Biz CHP’liler ve ortağımız MSP büyük tepki gösterdi. (...) İsteğimiz üzerine, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve bir komutan Bakanlar Kuruluna gelerek sınırdaki hareketliliği anlattı. (...) Hükümet bunun araştırılmasını istedi. Ben ve bazı bakanlar sivil kurumlar aracılığı ile araştırdık, verilen bilgi doğru değildi”.
CHP-MSP koalisyonunda direkten dönen bu kazık ilk kez gün yüzüne çıkıyor. 1970’lerde CHP yönetiminde yer alan, dönemin Bayındırlık Bakanı Erol Çevikçe anılarını kaleme alıyor. Yazdığı kitap “CHP İle Bir Ömür” başlığını taşıyor. Bu satırları oradan aktarıyorum. (s.181).
Çevikçe’nin üç büyük tanıklığı var. Biri, 1974’te CHP-MSP koalisyonu için MSP ile görüşmeleri yürüten ekipte. Diğeri, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Bakan. Üçüncüsü ise, Deniz Baykal ile birlikte politika yaparken, CHP’nin son otuz yılını en iyi bilenlerden biri.
DÜN VE BUGÜN
Baykal’a en çok inananlardan biri Çevikçe, CHP 1999’da baraj altında kalınca, ona “çekil” baskısı yapıyor. Baykal’la yirmi beş yıl süren beraberlik orada noktalanıyor.
Ömründe görmediği kadar konuk ağırlıyor, görmediği kadar yabancı görüyor, görmediği kadar dünya insanlarıyla tanışıyor. Amerika ve Avrupa’dan akın akın gazeteci Uludere’ye gidiyor. Kameralar, flaşlar, ses kayıtları, röportajlar dizi dizi.
Her kürtaj bir Uludere, o bize göre öyle. Elin oğluna göre, Uludere ya da Roboski etnik katliam örneklerinden biri. Bir zamanlar Avrupa’nın göbeğinde yaşandığı gibi. Adamlar öyle bakıyor, klipler o gözle çekiliyor, haberler o mantıkla servis ediliyor.
Biz vur emrini kimin verdiğine kilitlenmiş beklerken, olaya bir gece ansızın kürtaj karışıyor. Haydi, hep birlikte Uludere geride, kürtaj fersah fersah önde, koşar adım Diyanete.
Bir de Uludere vardı.
ERDOĞAN’I BEKLİYORLAR
İki gün önce Uludere ile konuşuyorum. Orada neler olup bitiyor? Uludere derken, kürtaj karmaşasından haberleri var mı?
Hayır, yok. Oradaki insanların dünyası çok ayrı.
1965’te Nüfus Planlaması Yasası kürtaja yalnızca tıbbi nedenlerle izin veren kural getiriyor. Düşüğü yasaklamak yerine serbest bırakmak, gerekli hizmet koşulu ile anne ölümlerini azaltıyor. 1965 Yasası anne ölümlerini biraz azalıyor, ama tam çözüm getirmiyor.
1983’te on haftaya kadar kürtaja izin veren yasa kabul ediliyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ bu yasayı “darbe yasası” olarak nitelese de, alınan sonuç dikkat çekici. Darbeyle marbeyle kafa karıştırmak anlamsız. Serbest bırakmak anne sağlığına müthiş katkı sağlıyor. Kaldı ki, kürtaj bir insan hakkı, oysa kürtaj yasağı kadının tercih hakkını elinden alıyor.
Kürtaj yasağı insan hakları ihlali. Uluslararası anlaşmalar var. 1994 Kahire, 1995 Pekin’de Türkiye Nüfus ve Kalkınma Belgelerine imza atıyor.
PROF. AYŞE AKINBu konuları şu anda en iyi bilenlerden biri Başkent Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı ve Aile Planlaması Araştırma Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Ayşe Akın.
Tek tek dosyalara bakıldığında, benzer iddialarla ilgili dosya sayısı epey kabarık. UEFA da, kendi alanına giren mali disiplin kurallarını gözardı ettiği için Beşiktaş’ın gözünün yaşına bakmıyor.
Beşiktaş’ın borcu dağ gibi, 488 milyon lira. Alacaklılar Beşiktaş Kulübü önünde sıraya girmiş, bekliyor. Yeni yönetim hangi dosya ile uğraşacağını, hangi borcu, nasıl kapatacağını bilemiyor.
Gırtlağına kadar borca batmış, mali kurallara aykırı davranmış Beşiktaş’a beklenen darbe UEFA’dan geliyor. 200 bin Euro’luk para cezasına ek, Beşiktaş bir yıl Avrupa Kupalarından yasaklanıyor. Tam skandal. Skandalın adı kötü yönetim, arkasındaki imza Yıldırım Demirören’e ait. Beşiktaş’ta sekiz yıl başkanlık yaptıktan sonra Demirören şimdi Futbol Federasyonu Başkanı. Beşiktaş’ta gösterdiği başarıyı, demek şimdi Türk Futbolunda gösterecek.
İSTİFA ETMELİUEFA’dan verilen ceza “mali kurallara aykırı davranmak”. Bu aslında sadece Beşiktaş’ın değil, Türk Futbolunun hastalığı. Bizde kulüpler dernek statüsünde oysa, serbest piyasa kurallarına göre işleyen şirketlere dönüşmesi gerek. Ama, öyle değil. Uluslararası piyasalar nasıl ki, ekonomide mali disiplin arıyor, UEFA da aynı disiplini futbolda görmek istiyor, imzalanan anlaşmaların yerine getirilmesini talep ediyor. Bize işlemez ama, elin oğlu, hukuka uyulmasını bekliyor.
Kemal Aktaş 2006’da suç işlediği iddiasıyla tutuklanıyor. 2008’de tutukluluğu mahkumiyete dönüşüyor, iki yıl bir ay ceza alıyor. Mahkum olduğu halde, 2011 Haziran seçimlerinde aday oluyor ve BDP’den milletvekili seçiliyor.
Yargıtay Eylül 2011’de mahkumiyetini onaylıyor, cezası kesinlik kazanıyor.
Asıl pandomim şimdi kopacak. Yakında, Meclis’te.
DÜŞECEKYasaya göre:
Bir milletvekili herhangi bir nedenle bir yıldan fazla ceza almış ve bu ceza kesinleşmiş ise, o kişinin milletvekilliği düşüyor.
Bunun Türkçesi, Kemal Aktaş’ın milletvekilliği düşecek. Nasıl olacak?
Hatta, Meclis’te oylamaya bile gerek görülmeden, sadece Meclis’e bilgi verilerek, Kemal Aktaş’ın milletvekilliğinin düştüğü ilan edilecek.
Dün Ankara’ya gelmeden önce Atina ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne uçuyor. Ankara’da gün boyu görüşmelerinde çantasından üç dosya çıkartıyor:
Türkiye’de demokrasi, Türkiye-AB ilişkileri ve Güney Kıbrıs’ın dönem başkanlığında Türkiye.
Artık klasik bir durum. Hangi görevde olursa olsun, Batı’dan gelen herkesin vurgusu aynı. Schulz da öyle:
“Basın özgürlüğü tehdit altında. Tutukluluk süreleri çok uzun. Tutuklu milletvekilliği kabul edilemez. Yargı bağımsızlığı tehdit altında”.
Türkiye Irak’tan Türkiye’ye PKK militanlarının sızdığını sanıyor. Amerika Pakistan’da, Türkiye Uludere’de bombalıyor. Türkiye’de PKK’lı diye 34 sivil, Pakistan’da Taliban diye 24 Pakistan askeri öldürülüyor.
Başbakan Erdoğan Pakistan’da basın toplantısında söze “Pakistan’lı şehitlerimiz” diye başlıyor, devam ediyor:
“Amerika’nın özür beyanını hatırlatmak durumundayım”.
24 Pakistanlı askeri öldürdüğü için Amerika’yı Pakistan’dan özür dilemeye çağıran Erdoğan Uludere ile ilgili olarak:
“İlle de, terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz, kusura bakmasınlar”.
İki benzer olay. Erdoğan Amerika’yı özür dilemeye davet ederken, Uludere’de özür yok. Hatta, özür yerine İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in her zamanki gibi, devirdiği çamlar var.
TÜH YARGILAMA YOK
“Size rakamlarla ve tablolarla kanıtlayacağım, CHP’li belediyeler AKP belediyelerine göre daha başarılı. Ama sorunumuz var, yaptığımızı anlatamıyoruz. AKP pire yapıyor, deve gösteriyor, biz deve yapıyoruz, pire gösteremiyoruz”.Kılıçdaroğlu ekliyor:
“Bizim bu alanda eksiğimiz var ama, medyanın durumu da belli. Bize ait haberlere ya çok küçük yer veriyor ya hiç vermiyor. Karar verdik, medya engelini sosyal medya ile aşacağız”.CHP 2014’te öngörülen yerel seçimler için strateji ve eylem planı oluşturmak üzere il başkanları ile belediye başkanlarını dün Silivri’de topluyor. Toplantı öncesinde Kılıçdaroğlu gazetecilerle sohbet ediyor. Orada ben de varım.
YENİ ÖLÇÜLER2014 yerel seçimlerde başarı için Kılıçdaroğlu iki nokta üzerinde duruyor. Bir, CHP’nin siyasi ve yerel faaliyetlerini halkın algılaması iki, il ve ilçe örgütleri ile belediyelerin ortak çalışması.
Algı için muhtemelen yeni bir firma ile anlaşma sağlanıyor. Kimle, nasıl, onu açıklamıyor, ama şimdiye kadar halkla ilişkilerin yürütülmesinden farklı bir yola girecekleri belli.