Paylaş
“Edepsiz adam, sen politika yapıyorsun, istiyorsan bir partiye girersin, milletin seçtiği insanlara mimarlık dersi mi vereceksin?”
Çevre mühendisi üçüncü köprünün İstanbul’un nefes almasını iyice zorlaştıracağını söylüyor. “Bu bize karşı darbe girişimidir, politika yapacaksan, git bir partiye gir.”
Doktor Gezi’de yaralananları tedavi ediyor, “Sen millet iradesini hiçe sayanlarla bize karşı birleşiyorsun, sen ne biçim doktorsun, git politikaya gir”.
Sokaktaki vatandaş şikâyetini iletiyor, düzeltilmesini istiyor, “Seni birileri yollamış, sen ananı da al git”.
Alman Cumhurbaşkanı düşünce özgürlüğü kısıtlanmasını eleştiriyor, “Rahipmiş, sen o aklı kendine sakla”.
Avrupa Konseyi’nde bir Fransız parlamenter Türkiye’de seçim barajının yüksek olduğunu, demokrasiye uygun olarak düşürülmesi gerektiğini söylüyor. “Sen Fransız kalmışsın, buna sen değil, benim milletim karar verir.”
Yok Metin Feyzioğlu uzun konuşmuş, yok Van depreminin yeri değilmiş, yok siyaset yapmış, hepsi laf. Yurtiçinde ve yurtdışında, Türk ya da yabancı, hangi meslekten, konumu ne olursa olsun, kim en küçük bir eleştiri ortaya koysa, yer yerinden oynuyor. Asıl sorun bu. Ve çok büyük bir sorun.
Kimse ‘Onun babası Nazi’ demedi
ERNST Von Weizsacker, Hitler’in Dışişleri Müsteşarı, aynı zamanda SS kıtalarında komutan. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “insanlığa karşı işlediği suçlardan” dolayı Nürnberg Mahkemesi’nde mahkûm oluyor.
Öz oğlu Richard Von Weizsacker hukukçu, Nürnberg’de babasının avukatı, babasını savunuyor. Sonra politikaya atılıyor, Berlin Belediye Başkanı, Senato İkinci Başkanı, 1984’te ise Almanya Cumhurbaşkanı seçiliyor, üstelik iki kez, 1994’e kadar Almanya Cumhurbaşkanı.
Tayyip Erdoğan öfkesini alamıyor, Metin Feyzioğlu’nun dedesi Turhan Feyzioğlu’nun 27 Mayıs sonrasında Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamları için oy verdiğini söylüyor. Bu suç Metin Feyzioğlu’na yeter.
Almanya’da hiç kimsenin aklına “Bu Weizsacker’in babası Nazi idi, insanlık suçundan mahkûm oldu, hatta oğlu da babasını savundu” demek gelmediği gibi, onu bir de Cumhurbaşkanı seçiyor. Babalar ve oğullar, ne ilgisi varsa.
250 gazeteci girdi çıktı
İTALYAN’ı, İngiliz’i, Fransız’ı, hatta Ukraynalısı, Azeri’si, Moldovyalısı şaşkın, birkaç gün önce tahliye edilen Füsun Erdoğan’ı dinliyor:
“Gazetecilikten başka bir faaliyetim yok, sahte kanıtlarla sekiz yıl hapis yattım. Slogan atmak gerekçesiyle dokuz yıl hapis yatanlar vardı”.
Kürsüye Mustafa Balbay geliyor:
“Ben sadece gazeteciyim, çalıştığım gazeteye bomba atan örgüte üye olmakla suçlandım”.
İstanbul’da Avrupa Konseyi Medya-Bilgi Toplumu Alt Komitesi toplantısı, iki günlük toplantı Türk basınının sorunlarının ele alındığı platforma dönüşüyor. Gülsün Bilgehan (CHP) söz alıyor: “Demokrasi var mı yok mu, ölçüsü medyadır. Basına müdahale var mı? İktidarın hoşuna gitmeyen şeyleri yazan gazeteciler işinden, hatta özgürlüklerinden oluyor mu? Sosyal medya baskı altına alınıyor mu? Bunlar sanki doğalmış gibi algılanıyor artık”.
Ürkütücü bilançoyu eski TGS Başkanı Ercan İpekçi veriyor: “Türkiye’de 250 gazeteci hapse girip çıktı”.
Reha Denemeç (AKP) “ileri demokraside” olduğumuzu unutuyor:
“Demokrasimizin mükemmel olmadığını biliyoruz, eksiklikler gideriliyor, eleştirilerin böylesine yapılabilmesi ülkenin demokratikleştiğini gösteriyor”.
Elin oğlu şaşkınlıktan şaşkınlığa uğruyor, burası “Avrupa Konseyi üyesi” bir ülke.
Paylaş