Paylaş
1965’te Nüfus Planlaması Yasası kürtaja yalnızca tıbbi nedenlerle izin veren kural getiriyor. Düşüğü yasaklamak yerine serbest bırakmak, gerekli hizmet koşulu ile anne ölümlerini azaltıyor. 1965 Yasası anne ölümlerini biraz azalıyor, ama tam çözüm getirmiyor.
1983’te on haftaya kadar kürtaja izin veren yasa kabul ediliyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ bu yasayı “darbe yasası” olarak nitelese de, alınan sonuç dikkat çekici. Darbeyle marbeyle kafa karıştırmak anlamsız. Serbest bırakmak anne sağlığına müthiş katkı sağlıyor. Kaldı ki, kürtaj bir insan hakkı, oysa kürtaj yasağı kadının tercih hakkını elinden alıyor.
Kürtaj yasağı insan hakları ihlali. Uluslararası anlaşmalar var. 1994 Kahire, 1995 Pekin’de Türkiye Nüfus ve Kalkınma Belgelerine imza atıyor.
PROF. AYŞE AKIN
Bu konuları şu anda en iyi bilenlerden biri Başkent Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı ve Aile Planlaması Araştırma Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Ayşe Akın.
Prof. Akın kırk yıldır bu işle uğraşıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2012 Aile Sağlığı Ödülünü kazanan bilim kadını. Recep Akdağ’a önerim, bilime biraz kulak verecekse, Prof. Ayşe Akın’ı dinlemesi:
“Türkiye’de doğurganlık binde 2.15 gibi normal bir orandır. Bu oran 2040’a kadar nüfusun azalmadan yenilenmesine olanak sağlıyor. Üç çocuk diyerek, nüfus artışını teşvik etmeye gerek yok. Şimdi kürtajı yasaklamaya kalkmak anne ölümlerini yeniden yükseltecektir. İlle kürtaja karşıysanız, ailelere yeterli aile planlaması veriniz”.
AKP’NİN ÇELİŞKİSİ
Kaldı ki, 2005’te AKP Ceza Yasasını yeniden düzenlerken, madde 99:
“Kadının mağdur olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir”.
Yani, kürtaj on ile yirmi hafta arasında serbest. AKP’nin kendi getirdiği yasayla çelişiyor. Şimdi?
Uludere’den kaçmak için ortaya atılan bir sözle başlayan tartışma. Kadına şiddetin at koşturduğu bir ülkede normaldir. Kürtaj yasağı kadına şiddetle eş anlamlı.
THY fırtınası, bir “Yetmez Ama Evet” dersi daha
2010 Anayasa Referandumu sırasında AKP “12 Eylül’de Referanduma Evet” başlığıyla broşür yayınlıyor. Anayasa değişikliğine neden “evet” oyu verilmesi gerektiğini anlatan o broşürün 28. paragrafı: “Grev hakkının önündeki engellerin ortadan kaldırılması için evet”. Anayasa değişikliğine “evet” oyu ver, greve engel ortadan kalksın. AKP’in sözü söz.
Aradan yirmi ay geçiyor. Önceki gün Hava-İş kolunda grev hakkı AKP oylarıyla yasaklanıyor. Şu anda yargılanmakta olan 12 Eylül darbe döneminde bile çalışanların grev hakkı var. THY’de tam 47 yıldır toplu sözleşme yapılıyor. Şimdi o hak rafa kalkıyor. AKP referandumda verdiği sözü unutuyor. Demek o söz, kandırmacadan ibaret. Olayın perde arkasını önceki gün CHP milletvekili Süleyman Çelebi anlatıyor. Meclis tutanaklarına göre:
“Daha önce Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna gelen bu öneri orada reddedildi. Şimdi dolambaçlı yoldan korsan taksicilikle ilgili yasa teklifine sokuluyor. THY’de yirmi yıldır grev yapılmadı ve anlaşma sağlandı. Şimdi ne oldu da, Hava-İş kolunda grev yasağı getiriyorsunuz? 12 Eylül’le hesaplaşmak diyorsunuz, 12 Eylül’den daha geri bir uygulamayı getiriyorsunuz”.
Hem Meclis’in işleyiş geleneğine aykırı olarak, ilgili komisyondan geçmiyor, ben yaparım olur, mantığı, hem ILO ve Avrupa Sosyal Şartı’na aykırı, hem de durup dururken bir yasak. Neden?
AKP bütün uğraşına rağmen Hava-İş’i ele geçiremiyor. O zaman gelsin grev yasağı ve sendika kırılsın.
Anayasa referandumunda “yetmez ama evet’çiler” vicdanına bir çentik daha.
Savunmak bize düşer
ŞAHSEN tanımıyorum. Yeni Şafak gazetesinde Ali Akel geçen gün Uludere ile ilgili bir yazı yazıyor:
“Özür diliyorsanız, Kasımpaşalı gibi ortaya çıkın ve deyin ki, ‘evet hata yaptık, bu hatamız bizi mezarımızda bile rahat bırakmayacak’. (...) Diyemiyorsunuz, çünkü ilk günden beri yanlış yerde durdunuz. (...) Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın ya da ebediyete kadar susun. Allah aşkına susun”.
Yazı yayınlanıyor, ertesi gün on altı yıldır Yeni Şafak’ta çalışan Ali Akel’in işine son veriliyor.
Ondan bir süre önce Yeni Şafak Mehmet Altan’la röportaj yapıyor. Altan’ın son kitabı “Cami, Kışla Parantezinde Türkiye” üzerine. O röportaj da sansüre uğruyor, yayınlanmıyor.
Özellikle biz gazetecilerin, aslında son yıllarda her Türk yurttaşının hayatını anlatan sloganın ne zaman, kime çarpacağı belli değil: “Dokunan yanıyor”.
Ali Akel Uludere üzerinden Tayyip Erdoğan’a dokunuyor, ertesi gün kapının önünde. Dün bakıyorum, yandaşlar arasında tek bir kişi onun adını anıyor, ötekiler her zamanki gibi, yıkama yağlama ya da sağa, sola çamur atmakla meşgul.
Siz özgürlük melekleri, ileri demokrasi kahramanları nereye saklandınız?
Paylaş