Gönderilen sorular içinde miras ve mirasın paylaşılması ile ilgili olanların çokluğu dikkat çekiciydi. TÜİK rakamlarına göre 2011 yılında 375 bin, 2012 yılında ise 374 bin kişinin vefat ettiği düşünüldüğünde bu yoğunluğu sanırım normal karşılamak gerekiyor.
* Dedemiz 1981 yılında vefat etti. Geriye birçok mirasçı kaldı. Mirasçılardan bazıları dedemizden bize düşen dairelerin satışını istemiyor, bunları nasıl satabiliriz? İlknur K.
İlknur Hanım, öncelikle veraset ilamı çıkartmanız gerekiyor. Veraset ilamı çıkardıktan sonra diğer mirasçılarla iştirak (elbirliği) şeklindeki mülkiyet hakkınızı paylı (müşterek) mülkiyete çevirmeniz icap eder. Bunu da yaptıktan sonra paylaşma (izale-i şüyu) davası açmalısınız.
Diğer mirasçıların bu dairelerin satışını isteyip istememeleri mahkemenin sonucu açısından önemli değildir.
* Babadan Sıhhıye’de bir daire kaldı. İçinde kiracı var. İzalei şüyu davası açmak için kira sözleşmesinin bitmesini beklemememiz gerekir mi? Hasan A.
Hasan Bey, izalei şüyu davasını açmak için kiracının kira sözleşmesinin sona ermesini beklemenize gerek yok. Davayı hemen açabilirsiniz. Ancak kira sözleşmesi, tapuya şerh verilmişse ya da noterden yapılmışsa davanın sonunda daireyi satın alan kişinin kiracıyı çıkarmak için sözleşmenin bitmesini beklemesi gerekir.
* Mirasçılar anlaşamazsa kalan mallar nasıl satılıyor? Ucuza gittiği doğru mu? Rıza S.
Mahkemenin belirlediği oranlara göre mallar satışa çıkarılabileceği gibi mirasçılar anlaşabilirlerse aralarından birinin de miras bırakılan malı bedelini vererek alabilmesi mümkündür. Satışa çıkarılan miras mal ucuza gidebileceği gibi değerinden fazlaya da satılabilmektedir. Bu biraz da satışa giren kişilerin bu malı ne kadar istediğine bağlıdır.
Hürriyet okurlarından Neşe hanımın sorusuna bakılırsa yüzde 64’lük oran oldukça iyimser gibi...
* Yasin Bey, bundan yaklaşık 10 yıl kadar önce eşim vefat etti. Bu vefattan sonra SGK’dan bana maaş bağlanmıştı. Geçen hafta elime bir kağıt geldi. SGK yetkilileri beni ve şu anda birlikte yaşadığım hayat arkadaşımı şikayet etmiş. SGK’dan sigorta aylığı alabilmek için resmi nikah yapmadan birlikte yaşadığımızı söylemiş ve SGK’yı dolandırdığımızı iddia etmişler. Mahkemeden bir kağıt geldi, ne yapmalıyım, ne kadar ceza alırız, evlenmeden birlikte yaşamak suç mu? Neşe T.
Neşe hanım, sorunuzu okuyunca ilk önce yanlış anladığımı düşündüm. Çünkü SGK’nın anlaşmalı boşananları yakın takibe aldığı, bu kişilerle ilgili şikâyette bulunduğuna dair haberler medyada çokça yer buluyor. Sizin sorunuzu da buna benzer sorulardan biri sandım.
Sonra sorunuzu tekrar okudum. Tüm samimiyetimle belirtmeliyim ki bir kimsenin resmi nikâh yapmadığı için dolandırıcılık suçunu işlemekle itham edilebileceği inanın aklıma daha önce hiç gelmemişti.
Sorunuzda mahkemeden bir kâğıt geldiğini belirtmişsiniz. Demek ki kurumun aylık alanları takiple görevli bir yetkilisi sizin birlikte yaşadığınızı tespit etmiş. Bunu rapor haline getirmiş. Kurumda çalışan bir hukukçu bunun için şikâyet dilekçesi yazmış. Bunu savcılığa vermiş. Savcılık bu dilekçeyi okumuş ve ciddiye almış. Ciddiye aldığı bu dilekçe üzerine iddianame hazırlamış ve mahkemeye göndermiş. Mahkeme de savcılıktan gelen bu iddianameyi ciddiye almış, kabul etmiş ve hakkınızda dava açmış.
İnanılmaz gibi görünen kurumun bu iddiası, gördüğünüz gibi ciddiye alına alına birçok aşamadan geçerek somut, ucunda hapis cezası olan bir dava haline dönüşmüş.
Sorunuzun yanıtına gelince:
Ancak bana gelen soruların çoğunluğu siyasi içerikli olaylarla ilgili değil; boşanma davasında sadakatsizliğinden şüphe edilen eşin kaydedilen görüşmeleri ve telefon kayıtları hakkında.
EŞLERİN ÖZEL HAYATI OLMAZ
Çok kişi bilmese de boşanma davaları hukuki süreç, kanuni dayanaklar ve diğer yönlerden diğer hukuk davalarından pek çok yönden ayrılır. Örneğin hâkimin kendiliğinden araştırması ve karar vermesi gereken birçok konu bulunmaktayken diğer hukuk davalarında “taraflarca hazırlanma ilkesi” ağırlık teşkil eder. Boşanma davalarının normal davalardan ayrıldığı yönlerden biri de bu deliller konusunda karşımıza çıkıyor.
Anayasamıza göre herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir: Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Ancak, evlilik birliğinde eşlerin, evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur.
Eşlerden birinin, bu alana ilişkin özel yaşamı, evlilikle bir araya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir. O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdır. Bu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle Yargıtay, eşinin sadakatinden kuşkulanan eşin, birlikte yaşadıkları, her ikisinin de ortak mekânı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydederek sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tespit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden ve hukuka aykırılık bulunduğundan söz edilemeyeceğine karar veriyor. Yani, ses kaydı boşanma davalarında delil olarak kullanılabilir.
TELEFON-MESAJ İÇERİĞİ ÇIKAR MI
Ses kaydı ile ilgili yukarıdaki sorudan başka boşanma davalarında en çok duyulan bir diğer soru da gönderilen SMS mesajının içeriğinin tespit ettirilip ettirilemeyeceği. Hemen belirtelim ki boşanma davalarında mesaj içeriğinin tespiti Aile Mahkemesinden istenemez.
‘Doktor tavsiyesi olmadan ilaç kullanmayın’, ‘soba öldürmez ihmal öldürür’, ‘sizi Tüketici Kanunu korur’ bunlardan ilk başta akla gelenler. E-posta kutusuna düşen sorulara bakılırsa boşanma davaları konusunda da böyle programlar hazırlanması gerekiyor sanırım. Bu hafta boşanma konusunda çokça yanlış bilinenleri ele aldık.
* Yanlış: Davayı karşı tarafın açmasını beklemeli
Davayı açan taraf, boşanma isteğini mahkemeye iletir ve boşanma sebeplerini ispat etmek zorundadır. Eğer iki taraf da boşanmayı düşünüyorsa davayı ilk açan olmanın bir dezavantajı yok. Bununla birlikte boşanma davası ilk açıldığı yerde görülür. Özellikle eşlerden biri başka şehre taşındıysa bu konu çok önemli hale geliyor.
*Yanlış: Davayı kadın açarsa nafaka isteyemez
Kadına nafaka verilmesinin bununla ilgisi yoktur. Boşanma davasını kim açmış olursa olsun, eşin nafakaya ihtiyacı varsa nafaka bağlanır. Normalde hâkim bunu kendiliğinden düşünmeli, ama uygulamada böyle olmuyor, talep edilmesi gerekiyor.
* Yanlış: Kız çocuk anneye, erkek çocuk babaya verilir
Velayet belirlenirken çocukların cinsiyetinden çok yaşları göz önünde tutuluyor. Yaşı küçük çocukların anne şefkatine ihtiyacı olduğu düşünülüyor ve erkek ya da kız olmalarına bakılmaksızın genelde velayetleri anneye bırakılıyor. 12 yaşını doldurmuş çocuklara kiminle kalmak istediklerinin sorulmasının zorunlu olduğunu da yeri gelmişken belirtelim.
* Yanlış: SMS içeriği istenebilir
OTOMATİK YENİLENİYOR
Hepimizin malumu olduğu üzere genelde kira sözleşmelerine bir süre konulur. Ancak, kanuna göre, kira sözleşmesinin sonunda, sözleşmeyi feshetme hakkı mal sahibine değil kiracıya tanınmış bir hak. Kiracı, sözleşmenin bitmesinden en az 15 gün önce kira sözleşmesini yenilemeyeceğini bildirirse sözleşme yenilenmiyor.
MAL SAHİBİNİN HAKKI YOK
Kiracı için sağlanan bu imkan mal sahibi için tanınmamış. Yani mal sahibi, kira sözleşmesi bir yıllıktı, üç yıllıktı diyerek sözleşmenin sona ermesini sağlayamıyor. Kiracı, sözleşmeyi yenilemeyeceğini bildirmezse sözleşme birer yıllık dönemler için yenilenmiş sayılıyor.
10 YIL SONRA FESİH
İşte, bu noktada yukarıda bahsettiğimiz ertelenen kanun maddesi devreye giriyor. Bu maddeye göre, kira sözleşmesi 10 yıldan daha uzun sürmüşse, mal sahibi uzatma yılının bitmesinden en az 3 ay önce bildirimde bulunarak sözleşmeyi yenilememe hakkına sahip.
NOTERDEN BİLDİRİM ŞARTI YOK
Medyada çeşitli yazılarda kiracının ya da mal sahibinin fesih bildirimini noterden yapması gerektiğinin zorunlu olduğuna dair yazıları görüyoruz. Ancak bu doğru değil, kanunun 348. Maddesine göre fesih bildiriminin sadece yazılı olması şartı aranmış, yani ispat yükü sizde olmak kaydıyla her türlü yazılı bildirimle fesih yapılabilir.
14. Louis için kişisel itibarla hanedanın ve ulusun itibarı ayrılmaz bir bütündü. Bu yüzden birçok Avrupalı hükümdara örnek olmuştu. Fransız politikacıların görevi fiilen saray memurluğuna, idareciliğe ve yürütücü memurluğa indirgenmişti. Kraliyet meclisleri ve eyaletlerdeki kraliyet görevlileri, idare memurları ve ordu komutanları; soyluları ve yerel dokunulmazlıkları hesaba katmakla birlikte, o zamana kadar Fransa’da söz sahibi olan siyasi güçlerin gerçek anlamdaki bağımsızlığına büyük darbe indirdi. Eyalet meclisleri kraliyet görevlileri tarafından yönetilmeye başlandı. Parlamentlerin işlevi adli yetkilerle sınırlandırıldı. Fransız kilisesinin Roma kilisesinden bağımsız olduğu savunuldu. Kısa süre sonra bu devrim dönemine “Grand Siecle” (Büyük yüzyıl) adı verildi.
***
14. Louis’in hükümdarlığının yakın şahidi olan politik düşünür Montesquieu (1689–1755) gördüklerinden ve yaşadıklarından çok etkilendi. Montesquieu 20 yıl üzerinde çalıştığı “De l’esprit des lois” adlı kitabında yasama, yürütme ve yargı’yı birbirlerinden ayırmanın önemini ve kuvvetler ayrılığı prensibini vurguladı.
***
Montesquieu’ye göre; fazilet bile sınırlanmaya muhtaçtı: “Bir kuvvet, karşısında kendi cinsinden başka bir kuvvete rastlamadıkça doludizgin gider. Zira ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunu kötüye kullanabilir ve kuvvetine sınır buluncaya kadar gider.”
***
Montesquieu’nun Kuvvetler Ayrılığı Prensibi yazılı bir anayasa olarak, Fransa’dan bile önce, 1787 tarihli Amerikan Anayasası’nda ifadesini buldu. Daha sonra 19. ve 20. yüzyılda diğer ülkelere de yayıldı. Türk Hukuk Sistemi’nde ise ilk defa 1876 Anayasası’nda padişah bir takım yetkilerini yasama ve yürütme ile paylaşmışsa da, tam olarak ilk kez 1961 Anayasası’nda yer aldı.
***
Bu kararı ister Yargıtay’da onanarak isterse temyiz edilmeden kesinleşiyor. Daha sonra bazı yeni deliller ortaya çıkıyor. Bu deliller, mahkemece verilen kararın hatalı olduğunu gösteriyor. İşte bu kararın yeniden incelenmesi talebine ‘yargılamanın yenilenmesi’ adı veriliyor.
1. Sadece sanığın lehine mi talep edilir?
Hayır, ortaya çıkan deliller sanığın lehine olabileceği gibi aleyhine de olabilir. Yani beraat eden sanık, yeni deliller incelendikten sonra ceza alabilir.
2. Kesinleşmemiş dosyalarda talep edilebilir mi?
Hayır, kesinleşmemiş dosyalarda bu yola gidilmez, çünkü bu dosyalarda temyiz incelemesi yapılır.
3. Başka ‘olağanüstü yol’ var mı?
Yargılamanın yenilenmesinden başka, “olağanüstü itiraz” ve “kanun yararına bozma” da vardır.
Zorunlu eğitimin mucididir. 5-14 yaş arasındaki bütün çocuklara uygulattığı bu eğitim sistemi zamanla tüm Avrupa’ya ve dünyaya yayılmıştır.
Artık Prusya Kralı olan “büyük” Friedrich, Potsdam Ormanları’nda gezinirken bir değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alarak yerine şanına yakışır muhteşem bir saray yaptırmak ister.
Hemen yardımcıları değirmenin sahibini bulur ve araziyi değirmenle birlikte kendisinden almak isterler. Ancak değirmenci araziyi vermeye razı olmaz. Bunun üzerine askerler değirmenciyi kralın huzuruna çıkarırlar.
Kral, değirmenciye bakar. “Arazine bir saray yaptırmak istiyorum. ”der. İkna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif eder. Fakat değirmenci, kral ne kadar para verirse versin, bu satışa bir türlü razı olmaz.
Kral, teklif ettiği onca paraya rağmen değirmeni satın alamayınca sinirlenir ve “Sen benim Prusya Kralı Friedrich olduğumu bilmiyor musun yoksa?” diye gürler.
Değirmenci hiç alttan almaz. “Biliyorum” der. “Senin kral olduğunu biliyorum. Ama ben de bu değirmenin ve arazinin sahibi Sans-Souci’yim.”
Kral iyice köpürür ve “Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın. Bakalım o zaman ne yapacaksın? Benim binlerce askerim var. Senin kimin var?” der.