CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu Soma’da felaketin yaşandığı maden ocağında geçen yıl bir iş kazası nedeniyle 14 Kasım 2013’te Çalışma Bakanı Faruk Çelik’e soru önergesi veriyor. Çelik 18 Nisan 2014 tarihinde verdiği yanıtta “İş güvenliği açısından mevzuata aykırı yedi aykırılık tespit edilmiştir” diyor, yani daha yeni. Ve bu ocakla ilgili incelemeleri özetliyor: 28 Ekim 2005’te dokuz eksiklik tespit edilmiş, para cezası kesilmiştir. 24 Ocak 2007’de on beş eksiklik, kapatma, 30 Ocak 2008’de beş eksiklik, para cezası, 27 Ocak 2010’da üç eksiklik, kapatma, 19 Ocak 2011’de altı eksiklik, para cezası, 14 Eylül 2011’de on dört eksiklik, kapatma, 19 Ekim 2011’de kapatmanın kaldırılması, 16 Nisan 2012’de dört eksiklik, para cezası, 15 Mart 2013’te on iki eksiklik, kapatma, 25 Nisan 2013’te kapatmayı kaldırma, 23 Ekim 2013’te yedi eksiklik, para cezası ve kapatma.
“Geliyorum” diyen felaketin seyir defteri.
Vardiya ve trafo
ÖZEL maden ocaklarında üretilen kömür TKİ’ye satılıyor, Soma’da termik santralda kullanılıyor. Ne kadar kömür üretilir ve TKİ’ye satılırsa, ocak o kadar kâr ediyor. Madenciler, “Yıllardır söylüyoruz, her maden ocağının TKİ’ye verdiği kömür miktarına kota koymak gerek. Kota iş kazalarını önlemenin yollarından biri. Aksi halde, üretimi arttırmak için bir vardiya çıkmadan ikinci vardiya içeri giriyor ve bir kazada hayatını kaybedenlerin sayısı katlanıyor” diyor.
CHP ve MHP Manisa milletvekilleri bütçe görüşmelerinde, soru önergelerinde, gündem dışı konuşmalarda Soma’yı defalarca dile getiriyor. Soma madenlerinde iş kazası eksik değil. Son iki yıldır, denetim özellikle vurgulanıyor. Yine uzman madencilerin iddiası:
“Trafo patladı, yangın çıktı deniyor. Trafo patladı ise, kendi içinde patlar, dışarıya ısı da vermez, kıvılcım da sıçratmaz. Akla iki ihtimal geliyor. Ya yangın nedeni trafo değil ya da trafo ocakta olması gereken yerde değil, teknik olarak araştırmak gerek”.Teknik bir konu ama, çok dikkat çekici.
Yanıt ünitesi yok
“Soma Devlet Hastanesi’nde yanık ünitesi yoktur. Soma’da maden ocaklarında meydana gelen kazalarda yanıklı yaralılar İzmir Bozyaka Hastanesi’ne sevk edilmekte, sevk sırasında yaralılar hayatlarını kaybetmektedir. İşçilerin hayatlarını kurtarmak için Soma’da yanık ünitesi oluşturmayı düşünüyor musunuz?”
“Edepsiz adam, sen politika yapıyorsun, istiyorsan bir partiye girersin, milletin seçtiği insanlara mimarlık dersi mi vereceksin?”Çevre mühendisi üçüncü köprünün İstanbul’un nefes almasını iyice zorlaştıracağını söylüyor. “Bu bize karşı darbe girişimidir, politika yapacaksan, git bir partiye gir.”Doktor Gezi’de yaralananları tedavi ediyor, “Sen millet iradesini hiçe sayanlarla bize karşı birleşiyorsun, sen ne biçim doktorsun, git politikaya gir”.Sokaktaki vatandaş şikâyetini iletiyor, düzeltilmesini istiyor, “Seni birileri yollamış, sen ananı da al git”.Alman Cumhurbaşkanı düşünce özgürlüğü kısıtlanmasını eleştiriyor, “Rahipmiş, sen o aklı kendine sakla”.Avrupa Konseyi’nde bir Fransız parlamenter Türkiye’de seçim barajının yüksek olduğunu, demokrasiye uygun olarak düşürülmesi gerektiğini söylüyor. “Sen Fransız kalmışsın, buna sen değil, benim milletim karar verir.”Yok Metin Feyzioğlu uzun konuşmuş, yok Van depreminin yeri değilmiş, yok siyaset yapmış, hepsi laf. Yurtiçinde ve yurtdışında, Türk ya da yabancı, hangi meslekten, konumu ne olursa olsun, kim en küçük bir eleştiri ortaya koysa, yer yerinden oynuyor. Asıl sorun bu. Ve çok büyük bir sorun.
Kimse ‘Onun babası Nazi’ demedi
ERNST Von Weizsacker, Hitler’in Dışişleri Müsteşarı, aynı zamanda SS kıtalarında komutan. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “insanlığa karşı işlediği suçlardan” dolayı Nürnberg Mahkemesi’nde mahkûm oluyor.
Öz oğlu Richard Von Weizsacker hukukçu, Nürnberg’de babasının avukatı, babasını savunuyor. Sonra politikaya atılıyor, Berlin Belediye Başkanı, Senato İkinci Başkanı, 1984’te ise Almanya Cumhurbaşkanı seçiliyor, üstelik iki kez, 1994’e kadar Almanya Cumhurbaşkanı.
Tayyip Erdoğan öfkesini alamıyor, Metin Feyzioğlu’nun dedesi Turhan Feyzioğlu’nun 27 Mayıs sonrasında Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamları için oy verdiğini söylüyor. Bu suç Metin Feyzioğlu’na yeter.
Almanya’da hiç kimsenin aklına “Bu Weizsacker’in babası Nazi idi, insanlık suçundan mahkûm oldu, hatta oğlu da babasını savundu” demek gelmediği gibi, onu bir de Cumhurbaşkanı seçiyor. Babalar ve oğullar, ne ilgisi varsa.
250 gazeteci girdi çıktı
İTALYAN
Yanında tanıdık biri var, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, cuntanın maça davet ettiği “onur konuğu”.
1978 Dünya Kupası Arjantin’de. Peru ve Arjantin yarı finalde karşı karşıya. İktidarı darbeyle ele geçirmiş Videla, Peru’da kendisi gibi darbeyle iktidara gelmiş Bermudez’i maçtan birkaç gün önce arıyor, uzun bir telefon görüşmesi.
Videla soyunma odasında teknik direktör, kaleci dahil, birkaç futbolcuyu kenara çekiyor, bir süre onlarla konuşuyor. Bugün 70’ine basmış Peru takım kaptanı Chumpitaz, sorulduğunda, “Hayatımın en kötü günü, konuşmak istemiyorum” diyor. O kötü günden iki gün önce de, Peru diktatörünün oğlu Perulu futbolcularla görüşüyor.
PAZARLIK
Videla 1976-1981, Bermudez 1975-1980 arasında işkencelere, cinayetlere, insanlık dışı baskılara imza atmış iki diktatör. İkisi de zor durumda. İkisinin de başarıya ihtiyacı var. Öncelik Videla’da, önünde Dünya Kupası var, altın fırsat.
Hayatta olan tanıklara göre Videla ile Bermudez arasındaki pazarlık: “Bize yenilin, ben seni rahatsız eden muhalefeti hallederim”. İkisi de sözünde duruyor.
Önce Perulu muhalifler “akbaba organizasyonu” ile Peru’dan Arjantin’e kaçırılıyor, dağlık bölgede bir kışlaya hapsediliyor. Bermudez derin bir nefes alıyor, artık ücretleri dondurabilir, kalan muhalifleri temizleyebilir, nasıl olsa, demokrasi isteyen şu alçak elebaşılar çoktan halledilmiş.
SAATE BAK
245 kişinin yargılandığı Gezi olayları iddianamesinde en çarpıcı bölümlerden biri bu. Doktorların suçu yaralıları tedavi etmek, onlar bu nedenle yargılanıyor. Savaşta bile yaralı düşman askerini tedavi etmek bir doktorun kaçınılmaz görevi. Olabilir, madem ki, o vatan hainleri Gezi olaylarına katılmış, yaralanmış, iyi olmuş, sen onları nasıl tedavi edersin?
KATILMADILAR
Gezi iddianamesinde iki doktor, İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi asistanı Sercan Yüksel ile aynı fakültenin Adli Tıp asistanı Erenç Yasemin Dokudan yaralıları tedavi ettikleri gerekçesiyle yargılanıyor.
Aslında Dolmabahçe Bezmiâlem Valide Sultan Camisi’ne, iddianamede belirtildiği gibi, çok sayıda doktor geliyor. Doktor Yüksel, ameliyathane kıyafeti ile geldiği için, doktor Dokudan ise camide demeç verdiği için kayıtlara geçiyor. İki doktorla ilgili iddianamenin bir başka bölümü hukuk ve tıp tarihine örnek:
“Yüksel ve Dokudan’ın gösterilere katıldıkları tespit e-dil-me-miş ise de şüphelilere tıbbi yardımda bulundukları...”
Gösteriye katılmadılar ama yaralılara yardım ederek suç işlediler, bu bir. Ayrıca, camiyi kirlettiler, bu da ikinci suç.
HİPOKRAT
Milattan önce 470’ten bu yana, iki bin beş yüz yıldır ve bugün Türkiye’de hekimler önce yemin ediyor, mesleğe sonra kabul ediliyor:
MHP’liler şaşırmış, çünkü Kemal Kılıçdaroğlu ortak aday konusunu dile getirdiğinde, Bahçeli tepki gösteriyor. Hatta, nazik olmayan bir üslupla. Ardından Tuğrul Türkeş’in çıkışı var, “CHP bizim adayımızı desteklesin”.Bugün Bahçeli nihayet “ortak adaya” açık kapı bırakıyor.
NİHAYET
Daha 30 Mart seçim gecesi malum medya ve bazı iflah olmaz liberaller, nasıl liberallik ise, Cumhurbaşkanı adayını değil, daha ilerisi, Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı ilan ediyor. Toplum bu yönde teslim alınmak isteniyor, beyni yıkanıyor.
Günlerdir Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında Cumhurbaşkanlığı “Al gülüm, ver gülüm”. Sanki bu ülkede yüzde 57 çoğunluğa sahip muhalefet yokmuş gibi. O yüzde 57 şimdi Köşk’e nihayet ortak aday arıyor. Özellikle Bahçeli nihayet olumlu adım atıyor.
NASIL BİRİ
Kılıçdaroğlu’nda ya da Bahçeli’de oluşan bir isim ve alternatif isimler varsa, onları şu anda kimse bilmiyor ya da bilen bir-iki kişiyi geçmiyor. Ama, gerek CHP, gerekse MHP dünden itibaren adayın niteliklerinde anlaşıyor:
“Alevilere de, Kürtlere de, laiklere de, muhafazakârlara da sıcak, Türkiye’nin her yerinde herkesle kucaklaşacak, kimseyi dışlamayacak, MHP ya da CHP odaklı olmayacak, Türkiye’nin vicdanına seslenecek biri”.O kim, şu anda isim belli değil. O ismin nitelikleri belli, aynı zamanda nasıl biri olmayacağı da belli. Bahçeli’ye dün grubunda adaylıkla ilgili çizdiği üçgen sorulduğunda:
Pazartesileri Meclis TV canlı yayın yapmıyor. AKP görüşmeleri pazartesi gününe denk düşürüyor. Meclis’teki üç muhalefet partisi de, Meclis Başkanlığı’na başvurarak, görüşmelerin Meclis TV’den yayınlanmasını istiyor. Meclis TV yayını TRT 3 kanalından gerçekleşiyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek muhalefete yazı yazıyor: “Yayın süresindeki değişiklikler aynı zamanda TRT Spor Kanalı olarak yayın yapan TRT 3 Kanalının spor programlarında, özellikle, canlı yayınlarında aksamalara sebep olmaktadır. Bu nedenle yayın süresi dışına çıkılması mümkün değildir.”Demek ki, canlı yayın yok.
TRT 3 AKIŞI
Oysa 5 Mayıs 2014, görüşmelerin başladığı 14.15’ten itibaren TRT 3 yayın akışı şöyle: Beşiktaş-Kasımpaşa maçı özeti, Ersun Yanal şampiyonluk öyküsü, hava durumu, spor bülteni, Fransa ve Şili 38. hafta maç özetleri, hava durumu. Futbol, basketbol, tenis, yüzme, boks, atletizm, eskrim, buz pateni, hentbol, güreş, hangi spor dalı varsa, 5 Mayıs günü saat 14.15’te TRT 3’te canlı spor yayını yok. Ama, başkandan atıcılık idmanı var, yolsuzluk görüşmelerini halktan kaçırma sporu.
BEŞİNCİ MADDE
TRT 3’te o saatte canlı yayın yok, olsa bile Meclis’ten canlı yayın yine de mümkün. 1995’te Meclis ile TRT arasındaki anlaşmanın 5. maddesi şöyle: “Önemli ve özel hallerde yayın süresi değiştirilebilir.”Dört bakanın yolsuzluk iddiası özel hal değil mi? Önemli değil mi? Sık görülen, sıradan bir olay mı? TRT 3’te o sırada canlı yayın yok, 5. madde ortada, Meclis Başkanı Çiçek canlı yayına yine de izin vermiyor. Kötü bir sınav.
ARIZA HARİKA
Muhalefet itirazını sürdürünce, AKP Gurup Başkan Vekili Nurettin Canikli kürsüde: “İnternetten canlı yayın var, cep telefonlarıyla herkes bu yayına rahatlıkla ulaşabilir, sorun yok.” Hayır, var. Nasıl bir tesadüfse, tam görüşmeler sırasında bu sefer Türk Telekom’da arıza ortaya çıkıyor ve görüşmeleri İnternetten de izlemek mümkün olamıyor.
Denize giriyor, dağa tırmanıyoruz. Takımımıza destek için statları dolduruyoruz.
İçiyoruz, dans partilerine katılıyoruz. Kâğıt oyunları büyük zevk, kendimizi mahrum etmiyoruz. Modayı sıkı takip ediyor, ona göre giyiniyoruz. Yeni bir araba, yeni bir telefon, yeni bir alet çıktığında, sahip olmak için peşine düşüyoruz.
Hükümet propaganda ile ilgili bir yasa çıkarmış, istediği propagandaya sadece kendisi izin verecek, basını buna göre yönetecekmiş.
CASUSLUK
Ürkmek anlamsız, biz keyfimize bakalım. Hem o kadar siyasetle uğraşacağız da, elimize daha mı çok para geçecek, saçma. Hükümetin basını denetlemesi normal. Siyasetin ve gazeteciliğin sınırları var, biz o sınırların dışındayız.
Biz eğlenmeye devam ediyoruz. Eğlenirken, dünyamız değişiyor. Çalışma ortamında buna ihtiyacımız var.
Hükümet istediği zaman herkesin üstünü, başını, evini, işyerini aramaya yetkili kılınmış. Yeni yasayla devletin istihbarat kurumuna ek yetkiler tanınmış.
1 Mayıs’ta Türkiye için “acil” koduna gerekçelerden biri olarak.
Acil kod hızla başka alanlara yayılıyor. Dünyanın ortak kararıyla.
Emek piyasasının etkinliğinde 148 ülke arasında Türkiye 130. sırada. İşçi bayramı gününde, emeğin en yoğun olduğu İstanbul’un biber gazına boğulması tesadüf değil.
Yargı bağımsızlığında Türkiye Liberya, Timor-Leste, Fas, Kazakistan ve Vietnam ile birlikte 85. sırada. Deniz Feneri davası rafa kalkıyor, 17 Aralık rüşvet iddiasıyla tutuklananlar hakkında takipsizlik kararı veriliyor, suçlarını bilmeyen subay, amiral ve generaller yıllardır hapiste. 148’de 85, yine de parlak.
Buna karşılık, yasama organının etkinliğinde 19. sırada, 148’de 19, oooo, sürpriz değil, hükümet ne diyorsa, Meclis onu yapıyor, Meclis etkin görünüyor.
Dünya Ekonomik Forumu her yıl dünyada önde gelen on beş bin yöneticiye anket düzenleniyor. Bilgi, rekabet gücü, hukuk ve sosyal alanların test edildiği son anket. Türkiye o alanlarda da yokuş aşağı. Örneğin, matematik eğitimi kalitesinde 101. sırada.
LİMON VE GÖZLÜK
Bilgi teknolojisinden basın özgürlüğüne kadar “acil” kodu yaftasıyla dolaşan Türkiye’de polis 1 Mayıs günü iki yeni suç aleti daha keşfediyor: Limon ve gözlük.