İlk ölçen Amerika. Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçiriyor. Israr ediyorum, Türkiye büyük devlettir, dünyada herkes bize bakıyor, biz ne dersek o oluyor.
Herkes bize bakarken, Gazze’ye insani yardım götüren gemimizi İsrail askerleri basıyor, dokuz yurttaşımız hayatını kaybediyor. İsrail cezasız kalmayacak, bunu ödeyecek. Türkiye büyük devlettir.
Büyüklüğümüzü ölçme cüretine utanmadan Suriye de katılıyor. Uçağımızı düşürüyor, iki pilotumuz şehit oluyor. Dünya bizim arkamızda, kimse bizim gücümüzü tartmayı aklından bile geçirmesin. Kaldı ki, uluslararası hukuk da bizden yana.
Arada Kürecik’teki füze nedeniyle İran dişini gösteriyor. Rusya çeşitli nedenlerle Ankara’ya katılmadığını ilan ediyor. Ermenistan’la malum gerginlik.
Parçaları çıkaran, deniz araştırmalarında dünyanın en iyi gemisi Nautilius. Ondan daha iyisi yok. Gemide görevli ekip de, yine bu alanda dünyanın en iyisi.
İki pilotumuzun kurban gittiği, Suriye tarafından düşürülen, düşürüldüğü iddia edilen, düşürülen, her şeye rağmen düşen uçağımızı çıkarmak görevi Nautilius’a veriliyor. Nautilius görevini hakkıyla yerine getiriyor. Sonra da, çelişkili açıklamalar eşliğinde uçak enkazının bulunduğu alandan ayrılıyor.
Nautilius deniz araştırmalarını sürdürmek amacıyla şu anda Sinop’ta, denizin dibinde çok farklı araştırmalar yapıyor.
Dün Nautilius’a ulaşıyorum. O nedenle Nautilius’dan bildiriyorum.
52 SAATLİK GÖRÜNTÜ
Nautilius uçak enkazına ulaştığı andan itibaren, en son teknikle donatılmış araçlarla denizin dibinde çekimlere başlıyor. Şu anda elde 52 saatlik kusursuz görüntüler var. Bu görüntülerden yola çıkarak, uçağın sırrına ulaşmak mümkün.
Görüntülerde yüzlerce değil, binlerce uçak parçacığı var. Ancak, bu kadar parça bulunması, uçağın yine de vurulmasının sonucu olmayabilir. Uçak havadan suya çarpsa bile, bu ölçüde dağılabiliyor. Bununla birlikte, şu önemli:
Ressam, oyuncu, yönetmen, müzisyen, heykeltıraş, yazar-çizer, Türkiye’nin önde gelen sanatçılarına özel davetiye gönderiliyor, bugün yapılacak CHP Kurultayına katılmaları ricasıyla.
Partiye emek vermiş olanlara,Türkiye’nin aydınlarına jest olmak üzere. Davetiyelerdeki imza Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na ait. Eski deyimle, bu bir kadirşinaslık, hatır sayma örneği.
Ancak, iktidar hatır sayma ve jestlerle elde edilmiyor. Genel Başkan ve program yanında, sıkı bir örgüt işi. Yönetim işi. O nedenle, bu kurultayda seçilecek Parti Meclisi seçme bir kadrodan oluşmalı. Bir yanda, dünyayı bilen ve izleyenler, öte yandan örgütten, parti çekirdeğinden gelenler, ikisi arasında denge oluşacak.
ÖRGÜTÜN SESİ
Böyle bir denge için Kılıçdaroğlu geçen hafta gençlik kolları, kadın kolları, milletvekilleri ve il başkanlarıyla toplantılar yapıyor. O toplantılarda aynı şeyi söylüyor:
“Parti Meclisi için bana kendi aranızdan seçeceğiniz isimler önerin”.
Her guruptan topladığı isimlerden oluşacak bir liste hazırlıyor. Doğrudan örgütün sesi olmak üzere.
Meclis Türkiye ile Fransa arasında Cenevre’de imzalanan bir anlaşmayı onaylamak için toplanıyor. Anlaşmanın özü şu:
Hatay’ın bağımsızlığına kavuşması, Suriye ve Lübnan’ın bağımsızlığına kavuşması, Türkiye ile Suriye arasında sınırın belirlenmesi.
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Fransa ile anlaşma sürecini anlatıyor, dış dünyanın Türkiye’ye verdiği desteği övüyor. Kürsüye daha sonra Manisa milletvekili Hikmet Bayur geliyor:
“Evvelce anlaşmalar Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ihlal edilirdi, son zamanlarda Türkiye lehine düzeltilmektedir”.
Bugün de, dünya bizim gözümüze bakıyor. Demek, dünya 75 yıldır bizim gözümüze bakıyor, bu gerçek hiç değişmiyor.
Diyarbakır milletvekili Zeki Mesud Alsan aynı tonda:
“Atatürk’ün ve İsmet İnönü hükümetinin ele aldığı hiç bir dava yoktur ki, şerefle ve zaferle halledilmesin, bütün dünya bunu anlamıştır”.
“Füze uçağın burnunda girdi”. Bu açıklamadan sonra, “pilotların kaskı sağlam, burundan değil, kanattan girdi” deniliyor.“Füzeyle düşürdüler, bunun hesabı sorulacak”. Nasıl sorulacak, uluslararası hukuk çerçevesinde.Hatta, son olarak “Natilius arıza yaptı, gitti”, açıklamasını Natilius’un açıklaması izliyor, “hayır, ufak bir arıza vardı, giderildi, bize, “siz gidin” dediler”. Kriz yönetimi dediğin, böyle olur.İşin rengini değiştiren ilk açıklama Genelkurmay İletişim Daire Başkanından geliyor ve “füzeyle ilgili elimizde bilgi yok”.Tayyip Erdoğan uçağın düşürüldüğü andan itibaren ısrarla “füzeyle vuruldu” derken, önceki gün AKP il başkanları toplantısında aniden “füze midir, uçaksavar mıdır” diyor. O konuşmadan bir kaç saat sonra Genelkurmay hepimize “aaaa” dedirten bir açıklamayla geri adım atıyor.Uçak vuruldu mu, düştü mü, belli değil. Vuruldu ise, ne ile vuruldu, belli değil. Dünyanın 17. büyük ekonomisi, attığı her adımla dünyayı hayran bırakan, herkesin bizim sözümüzden çıkmadığı bir dünyada ve 21. yüzyıl teknolojisinde olur böyle şeyler. Eğer düşürülmediyse, her fırsatta Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun, Genelkurmay Başkanı’nın Suriye’ye dönük mangalda kül bırakmayan tehditleri ne olacak? Aradan yirmi gün geçmesine rağmen, düşürülüp düşürülmediğinden emin olmadan, hangi mantıkla pek çok ülke ile ikili görüşmelere geçiliyor, NATO Konseyi toplantıya çağrılıyor? Hangi krizi yönetiyor bu hükümet? Uludere mi, dere yatakları mı, Tuzla tersanelerindeki ölümler mi, İstanbul mu, üniversiteye giriş sınavları mı, terörü mü, Kürt sorununu mu, Alevi sorununu mu, hangisini?Öte yandan, Suriye ısrarlı, “biz düşürdük” diyor. NATO Suriye’yi kınıyor. NATO’da Amerika var. NATO kınadığına göre, Suriye’nin vurduğu olasılığı hayli yüksek.Peki, bizimkiler aniden neden çark ediyor ve dünyayı kendine güldürüyor? Boş atıp, dolu tutturamadıkları için. Ya bir de, daha o ilk günlerde, “bizi füzeyle vurdu” diye, savaş çıksaydı...Orduda general ve amirallerin yaklaşık yüzde yirmisinin, 67 general ve amiralin hapis yattığı bir dönemde savaş zor çıkar.
İstanbul haraç mezat
PARA lazım, kaynak yaratacağız, onun için sat, sat, saaaaattıııım.
Arazi belediye ya da hazineye ait. İmar planlarında “sosyal kültürel tesis alanı” olarak görünüyor. İnşaat zor. Kolayı var. İmar Planında ufak bir değişiklik, haydi, hoop, önüne bir “özel” lafı ekle, oluyor sana, “Özel Sosyal Kültürel Tesis Alanı”. Şimdi oraya ister otel yap, ister eğlence yeri, ister alış veriş merkezi.
Örnek mi, Üsküdar Çengelköy, Kartal Yakacık, Eyüp Yeşilpınar, Bağcılar Çınar Mahallesi.Ya da yeşil alanlar. Beykoz Kavacık’ta 219 bin metrekare yer hazineye ait, yeşil alan. Planda parklar, çocuk oyun alanları, İETT oto terminali. Önce bir vakfa tahsis ediliyor. Sonra plan değiştiriliyor. Ardından hastane ve üniversite için inşaat izni veriliyor. (18.02.2011/348).
Ne tesadüf, toplu sözleşme görüşmeleri ertelendiği günlerde Meclis’te çok ilgisiz bir yasanın kuyruğuna takılan bir madde ile hava iş kolunda grev yasağı getiriliyor.Grev yasağı Meclis’te 3 Haziran’da kabul ediliyor. Sürate bakın, Abdullah Gül sektirmiyor, ertesi gün 4 Haziran’da grev yasağı öngören yasayı onaylıyor. THY çalışanları yasayı protesto ediyor, THY yönetimi 305 çalışanını işten çıkartıyor.
Hava-İş 1962’de kuruluyor. O tarihten bu yana hava iş kolunda toplu sözleşme yetkisine sahip tek sendika. 1962-2012, elli yılda Hava-İş sadece beş kez grev kararı alıyor. Altıncısı bir gün süren, son işi yavaşlatma girişimi.
HEP TERSİ
2010 Anayasa referandumu, hani şu “yetmez ama, evet” diyenleri, anayasa değişikliğini anlamakta zorlananları yaya bırakan referandum, her geçen gün herkesin kafasına dank ediyor. Ama, iş işten geçmiş.
Referandumda hangi maddeye evet denilmişse, o madde geçersiz hale geliyor, tersi uygulanıyor.
Referandum demokratik bir hakkı geri veriyor. Eski anayasada yer alan grev yasağını kaldırıyor, her iş koluna grev hakkı getiriyor. “Helal olsun, demokratik bir adım” derken, bir buçuk yıl sonra, Meclis’te hooop, güüüm, referandumda halkın onay, iktidarın söz verdiği durumun tam tersine, gel bakalım grev yasağı. İlk uygulama hava iş kolunda. Gerisi gelirse, kimse şaşmasın.
TAZMİNATSIZ ÇIKARMA
İki gün önce Milliyet’ten Önder Yılmaz son zamanların en önemli haberlerinden birine imza atıyor. Emniyet ve jandarmanın Adli Sicil Arşivi dışında ikinci bir fişleme sistemi daha bulunduğunu yazıyor. Tam skandal. Devlet yurttaşına zırnık güvenmiyor. Haberdeki gibi, hepimizin “mezara kadar fişlendiğini” sergiliyor.
Tek bir adli sicille yetinmiyor devlet. İkinci bir sistem daha var. 1990’lardan beri var. Önder Yılmaz’ın haberine göre, devletin ikinci fişleme sistemi “Kaçakçılık İstihbarat Harekat ve Bilgi Toplama” adını taşıyor, hepimizin kişisel verileri bu “toplama kampında” öldükten sonra bile saklanıyor. Ne olur, ne olmaz, belki öteki dünyada kaçakçılık filan yapar insanlar.
YİRMİ YILDIR VAR
Bu tanıma göre, her yurttaş potansiyel suçludur. Ayrıca, bir yurttaş madem ki, suç işlemiştir, o zaman cehenneme kadar o suçu boynunda taşımaya mahkumdur. Eski Mısır’da firavunlar bile daha adil, Roma Hukukunda suçluya bile böyle önyargıyla yaklaşılmıyor. Gelmiş, geçmiş tüm hukuk mantığını, yurttaşlar hukukunu yerle bir eden uygulama, hayatımızda yirmi yıldır var ve biz bunu yeni öğreniyoruz.
Uçağa binerken ya da yolda ehliyet denetimi sırasında polisler adli sicil kayıtlarına değil, bu bilgi toplama sistemine giriyor, hepimiz hakkında bilgiyi oradan ediniyor, ona göre davranıyor. Bu da, geçenlerde tesadüfen ortaya çıkıyor.
- Çin’den artık hiç bir mal satın almıyoruz, Çin’deki yatırımlarımızı durduruyoruz. Çin’in Suriye politikası nedeniyle, biz onları “izole” ediyoruz.
- Ülkemize artık hiç bir Rus ve Çin turist kabul etmiyoruz, Ruslara ve Çinlilere seyahat yasağı getiriyoruz. Rusya ve Çin’in Suriye politikaları nedeniyle, biz onların ikisini de “izole” ediyoruz.
- Rusya’nın Akkuyu’da yapacağı nükleer santralı durduruyoruz. İzlediği Suriye politikası nedeniyle, Rusya’yı cezalandırıyor ve “izole” ediyoruz.
- Rusya ve Çin’e zırnık borç vermiyoruz, zırnık gıda maddesi satmıyoruz. Açlıktan ölebilirler, olsun, Suriye politikaları nedeniyle onları “izole” ediyoruz.