Yasemin Boran

Sahip olduklarımız

11 Ağustos 2001
Yaklaşık iki ay önce 'Sahip olduklarımız' başlıklı bir öykü anlatmıştım. Bir anda her şeyi kaybeden bir adamın öyküsüydü bu. Hem de düşünce ve duyguları kazandıklarının, maddenin dışına çıkıp da başka istekler ve beklentiler içine girdiği bir anda o zamana kadar kazandıklarını kaybeden adamın öyküsü.

Öykünün son bölümü şöyle idi;

'Tek çıkar yol işlerini tasviye etmekti. Ancak böyle borçlarını ödeyebilirdi. Ama sonra ne yapacaktı? Hayatına bıraktığı yerden devam edemezdi. Karısı, çocukları, sosyal statüsü... Harcamalarını karşılayacak geliri nasıl sağlayacaktı? Aklının ucundan bile geçmeyen bir durumla karşı karşıya bulunuyordu. Birden hatırladı. Sahip olduklarının kıymetinin kalmadığı sırada neler düşündüğünü bir kez daha düşündü. Bunalıma girmek üzereydi. Ve artık karısına anlatma zamanı gelmişti. Ama nasıl anlatacaktı? Karısının anlayışlı bakışlarıyla karşılaştı. İçi ezildi. Karısı 'evet' diyordu. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmeliyiz. Çocuklar, sen ve ben çok kıymetliyiz.' Şeklinde bitiyordu. Tabii hiçbir öykü böyle bitmez. Aslında biter. Niye bitmesin? Karısının verdiği mesaj çok anlamlı.

Çünkü karısı 'Çocuklar, sen ve ben çok kıymetliyiz.' diyor. Yani kazanıp da kaybettiklerinin hiç önemi yok. Çünkü bizi kaybetmedin. Biz burada hep birlikteyiz. Sağ ve sağlıklıyız. En önemlisi de biraradayız. Kaybedilen para, varlık, mal, mülk ise her zaman kazanılır. Çünkü kaybettiklerin, sana bağışlanmış olan şeyler değil. Çalışıp kazanmış olduğun şeyler. O zaman nasıl kazandıysan, gene kazanırsın. Ama bizi ve kendini kaybedersen, bu gerçek bir kayıptır. Hayatını, canını kaybettikten sonra yeniden kazanamazsın, demek istiyor. 'Çocuklar, sen ve ben çok kıymetliyiz.''in içinde derece derin bir anlam gizli. Bunu ortaya çıkardığınız zaman öykü bitiyor.

Şimdi diyeceksiniz ki, 'mesajı tabii ki anlıyoruz ama öykü bitmiyor. Sonra ne oldu? Öyküyü en meraklı yerinde kesip atmışsın.'

Haklısınız. Zaten bu öyküyü yayınladığımın ertesi günü öykünün devamını merak edenlerden bir sürü telefon ve mektup aldım. Ama o sırada öykünün devamını bilmiyordum. Çünkü tam o sırada yaşanan bir olaydı. Ve şimdi devamını anlatabilirim. Fakat yine de endişeliyim. Çünkü bitirdiğim noktada 'eee, sonra ne oldu?' diyebilirsiniz. Yine de ben anlatacağım.

Efendim, anlayacağınız üzere karısı çok büyük bir anlayışla destek oluyor. Önce çocuklarla konuşuyor. Öyle bir sıcak, duygusal ve gerçekçi bir yaklaşım içinde konuşuyor ki, çocuklar durumu anlayışla kabulleniyorlar. Yani adamın kaygılandığı gibi olmuyor. Böylece adam, çocuklarının da desteğini almış oluyor. Böylece rahatlıyor.

Adam zihinsel ve duygusal bir rahatlama içine girince sağlıklı düşünmeye başlıyor. İşlerinin sadece bir kısmını tasviye ediyor. Böylece gereksiz bir büyüme içine girmiş bulunduğunun da farkına varıyor. Aslında pek de gereksiz değil. Şayet işler o sırada geliştiği gibi devam ediyor olsa, öngörülen ihtiyacı karşılayacak bir durum.

Şirketlerin bir bölümünü kapatıyor. İlk başlarken kurduğu şirket kalıyor. Fakat hala borçlarının hepsinden kurtulmuş değil. Bunun üzerine nesi var, nesi yok satışa çıkarıyor. Ama öyle hemen satmak mümkün değil. O da değerinin yarısının da altına satışa çıkarıyor. Oturup yaptığı hesaplar tam tutuyor. Çünkü önemli olan önce borçlarının tamamını temizlemek. Borçlarıyla satışlardan eline geçen parayı denk getirdikten sonra büyük bir hızla harekete geçiyor.

Şu anda hayata yeni başladığı sıralarda ki gibi küçük bir evde, mütevazı bir hayata geçiş yapmış bulunuyorlar. Ama tabii ki, başladıkları noktada değiller. Çünkü adam, sahip olduklarının değerini kavramış bulunuyor. Küçümsediği şirketin, kazandığı paranın, karısı ve çocuklarının kendisi için ne demek olduğunu anlamış bulunuyor. Ve tabii şimdi zor bir hayatın içinde ciddi bir mücadele içinde olmakla birlikte aile olmanın gerçek bilgisini içinde uyandırmış bulunuyor.

Anlamsız olan hiçbir şey yok. Yaşadığımız tüm tecrübeler, ihtiyacımız olan bilginin içimizde uyanmasını sağlamak için, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Kendinizi sorgularken abartmayın 2

10 Ağustos 2001
Yaptığınız hataların sonuçlarını fazla abartmayın. Unutmayın ki, hata olarak nitelendirdiğiniz her şey, sizin gelişiminizin çok önemli bir parçası. Hatalarınıza takılıp kendinize kızmak yerine hatalarınıza teşekkür etmeniz gerekiyor.

Bu düşünce size tuhaf gelebilir. Ama unutmayın ki, yaptığınız hataların farkına varmanız ve üzerinde düşünmeniz sonucunda yepyeni bir bilgiye ulaşırsınız. Geleceğe yönelik bir girişimde bulunurken neler yapmamanız gerektiğini öğrenirsiniz. Bu arada kendinizi ve içinde bulunduğunuz koşulları tanırsınız. Belki kendinize kızarken ve duygularınız yoğunlaşmışken çevrenizdeki kişileri ve içinde bulunduğunuz durumu hiç anlamamış olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama zaten anlamadığınızın farkına varacak duruma gelmiş olmak, içinizdeki anlayış kıvılcımının uyandığını işaret ediyor.

İşte bu nedenle, kendinize ve hatalarınıza kızmayın. Kendinizi bu duyguya kaptırmayın. O zaman öğrenme sürecinizi uzatmış olursunuz. Üstelik bu sırada yoğunlaşan duygular sizi yakabilir ve hasta olmanıza neden olabilir.

Halbuki yaşadığınız sert tecrübeler teşekkür etmeli, kendi potansiyelinizin farkına varmak için gayret göstermelisiniz. Yaşantınızı ve bugüne sizi getiren olayları ve kendinizi sorgularken dikkatinizi geleceğe yöneltmeli ve öğrendiğiniz bilgilerin ışığında kendinize güçlü hedefler belirlemelisiniz. Yaptığınız sorgulamaları sizi geleceğe taşıyan önemli araç olarak kullanmalısınız diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Kendinizi sorgularken abartmayın

9 Ağustos 2001
Her zaman olduğundan daha fazla düşünmeye başladığımız bir dönemdeyiz. Gelişen olaylar ve zorlaşan koşullar bizi düşünmeye sevk ediyor. Aslında bu durum çok iyi. Böylece düşünebilme yeteneğimizi kullanmayı öğreniyoruz.

Fakat, hayatımızı zorlaştıran koşulların ezici baskısına dayanabilmek de pek kolay değil. Ve şimdi ben henüz düşünmeye başlayan insanın içine girdiği bunalımı izlerken gelen mektupların ve karşılaştığım insanların soruları karşısında bu konuyu işlemek gerektiğini anladım. Çünkü her konuda israfkar bir tutum içinde olan bizler şimdi düşünme konusunda da tam bir israf içinde bulunuyoruz.

Hayatımızı ve bugüne kadar yaptıklarımızı sorguluyor olmamız pek iyi bir durumken, ipin ucunu kaçırıp kendimizi bunalıma sokuyoruz.

Yaptığımız hataları tespit etmek, ilişkilerimizi belirlemek, yaptığımız yanlışları görmek tabii ki, gelişim sürecinde bulunan insanın gelişiyor olduğunun işareti. Ama yapılan yanlışlara ve hatalara takılıp kalmak, gelişmeyi durduracak çok ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor.

Bu durumda sorgulamayı abartmamanız gerekiyor. Yani sizi bugünkü zor koşullara getiren hatalarınızı tespit ettikten sonra orada, o noktada kalmayın. Kendinizi acımasızca yargılamayın. Bu doğrultuda duygularınızın yoğunlaşmasına izin vermeyin. Kendinizi hasta etmeyin. Düşüncelerinizi o noktadan uzaklaştırın. Çünkü hataların yanında yaptığınız doğru ve isabetli işler de var. Bu arada onları gözden kaçırmayın.

(Sürecek)
Yazının Devamını Oku

İlginç bir mektup 2

8 Ağustos 2001
Astroloji elbette size yardımcı olabilir. Doğum haritanızda dışarıdan gelen uyarılara karşı açık olduğunuz anlaşılıyor. Üstelik hassasiyeti yüksek birisiniz. Neptün etkisi sizin zaten sezgisel ve imajinasyonu yüksek biri olduğunuzu işaret ediyor. Üstelik diğer etkiler de bunu güçlendiriyor. Şimdiye kadar sadece rüyalar ve hayaller şeklinde açığa çıkan gizli potansiyeliniz Pluton’un etkisiyle daha belirgin hale gelmiş. Üstelik üç yıl önce harekete geçen bu etkiler sizin sözünü ettiğiniz zamanla örtüşüyor. Giderek daha da artması ve nihayet şimdi bu durumu araştırıp sorulamaya başlamanız ise, Satürn’le birlikte başlıyor.

Satürn’ün etkisi öylesine somut, öylesine belirgindir ki, kişinin üzerindeki etkisi, sanki kendisine büyü yapılmış duygusunu yaratır.

Ancak sizin durumunuz farklı. Sizin kendi içinize yönelip kendi iç potansiyelinizi anlamanız ve kendinizi geliştirmeniz için ihtiyacınız olan tecrübelerle karşılaşmanıza neden olmuş. Aslında bunları kolay aşabilecek bir potansiyele sahipsiniz. Fakat, sahip olduğunuz yetenekleri reddetmeye başladığınız için daha da yoğun bir hal içine girmişsiniz. Tabii şimdiye kadar öğrenmediğiniz ve anlamadığınız durumlar karşısında korku duymanız ve kaçmaya çalışmanız çok doğal. Üstelik gitmiş olduğunuz doktorun önerileri ve tespitleri de astrolojik açıdan sahip olduğunuz potansiyeli doğruluyor.

Kendi üzerinizde baskı yaratmaktan vazgeçin. Biraz gevşemeye ve anlamaya çalışın. Bu durumda en iyi yardımı kendinizden alabilirsiniz. Çünkü sizin böyle bir potansiyeliniz var. Biraz gevşeyip içinde bulunduğunuz durumdan çıkış yolunu düşündüğünüz zaman çözüm zihninizde belirecek. Astrolojik açıdan bu yılın sonlarına doğru rahatlamaya başlıyorsunuz. Kendi değişiminizi kabul gösterirseniz, hem maddi, hem de ruhsal açıdan gelişiminizi gerçekleştirebilirsiniz diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

İlginç bir mektup

7 Ağustos 2001
Çok ilginç bir mektup. Adının açıklanmasını istemediği için yazamıyorum. Ne yazık, rumuz da belirtmemiş ve doğrudan kendisine cevap yazmamı istemiş. Fakat yazdıklarını yaşayan pek çok kişi olduğunu düşünüyorum ve herkesin faydalanmasını istiyorum. Bu nedenle imzasız ve detaylara girmeden kısaca anlatacağım. Mektubun sahibi de umarım anlayışla karşılayacaktır. Mektup kısaca şöyle;

Hem maddi, hem de manevi baskıların altında eziliyorum. Bir türlü çıkış bulamadığım bir sırada garip olaylar yaşamaya başladım. Önce delirdiğimi düşünüp bir doktor arkadaşımla görüştüm. O da beni başka bir arkadaşına gönderdi. Bir sürü testler yapıldı. Son derece sağlıklı olduğuma karar verildi ve sinirlerimin bozulmuş olduğunu öne sürerek yatıştırıcı ilaçlar verdi. Fakat, bu ilaçlarla daha beter haller yaşamaya başladım. Yerde miyim, gökte miyim, ben kimim bilemeyecek hale geldim. Bildiğim yerlere bakıyorum ve tanımıyorum. Gözümün önünde sinema oyunu gibi görüntüler değişiyor. Hem de uyanık ve yolda giderken bile oluyor. 'Kendine gel, gözü açık rüya görüyorsun' diyorum. Daha buna benzer sayısız gariplikler yaşıyorum. Ve çok korkuyorum. Ne yapacağımı şaşırdım. Aldığım ilaçları hemen kestim. Ama değişen fazla bir şey olmadı. Biraz daha normal oldum, o kadar. Yaşadığım olayları tekrar tekrar yaşıyorum. Ve bunları acaba rüyamda mı, gördüm, diyorum. Ama öylesine canlı ki, sanki aynı günü iki kez yaşamış gibi oluyorum. Bütün bunların ne olduğunu çözemiyorum. Eskiden normal bir yaşantım vardı. Acaba bana büyü mü, yapıldı? Falcılara ve hocalara gitmeye de korkuyorum. Arkadaşlarım çok ısrar ettiler ama gitmedim. Bir yakınım benim için birine baktırmış. Ben de büyü olduğunu söylemiş. Ama ben pek inanmadım. Böyle bir şey olabilir mi? Astroloji bana yardımcı olabilir mi? (Sürecek)
Yazının Devamını Oku

Merak ettikleriniz

6 Ağustos 2001
<B> RUMUZ: Mavi<br><br></B>İlginç bir gökyüzü konumunda doğmuşsunuz. Sözünü ettiğiniz yoğun baskılar ve basınç biçiminde algıladığınız durum ise tamamen gökyüzünden kaynaklanıyor. Yani şu sıralarda geçiş yapan gezegenlerin güçlü enerjilerini basınç biçiminde algılıyorsunuz. Yükselen Burcu’nuz Aslan. Ve doğum anında yükselen burcunuzu etkileyen gezegenler şu anda Uranüs’ün etkisiyle harekete geçmiş bulunuyor. Böylece davranışlarınıza yansıyor.

Kendinizden memnun olmadığınızı belirtiyorsunuz. Aslında kendinizi biraz akışa bırakın ve olayların gelişmesiyle birlikte kendinizi izlemeye çalışın. Değişim rüzgarlarına karşı direnç göstermek yerine içinizden yükselen sesi dinleyin ve hayatınızda yapmak istediğiniz değişikliği gerçekleştirmek için harekete geçin. Sizin de sözünü etmiş olduğunuz değişiklik planlarını uygulamaya başlarsanız, kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

Çünkü, sizi zorlayan enerjileri hedeflerinize akıtmış olacaksınız. Üstelik böylece başarılı da olacaksınız. Korkulardan ve endişelerden uzaklaşın ve kendinize güveninin. En azından kendinize şans tanıyın. Kötü sürpriz olarak tanımladığınız gelişmeler Uranüs’ten kaynaklanıyor. Ayrıca Güneş’inizi harekete geçiren Pluton köklü değişimler için sizi zorluyor. Kendinizi tutmaya devam ettiğiniz sürece baskı ve zorlanmalar da artacak ve nihayetinde korkularınızla yüzleşmek zorunda kalacaksınız. Halbuki içinizden yükselen sese kulak verip harekete geçerseniz, gökyüzünün güçlü enerjilerini kullanabilir ve hayatınızda önemli bir aşama yapabilirsiniz diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Düşünen hayvan

5 Ağustos 2001
Geçenlerde Bebek Kahve'de oturmuş, bunaltıcı sıcağın soluk aldırmayan baskısından kurtulmak umuduyla denize bakarak serinlemeye çalışıyorduk. Artık baktığımız denize girip boğazın serin sularına kendimizi bırakamadığımız için, bir zamanların hayaline dalıp serinlemeye çalışıyoruz. Üstelik denizden bize doğru esen o zamanların rüzgarlarından bile eser yok.

Neyse şimdi lafı uzatmayalım, kahveye geldiğimde bir de baktım bizim masada Oya Küçümen oturuyor. Masada simitleri görünce gözlerim parladı. Çocukluğumdan kalma alışkanlıkla içimden bir de kaşar peyniri olsa, diye geçirirken Oya çantasına davranıp tesadüfen bulduğu taze keçi peynirini önüme koymaz mı! Tam o sırada ne içeceğimi bile sormadan çaycının getirdiği çok şekerli çayı görünce o günün benim için harika geçeceğine hükmettim.

Çünkü ancak hayal edebileceğim bir eş zamanlılıkla simit, peynir ve çay önümde duruyordu. Üstelik çay da tam istediğim gibiydi.

Çayın yanında daima bir şeyler yeme alışkanlığım olmasa bile şayet bir şeyler yerken çay içiyorsam onun adına çay denmez. Olsa olsa çay şerbeti denir, herhalde. Böylece kaç şekerle çay içtiğimi söylemeden geçiştirdiğim için kendimi kutluyorum.

Büyük bir dikkatle, sanki çok hassasiyet gerektiren özel bir iş yapıyormuşcasına simit ve peyniri damağımda ezerken çayımı Japonların çay ritüeline taş çıkartırcasına içiyordum. Tabii bu sırada Oya Küçümen'in özenle tarif ettiği keçi peynirini nereden, nasıl bulduğu öyküsünü kaçırdım. Ama ayıp olmasın diye pür dikkat dinliyormuş gibi yaptım. Sonra da bir kez daha anlatması için rica edemedim tabii.

Fakat ne yapabilirdim ki? Ben öyle aynı anda üç beş iş yapanlardan değilim. Hele çok sevdiğim bir şeyi yerken tüm dikkatim ve duyu organlarım yediğim şeyle bütünleşiyor ve etrafta bulunan diğer her şey silikleşiyor. Tabii birisini dinlerken de başka bir şeyle meşgul olmuyorum. Yani kafamda kırk tilki dolaşmıyor. Dolaşacak olsa izin vermiyorum. Yoksa ne yediğimin tadını alırım, ne de dinlediğimden bir şey anlarım. Daha doğrusu ben yaptığı her şeyin keyfini çıkarmaktan yanayım.

Simit, peynir ve çay aynı zamanda bitti ve masadaki sohbete iştirak ettim. O sırada hayvanlardan konuşuluyordu. Oya, yolda bulduğu kedinin perişan halinden ve nasıl veterinere götürüp tedavi ettiğini anlatıyordu, ki aklıma bizim Zeyna geldi.

Zeyna, beş yıldır bizimle birlikte yaşayan kedi. Doğduğundan bu yana birlikteyiz ve çocuklar, anneanne ve benim gibi evin bir ferdi. Özel bir şahsiyet. Canı isterse dışarı çıkar ve çıkma diyemezsin. Kapı pencere kapattığın zaman burnundan getirir ve kapıyı açmak zorunda kalırsın. Evde yaşayan herkese başka davranır ve planlı tutumundan şüphelenip kullanıldığın duygusuna kapılırsın. Ama kızamazsın. Çünkü kızmana izin vermez. Bakışlarından düşündüğü duygusuna kapılırsın. Ve hatta emin olursun. Şimdi burada Zeyna'nın maceralarını anlatsam kesinlikle bu kedinin düşündüğünden siz de emin olurdunuz ama konumuz şimdi Zeyna değil. Bir gün Zeyna'nın maceraları diye bir kitap yazmayı düşünüyorum. Zaten iki satırla anlatılacak bir kedi değil, Zeyna!

Neyse efendim, Oya'ya dönüp 'hayvanlar düşünüyor' dedim. Oya da anlattığı konuyu bırakıp 'kesinlikle düşünüyorlar' dedi. Ve devam etti, bir bilim adamının hayvanlar üzerinde yaptığı incelemeden ve düşünüyor olduklarını tesbit ettiğinden söz etti. Fakat bunu kamuoyuna duyurmadıklarını çünkü düşünen hayvanların kesilip yenmesinin mümkün olamayacağını anlattı.

Bir hayvanın düşündüğünü bilerek yemek, iştahı keser mi, kesmez mi, bilemeyeceğim ama 'insan, düşünen bir hayvandır' lafını bozacağından kesinlikle eminim, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Göründüğü gibi mi?

4 Ağustos 2001
Ne görüyorsak onu biliyoruz. Kendimizin dışındaki her şeyi kendi değerlerimizle yargılıyoruz. Hem de öylesine net, açık, seçik ve kesin bir dille ifade ediyoruz ki, sanki onun içindeymişiz gibi. Hatta biz oyuz. Tarif ettiğimiz, hükmettiğimiz olay ya da kişiymişcesine kendimizden son derece emin bir biçimde ‘‘evet budur!’’ diyoruz.

Peki gerçekten öyle mi? Aklımızın ucundan bile böyle bir soruyu geçirmiyoruz.

Halbuki biz sadece bir izleyeniz. Dışardan izleyen biri gözlerine yansıyan görüntüden başka bir şey görme gücüne sahip değil. Gözünüze yansıyanlar ise, yanıltıcı olabilir.

Ama bizler sadece gördüğüne inanan bir toplumuz. O derece gözlerimizi ciddiye alıyor ve sorumluluk yüklüyoruz ki, başka türlü olabileceği aklımızın ucuna bile gelmiyor.

Tabii bunda bizim bir suçumuz yok. Çünkü böyle öğrendik. Öyle bir öğrendik ki, gözümüzün gördüklerine inançlarımızı kuvvetlendirmek için deyişler bile ürettik. ‘‘Gözümle görmesem inanmazdım’’ gibilerinden göz ve görmeyle bağlantılı bir sürü vecize türettik.

Sadece gördüğünü kabul eden bir toplum yaratabilmek için daha ilk çocukluk çağından itibaren beyinlerini yıkadık çocuklarımızın. Sonunda yanılgılar içinde kıvranan bir toplum yarattık.

‘‘Şimdi gözümüzle gördüğümüz şu dünyaya yanılgı mı, diyorsun’’ diyerek karşı çıkabilirsiniz. Ama ‘‘hepimizin gördüğü aynı dünya mı’’ diye derhal bir karşı soru sorabilirim size.

Düşünün bakalım. Hepimiz aynı yere bakıyoruz da aynı mı, görüyoruz? Peki aynı yere bakıp aynı şeyleri görüyorsak, neden anlaşamıyoruz? Hatta aynı kelimeleri konuştuğumuz halde, niye birbirimizi anlayamıyoruz?

Çünkü hepimizin gördüğü, algıladığı ve anladığı dünya başka başka. Ve başka bir dünyadan başkasının dünyasına bakıyoruz. Kendi dünyamızın gerçekleriyle değerlendiriyoruz, yargılıyoruz, hükme varıyoruz ve ‘‘budur’’ diyoruz.

Şimdi, hala ve ısrarla ‘‘budur’’ demeye devam edecek misiniz?

Sadece gözünüzün gördüğüyle mi, yetineceksiniz?

O zaman işiniz zor. Daha doğrusu hayatınız zor olacak demektir. Çünkü anlaşamamaktan ve anlaşılmamaktan yakınmaya devam edeceksiniz. Gözlerinize yansıyan ışık oyunlarının zihninizin içinde harekete geçirdiği bilgilerle yetinecek ve hayatınızın yolunda bir arpa boyu bile yol katedemeyeceksiniz.

Halbuki açık bir zihinle, yargılamadan, değerlendirmeden, öfkelenmeden, sevinmeden ve nefret etmeden bakmayı öğrenmelisiniz. ‘‘Acaba göründüğü gibi mi’’ sorusunu sormayı öğrenmelisiniz. Başka dünyalar, başka hayatlar ve başka bilgiler olabileceğini düşünerek özgür bir zihinle izlemeyi öğrenmelisiniz.

İşte, ancak özgür bir zihinle izlemeyi başardığınız zaman gördüğünüz hiçbir şeyin göründüğü kadar olmadığını anlayacaksınız. Gerçeğin sadece küçük bir kısmına bakıyor olduğunuzu göreceksiniz. Sonra daha başka şeyler de anlayacaksınız. Çünkü kendi dünyanızın dışındaki dünyaları keşfetmeye başlayacaksınız. Tabii bu sırada kendi dünyanızı da keşfedeceksiniz ki, sırların sırrına açılan kapıyı göreceksiniz. İşte görmek diye ben buna derim. Yoksa hiçbir şey göründüğü gibi değil diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku