Düşünen hayvan

Geçenlerde Bebek Kahve'de oturmuş, bunaltıcı sıcağın soluk aldırmayan baskısından kurtulmak umuduyla denize bakarak serinlemeye çalışıyorduk.

Artık baktığımız denize girip boğazın serin sularına kendimizi bırakamadığımız için, bir zamanların hayaline dalıp serinlemeye çalışıyoruz. Üstelik denizden bize doğru esen o zamanların rüzgarlarından bile eser yok.

Neyse şimdi lafı uzatmayalım, kahveye geldiğimde bir de baktım bizim masada Oya Küçümen oturuyor. Masada simitleri görünce gözlerim parladı. Çocukluğumdan kalma alışkanlıkla içimden bir de kaşar peyniri olsa, diye geçirirken Oya çantasına davranıp tesadüfen bulduğu taze keçi peynirini önüme koymaz mı! Tam o sırada ne içeceğimi bile sormadan çaycının getirdiği çok şekerli çayı görünce o günün benim için harika geçeceğine hükmettim.

Çünkü ancak hayal edebileceğim bir eş zamanlılıkla simit, peynir ve çay önümde duruyordu. Üstelik çay da tam istediğim gibiydi.

Çayın yanında daima bir şeyler yeme alışkanlığım olmasa bile şayet bir şeyler yerken çay içiyorsam onun adına çay denmez. Olsa olsa çay şerbeti denir, herhalde. Böylece kaç şekerle çay içtiğimi söylemeden geçiştirdiğim için kendimi kutluyorum.

Büyük bir dikkatle, sanki çok hassasiyet gerektiren özel bir iş yapıyormuşcasına simit ve peyniri damağımda ezerken çayımı Japonların çay ritüeline taş çıkartırcasına içiyordum. Tabii bu sırada Oya Küçümen'in özenle tarif ettiği keçi peynirini nereden, nasıl bulduğu öyküsünü kaçırdım. Ama ayıp olmasın diye pür dikkat dinliyormuş gibi yaptım. Sonra da bir kez daha anlatması için rica edemedim tabii.

Fakat ne yapabilirdim ki? Ben öyle aynı anda üç beş iş yapanlardan değilim. Hele çok sevdiğim bir şeyi yerken tüm dikkatim ve duyu organlarım yediğim şeyle bütünleşiyor ve etrafta bulunan diğer her şey silikleşiyor. Tabii birisini dinlerken de başka bir şeyle meşgul olmuyorum. Yani kafamda kırk tilki dolaşmıyor. Dolaşacak olsa izin vermiyorum. Yoksa ne yediğimin tadını alırım, ne de dinlediğimden bir şey anlarım. Daha doğrusu ben yaptığı her şeyin keyfini çıkarmaktan yanayım.

Simit, peynir ve çay aynı zamanda bitti ve masadaki sohbete iştirak ettim. O sırada hayvanlardan konuşuluyordu. Oya, yolda bulduğu kedinin perişan halinden ve nasıl veterinere götürüp tedavi ettiğini anlatıyordu, ki aklıma bizim Zeyna geldi.

Zeyna, beş yıldır bizimle birlikte yaşayan kedi. Doğduğundan bu yana birlikteyiz ve çocuklar, anneanne ve benim gibi evin bir ferdi. Özel bir şahsiyet. Canı isterse dışarı çıkar ve çıkma diyemezsin. Kapı pencere kapattığın zaman burnundan getirir ve kapıyı açmak zorunda kalırsın. Evde yaşayan herkese başka davranır ve planlı tutumundan şüphelenip kullanıldığın duygusuna kapılırsın. Ama kızamazsın. Çünkü kızmana izin vermez. Bakışlarından düşündüğü duygusuna kapılırsın. Ve hatta emin olursun. Şimdi burada Zeyna'nın maceralarını anlatsam kesinlikle bu kedinin düşündüğünden siz de emin olurdunuz ama konumuz şimdi Zeyna değil. Bir gün Zeyna'nın maceraları diye bir kitap yazmayı düşünüyorum. Zaten iki satırla anlatılacak bir kedi değil, Zeyna!

Neyse efendim, Oya'ya dönüp 'hayvanlar düşünüyor' dedim. Oya da anlattığı konuyu bırakıp 'kesinlikle düşünüyorlar' dedi. Ve devam etti, bir bilim adamının hayvanlar üzerinde yaptığı incelemeden ve düşünüyor olduklarını tesbit ettiğinden söz etti. Fakat bunu kamuoyuna duyurmadıklarını çünkü düşünen hayvanların kesilip yenmesinin mümkün olamayacağını anlattı.

Bir hayvanın düşündüğünü bilerek yemek, iştahı keser mi, kesmez mi, bilemeyeceğim ama 'insan, düşünen bir hayvandır' lafını bozacağından kesinlikle eminim, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları