karateci, hem de üçüncü dan mertebesinde, yüksek irtifa paraşütçüsü, 15 bin feet’ten 3.500 defa, 30 bin feet’ten 30 defa serbest atlayış yaptı, bröveli derin su dalgıcı, uluslararası özel kuvvetler şampiyonasında üç defa dünya şampiyonu oldu, sıkı durun, 1.500’e yakın sıcak çatışmaya girdi, Zap kampı basılırken sadece 18 gün içinde 54 defa namlu namluya vuruştu, 3 tane üstün cesaret madalyası var... Bir albay bu.
Zurna değildir...
Beş ayda anca kereviz yetişir.
O nedenle...
Van’da polise telefon ettiler, burda hırsızlık vakası var diye, polis ekibi ihbar edilen adrese koştu, çapraz ateşe düştü, takır takır tarandılar, ihbarcılar buhar.
Beş ayda bu kadar.
Karşındaki, dünyanın en vahşi terör örgütü. Saygı duymayacaksın ama...
Ciddiye alacaksın.
Silahla olmaz.
Yok illa silahla diyorsan...
Polisle hiç olmaz.
Kırsalı yuva belleyip, kendine “gerilla” diyenle mücadeleyi, silahlı kuvvetler dışında hiçbir kuvvet yapamaz.
(Elbette üzmek, rencide etmek değil derdim. Hatta, goygoyculuk yapıp, aslan polisim, kaplan polisim de diyebilirdim. Ancak, yayınlanması yasak olan karakol baskınlarını videodan seyretmiş biri olarak yazıyorum bu satırları. Allah kimseye seyrettirmesin.)
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2011
Araya harala gürele girdi. Anca bugün
yazayım bari.
BDP’liler dedi ya...
“Vergi
vermeyiz” filan.
Kimisi haklı buluyor.
“Kürtlere
ayrımcılık” istiyor.
Kimisi itiraz ediyor.
“Türkler keriz mi?” diyor.
Benim önerim şu...
Muş, Sinop, Aksaray, Diyarbakır, Gümüşhane, Iğdır, Giresun, Burdur, Muğla, Eskişehir, Malatya, Afyon, Ordu, Hakkâri, Rize, Aydın, Mardin, Trabzon ve özellikle Şırnak.
Vergi vermesin!
Ne münasebet derseniz...
Ekonomimizin sorunu ne?
Üretmeden, tüketmek.
Gelirinden fazla, harcamak.
İstanbul mesela... Bu yılın ilk 5 ayında, 24 milyar dolarlık ihracat yaptı, buna mukabil, 50 milyar dolarlık ithalat yaptı. Ekonomiye en büyük katkıyı sağlamış gibi görünüyor ama, aslında, kazandığının iki katını harcayan, müsrif bi şehir İstanbul.
Ankara?
2 kazandı, 10 harcadı, 5 katı.
Türkiye rekoru kırdı!
İzmir 3 sattı, 4 aldı.
Gaziantep 1 sattı, 2 aldı.
Adana, ha keza.
Kocaeli, 5 milyar dolar ihracat yaptı, 12 milyar dolar ithalat yaptı, ne anladım ben bu işten?
Hani ya da benim Konyalım?
4 satmış, 5 almış.
Eşşeği boyar satar falan...
5 sattı Kayseri, 7 aldı.
Acaba eşek mi kalmadı?
En hazini... Bursa.
5 milyar dolar ihracat yaptı, 5 milyar 200 milyon dolar ithalat yaptı. Öbürleri zaten çoktan ayvayı yemişti ama, Türk sanayinin kalbi, cumhuriyet tarihimiz boyunca ilk kez eksiye düştü.
Koskoca...
Denizli, Manisa.
Mersin, Antalya.
Ikın sıkın, kafa kafaya.
Samsun’dan Isparta’ya.
Edirne’den Ağrı’ya.
Hepsi zararda.
“Vergi vermesin” diye sıraladığım şehirlerimiz ise, artıda... Kazandıklarından az harcadılar.
Hakkâri, Diyarbakır...
1 aldı, 2 sattı.
Aydın, Eskişehir, Afyon...
1 alıp, 3 sattı.
Ordu 1’e 4
Malatya 1’e 5
Trabzon 1’e 11
Rize 1’e 14
Şırnak’tan utanılması lazım...
1 aldı, 90 katını sattı.
Ha diyebilirsiniz ki, bu şehirler küçük... E Ankara da İstanbul’dan küçük, niye daha fazla içerde? Üstelik, Zonguldak, Bilecik, Bolu, Uşak, Karabük çok mu büyük? Niye eksideler?
Ha bu sefer de diyebilirsiniz ki, ihracat için ara mal ithal etmek zorundayız... İnek de mi ara mal? Et ithalatı yüzde 3 bin 600 arttı! Sadece 5 ayda, 1.5 milyar dolarlık altın ithal ettik, üstelik, kadeve’si sıfır... Porşeler, Renç’ler de mi ara mal şekerim? Mersedes’i alıp, doblo’ya takıp, Avrupa’ya mı satıyoruz? Çocuğuna aldığın, çocuğunun da ağzına soktuğu kanserojen Çin malı oyuncak’taki ithalat artışı bile roketlemişken, hangi ara maldan bahsediyorsun sen?
Özetle.
İlla vergi verilmeyecekse...
Irkçı laga lugaları boşverin.
Ayağını yorganına göre uzatıp, memlekete yük olmayan şehirler vergi vermesin kardeşim.
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2011
Sırf sizin güzel hatırınız için fedakârlıkta bulunup, sayfiye sayfiye gezmeye devam ediyorum. *
Geçen hafta Bodrum’un faziletlerini yazmıştım, “Yılmaz Özdil Bodrum’dan defol” şeklinde kucaklayıcı bi kampanya başlatılmıştı. Bu yazıdan sonra, Çeşme’den de aynı şefkati göreceğimi tahmin ediyorum... N’aapayım, gider Leros’a yerleşirim gari.
*
Diyeceksiniz ki... Leros ne?
*
Yunan adası. 12 ada’dan biri... Aslına bakarsanız, 12 ada’da 12 ada yoktur. 25 tane filan vardır. Osmanlı döneminde “12 kişilik ihtiyar heyeti” tarafından yönetilen gayrimüslim adalar manasındadır. 12 aşağı, 12 yukarı, neden’e niçin’e kafa yormayı sevmeyiz, oldu sana 12 ada!
*
Neyse, Bodrum’dan demir al, iki saat sonra Leros’tasın... Alt tarafı 8 bin nüfuslu, şeftali kasası kadar bi yer ama, 800 bin turist geliyor. Hatta, geçenlerde Kemal Sunal’ın oğluyla Yaprak Dökümü’ndeki Leyla, burdaevlendi, ordan hatırlarsınız belki.
*
Bu Leros’ta bi taverna var, Psaropoula. Uyanık bi patronu var, Apostolis. Hürriyet’in Ege ilavesine ilan veriyor, tavernanın fotoğrafını koyup “nefis lezzetler için karşı kıyıya bekleriz” yazdırıyor. Altına da, internet adresi, telefon. Arayan arayana...
Şakır şakır müşteri çekiyor.
*
Uyanık Apostolis, Türk gazetesine ilan verip, Türk müşteriyi “karşı kıyı”ya çekerken...
*
Bizim Çeşmeliler “karşı kıyı”daki Sakız Adası için rehber hazırladı iyi mi... Nasıl gidilir, nerede kalınır, ne yenir, ne içilir, anlatılıyor. 20 bin adet bastırıldı ve bedava dağıtılıyor!
*
Ki, Çeşme’ye gelenler illa Sakız’a da gitsin, aman mutlaka Yunanistan’a para bıraksın.
*
Bitmedi...
Çeşme’den demir al, yarım saat sonra Sakız’dasın. İner inmez, çarşıda, devasa bi market var. Yunan şarabı, İtalyan şarabı, en babası 10 Euro... Votkanın hasosu, 15 Euro... Topla birader raftan, yükle tekneye, yarım saat sonra Çeşme’desin... Hani size restoranlarda, biiç’lerde, club’larda şişesi 150 liraya kakalanan şaraplar, votkalar var ya... Onlar!
*
(İspiyonlamış gibi olmayayım ama, Bodrum’da aynı dümen İstanköy üzerinden, Kuşadası’nda Sisam üzerinden yapılıyor. Eskiden “Kaş pazarı kurulmasa, Meis aç kalır” diye bi laf vardı... Şimdi, Meis esnafı kepenk kapatsa, Kaş esnafı ayvayı yer desek, abartmış olmayız.)
*
(Ha merak edebilirsin, nerden biliyorum... Çeşme’de büyüdüm, çocukluk arkadaşlarım balıkçı çocukları, üstelik, 20’li yaşlarımda rahmetli Çekirge Ahmet’in yanında staj yaptım, ayıptır söylemesi, geceleri çaktırmadan Sakız’a çıkarma yapar, ücra köşelerine gizli gizli kenevir eker, mahsulü Sakız’daki çıplaklar kampına servis eder ve her baskında yırtardı, çekirge unvanı ordan gelirdi... Ayrıca, üniversite yıllarımda Türkiye’de yoktu, Sakız’dan Adidas, Nike filan getirtir, Alsancak’ta satardım, ki, bi nevi kamu hizmetiydi yani.)
*
Bugüne dönersek; ilk göze çarpan, çöp. Napoli’yle yarışır. Janjan yerler makyajlanıyor, gerisi leş. Restoranların arka sokaklarında bi ceset eksik. Belki vardır, deşmediğim için göremedim, o derece. Türkiye’nin ilk mavi bayraklı plajı Ilıca’da tuvalet var, Somali’de göremezsin.
*
Sokak lambaları yanmıyor. Sheraton’a 500 metre mesafede çadırkent var, değerli şoparlarımız beygirleriyle beraber çırılçıplak yıkanıyor, milyon dolarlık Şantiye Evleri’ne komşu.
*
İtalyan Evleri’nin durumu daha vahim. Özellikle pazar günleri, evlerini terk ediyorlar. Çünkü, sayın halkımız demokratik hakkını kullanıp, villaların önüne halıyı seriyor, şemsiyeyi dikiyor, kamyonetin teybinden arabeski açıp, mangal... Sıkışınca? Villaların bahçesi ne güne duruyor.
*
Kiralar uçmuş. Üstünde baraka bile yok, kafekondu’ya müsait 10 metreye 10 metre bahçe, aylık 100 bin lira. Kimse sormuyor nasıl olsa, hap mı satacaksın birader, bu para nasıl çıkar?
*
Kim kime dum duma, mafya ufak ufak çörekleniyor haliyle. Kumrunun, boyozun, midyenin “ağa”ları var. “Burası benim bölgem ulannn” diye rakibinin kulağını satırla kesti adam.
*
(Kumru dedim, aklıma geldi, çaptan düşmüşüm. Eskiden 8 tane yerdim, 4’te kaldım. Gerçi, sevgili eşimin “insan gibi ye, boğulacaksın” şeklindeki zarif uyarısı da etkili olmadı değil!)
*
Alaçatı... Hepi topu, dar bi sokak, metrekarede 80 kişi. Yemek yiyorsun, kalabalıktan masana çarpıyorlar, garson tabakları üstüne düşürüyor, çatalı burnuna sokuyorsun, yandan geçen tiki çıtladığı çiğdemi tükürüyor, kabuğu salatana düşüyor.
Hesap? 500 lira. Bu kepazeliğe, az bile.
*
Kazık, Bodrum’dan sivri. Küçük pet su, 5 lira... Çeşme’de butik otelde 10 gün kalacağına, Boğaz’da Çırağan Sarayı’nda 10 gün geçir, daha makul...
Otel butik, fiyatlar gotik!
*
(Bi tüyo vereyim: İzmir-Çeşme taksiyle 180 lira, korsan taksi 40 lira.)
*
“Taş ev” meselesine gelince... Yıllarca oturdum. Rum mimarisidir. Bastığın ahşap taban, yerden 2 metre yüksektedir, çünkü aşağısı ağıldır, keçiler koyunlar kalır, ahşap taban parmak kalınlığında aralıklıdır, ki, hayvanların ısısı yukarı yansır. Tavan ise, apartman tavanlarından en az 1 metre yüksektir, tavan ile çatı arasında 1 metre daha boşluk vardır, nefes alır. Bu sayede, kışları ılık, yazları serin olur. Ya şimdi? Görüyorum, gülmekten karnıma ağrılar giriyor. Kutu gibi ev yapıp, trilyona sokuşturuyorlar, soğutma-ısıtma için klima takıyorlar!
*
Ayayorgi. Free zone. Kanun yok.
Biiç’ler işgal etmiş. Sabaha kadar bangır bangır müzik. Uyku haram. Kapılara yarma dikmişler, itiraz eden yazlıkçılara “burası yerleşim yeri değil, taşının gidin” diyorlar. Dağdan gelip, bağdakini kovuyorlar, ne polis geliyor, ne jandarma.
*
Biiç’lerde sonradan görme çok olur ama, nirvana’sına Çeşme’de rastladım. Deniz yatağında, elinde puro! Kafasında iki tane güneş gözlüğü, biri alnında, biri gözünde... Dubaya çıkınca poposuna baktım, oraya güneş gözlüğü takmamış, ona parası yetmemiş sanırım.
*
(Bu arada, Yıldızburnu’ndaki efsane yelken kulübünü de biiç yapmaya çalışıyorlar. Her sene 200 çocuk kurs alıyor orada, milli sporcular yetişiyor, ayıptır.)
*
Çocukken, kargı soyayım derken, parmağımı doğramıştım, babam apar topar İzmir’e götürmüştü beni... Bu hafta Ilıca’da İstanbullu köklü bir ailenin çocuğunun bileği kırıldı, gene İzmir’e götürdüler. Hâlâ hastane yok. Dandik poliklinik seviyesinde. Yazlıklar cerrah profesör kaynıyor, ameliyat yapılacak mekân yok. Kadının biri şeker komasına girdi, kadını 40 dakikada İzmir’e yetiştirdiler, ambulans 1 saat 20 dakika sonra olay yerine yetişti!
*
Son olarak... Mardin mebusu Ahmet Türk’ün yazlığı Çeşme’de. Milano mebusu Sırrı Sakık’ın yazlığı Çeşme’de. BDP Muş mebusu Nuri Yaman, geçen ay yazlığında vefat etti, Çeşme’de. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, temmuz tatilini Çeşme’de geçirdi. En ünlü Çeşmeli, Mustafa Denizli, BDP Diyarbakır mebusu Şerafettin Elçi’nin damadı... BDP’liler İzmir’in kaymak tabakasındandır diyorum, inanmıyorsunuz... İster misin, bi özerklik de Çeşme için patlatsınlar.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2011
Anayasamıza göre...<br><br>Cumhurbaşkanı, başkomutan. İbrahim Tatlıses’e göre...
Başbakan da, mareşal.
Daha ne komutan arıyorsun?
*
Böyle yazmıştım geçen gün...
Aman yarabbi!
Bi hakaret, bi küfür, bi isyan.
Ne demek istiyormuşum filan.
*
Açayım bari.
Bak bitti YAŞ toplantıları...
Komuta yeniden dizayn edildi.
“Genelkurmay” komple değişti.
“Harekât Başkanı” yerinde kaldı.
Kim o?
*
Korgeneral Abdullah Recep!
*
E söyledik sana...
Daha ne komutan arıyorsun?
*
Neyse, bu konuda herkes fikir fışkırtınca, taaa Almanya’daki Türk politikacı Cem Özdemir de “aman ben eksik kalmayayım” diye düşünmüş olmalı ki... Türkiye’nin “normalleştiği”ni belirterek, “Bundan böyle Türkiye’deki gençler de Almanya’daki gençler gibi olacak, genelkurmay başkanının ismini bilmeyecek, milletvekillerinin
ismini bilecek” demiş.
*
Haklı.
*
Örneğin...
*
Almanya’da, tıpkı bizde olduğu gibi, milletvekilleri resmi seyahatlere gidiyor,
uçak biletlerinin parasını Meclis ödüyor...
Ve Almanya’da, tıpkı bizde olduğu gibi promosyon var, uçuyorsun, karşılığında bedava uçuş mili kazanıyorsun.
*
Bi milletvekili arkadaş, milletvekili
sıfatıyla resmi uçuşlar yapıyor, parasını Meclis’e ödetiyor, karşılığında bedava uçuş milleri kazanıyor, sonra resmi gezilerden kazandığı milleri kendi özel seyahatleri
için kullanıyor, avantaya getiriyor, kız arkadaşına falan hediye ediyor.
*
Alman basını yalaka olmadığı için, bu hadise haşırt diye manşet oluyor. Çünkü, diğer tüm milletvekilleri resmi uçuşlardan kazandıkları bedava uçuş millerini, Meclis’e veriyorlarmış. “Biletlerin parasını Meclis ödedi, bedava uçuş hakkı da benim değil, Meclis’in” diyorlarmış.
*
Aslında böyle bi yasa yok.
Mecburiyet de yok.
İster ver, ister salağa yat.
Ama...
Siyasi ahlak diye bi şey var.
*
Dolayısıyla, o milletvekili arkadaş, zifiri karanlıkta gözüne projektör tutulmuş tavşan gibi kalakalıyor, kaçamaz, istifa etmek zorunda kalıyor. Çünkü, o Almanya’da oturtmazlar adamı o koltukta öyle.
*
Ki, aynı arkadaşın ismi, meclis kulislerinde dolaşan bi işadamından “çok uygun taksitler”le “çok düşük faizli borç”
alma meselesine de karışmıştı. Avanta seyahat, tuzu biberi olmuştu.
*
Peki, kimdi o arkadaş? Normalleşme konusunda gençlerimize akıl verip, Almanya’yı örnek gösteren arkadaş!
*
“Haklı” demem ondan.
*
Değerli gençler...
Cem Özdemir’e kulak verin!
*
Almanya’da olduğu gibi, genelkurmay başkanının ismini bilmeyelim, böyle politikacıların ismini de asla unutmayalım... Alman gençleri, genelkurmay başkanının ismini bilmeyip, bu tür politikacıların ismini asla unutmadıkları için, hem memleketleri refah içinde, hem de memleketi yöneten bakanların başbakanların bile anca bi evi var, bi de mütevazı otomobili.
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2011
AKP’nin tek hayırlı tarafı şu...<br><br>Liboşlar mümin oldu. *
Paparazzi kameralarını çağırıp poz vere vere umre’ye gitmişlerdi, şimdi oruç’a merak sardılar.
*
Bi sosyetik dergi mönü vermiş mesela...
İftarda, önce hurma, sonra fesleğen yağıyla tatlandırılmış minestrone çorba, roka yaprakları ve kurutulmuş domates püresinin yanında balsamik sirke ve limon soslu sızma zeytinyağı gezdirilmiş dana carpaccio, taze rozmarinle sarılmış ve karemelize edilmiş tavuk göğsü fırın, üstüne, nane ile dinlendirilmiş franbuaz soslu panna cotta... Sahurda, brokoli çorbası, zeytinyağlı Brüksel lahanası, sote mantar ve graten soslu küp patatesler yanında, marine edilmiş jülyen dana bonfile veya tercihan, iceberg yapraklı ızgara levrek fileto, bir çay bardağı light yoğurt, üstüne ananas kompostosu.
*
Peki ya pide?
Kepekli...
Kroton şeklinde.
*
Sanırsın, Buckhingham hidayete erdi, Prenses Keyt Midıltın oruç tutacak.
*
Suşi öneren bile var.
*
Tiviler de bi acayipleşti...
Kiminde dünya Kuran-ı Kerim okuma şampiyonu hafız, kiminde dünya ezan okuma şampiyonu müezzin, kiminde Avrupa şampiyonu finalisti imam filan.
*
Bu nedir arkadaş...
Alt tarafı nefsimizi sınamak için niyet edeceğiz, olimpiyata mı katılıyoruz?
*
Din adamlarına sorular desen...
Kan versem orucum bozulur mu?
İğne yaptırabilir miyim?
Kalp hapımı alabilir miyim?
Diyalize girsem orucum n’olur?
Eskidendi.
*
Şimdi artık...
Güneş kremi sürebilir miyim?
Niyetliyken ağda caiz mi?
Pedikür orucu sakatlar mı?
Sahurdan önce sevişebilir miyim?
Fransız öpücüğü orucu bozar mı?
*
Güzel kardeşim, kamasutra profesörü değil ki bunlar, ilahiyat profesörü... Ne desinler yani, partnerin dilini yutmazsa bozmaz mı desin? Yoksa hurma yerine viagra mı aldın, n’aaptın?
*
Şaka bir yana, bin yıllık gelenek
davul’u bile perküsyon’a çevirdiler. Geçen akşam maç seyrediyorum, devre arasında reklamlar girdi, Burhan Öçal’ı ramazan davulcusu yapmışlar iyi mi... Vadaaa’yla beraber ahaliyi sahura kaldırıyor! Bonus
caiz midir bilmem ama, yakında Okay Temiz’i çıkarırlarsa, şaşma. Cazcı ayarlayıp, Kadir Gecesi mevlüt de okutur bunlar.
*
Oldu olacak, iftar topunu da kendinize uydurun bari. Malum, özellikle gençlerimizin yanında değil dandik iftar topu, atom bombası bile patlatsan, ruhları duymaz.
Tiwitır’dan yayınlayın.
*
(Tiwitır belediye başkanı Melih Gökçek’in hayırlara vesile bu makul önerimi dikkate alacağını tahmin ediyorum.)
*
Veya, feysbuk’a koyun.
Görelim ki, iftar vakti...
Allah kabul etsin.
Layk atalım.
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2011
3 şehit daha...<br><br>Bu sefer Van.<br><br>Coşkun, Serkan, Ramazan. *
Şöyle okudu haberi spiker...
Ramazan, ramazanda şehit düştü.
*
Öbürleri “paskalyada şehit” çünkü!
*
4 sene önce de olmuştu aynı kepazelik, Ramazan ile Ali şehit olmuştu, Ali’yi boşverip, “Ramazan, ramazanda şehit oldu” diye duyurmuşlardı.Sanırsın, Ali “Noel’de şehit”ti.
*
Tıpkı.
“Cuma” Şahin
“Mevlüt” Tekiroğlu
“Hacı” Aydıncı
“Bayram” Alkış
“Muhammed” Özbek
“Mümin” Mutlu
Kerim “Oruç”
“İmam” Tan
“Mücahit” Okur
“İsrafil” Dere
“Miraç” Yıldırım
“Kadir” Altınöz
Mustafa “Dindar” gibi.
*
Hep haybeye şehit bi nevi.
*
Abuk sabuk günlerde şehit olup, “günün mana ve önemi”ne denk getiremedikleri için, çarçur ettiler şehitliklerini. Cuma mesela, tuttu salı günü şehit oldu. Bayram desen, mesai gününde.
*
“Recep” Savaş
“Şaban” Üke
“Ramazan” Erdem de öyle.
*
Üç aylarda gittiler ama...
Ayrı ayrı gidip, birlikte gitmedikleri için senkronize haber olamadılar.
*
Demem o ki...
Şehidin enteresan şehit olabilmesi için, illa “Ramazanda Ramazan, yarın doğum günüydü, baba olduğu dakikalarda, Sevgililer Günü’nde, Fener’in şampiyonluğunu göremedi” filan gibi, enteresanlık gerekiyor artık... Yoksa, rutin oluyor, cazip değil, en fazla tek sütunda kalıyor.
*
Dolayısıyla...
PKK’nın yeteri kadar yalaka gaztecisi var ama, bi de, yalaka gaztecilere avanta verip manşet yaptırtan halkla ilişkiler şirketi bulmasında fayda var. Çünkü, olur olmaz günlerde dan dun vuruyor, günün mana ve önemine uymuyor, yazık ediyor çocuklarımıza... 30 bin kişinin kanına girdiler, toplasan 30 defa manşete giremediler bu kafayla.
Yazının Devamını Oku