6 Eylül 2011
Birbirleriyle “düşman” olan İsrail ve Suriye’nin “ortak düşman”ı olmayı başardık iyi mi... *
Bu arada, ikisinin arasındaki Lübnan’a asker diktik ki, aman diim birbirleriyle savaşmasınlar.
*
İlla savaşacaklarsa...
Bizle savaşsınlar.
*
Tıpkı, Nato vurmasın diye Libya’ya savaş gemisi gönderip, vurmamız... İnsanlarımızı vuran İsrail’e, vururum
deyip, sakın başkası vurmasın diye füze kalkanı döşememiz gibi bi şey yani.
*
İlla vurulacaksa...
Biz vururuz.
*
Bana sorarsanız...
Elimizi korkak alıştırmayalım.
Suriye’den girelim.
İsrail’den çıkalım.
Kaddafi taa Fizan’a kaçmış...
Kovalayalım anasını satayım.
Mısır’a dalalım.
Piramitleri alalım.
Dimyat’a kadar gidelim.
Rumları AB dönem başkanı yapmaya kalkarlarsa, Somali’de korsan avlayan gemilerimizi Kıbrıs’a sevk edelim, bu defa güneyden çıkarma yapalım. Fenerbahçe’yi kovan UEFA Başkanı Platini’ye zaten gıcığız, Cem Uzan’ı teslim etmezlerse, Fransa’ya savaş açalım. Keriz Feneri’nin peşini bırakmazlarsa, Almanya Büyükelçisi’ni sınırdışı edelim. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon vefasız çıktı, men dakka dukka, Kore’ye saldıralım.
*
Haberiniz yok belki ama...
Yarın akşam Muhteşem Yüzyıl’da
Mohaç seferine çıkacağız hayırlısıyla.
Sonra, ver elini Viyana.
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2011
Sırf sizin güzel hatırınız için kulaçtırmacı gazetecilik yaparak, Bodrum Çeşme Marmaris Kuşadası filan dolaşmaktan helak oldum, Pascal Nouma’nın bi ton açığıyım. E yoruldum tabii...
Bayram ayaklarıyla araziye uyuyorum, güzel insanların sitesi Aktur’da bi kaç el tavla atıp, kafayı sıfırlayacağım. Malum, bayram tatili dokuz gün ama, ben sadece iki gün
tatil yapacağım, cuma ve cumartesi yokum, pazar resmi tatil, pazartesi desen, zaten yazmıyorum, Enis Berberoğlu gene nerde bu adam derse, kısmetse salı’ya burdayım, söylersiniz.
*
Kendisini ben arayacaktım ama, teyk of poziyşın, hostes telefonu kapatmamı istiyor :)
*
Büyüklerin ellerinden
Küçüklerin gözlerinden
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2011
Kanarya’nın başına gelenleri yazmaktan, vatoz’un başına gelenleri yazmaya fırsat bulamadık. Hani şu, İstanbul’daki dev akvaryumda bulunan vatoz... Hareket etsin diye kafasına pet şişeyle vuruyorlarmış. Kimisi, yağmur ormanındaki bitkileri kökleyip, evine götürürken enselenmiş, kimisi de, sadece yosun yemesi gereken balıkları kek’le beslerken yakalanmış.
Olta getirmediklerine şükret.
Benzer durumu, Monako’da yaşamıştım. Aslan’ın maçı var, ortalık Türk kaynıyor. Vakit geçirmek için Kaptan Kusto Müzesi’ne gittim. İçeri bi girdim kardeşim... Kimisi, ilk icat edilen denizaltıya binmiş, lumboz’dan Galatasaray bayrağı sallıyor; kimisi, balina avlamakta kullanılan tarihi filikanın üstüne çıkmış, zıpkınla poz veriyor. Halbuki, kırmızı kordonla çevirmiş adam, kimse ellemesin diye! Alt kata indim, okyanus dibinde yaşayan canlıların bölümü, zifiri karanlık... Flaşlar bi patlamaya başladı, balıkların feleği şaştı, ters dönüp öyle yüzmeye başladılar. Neredeyse kapıları kapatıp, alayımızı tutuklayacaklardı, baktılar ki, bizim ahali hiç istifini bozmadan hatıra çekmeye devam ediyor, ite kaka kovdular, kurtuldular.
İllallah yani.
Ve, maazallah.
Bakın geçenlerde, Hendek hayvanat bahçesindeki Pony cinsi atlar kayboldu, ertesi gün fındık bahçesinde kemiklerini buldular. Daha önce tavşanları yemişler. İki de papağan araklanmış.
“Fil duruyor mu?” diye sordum.
Allah’tan, zaten yokmuş.
Hiç unutmam çünkü... İzmir Basmane’deki havuza güzellik olsun diye ördek bırakmıştı belediye... Ertesi sabah yok. Bi daha bıraktılar. Ertesi sabah gene yok. Bi daha bırakmadılar. Bilahare tespit edildi ki, av eti ayaklarıyla Alsancak’taki janjan marketlerde satıyorlar.
Oha be birader demeye kalmadı, Aliağa’da iki balıkçı, pelikanları mangal yaparken yakalandı iyi mi... Kuş cennetinden kaldırmışlar. Jandarmaya yakalanana kadar iki büyük rakı devirdikleri için, itiraf ettiler... Flamingoların hazmı zormuş, o nedenle hafif ekşi olmasına rağmen, pelikanları tercih ediyorlarmış... Bu iki haber peş peşe patladı, İzmir’in yarısı vejetaryen oldu. Cibes, radika, istifno filan, denizbörülcesine yönelmemiz ondan!
Ama, siz gene de endişelenmeyin, hepsi yenmiyor. Bolu’da şarampolde bi ayı bulunmuştu önceki sene... Ayı çıplak! Postu yok. Sonradan anlaşıldı ki, asfalta çıkan ayıya otomobil ile çarpmışlar. E bakmışlar ki, ölmüş. Heba olmasın. Postunu yüzüp, oturma odasına sermişler.
Dedim ya, hepsi yenmiyor. Antalya hayvanat bahçesinden maymun çaldılar mesela... Kafesleri kesip, iki tanesini götürdüler. Polis otelleri bastı, acaba animatör mü yaptılar diye... Ara tara, bi tanesi evcil hayvanların satıldığı dükkânda bulundu. Öbürü hâlâ kayıp.
Ankara’nın da piton’u kayıptı. 4 metrelik Piton Pakize... 10 gün geçti, yok, 20 gün geçti, yok. Melih Gökçek uyanık adam tabii, baktı ki ahali huylanıyor, “Aha işte Pakize” diye, taaa 73 gün sonra bi pitonu getirip koydu yerine... Piton Pakize oldu sana, Çakma Pakize.
Ne sürünen kurtulabiliyor elimizden, ne uçan, ne kaçan... “Aman kesme” diyorsun, kesiyorlar. “Mutlaka kes” diyorsun, kesmiyorlar. Hatırlayın, kuş gribi oldu. Kamyonlara yükleyip, dağlara sakladılar tavukları... Kimisi de diri diri yaktı.
İlla kesmeyecek.
Kene’leri imha edeyim derken, evini yakan bile oldu Kastamonu’da... Köyü zor kurtardılar.
Karaburun’da meşhur bi caretta’mız vardı.
Geçen yaz sol ayağını kesmişti manyaklar, bu yaz, 20 metre derinde buldu dalgıçlar, boynuna beş kiloluk kaya parçası bağlayarak öldürmüşler. Kuşadası’nda iki, Didim’de üç caretta, kafaları taşla ezilmiş halde bulundu. Bodrum’da sahile attı kendini bi tanesi, ağır yaralı, canını kurtarmış ama, kör etmişler.
İzmir hayvanat bahçesine ise, gelen gelene, “altı tonluk kaplumbağa”yı görmek istiyorlar! İnternette asparagas yayınlandı, “altı tonluk kaplumbağa bulundu, İzmir’e götürüldü” diye... Ona geliyorlar. Saçmalamayın diyen görevlilerle kavga ediyorlar, niye saklıyorsunuz diye.
Kurban Bayramı’nda boğaya ateş eden kasap da var, eşeğe tecavüz eden mühendis de.
Kanunlarımız desen, ayrı âlem... Söz konusu eşek “fingirdek” bulundu, hafifletici sebepten, 240 lira cezayla yırttı mühendis... Ve, töre cinayetine kurban gitti o eşek... Sahibi vurdu.
Sinop’taki Balina Aydın’ı önce medya maymununa çevirdik, sonra Rus istihbaratında görevli olduğunu iddia ettik. Sivas’ta Murat 124’ün arka koltuğunda taşınan Dana Ferhat, önce şöhret haline getirildi, sonra şöhret olduğu için iki katı paraya sucukçuya satıldı. Fok Badem’i sigara tiryakisi yaptılar Gökova’da... Darıca’ya getirilen timsah’ı, yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için kafasına taş atarak, öldürdüler. Göçmen kuşların, biyolojik silah taşıdığını öne süren milletvekillerimiz oldu. Çok balık tüketiyor diye, yunusları katlettiler. Milas’ta daracık yere sıkıştırıp, balık çiftliğindeki çipuraları oksijensizlikten boğarak öldürmeyi başardık! Uçak için deve kestiler. Domuz’dan çiğköfte yakalandı. Beygirler, nallı kuzu...
Denizli’de at heykelini sünnet ettiler, malum yeri fazla büyük diye... Sütaş’ın vole atan santrfor ineğini RTÜK’e şikâyet ettiler, memeleri müstehcen diye.
O kadar arkeolojik eser var.
İlk neyimizi çaldılar?
Som altın denizatı’nı.
İşin hazin tarafı...
Memleketin adı, hindi.
Demem o ki arkadaş...
Vatoz kusura bakmasın gari.
İnsan olarak yaşamak zor...
Hayvan olarak daha zor bu ülkede.
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2011
İsmi lazım değil, romantik kitapların yazarı, bi gaztede başyazar şu anda... Güya pek “hümanist”tir. Bebek katili’nin paçayı kurtarması için poposunu yırtmıştı. Tivilere filan çıkıyor, idam cezasının utanç verici olduğunu, mutlaka kaldırılması gerektiğini anlatıyordu. *
Tam o günlerde, korsan kitap baskını yapıldı. Anlaşıldı ki, bu arkadaşın kitaplarının da korsanı yapılmış, raflarda 20 liraysa, tezgâhta 5 liraya satılıyor. Aynı tivilere çıkıp, ne dedi biliyor musunuz? “Bu emek hırsızlarının idam edilmesi lazım” dedi iyi mi!
*
İkiyüzlülük...
Her daim şampiyondur.
*
Bakın mesela, yukardaki kazmanın kankası olan bi başka gazteci... Meslektaşlarının, profesörlerin, şeref madalyalı subayların içeri tıkılmasını alkışlıyor, “hukukun egemen olduğunu” anlatıyordu. Şimdi ise, sırf Fenerli olduğu için “hukukun iflas ettiğini” yazıyor.
*
Herkes biraz “utan”sa...
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Öbür davalarda, mevzuyla alakası olmadığı halde, iddianamede adı geçen herkese “suçlu” damgası yapıştırıp, “linç” edenler... Şimdi çıkmış “masumiyet karinesi”ne vurgu yapıyor.
*
Herkes, her zaman, “insan hakları”na bu kadar saygılı olsa... Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Onca kritik dava var, kimse çıkıp, savcıların hâkimlerin gözünün üstünde kaşı var demedi, hatta, fotoğraflarını basmaya bile kimsenin maçası yetmedi. Ya şikede? Adli camia komple infaz edildi, avanta bilet peşinde koştukları öne sürüldü, “hesap verin” çağrıları yapıldı.
*
Herkes, bu kadar “cesur” olsa...
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Millet tarafından seçilip, Meclis’e gönderilen milletvekilleri hapiste tutuluyor, gık çıkmıyor. Kulüp başkanı içeri tıkılıyor, konvoy yapıp, kornalarla cezaevini basmaya gidiyorlar.
*
Herkes, “kendini temsil eden”lere bu kadar sahip çıksa... Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Komutanlar tutuklu, avukatları çırpınıyor, söz hakkı istiyor, kimse ekrana çıkarmıyor. İçerdeki profesörler hastanelik oluyor, aileleri yalvarıyor, dertlerini anlatmak istiyorlar, kimse ekrana çıkarmıyor. Buna mukabil... Kelepçeli topçuların, menajerlerin avukatları ise, her gün saatlerce ekranda, açık oturumlara katılıyor, mahkemeymiş gibi “tanık” bile çağırıyorlar.
*
Herkes, “ifade özgürlüğü”ne bu kadar saygılı olsa... Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Türkiye’yi kökünden sarsan operasyonlarda hukuksuzluk iddiaları gırla gidiyor, bazı sanıklar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyor, ciddi yaptırımlar söz konusu, kimse oralı olmuyor... UEFA “tak” dedi, “şak” diye gereği yapılıyor.
*
Herkes, “evrensel ilkeler”e bu kadar duyarlı olsa... Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Senelerdir şamar oğlanı muamelesi yapılıyor bu millete... Kafasına çuval geçiriliyor. Milli egemenlik adeta Brüksel’e devredildi. AB’ye uyum ayaklarıyla, Batılı ülkelerin işine gelen kanunlar TBMM’ye dikte ettiriliyor. Sanırsın babasının çiftliğiyiz, IMF komiserleri, CIA ajanları cirit atıyor, çıt çıkmıyor. UEFA müfettişi geldi... Neredeyse isyan çıkacak! “Türk olarak rencide oldum” diyen mi ararsın, “burası müstemleke mi?” diye soran mı...
*
Herkes, bu kadar “dik” dursa...
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Sizin için basit bi detay olabilir. Bence, halimizi ortaya koyan çok önemli bi pozisyondur... UEFA eleme maçında golünü atan Beşiktaşlı Almeida, şehitlerimize saygısını göstermek için, onur duyulacak bir davranışta bulundu, asker selamı çaktı; tüm gazetelerimizin birinci sayfalarında yer aldı. Halbuki, bu asker selamını Türkiye’ye tanıtan kişi, Asker Bülent, yani Bülent Uygun’du. İlaç için bir gazete bile “Almeida, Asker Bülent gibi selam çaktı” diyemedi. Belli ki, cısss’tı... Bugüne kadar her fırsatta Asker Bülent’in selam çakma fotoğrafını kullananlar tırsmıştı, sanki vebalıymış gibi hiç bahsetmemeyi tercih etmişlerdi.
*
Herkes, biraz “vefalı” olabilse...
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Daha düne kadar Aziz Yıldırım’a övgüler yağdıran, görür görmez ayağa kalkıp ceket ilikleyen, gelmiş geçmiş en büyük başkan ilan edenler... Bugün Aziz Yıldırım’ın ne kadar hatalı işler yaptığını, hatta, kendi düşen ağlamaz hesabı, bu olanları hak ettiğini yazıyor.
*
Herkes, bu yalakaların suratına tükürse biraz...
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Şehide “ceset” deniyor, sınırlar delik deşik, ulusal güvenlik evlere şenlik, Genelkurmay Başkanı’nı bile dinlemişler, “kepazeyiz” diyor, ormanlarımızı yakıyorlar, Antalya’da plajda bomba patladı... Her yakalayan soruyor, abi sen gazetecisin, ne olacak bu süperlig’in hali?
*
Herkes, tuttuğu takım kadar kafa yorsa bu memlekete... Hiç sorun kalmayacak aslında.
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2011
Fenerbahçe... İkinci Cumhuriyet ilan edildi, Kanarya Cumhuriyeti ayvayı yedi. Başkanı içeri tıkıldı. “Avrupa”dan kovuldu, Bank “Asya”ya düşürülmesi bekleniyor. Başbakan Fenerbahçeli, Federasyon Başkanı Fenerbahçeli, savcı Fenerbahçeli, hâlâ “Galatasaray’ın yüzünden” diyorlar... “Aziz” milletimizi “susma sustukça sıra sana gelecek” diye uyarıyorduk, anlamıyorlardı, “bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” diyelim, belki şimdi anlarlar “aziz”im.
*
Badem United...
Kazma rakipleri duran toplara bile vuramadığı için liderliğini koruyor. Şahsi oynarlar, kendi ortalarına kendileri vururlar. Köşe oldukları için, köşe vuruşlarını severler. Verkaç bilmezler, vurkaç’a bayılırlar, vole vuramazlar ama, voli’yi iyi vururlar. Tekmeye kafa uzatmazlar, karambolde kıstırırlarsa, kafaya tekme atarlar. Dokuz kusurlu hareketin dokuzunu da yaparlar, taban girerler, ofsaytta yakalanırlar, hep avantaja bırakılır. Bi dokun... Anında yere atlarlar, “penaltı” diye bağırırlar. Sıkışınca topu taca atarlar, “senden çıktı” diye ağlarlar. Buz gibi doksana tak, saymazlar, “teğet geçti” derler. Altı pastan auta vururlar, “goooolll” diye tribüne koşarlar, kendilerini anons ettirip, kendilerine tezahürat yaparlar. Hezimete uğrasalar bile, sanki kazanmış gibi, kendi kendilerini omuzlara alırlar. Şike yaparlar, hakemlere makarna-kömür dağıtırlar. İtiraz edeni, saha komiserlerine coplatırlar, biber gazı sıktırırlar. Fikstürü kendileri çeker, sadece kendi statlarına sahaya çıkar, maç başladıktan sonra kuralları değiştirirler. Herkes 90 dakika oynarken, bunlar 90 artı van münüst oynarlar. Yargıspor’a bacak arası, Postalspor’un boş kalesine rövaşata yapıp, Somalispor deplasmanından üç puanla döndüler, Medyaspor da maçı sattığı için şampiyonluğu gene garantilediler.
*
Atletico Hizip...
Ver topu bunlara, değil 90 dakika, 24 saat pas yapsalar, orta sahayı geçmeyi başaramazlar. Bitirici vuruştan vazgeçtik, rakibi bırakıp, birbirlerine çalım atarlar. Muz orta gelsin, ıskalarlar. Kafaya çıkıp tokuşurlar, kendi kendilerini sakatlarlar. Frikiki ben atıcam sen atmıcan diye, ceza sahası içinde kavga ederler, küserler, kimi sahayı terk eder, kimi topu alır gider. Yanlışlıkla gol atsalar, bu sefer hakeme itiraz ederler, “ofsayttı, görmedin” deyip, iptal ettirirler. Kendi forvetini marke eden Takoz Önder’i kadrodan atıp, Dinamo Kemal’i liberoya koydular, daha bismillah ilk maçta lisans çıkarmayı unuttular. 50 sezondur madara olmalarına rağmen “yenildik ama ezilmedik” diye tura çıkarlar. Bu taktik anlayışla 50 sezon daha sıra takımı olmaları ve şampiyonluk bekleye bekleye kahırdan kanser olan taraftarın kulübü yakması bekleniyor.
*
Sporting Hareket...
3-5-2 veya 4-4-2 yerine, 1-1-1 oynuyor. Tek kaleci, tek orta saha, tek santrfor, hepsi aynı kişi... Takımın geri kalanı soyunma odasında “birdir bir” oynarken ofsayta yakalanıp, ısınma hareketlerindeki yatarak müdahaleler internete düşünce, sahada mecburen tek başına kaldı. E tek kişiyle hem oyun kur, hem gol ara, mümkün değil, ha bire kendi kalesinin önünde, stoper mevkiinde duruyor. Beraberliğe razı bi görüntüsü var. Kulüpten devamlı yazılı açıklama yapılıyor, Sporting Hareket’in nasıl oynayacağı anlatılacağına, Badem United’a şöyle oyna böyle oyna diye taktik veriliyor. Ateşli taraftarına rağmen, iddaa kuponlarının banko sıfırı... Alırsa, Olimpic Lorke derbisinden üç puan alır, anca kümede kalır.
*
Olimpic Lorke...
Holiganspor’un altyapısından yetiştiler. Maçları Biji’türkten yayınlanır. Takımlar devre arasında Abant’a gider, bunlar Kandil’de kamp yapar. Krampon yerine, mekap giyerler. Dan dun oynarlar. Gol yerler, hakemi vururlar. Yenersin, stadı yakarlar. Ofsayf de, molotof atarlar. Faul çal, tribüne mayın döşerler. Kırmızı kart göster, mağduruz diye UEFA’ya şikâyet ederler. 150 kere saha kapatma cezası aldılar, buna rağmen “fair play” ödülüne layık görüldüler. Sevinçten, saha komiserine tokat atıp, Postalspor kafilesini taradılar. Hem süperligde oynamak istiyor, hem federasyonu tanımıyor, hem de kendilerine özerk federasyon kurmak istiyorlar. Lisansı iptal edilen teknik direktörleri, taktiği avukatları aracılığıyla veriyor. Bu sezon, en geç öbür sezon affedilmesi ve takımın başına geçmesi bekleniyor.
*
Club Liboj...
Forma ve renk aşkları yoktur. Kiralık oynarlar. Vaziyete göre, bazen postal giyerler, bazen takunya... Siz bakmayın bu sezon “badem” kadrosunda olduklarına, Sülü’nün kulüp başkanlığı döneminde Sparta Kırat için ter döktüler. Rahmetli şampiyonken Real Papatya’daydılar. Kıvraktırlar. Ağır çekimde izlerseniz, sadece ayakları oynamaz, başları popoları da oynar. Yedek kaldıklarında, amigoluk yaparlar. Bonservis bedellerini Avrupa kulüpleri öder ama, bizim ligde top koştururlar. Yabancı pasaport taşımalarına rağmen, yabancı kontenjanından sayılmazlar, ancak, maç satmaktan zevk aldıkları için milli takıma alınmazlar. Hatırlarsınız AB’ye attıkları golü... Ters köşe dediler, 90’a taktık dediler, havayi fişek fırlattılar, neticede top bizim ağlarımızda! Maçın başında “kale mi, top mu” diye yazı tura atılırken, yere düşen paranın bile üstüne plonjon yaparlar. Bunların oynadığı futboldan medet umanlar çöpten marul toplarken... Stat ihalesine, kombine satışına filan aracılık yapıp, komisyon kollarlar. Zeki, çevik, ahlaksızdırlar. Asla jübile yapmazlar. Küme düşseler bile, bi bakarsın, şampiyon takımın otobüsüne binivermişler.
*
Ahali İdmanyurdu...
Gelen takıyor, giden takıyor, folluk oldu, stadı satıldı, antrenman sahasına el kondu, formaya krampona haciz geldi, yalınayak, donla oynuyor. Avrupa Kupası’na katılıcam sanıyordu, Arap Kupası’ndan sonra Afrika Kupası’na gidiyor, küme üstüne küme düştü, “dünya şampiyonu oldun” diyorlar, hâlâ inanıyor. Amatör ruhla tekmeye kafa uzattığı için, beyin sarsıntısı geçirdi, “idrak” yolları enfeksiyonu yaşıyor, durumu kavrayamıyor. Kendi derdine yanacağına, hâlâ “n’oolacak bu ligin hali?” diye merak ediyor.
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2011
Başlıktan da anlaşılacağı üzre... Bengi Yıldız’ı yazacağım.
Sırf “Batman’da molotof” başlığını atsaydım, sırf siz okurdunuz. O nedenle “Bodrum’da mojito”yu ekledim ki, liboşlar da okusun. Mübarek gün ise, bademlere gel gel yapmak için!
Ekip tamamsa...
Başlayabiliriz.
Birincisi, hiç saklanmadığı halde, hiç saklanmayan insanın gizli gizli fotoğraflarını çekip, “vaaaay” filan diye gazetelere basmak, paparazzilik değil, kepazelik’tir.
İkincisi, çok meraklıysan, Bodrum’da gizli gizli tatil yapan bademlerin fotoğraflarını da bas.
Üçüncüsü, harem-selamlık otelde değil, çıplaklar kampında değil, mayosunu giymiş, aile dostlarıyla normal insanlar gibi yüzüyor. “Toplumun bilgi edinme hakkı” bunun neresinde?
Ha “memleket bu haldeyken, tatil yapıyor” demeye getiriyorsan... Memleket bu haldeyken, TBMM komple tatilde değil mi birader? Henüz yemin etmeyen BDP mi soktu TBMM’yi tatile? TBMM “çalışıcaz” dedi de, Bengi Yıldız “hayır, ben Bodrum’a gidicem” mi dedi?
Üstelik, mevzu tatilse... Tatil yapmayı en çok hak eden mebuslar, BDP mebuslarıdır.
Mesela, mitinglerde oy isterken başka, seçildikten sonra başka konuşan BDP mebusu gördünüz mü hiç? Var mı kendini kandırılmış hisseden, enayi yerine konan BDP seçmeni?
BDP’ye oy verip... İcraatını gördükten sonra pişman olarak, elim kırılsaydı diyen var mı?
Davaları çuvalla, dolaplara sığmıyor... Aralarında bi tane yolsuzluk dosyası bulunuyor mu? Zimmetine para geçirmekle suçlanan, ihaleye fesat karıştırdığı iddia edilen... Halka hizmet ayaklarıyla Meclis komisyonlarında iş takipçiliği yaparken görülen BDP mebusu var mı?
Adam Bodrum’a gitmiş, kendi cebinden... Kafileler halinde yurtdışına gezmeye giden mebusların, sadece bi senede sarf ettiği harcırah 10 trilyon lira... Kim ödüyor sence?
Mebuslarımızın çoğu, kendi silahlı kuvvetlerini rezili rüsva ediyor, aşağılama gırla gidiyor, iftiraya uğrayan şeref madalyalı subaylar kafasına sıkıyor, başsağlığından vazgeçtik, adeta göbek atılıyor... Kendi silahlı güçlerine toz konduruyor mu BDP mebusları?
Ha bire yazılıyor, şunun kocası dağda, bunun kardeşi dağda... Öbürlerininki askerde nerede?
Bengi Yıldız, sokağın ortasına oturuyor, kendine oy veren seçmenleriyle birlikte tazyikli suyu, copu yiyor. İstanbul’da Ankara’da İzmir’de yaşayanlar kendine sorsun... Oy verdiklerinizin kaçını tanıyorsunuz? Ne zaman yanınızdalar? Kendi seçmenine bağıran, korumalarına dövdürten BDP mebusu gördünüz mü? Niye eskortla geziyor sizinkiler?
Çetrefil bi durum olsun, çağır BDP mebusunu, saklanmaz, canlı yayına gelir... Öbürlerini çağır, anında arazi olurlar, cep telefonlarını bile kapatırlar, ki, genel başkan kızmasın.
Genel başkan değiştiğinde, çizgileri değişiyor mu? Kral öldü yaşasın kral diyorlar mı? Aynı konuda farklı farklı açıklama yapıyorlar mı? Seçmenin kafasını allak bullak ediyorlar mı?
Dönekler mi?
İkbal nerdeyse, direksiyonu oraya kırıyorlar mı? O partinin borazanıyken, bu partinin zurnası oluyorlar mı? Parayı veren düdüğü çaldırabiliyor mu?
Anayasa’ya uymadıkları çok açık... Öbürleri uyuyor mu? BDP’den daha laik... Yönetim koltuklarında, mebus sayısında, kadına pozitif ayrımcılık uygulayan başka parti var mı?
Ormanını talan edebilir misin? Deresine santral kurabilir misin? Diyarbakır’da liman olsa, el âleme satabilir misin?
(Bakın, Diyarbakır dedim aklıma geldi... Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, bu yaz tatilinde Çeşme’deydi. Kitap imzalamak için gittiğimde aynı otelde kaldım, benden bir hafta önce tatilini bitirip, ayrılmış... Otelin tüm personeli aynı gözlemi yapmış, beş gün kaldı, beş gün kitap okudu... Çoluk çocuk rahatsız olmasın diye, resmi korumalarını lobide oturtmuş, havuz başına indirmemiş... “Mütevazı, nazik, sıradan tatilci gibiydi” dediler.)
(Aynı otelde, iki hafta önce, CHP genel başkan yardımcısı kalmış... İllallah diyorlardı. Lobi parti kulisine dönmüş, kitabı mitabı boşver, eşinin çantalarını konuşuyordu herkes... Marka marka saydılar, havuza başka, plaja başka, restorana başka çantayla geliyormuş.)
(Paparazzi öyle olmaz, böyle olur!)
Velhasılıkelam kardeşim...
Bu kafayla, molotof’u sen hak ediyorsun, mojito’yu o.
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2011
Kalfalık’ta... Nato’nun ne işi var Libya’da?
Ustalık’ta...
Nato’nun Libya karargâhıyız.
Kalfalık’ta, hümanist Kaddafi’den insan hakları ödülü aldık diye seviniyorduk... Ustalık’ta, diktatör Kaddafi’nin defterini dürüyorlar diye seviniyoruz.
Kalfalık’ta...
Suriye’yle cankuştuk.
Ustalık’ta...
Neredeyse savaşacağız.
Kalfalık’ta...
Hüsnü, mübarek adamdı.
Ustalık’ta...
Müstahak sana be mübarek.
Kalfalık’ta...
Yes be annem’ciydik.
Ustalık’ta...
Rauf Denktaş’ı solladık.
Kalfalık’ta...
Ermenistan’a kapı açıyorduk.
Ustalık’ta...
Köprüleri yaktık.
Kalfalık’ta...
Somalililer korsandı.
Savaş gemisi gönderiyorduk.
Ustalık’ta...
Camide bağış topluyoruz.
Nihat Doğan’ı gönderiyoruz.
Kalfalık’ta...
Rize’nin yeni stadı Fenerbahçe maçıyla açıldı. Kayseri’nin yeni stadı Fenerbahçe maçıyla açıldı. Başbakanımız Suriye’deki Halep Stadı’nın açılışını Fenerbahçe’yle yaptı. Maliye Bakanımızın forma giydiği Batmanspor’la Fenerbahçe maç yaptı. Fenerbahçe yöneticileri Siirt’e baraj temeli attı. Alex, başbakanımıza formasını hediye etti.
Ustalık’ta...
Aziz Yıldırım içeri.
Kalfalık’ta...
Polisler askerlikten yırttı.
Ustalık’ta...
Polisler dooğru askerin yerine.
Kalfalık’ta...
İçerdeki 5 bin terörist halledildi mi ki, dışardaki 500 teröristle uğraşma safahatine gelinecek?
Ustalık’ta...
Kandil’i bombaladık.
Kalfalık’ta...
Yüzümüze bile bakmazlardı.
Ustalık’ta...
AKP’den iftar daveti aldım.
E gidişat böyleyse...
Benim anladığım şu:
Sanırım yalakalara hesap soracaklar!
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2011
Hakkâri’de “9 şehit var” dediler, tek tek isimlerini açıkladılar, Yozgat şehidi için cenaze töreni tertiplediler, vali filan geldi, son anda “sizin şehitle ilgili bulguya rastlanmadı” dediler. *
Bir hafta geçti kardeşim.
Şehit kayıp.
*
Hal böyleyken...
İçişleri Bakanımız dün öğle saatlerinde açıklama yaptı, “cesedi bulundu” dedi. Akşama doğru bi açıklama daha yaptı, “bulunan ceset parçaları ona ait değil” dedi.
*
Şehide “ceset”, şehit uzuvlarına “ceset parçası” diyen ilk içişleri bakanı olarak tarihe geçti.
*
Üstelik, bu satırların yazıldığı an itibariyle, “kimliği belli” şehidimiz kayıp, “kimliği belirsiz” bir şehidimiz fazla... Ya da, bazı şehitleri eksik parçalarla(!) gönderdiler memleketlerine.
*
Bakın, hazır “uzuv-parça” filan demişken, hadi gelin, aynı Hakkâri’de “gazi” olup, Ayedaş’ın sayacını “parça”layarak devlete zarar veren Ömür’le ilgili gelişmeleri aktarayım size...
*
Hatırlarsınız, geçenlerde yazmıştım... Mayına denk gelen, şakağına şarapnel saplanan, kör olan, beyninde hasar oluştuğu için parkinson’a yakalanan, konuşmakta güçlük çeken gazimiz.
*
Evlere temizliğe giderek “gazi” evladına bakmaya çalışan anacığıyla yaşıyordu. Kira evlerine elektrik bağlanması için Ayedaş’a gitmiş, gazilere tanınan yüzde 50 indirimden faydalanmak istediğini anlatmaya çalışmış, titrediği ve heceleye heceleye konuşabildiği için banko memuru sıkılmıştı... “Evrakların eksik” diye kestirip atılınca, tartışma çıkmış, o sırada bankoda duran elektronik sayaç kırılmış, güvenlik görevlisi boğazına sarılmış, bayılmış, hastanelik olmuştu.
*
Yedi ay sonra...
Kapıları çalınmış, mahkeme celbi gelmişti. Elektronik sayacı kırarak devlet malına zarar vermekten dava açılmış, üç yıla kadar hapsi isteniyordu!
*
Ahali evinde esneye esneye poposunu kaşısın diye, Hakkâri dağlarında gözünü, beynini, sinir sistemini hayatının geri kalan bölümünü bırakan gazi...Devlete zarar vermişti yani.
*
Hatırladınız di mi?
Hatırladığınızı şuradan biliyorum... Bana her gün gelen “mail” sayısını yazmaya utanırım ama, bu istisna, 100 binin üzerinde elektronik posta göndermiştiniz. Maddi-manevi destek vermek için Ömür’ün adresini, telefonunu veya banka hesap numarasını istiyordunuz.
*
Kısa süre sonra anladım ki, Ayedaş’a da yağdırmışsınız... Kiminiz “sayacın parasını şu şu numaralı kredi kartımdan çekin” demişti, kiminiz “hesap numarası verin, kaç paraysa yatırayım” demişti... Kiminiz de kısaca Ayedaş yetkililerinin hatırını(!) sormuştu.
*
Ayedaş komaya girdi.
*
Anında tornistan...
Dava geri çekildi.
*
(Hazirandaydı ilk duruşma... Ayedaş avukatları çekildiklerini bildirdiler. Nöbetçi hâkim baktığı için, kasıma erteledi. Kasımda asıl hâkim gelecek, bu ayıba son verecek.)
*
Bitmedi...
*
Vatanı milleti için canını ortaya koyan her gazi gibi, onuruna çok düşkün bir kahraman Ömür... Kendini acındırıyormuş durumuna düşmek istemiyor. Bu yüzden, adresini, telefonunu kimseye vermedim. Buna rağmen, buldunuz Ömür’ün adresini telefonunu.
*
Kiminiz 300 lira verdi zorla, kiminiz 3 bin lira... Para yağdı. Kiminiz mahalleye yetecek kadar gıda kolisi gönderdi, kiminiz “gel benim evimde kal” teklifinde bulundu.
*
Bizim için feda ettiği gözlerine, hayatına karşılık sadece 1450 lira maaş alan Ömür yalvarıyordu, abi gözünü seveyim köşende yaz, göndermesinler artık diye...
Yazmadım.
*
Şimdi yazıyorum.
Çünkü...
*
İşadamı Zeynel Abidin Erdem, avukatları aracılığıyla iz sürdü, Ömür’ün adresini buldu, “üç sene beş sene, kaç seneyse, kiranı ben ödemek istiyorum” dedi. Kabul ettiremedi.
*
(Kardeşiyle birlikte, bu ülkeden kazandığını bu ülkenin evlatlarına harcayan hayırseverlerimizdendir Zeynel Abidin Erdem... Yazıyorum diye rahatsız olacak eminim ama, her şehit düşen evladımızın ailesine ciddi miktarda para yardımı yapar. Bilinsin istemez. 800 küsur çocuk okutur. Her sene 10 bin vatandaşımıza gıda-giyecek yardımında bulunur.)
*
Sohbet sırasında Ömür’ün en büyük hayalinin “Akçay” olduğunu öğrendi Zeynel Abidin Erdem... Gazi olmadan önce, bir defa gezmeye gittiğini, hep oranın hayalini kurduğunu, oraya yerleşip, orada çalışıp, orada evlenmeyi düşlediğini öğrendi. Sarıldı, öptü, ayrıldı yanından...
*
Gitti işyerine, avukatını çağırdı, “Akçay’a gidiyorsun” dedi.
*
Bastı marşa, Balıkesir Edremit’e bağlı şirin beldemiz Akçay’a gitti avukat, emlakçıları gezdi, üç katlı bi apartmanın bahçe katını beğendi, hem engelli gaziye uygun düzayak, hem yeşillikler içinde... Aradı patronu, tarif etti, hemen dedi patron, pazarlık etme, al... Aldılar evi... Tapusu, gazi Ömür Gezdiren’in adına yapıldı... Buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, halı, bir evde ne gerekiyorsa onlar, tamamlandı... Ve, götürüp teslim etti tapuyu gazi’ye, güle güle otur evladım, bu da telefon numaram, bi ihtiyacın olursa, her zaman.
*
Başta Zeynel Abidin Erdem... Tüm okurlarıma yürekten teşekkür ederim, Allah hepinizden razı olsun. Elbette elimde “sevap sayacı” yok ama, mübarek ramazan, sırf Ömür’ün annesinden aldığınız dualarla, Somali’yi doyurmuş kadar sevap kazandığınızdan eminim.
*
Ve, söylemeden edemeyeceğim.
*
Bu memleketin çakıl taşının bile el âleme satılmasına karşıyım... Ayedaş’ın ise, mutlaka yabancıya satılmasını istiyorum. Amerikalı, Japon, İtalyan, hangisi olursa... Hiçbir yabancı devletin, milleti için canını ortaya koyan gaziye bu muameleyi reva göreceğini sanmıyorum.
Yazının Devamını Oku