Göründüğü gibi mi?

Ne görüyorsak onu biliyoruz. Kendimizin dışındaki her şeyi kendi değerlerimizle yargılıyoruz. Hem de öylesine net, açık, seçik ve kesin bir dille ifade ediyoruz ki, sanki onun içindeymişiz gibi.

Hatta biz oyuz. Tarif ettiğimiz, hükmettiğimiz olay ya da kişiymişcesine kendimizden son derece emin bir biçimde ‘‘evet budur!’’ diyoruz.

Peki gerçekten öyle mi? Aklımızın ucundan bile böyle bir soruyu geçirmiyoruz.

Halbuki biz sadece bir izleyeniz. Dışardan izleyen biri gözlerine yansıyan görüntüden başka bir şey görme gücüne sahip değil. Gözünüze yansıyanlar ise, yanıltıcı olabilir.

Ama bizler sadece gördüğüne inanan bir toplumuz. O derece gözlerimizi ciddiye alıyor ve sorumluluk yüklüyoruz ki, başka türlü olabileceği aklımızın ucuna bile gelmiyor.

Tabii bunda bizim bir suçumuz yok. Çünkü böyle öğrendik. Öyle bir öğrendik ki, gözümüzün gördüklerine inançlarımızı kuvvetlendirmek için deyişler bile ürettik. ‘‘Gözümle görmesem inanmazdım’’ gibilerinden göz ve görmeyle bağlantılı bir sürü vecize türettik.

Sadece gördüğünü kabul eden bir toplum yaratabilmek için daha ilk çocukluk çağından itibaren beyinlerini yıkadık çocuklarımızın. Sonunda yanılgılar içinde kıvranan bir toplum yarattık.

‘‘Şimdi gözümüzle gördüğümüz şu dünyaya yanılgı mı, diyorsun’’ diyerek karşı çıkabilirsiniz. Ama ‘‘hepimizin gördüğü aynı dünya mı’’ diye derhal bir karşı soru sorabilirim size.

Düşünün bakalım. Hepimiz aynı yere bakıyoruz da aynı mı, görüyoruz? Peki aynı yere bakıp aynı şeyleri görüyorsak, neden anlaşamıyoruz? Hatta aynı kelimeleri konuştuğumuz halde, niye birbirimizi anlayamıyoruz?

Çünkü hepimizin gördüğü, algıladığı ve anladığı dünya başka başka. Ve başka bir dünyadan başkasının dünyasına bakıyoruz. Kendi dünyamızın gerçekleriyle değerlendiriyoruz, yargılıyoruz, hükme varıyoruz ve ‘‘budur’’ diyoruz.

Şimdi, hala ve ısrarla ‘‘budur’’ demeye devam edecek misiniz?

Sadece gözünüzün gördüğüyle mi, yetineceksiniz?

O zaman işiniz zor. Daha doğrusu hayatınız zor olacak demektir. Çünkü anlaşamamaktan ve anlaşılmamaktan yakınmaya devam edeceksiniz. Gözlerinize yansıyan ışık oyunlarının zihninizin içinde harekete geçirdiği bilgilerle yetinecek ve hayatınızın yolunda bir arpa boyu bile yol katedemeyeceksiniz.

Halbuki açık bir zihinle, yargılamadan, değerlendirmeden, öfkelenmeden, sevinmeden ve nefret etmeden bakmayı öğrenmelisiniz. ‘‘Acaba göründüğü gibi mi’’ sorusunu sormayı öğrenmelisiniz. Başka dünyalar, başka hayatlar ve başka bilgiler olabileceğini düşünerek özgür bir zihinle izlemeyi öğrenmelisiniz.

İşte, ancak özgür bir zihinle izlemeyi başardığınız zaman gördüğünüz hiçbir şeyin göründüğü kadar olmadığını anlayacaksınız. Gerçeğin sadece küçük bir kısmına bakıyor olduğunuzu göreceksiniz. Sonra daha başka şeyler de anlayacaksınız. Çünkü kendi dünyanızın dışındaki dünyaları keşfetmeye başlayacaksınız. Tabii bu sırada kendi dünyanızı da keşfedeceksiniz ki, sırların sırrına açılan kapıyı göreceksiniz. İşte görmek diye ben buna derim. Yoksa hiçbir şey göründüğü gibi değil diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları