Yasemin Boran

Astrolojik açıdan ilişkiler

24 Kasım 2001
Değişim rüzgarları ilişkilerimizi de etkiliyor ve şimdiye kadar farkında olmadığımız açılımlar yaşamaya başlıyoruz. Ve tabii ne olduğunu anlayamıyoruz. Biliyorsunuz uzun bir zamandır Uranüs, yönettiği burç olan Kova'da dolaşıyor. İçimizden yükselen farklı istekler dışımıza taşıyor ve ne olduğunu anlayamadığımız ama yaşadığımız çok başka olayların ve ilişkilerin içinde kendimizi buluyoruz.

Tabii bu konuyu şimdi neden açtığımı merak ediyorsunuz. Hemen açıklıyorum;

Astrolojik açıdan ilişkilerin yöneticisi Venüs. Sadece ikili ilişkileri değil aklınıza gelebilecek her türlü ilişkiyi Venüs yönetiyor. Arkadaşlık, dostluk, iş ilişkileri, bakkaldan taksiciye, anne-çocuk ilişkisinden patron-işçi ilişkisine kadar bütün ilişkilerin yöneticisi Venüs. Ve şu sıralarda Venüs, Akrep burcunda dolaşıyor.

Venüs'ün pırıltıları Akrep burcunda zayıf olmakla birlikte Türkiye' nin burcunun Akrep olduğunu unutmamak gerekiyor. Yani Türkiye kendisini daha ılımlı ve anlayışlı hissediyor.

Fakat, aynı zamanda Kova burcundaki Uranüs'ün Venüs'e yaptığı sert etkileri unutmamak gerekiyor.

Uranüs, özgürlük, keşifler ve sürprizler gezegeni. Venüs'ü harekete geçirdiği zaman ilişkilerde özgür bir anlayışın ortaya çıkabileceğini kolayca görebiliyorsunuz. Fakat aynı zamanda keşifler gezegeni Uranüs hem kendinizi, hem de ilişkilerinizi keşfetmenize yardımcı olabilir. Tabii bu noktada düşünceler, akıl yani Merkür devreye giriyor ve açığa çıkan özgür duyguların zihninizde nasıl uyanacağını belirliyor.

Merkür'ün gökyüzündeki konumu, kafanızın karışacağına ve duygularınızın da bununla birlikte karışacağına işaret ediyor. bu demektir ki, ilişkilerde ortaya çıkan yanlış anlamalar, ilişkilerin sarsılmasına neden olabilir. Bu noktada Venüs'ün sembolize ettiği sevgi duygularını açığa çıkarmak için gayret göstermek ve düşünmek yerine anlamaya çalışmak daha doğru olacak.

Evet, Astrolojik açıdan ilişkilerin derinleştiği ve bununla birlikte yerli yerine oturtamadığımız duygular yüzünden karıştığı bir dönemdeyiz. Ve bu noktada hem düşüncelerimizi, hem de duygularımızı sadeleştirmeye ihtiyacımız var.

‘‘Astroloji ve İlişkiler’’ başlıklı bir konferans vermenin tam da şu sıralar çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Ve hemen yarın, yani Pazar günü saat 15:00-16:30 arası Altın Işık Astroloji ve Bilimsel Araştırmalar Derneği'nde bu konferansı gerçekleştireceğim. Gelmek isteyenler 0216 302 33 37 telefondan derneğin adresine ulaşabilirler.

Tabii bu konuyu yani astroloji ve ilişkiler konusunu ayrıca bugün saat 13:00-15:00 arası 94.3 Radyo FeMale'de beni dinleyebilir ve canlı bağlantıyla sohbete katılabilirler.

Evet, astrolojik açıdan ilişkilere baktığımız zaman kadının doğum haritasındaki Mars ile erkeğin doğum haritasındaki Venüs'ün birbiriyle etkileşimi de son derece ilginç aşk ilişkisine işaret ediyor. Ve tabii doğum haritanızda Venüs'ün almış olduğu etkiler de sizin ilişkilerinizi belirliyor. Eğer doğum anında Venüs, Satürn'den zorlayıcı etkiler altındaysa, ulaşılmaz bir görünüm verirsiniz ve içinizdeki sevgi enerjisini dışarı çıkartmak zorlanırsınız. Yani ilişkiler sizin için pek kolay olmaz.

Astrolojik açıdan ilişkiler gerçekten insanın hem kendisiyle, hem de dış dünya ile kuracı ilişkileri çok açık olarak belirliyor diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yay Burcu dönemi

23 Kasım 2001
Güneş Yay Burcu’nda parlamaya başladı. Böylece Yaylar’ın dönemi de başlamış oluyor. Aslında uzun zamandır Yay Burcu’ndaki yolculuğunu sürdüren Pluton, Yay’ın sembolize ettiği özellikleri açığa çıkarıyor. Ancak şimdi, Güneş’in etkisiyle Yay görünür hale gelecek. Üstelik 27 Aralık’ta Merkür ve 3 Aralık’ta Venüs’ün Yay’a girmesiyle birlikte Yay Burcu’nun özellikleri güçlü bir biçimde açığa çıkacak.

Yay Burcu; felsefe, din, adalet, bağımsızlık, özgürlük, yüksek öğrenim gibi konuları sembolize ediyor. Bu demektir ki, bu devre içinde bütün bu konularla ilgili özellikler açığa çıkacak. Tabii gökyüzünün bu konumundan en fazla Yay tipleri etkilenecekler. Kendilerini ortaya koymak ve sahip oldukları yetenekleri göstermeye yönelik içlerinden yükselen güçlü itilimler duyacaklar. Yay insanları son derece neşeli, sabırsız ve öğrenme arzuları yüksek tiplerdir. Bu nedenle farklı kültürler ve yabancı yerler ilgilerini çeker. Ve buna bağlı olarak seyahat etmekten büyük keyif alırlar.

Özgürlüğüne düşkün Yay insanlarını keyif aldıkları konulardan ve arkadaşlarından uzaklaştırmaya çalışmaktan kaçının. Şayet bir Yay’a aşıksanız ve onun size olan ilgisinin devam etmesini istiyorsanız, özgür olduğunu hissettirmeniz gerekiyor. Özellikle de kendiniz ile sevdiği konular arasında seçim yapmaya onu zorlamayın. Derhal sevdiği uğraşlarını veya arkadaşlarını tercih edecektir.

Ateşin rahatlığına düşkün şanslı çocukları Yaylar, içlerinden geldiği gibi davranır ve zaman zaman kendilerinin bile farkına varabilecekleri türden büyük çamlar devirebilirler. En son söyleyeceklerini en başta söyleyip konuyu bitirebilirler. Fakat herhangi bir art niyet veya kasıt ve ima yoktur. Zaten öylesine iyimser ve hayata olumlu açıdan bakan bir anlayışa sahiptirler ki, kırdıklarının bile farkına varmazlar. Bu nedenle onların dedikleri ve yaptıklarından alınmak yerine uyarmak gerekir. Çünkü, her türlü uyarıyı anlayacak kadar zekidirler. Fakat yine de onlara karşı açık sözlü olmak ve imalardan kaçınmak gerekir. Tabii anlattıklarınızın bir Yay tarafından anlaşılmasını istiyorsanız diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Sevgi ihtiyacı artıyor

20 Kasım 2001
Astrolojik açıdan son derece ilginç bir dönemdeyiz. Düşüncelerimiz karışıyor, isteklerimiz artıyor ve giderek karamsar bir hal içine giriyoruz. İçimizin derinliklerinden sızıp yükselen sevgi ışığı ise bütün bu karışıklığın içinde kaybolup gidiyor. Ne içimizdeki sevgiyi aktarabiliyoruz, ne de sevgi ihtiyacımızı anlatabiliyoruz. Öylesine karmaşık bir haldeyiz ki, 'sevgi de neymiş' diyecek durumdayız.

Neptün’ün yarattığı endişeler, hayal gücümüzü zorluyor ve bizi karmaşık kuruntuların karanlık kuyusuna gömüyor. Bu halden çıkamazsak hayat daha karanlık ve ızdırap verici bir hale gelecek.

Peki bu halden nasıl çıkabiliriz?

Bunun tek bir formülü var. 'Sevgi.' İçimizdeki sevgiyi uyandıralım. İçinde bulunduğumuz koşullar her ne olursa olsun, ne çeşit sıkıntılarla boğuşursak boğuşalım, içinde bulunduğumuz mekánı aydınlatacak tek bir ışık var, o da sevgi.

Mesela şu anda, çok büyük sıkıntıların içinde olsanız bile karşınızdaki kişinin sıcak bir tebessümle size sevgisini yansıttığını düşünün. Bir anda bütün haliniz değişir. İçinizde yoğunlaşan karanlığın dağıldığını hissedersiniz. Ve bir anda içinizdeki gücün arttığını, her türlü sorunla başa çıkabilecek hale geldiğinizi farkedersiniz. O an, her şey daha kolay gözükür gözünüze ve düşünceleriniz berraklaşır. Böylece size sıkıntı veren ne varsa, bunların üstesinden gelmek için harekete geçersiniz.

Şimdi diyeceksiniz ki, 'kimse bana böyle davranmıyor.' O halde siz, sevgiyle davranın. İçinizdeki sevgiyi dışarı çıkartın. Birilerinin size sevgiyle davranmasını beklemeyin. Ama siz sevginizi gösterin. Çok kısa bir zaman içinde yansıttığınız sevginin geri döndüğünü göreceksiniz. Hem de daha büyümüş olarak ve en fazla ihtiyacınız olduğu bir anda. Unutmayın ki, yansımalar dünyasında yaşıyoruz. Birilerine sevgiyle yapacağınız yardım, kendinize yaptığınız yardımdır. Ve şu anda en fazla sevgiye ihtiyacımızın olduğu zaman diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Orucun faydaları

19 Kasım 2001
Oruç tutmak, bütün kutsal inanç biçimlerinde çeşitli uygulama biçimleriyle karşımıza çıkıyor. Üstelik sadece insana özel. Hayvanların, bitkilerin ve diğer canlı türlerinin oruç tuttuklarıyla ilgili herhangi bir bilgiyle karşılaş var mı bilmiyorum ama ben henüz karşılaşmadım. Demek ki, insanı diğerlerinden ayıran özel bir uygulama.

Üstelik hem zihinsel, hem fiziksel, hem de ruhsal açıdan insanı geliştiren çok önemli bir yöntem. Şimdi 'özel olan ne var, gün boyu bir şey yemeden durmanın ne çeşit bir özelliği var, günlerce yiyecek bulamadan aç yaşayanlar hayvanlar var' diyebilirsiniz tabii fakat, yanılmış olursunuz. Çünkü oruç tutmak, aç kalmak demek değil. Orucun amacı beden, zihin ve ruhu eğitiyor. Ve kendi üzerinizde bir disiplin kurmanıza yardımcı oluyor.

Oruç tutmaya niyet ederek başlanır. Şayet niyet etmezseniz, o zaman sadece aç kalmış olursunuz. Halbuki bedeniniz ve nefsiniz sizi ne derece zorlarsa zorlasın niyetinizi gerçekleştirmek için büyük bir gayret gösterirsiniz. Böylece bedeninize hakim olurken aynı zamanda zihninizin üzerinde de hakimiyet kurarsınız. Ve iradeniz yükselmeye başlar. Bu sırada kendinizi ve yapabilme gücünüzü keşfedersiniz.

Oruç dönemlerinde bedeninizi alışkanlıklarının dışına çıkartmış olursunuz. Her gün sabah, öğlen ve akşam belli saatlerdeki yemek alışkanlığının dışına çıkmak beyninizi şaşırtır ve algılamanız değişmeye başlar. Tabii orucunuzu açtığınız zaman çok fazla yemekten kaçınmalısınız. Hafif ve bedeninizi fazla yormayacak yemekler tercih etmeli ve ne yaptığınızı bilerek oruç tutmalısınız.

Elbette 'Allah rızası için oruç tutuyorum' diyerek iradenizi güçlendirebilirsiniz. Fakat, aynı zamanda ne yaptığınızı bilerek oruç tutacak olursanız, ruhsal gelişiminizi de başlatmış olursunuz. Üstelik bu uygulamanın sonuçlarını pratik hayatınızın içinde görmeye başlarsınız. Çünkü her işin başında 'niyet' vardır. Şayet siz oruç tutmayı biliyorsanız, niyet etmeyi de öğrenmiş ve niyetinizi gerçekleştirmek için ihtiyacınız olan kararlılığı ve direnci de geliştirmişsiniz, demektir, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Biraz tebessüm

13 Kasım 2001
İnsanlar giderek tebessüm etmeyi unutuyorlar. Ne fena! <br><br>Halbuki biz, güler yüzlü bir milletiz. Her geçen gün biraz daha öfkeli ve sabırsız oluyoruz. Biraz daha acımasız ve katı davranıyoruz. Ve tabii giderek katı dünyanın ele geçirdiği robotlara dönüyoruz. Sadece akıl yürüttüğümüz dünyanın geliştirdiğimiz maddesi içine gömülüyoruz.

Parayla satın alacaklarımızı düşünürken, paranın bizi satın aldığının farkına bile varmıyoruz. Ve şimdi bunun sıkıntısı içinde yüzüyoruz. Daha çok kazanmak için mi yaşıyoruz, yoksa yaşamak için mi, kazanmaya çalışıyoruz? Bilmiyoruz. Sadece kazanmamız gerektiğini biliyoruz. Bunun için yapılması gereken ne varsa, yapıyoruz. Ve yaptıklarımızdan keyif almıyoruz. Yani yaşamıyoruz. Yaşamak, keyif almak demektir. Keyif almak için hissetmek gerekir.

Ama biz, hissetmeden yaşıyoruz. Hüzün, sevinç, keder gibi duyguları hissederek yaşadığınız zaman her birinin içinde farklı bir lezzet vardır. Fakat, kedere ve acıya kendinizi kaptırdığınız zaman hissiyatınız uyuşur ve giderek sert ve duyarsız birine dönüşürsünüz. Tabii bu haliniz dış görünümünüze de yansır ve katı bir ifade yüz çizgilerinize oturur.

Bunun sonucunda asık suratla baktığınız dünya, her geçen gün biraz daha karamsar görünür. Kısaca güler yüzlü halinizden eser bile kalmaz. Çünkü dünyaya hangi yüzle bakarsanız onu görürsünüz.

Halbuki içinde bulunduğumuz koşullar her ne olursa olsun tebessüm edecek bir şeyler vardır, mutlaka. Küçük bir çocuğun ışıldayan gözleri, yeni doğan güneşin pırıltıları gibi içinizi aydınlatır, bir anda. Ama bunu, asık suratla baktığınız dünyada göremezsiniz. Ve şayet tebessüm ederseniz, etrafınızda pek çok gülümseyen gözler görebilirsiniz, diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Merak ettikleriniz

8 Ekim 2001
RUMUZ: Birazcık umut<br>Yazdıklarınızdan, karamsarlığın içine iyice gömülmüş olduğunuz anlaşılıyor. Ancak sözünü ettiğiniz gibi gücünüz tükenmiş değil. Anlattıklarınızdan zor bir dönemde bulunduğunuzu anlıyorum. Ama Türkiye olarak hatta dünya olarak hepimiz zorlu bir sürecin içinde bulunuyoruz. Yani sadece siz zorlanmıyorsunuz, herkes zorlanıyor. Bu durum dikkatinizi sadece kendi üzerinize çevirmekten alıkoyar. Kendinize üzülüp ağlamak ve talihsizliğinize yanmak gibi duyguları bir tarafa bırakmanıza yardım eder.

Düşünün ki, içinde bulunulan durum sizin talihsizliğiniz değil. Ayrıca bu durumu şansızlık olarak değerlendirmeyin. Yaşadıklarınızı anlamaya çalışın. Elbette ki, hepimiz çeşitli zamanlarda hata yaptık. Sadece kendi yaptığınız hataları düşünüp üzülmeyin. Üzüntülere kendinizi bırakıp yaşadıklarınıza kahretmeyin.

Üzülmek, farkındalığımızı harekete geçiren bir duygu. Ama üzüntüye kendinizi bırakacak olursanız, o zaman çıkışı bulamazsınız. Sağlıklı düşünemezsiniz ve giderek hem ruhsal, hem de fiziksel sağlığınızı kaybetmeye başlarsınız.

Halbuki hatalarınızın farkına varacak durumlarla karşılaştığınız için sevinmelisiniz. Hataların sonucunda ortaya çıkan sıkıntılar olmazsa hata yaptığınızı anlayamazsınız.

Yazdıklarınızdan hem zihinsel potansiyelinizin yüksek olduğu, hem de direncinizi arttıran sevgi enerjisiyle dolu olduğunuz olduğu anlaşılıyor. Zaten 'Birazcık umut' derken umutlarınızı yitirmediğiniz de görülüyor. Kendinizi bırakmayın. Olayların içinde savrulup gitmekten korkuyorsunuz. Korkmak yerine güçlü olun. Yazılarınızdan kendi gücünün farkında olduğunuzu anlıyorum. Ve zorlayıcı olayların içinden ancak güçlü olanlar çıkabilir. Gücünüzü arttıracak tek şey ise, sevgi. Hatalara gömülürseniz, içinizdeki sevgi enerjisi de derinlere gömülür. İşte o zaman gerçekten umutlarınız biter diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Orta Asya'dan Anadolu'ya

9 Eylül 2001
Orta Asya Türklerinin inançları Anadolu'nun dağlarında sürmeye devam ediyor. Denizli ve Muğla civarında yaşayan Yörükler atalarının geleneğini yaşatmaya devam ediyorlar. Bu geleneğin ne olduğunu kısaca anlatayım.Eski Türkler için ocak, ata, dağ, kaya, sular, ormanlar kutsaldı. Atalar'a gösterilen saygı doğa parçalarına da ayrı ayrı gösterilirdi. Eski çağ Türklerinde Yer-su olarak bilinen doğa güçleri dağlardır. Ata ruhlarına ve Gök tanrıya sunulan kurbanlar kutsal dağa götürülür ve burada kurban edilir. Özellikle ilkbahar ve sonbaharda yapılan kurban törenleri büyük bir şölenle gerçekleştirilir. Farklı boyların kutsal dağları da başkadır. Ve her boy veya oba kendi kutsal dağına kurban ve adaklarını taşır. Bu dağlar eski Türk Kağanlarının, atalarının adlarıyla anılır. Bu dağların arasında öyle bir dağ vardır, ki bütün Orta Asya Türklerince kutsal sayılır. Bu dağın adı Ötügen'dir. Ötügen sadece dağın adı olmayıp aynı zamanda ormanın adıdır. Anlayacağınız eski Türkler için dağlar ve ormanlar son derece saygı duyulan doğa parçalarıdır. Çağlar ötesinden gelen bu geleneğin sürdürülmesi, hem geleneklerin yaşaması açısından, hem de orman ve su gibi şimdi giderek azalan hayati değerlerin korunması açısından bence çok önemli. İşte bu geleneği sürdüren Yörükler geçen hafta Çiçekbaba Zirvesi'ne gelerek sonbahar şenliklerini görkemli bir törenle kutladılar. Denizli'de bulunan Sandıras Dağın'da yapılan bu törene Denizli ve Dalaman Çayı'nın Muğla yöresinde yaşayan Yörükler katılıyor. İki gün boyunca süren şenlik birinci gün Sandıras Dağı'nın Kartal Gölü çevresine kurulan muhteşem kampla başlıyor. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde yola çıkılıyor ve 2165 metrede bulunan Çiçekbaba Zirvesi'ne gelir gelmez tören için hazırlıklar yapılmaya başlanıyor.Oğuz boylarından Üçok ve Bozok Beyleri'ni sembolize eden taşları diziyorlar. Oniki büyük taş sağ tarafa, oniki büyük taş sol tarafa dikiliyor. Bu taşların üstünü geleneksel örtüleriyle süslüyorlar. Ayrıca daha küçük taşları daha alt rütbede bulunan ataları sembolize etmek için diziyorlar. Tıpkı Orta Asya'daki eski Türklerin yaptığı gibi.Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve Oğuzlar ilkbahar ve sonbaharda ata ruhlarına kurban keser ve sundukları kurbandan sonra bir kayın ağacı dikerlerdi. Denizli'ye bağlı Beyağaç Belediyesi'nin desteklediği bu törenlerde ağaç dikilip dikilmediğini bilmiyorum. Çünkü ne yazık! Ben bu törene katılamadım. Halbuki Hürriyet'in Marmaris temsilcisi Mustafa Sarıipek beni bu törenden haberdar etti. Çok heyecanlandım. Mutlaka izlemek istediğimi söyledim. O da kırmadı ve arabada bana yer açacağını söyledi. Fakat, hemen ertesi günü yola çıkıyorlardı ve benim hiçbir hazırlığım yoktu. Üstelik iki günlük bir geziydi ve ne dağa çıkmak için gerekli ekipmanlarım, ne de yedeklenmiş yazılarım vardı. Gerçekten çok hazırlıksız yakalanmıştım. Uyku tulumu ve ayakkabılar gibi ayrıntıları bir gecede temin edebilsem bile yazılarımı yedekleyemezdim. İşte o anda laptop yani taşınabilir bilgisayarımla uyumlu cep telefonum olmadığı için öyle bir hayıflandım, ki İstanbul'a döner dönmez bu işi araştıracağım. Öyle ya, karşıma her an benzer sürprizler çıkabilir ve ben de günü gününe sizi bilgilendirebilirim. Ama yine de Mustafa'ya bir teşekkür borçluyum. Ne de olsa gittiği töreni kamerasıyla belgeledi ve resimlerle birlikte gördüklerini bana anlattı. Ben de size bu bilgileri araştırdığım Türk mitolojisiyle birleştirip aktarıyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Taşlanan evi gördüm (2)

20 Ağustos 2001
Bahçıvan korktu mu, diye sordum. Hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermediğini söyledi. Korkmuş gibi bir hali olmadığı gibi sanki çok doğalmış gibi öylece seyrettiğini anlattı. Zaten çok garip bir adammış. Hiç durmadan konuşan biriymiş. Onunla bir arada fazla bulunduğu zaman başının ağrıdığından yakındı ve laf arasında gitmiş olduğuna sevindiğini söyledi. Evin civarında ve içinde dolaştım. Evin titreşimleri dışarıya doğru biraz yoğundu ama anormal bir durum yoktu. Köylüler de evi taşlamadığına göre ne olabilirdi?

Bunun iki açıklaması olabilirdi. Birincisi bir hortum geldiği yerden topladığı taşı, toprağı ordan geçerken bırakmış olabilirdi. İkinci neden ise, bahçıvanın enerjisinden kaynaklanan paranormal bir durum.

Özel şartlar oluştuğu zaman (şok, aşırı sinirlilik hali ve benzeri yüksek gerilim yaratan durumlar) açığa çıkan enerjinin yaratacağı farklı titreşim alanı çeşitli materyalizasyonlara neden olabilir.

Spiritüel literatürde fizik medyum olarak tanımlanan bu tip kişiler bulundukları yerdeki bazı eşyaları kendiliğinden hareket etmesine de neden olabilirler.

Ayrıca bahçıvan ile birlikte kalan adamın enerjisi bir araya gelerek de benzer bir fenomene neden olabilir. Üstelik adamın sözünü ettiği başının ağrıması da bunu işaret ediyor.

Kimbilir belki bir üçüncü neden de olabilir. Ama bunun için bahçıvanı bulup laboratuvar koşullarında ev ve adamla birlikte incelemek gerek diyorum,

Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku