Yalçın Doğan

Rüzgara göre yangın ayarlaması

17 Temmuz 2007
RÜZGAR raporları yayınlanıyor. Rüzgar hangi saatte, hangi hızda esecek, bunu gösteren raporlar. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün internette yayınlanan normal rüzgar raporları. O raporlardan hareketle:

Orman yangınları rüzgar hızının arttığı saatlerde başlıyor, yangın rüzgarın artacağı saate denk düşüyor. Çünkü, rüzgar yangını körüklüyor.

Bu tesadüf değil. Sık sık rastlanan dikkatsizlik ya da ihmalden değil. O ihmal ve dikkatsizlik de var, ama burada kasıt olduğu ortada.

Rüzgar kesilmişse, hava durgunsa, orman yangını çıkmıyor. Ama, rapora göre, rüzgarın saatteki hızı 40-50 metreyi bulacaksa, yangın çıkıyor.

HAPİSTE TEK KİŞİ YOK

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe dün bilgiyi verdikten sonra, yangındaki kastın yargı yönünü aktarıyor:

"İçim yanıyor, bu yıl yangından sonra göz altına alınan bir kaç kişi oldu, sonra tutuksuz yargılanmak üzere, bırakıldı. Yangına sebep olduğu için, hapis yatan tek kişi yok."

Oysa ormanlar, yasalar, hatta Anayasa güvencesi altında. Ne gam, burası Türkiye.

Rüzgar hızı dışında, dikkatsizlik nedeniyle, orman yangınları özellikle hafta sonları çıkıyor. Pepe’ye göre, "cumartesi, pazar dört katına çıkıyor". Piknik, otları temizlemek, anız yakmak gibi nedenlerle.

Burada yine bizim insanımızın tipik profili görülüyor. Anız yakmak isteyen köylü, işe kendi tarlasından değil, beş, altı tarla öteden başlıyor. Bu da, orman yangınına ortam hazırlıyor.

Ama, asıl kasıt var. Pepe’ye göre, kötü niyetli kişiler.

3500 HEKTAR

Bu yıl yanan ormanı miktarı 3 bin 500 hektarı buluyor. Bakan Pepe, dünkü sohbetimizde şu açıklamayı yapıyor:

"Üç-dört gün önce, Amerika’da 300 bin hektar orman yandı. Başka örnekler var. İspanya’da 26 milyon, bizde 22 milyon hektar orman var. Geçen yıl İspanya’da 165 bin, bizde 7 bin 200 hektar orman yandı. Bizdekinin beşte biri kadar ormana sahip Portekiz’de 175 bin hektar yandı. Bizde, 2003’te yılda 14 bin hektar yanarken, şimdi bu 5 bin 200’e düştü".

Her yangın haklı olarak hepimizi ayağa kaldırıyor. Bununla birlikte, diğer ülkelerle karşılaştırma, yüreğimize elbette su serpmiyor.

KİM YAKIYOR

Buradaki soru şu.

Madem ki, yangın rüzgarın hızlı eseceği saatlere denk geliyor, o zaman yangını kim çıkartıyor? Bakan Pepe’nin tanımıyla, kötü niyetli kişiler kimler?

1- Yangın sonrasında, o bölgenin imara açılma rüyasını gören rantçılar.

2- Ormanı tarla olarak kullanma rüyasına yatanlar.

3- Bazı yasa dışı örgütler.

O rüyalar boşuna. Anayasal kural var. Yanan orman yerine, yenisinin yetiştirilmesi için derhal hazırlık başlıyor.

İnsanın içinden geçiyor, yangında suçu yargı yoluyla tespit edilen bir kişi, ibret-i alem için, hak ettiği cezayı alsa, toplum derin bir oh çekecek.

İlginç ülkelerle petrol arama

İRAN
’la yapılan sürpriz enerji anlaşması sonrasında, dün Enerji Bakanı Hilmi Güler’le konuşuyorum.

Çok ilginç bir bilgi veriyor Güler:

"Petrol arama çalışmaları için de, bazı ülkelerle görüşmelerimiz var. Örneğin, Kazakistan, Azerbaycan, Kolombiya, Ekvator ve Myanmar ile."

Kazakistan ile Azerbaycan’ı anlamak tamam ya diğerleri? Bu ülkeler petrol arama konusunda son derece gelişmiş teknolojilere sahip. Türkiye şimdi onlarla işbirliği yapıyor.

Önümüzdeki günlerde "şurada petrol bulundu" açıklamalarına hazır olun.
Yazının Devamını Oku

İoana’nın adağı tuttu, kızı Mavi Güller Ülkesi’nde evlendi

15 Temmuz 2007
İnsanlar kendi halinde, ama devletler değil. İoana’nın babası, o şen şakrak adam, bir akşam eve alışılmadık biçimde, asık yüzle geliyor. "Toplanın Atina’ya gidiyoruz." Düğün mavi güller ülkesinde. İoana’nın babası marangoz. Dedesi lokanta işletiyor. Büyükada’da yaşıyorlar. Rum asıllılar, adada yaşamaktan çok mutlular. Çevrelerinde eş, dost, Türklerle kardeş gibi. Tasayı da, kıvancı da paylaşıyorlar, günlük hayatın her türlü ayrıntısını da. Kendi halinde insanlar.
/images/100/0x0/55ea89a8f018fbb8f8867e13
İnsanlar kendi halinde, ama devletler değil.

İoana’nın babası, o şen şakrak adam, bir akşam eve alışılmadık biçimde, asık yüzle geliyor. "Toplanın Atina’ya gidiyoruz."

1922’den sonra, ikinci kez 1955’te, üçüncü kez 1964’te Türkiye Cumhuriyeti aynı kararı alıyor, "Rumlar ülkelerine, Yunanistan’a gidecek." Kanlı Kıbrıs olaylarını takiben. Yıl 1966.

Oysa, onların ülkesi Türkiye. Ne çare, Kıbrıs, milli politika derken, Türk Devleti’nin gözünde, onlar "gavur ve ille ülkelerine dönecek."

15 yaşındaki İoana iki gözü iki çeşme. Sınıf arkadaşlarına, mahalle komşularına sarılıyor, komşular da onlara. Ama, emir büyük yerden. Doğduğun yerden ayrılacaksın.

DERHAL TOPLANIN

Gece kapı çalınıyor. İki polis, "Derhal toplanın, gidiyorsunuz, yanınıza giyeceklerinizden başka bir şey almak yok."

Sınırda yirmi saat bekletiliyorlar. Yanlarında yine de aldıkları, yemek takımı, oyuncaklar, halılar var. Sınırdaki hırçın polis amcalar, "Oyuncak yok, yemek takımı, halı yok" diyor ve hepsini resmi kayıtlarla onlardan alıyor. Gözyaşları ip gibi.

Atina’daki karşılama daha da feci. Buradan "gavursunuz" diye kovulanlar, orada, "Türk tohumusunuz" diye aşağılanıyor. Zor günler, acı yıllar.

İoana Atina’da nereye baksa, Büyükada’yı görüyor. "Büyükada’nın çamları daha başka kokar, Büyükada’nın balıkları daha taze, Büyükada’nın kuşları daha cıvıl cıvıl." Nereye baksa Büyükada, nereye dönse Büyükada. Ama, birkaç yüz kilometre mesafedeki Büyükada artık çok uzakta.

Büyükada onun doğduğu yer. Yaşı geliyor, evleniyor. "Ah, Büyükada’da evlenemedim" diye yıllarca, kendi kendine bu rüya ile yaşıyor. Çocuklarına yıllarca bu sevdayı anlatıyor. Masal gibi.

KIZIM ADAĞIMI YERİNE GETİRDİ

Gıda mühendisi kızı Parula evliliğe karar veriyor. Damat Yianis’in de, kökü Türkiye’de. Dedesi Trabzonlu. Ailesi Trabzon’dan 1922’de ayrılıyor.

İoana Büyükada’nın sihrini kızına o kadar anlatıyor, o kadar çok anlatıyor ki, Parula ve Yianis karar veriyor. Düğünlerini Büyükada’da yapacaklar. Annenin doğduğu yerde. Koparılmak istendiği, ama koparılamadığı "mavi güller ülkesinde." Düğün davetiyesinde, "Mutlu günümüzü mavi güller ülkesinde yaşamak istedik" yazıyor.

Atina’dan düğün için, mavi güller ülkesine yüz kadar Yunanlı yakını geliyor. Büyükada’da Türk-Rum, düğün günü sarmaş dolaş. Gözyaşları içinde. Sevinç mi, burukluğun dinmeyen acısı mı?

Geçen cumartesi günü Aya Nikola Kilisesi’nde kıyılan nikahtan sonra, Çelik Gülersoy’un adaya armağan ettiği Kültür Evi’nde yemek var.

Anne İoana, "Ben Büyükada’da evlenemedim, ama kızım adağımı yerine getirdi" derken, hüznü, adanın dalgalarına karışıyor. O dalgalar sanki tarihe kafa tutuyor.

Mavi güller ülkesi hiçbir zaman tarihe karışmıyor. Düğün bunun sicil kaydı.
Yazının Devamını Oku

Ahmet Türk: Gerekirse AKP’yi dışarıdan destekleriz

14 Temmuz 2007
İKİ yana açılmış eller zafer işareti yapıyor, kadınlar "lu, lu, lu" diye bağırırken, erkekler halay çekiyor. Seçim kampanyası değil, sanki bir düğün. İki gündür DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile Mardin ve bazı köylerinde dolaşıyorum. DTP bu seçime bağımsız adaylarla giriyor. Ahmet Türk ile Emine Ayna Mardin’de bağımsız aday. Türk:

"Biz olmasak burada, AKP silip süpürür. Biz Güneydoğu’da ortalama yüzde 45-55 oy alırız."

Kaç bağımsız milletvekili çıkarırsınız soruma, Türk:

"Potansiyelimiz 37-40 arasında. Kırsal kesimde rahat çalışacak mıyız, devreye kimler girecek diye, daha az aday gösterdik, 30 civarında milletvekili çıkarırız. Bu bölge dışında, İstanbul 3.bölge, yine İstanbul 1.bölge Ufuk Uras, Erzurum, Mersin, Adana’dan adaylarımız seçilir."

NASIL OY VERİLECEK

Bu bölgede, bir zamanların en iddialı partisi CHP şimdi baş aşağı, MHP de öyle.

Köylerde dolaşırken "CHP olmiştir MHP, fark yoktir aralarında, onlara oy da yoktir burada" sözünü çok sık duyuyorum. CHP ve MHP, yöre halkına göre "şövendir onlar".

Okur-yazarlık oranı, ayrıca oy pusulasında başlıca bağımsızların yer alması karşısında, insanlar DTP kökenli adaylara nasıl oy verecek? Diğer bağımsızlardan, onları nasıl ayıracak?

Her akşam, bölgenin istisnasız her mahallesinde, her evinde oy verme antrenmanı yapılıyor.

Binlerce oy pusulası fotokopisi basılıyor, gerçeğe uygun olarak, örneğin, Mardin’de iki DTP bağımsız aday var. Mardin Merkez, Ömerli, Yeşilli, Savur, Midyat, Nusaybin, Dargeçit Emine Ayna’ya oy kullanacak. Derik, Kızıltepe, Mazıdağı Ahmet Türk’e. Toplam 200 bin seçmen, böylece ikiye bölünüyor. İki adayın da seçilmesi garantiye alınıyor.

Bölgesine göre, halk pusulada kime oy vereceğini, nereye Evet mührü basacağını öğreniyor. Bütün bölgede, ev ev, mahalle mahalle müthiş bir örgütlenme.

DIŞARIDAN DESTEK

Ahmet Türk’le sohbette AKP ile koalisyon olasılığını sorduğumda, yanıtı:

"AKP mehter takımı gibi, ne yaptığını bilmiyor. Kanı durdurmak gerek. Öncelik burada. Şu andaki düşüncem, hükümete girmeyi düşünmüyoruz. Ama, dışardan destek veririz. Hükümete girmenin riski var. Farklı sorunlar çıktığında, sanki yapılan siyasete ortakmışız gibi olur."

Makam, mevkide gözleri yok. Önce, barışın sağlanması gerek.

Zaten her gittiği yerde benzer konuşmayı yapıyor, benimle sohbette de öyle.

BİRLİKTE YAŞAMAK

Belleğimde geçmişten kalan rahatsızlıklar var. Kürtçe yemin, sarı, yeşil, kırmızı bandana gibi. Onları soruyorum, Meclis’e gelince ne yapacaksınız? Ahmet Türk:

"Kürtçe yemin, vs. o sırada belki mesaj gerekiyordu. Ama, şimdi sorumluluk bilinciyle hareket edeceğiz. Birlikte yaşamayı hedefliyoruz. Onun için gözümüz farklı yerde değil. Ama, paylaşarak, farklı kültürlerden gocunmadan."

Üstüne basa basa vurguluyor:

"Hiçbir zaman bölücü olmadık. Sorunu, Türkiye’nin iç dinamikleriyle çözmek istiyoruz. Kimsenin korkmasına gerek yok. Ama benim kimliğim farklı. Ben, ülkeme benim kimliğimle katkıda bulunmak istiyorum."

OYLAR NAMUSTUR

Akşam 21.30. Kızıltepe’de bir seçim bürosu. Ahmet Türk konuşuyor, kızılca kıyamet kopuyor.

Kadınlar, kadınlar zaferden emin, en önde, bir kutlama, bir kutsama, çoğunluk Türkçe bilmiyor. Ahmet Türk Kürtçe konuşuyor:

"Kan duracak... Barış, kardeşlik istiyoruz. Türk sistemi Kürtleri inkar ediyorsa, biz bunu kabul etmiyoruz. Mardin’de çeşitli inançlar kardeşçe yaşıyor. Hepsi farklı, ama hepsi birbirine saygılı. Biz Mardin gibi, bir Türkiye istiyoruz."

Her cümlesi alkışlar ve "lu, lu" temposuyla kesiliyor. Sonra hep birlikte, öğrendikleri sloganı Türkçe haykırıyorlar:

"Oylar namustur, namus satılmaz."

Bu gibi gösterilerde eskiden silahlar patlıyor. Havai fişekler atılıyor. Şimdi bunlara paydos.

"Lu, lu" sesleri arasında, sesi kulağa hoş gelen bir müzik aletiyle tempo yükseliyor. Nedir o alet? Zılgıt, ama zılgıtı kadınlar çekiyor.

"Biji Ahmet, serok Ahmet" sloganları arasında, her yere asılı pankart dikkatimi çekiyor: "Türkiye’ye sözümüz var."

Töre cinayetleri

GEÇEN hafta Viranşehir’de iki aşiret arasında, önceki gün de Kızıltepe’de kız kaçırma olayı. Parti anında müdahale ediyor. Aileleri ikna ediyor Ahmet Türk.

Ayrıca, partili din adamları köylerde, özellikle cenazelerde töre cinayetlerini önlemek üzere, vaaz veriyor.

Bölgenin dışına çıkıldığında, asıl rahatsızlık kimlik üzerine.

Yozgat’tan, Çorum’dan buraya gelen tüccara, biçerciye kimse ses çıkarmıyor. Ama, örneğin Karadeniz’de Kürtçe plak çalındığında adamın başına her şey gelebiliyor.

Kürtlerin Meclis’te ilk hedefi başkalarına saygı göstermek, ama onlardan da benzer saygıyı görmek.

İnsanlarımız her gün ölüyor. Kan nasıl duracak. Ahmet Türk:

"Genel af çıkarılabilir. Dağdakiler o zaman iner. Ama, bir de demokrasi projesi gerek. Bin yıldır birlikte yaşıyoruz. Şimdi bir canavar yarattık, ancak uğraşıyoruz, kimse ölmesin artık."

Mardin’den umutla ayrılıyorum.
Yazının Devamını Oku

Cihat Emiri

13 Temmuz 2007
CEBİNDEN çıkardığı beyaz takkesini giyiyor, namaz kılar gibi, dizlerinin üstüne çöküyor, gözlerini kapatıyor, uzun bir sessizlikten sonra, genizden gelen ruhani bir sesle konuşmaya başlıyor: "Bu alemde herkes Cihat Emiri’ne tabidir. Cihat Emiri’ne tabi olmayanların ibadeti küllün ifsad olur".

Yani, tepede oturan, İslam için cihat açmış bir emir, bir büyük var, her şeye o egemendir, onun emirlerine uymayanların ibadeti bütünüyle geçersiz olur.

Bu kökten dinci yolu tutmuş, İslam’a körü körüne inanmış olanlar için büyük bir tehdit. Çünkü, ibadetleri geçersiz sayılacak.

Bu sahne gerçek. Bu sözler gerçek. Bu sahne ve bu sözler, yıllar yılı, kim bilir kaç kez tekrarlanıyor.

ŞOK GEÇİRENLER

Kendi kendisine Cihat Emiri ünvanı veren, yaşı hayli ilerlemiş anlı şanlı politikacı, bu oyunu genellikle kendi evinde sahneye koyuyor.

Kendisine isyan eden, kendisini eleştirenleri evine davet ediyor. Yaklaşık 45 dakika, bir saat evin salonunda bekletiyor. Gelenler, "ne oluyoruz, hani Hocamız nerede" diyerek, tedirgin bir bekleyiş içinde. Sonunda hazret arz-ı endam ediyor.

Söze besmele çekerek başlıyor. Evine çağırdığı kişilere hiç söz hakkı tanımadan, yaklaşık iki saat durmaksızın nasihat ediyor.

Sık sık Kuran’dan göndermeler yapıyor. "Kendi başına ortaya çıkmak, çamurda namaz kılmak gibidir" diyor, nasihatını Fatiha okuyarak bitiriyor.

İslam’ı çok iyi biliyor, diye geçiniyor. Gerçekte İslam referansları yanlışlarla dolu. Tıpkı, yıllarca izlediği politikalar gibi.

2001 ve 2002 yıllarında defalarca ve çok sayıda politikada yer almış insana aynı fetvaları veriyor. Ancak, işe yaramıyor. Onun çevresinde toplanmış çok sayıda politikacı, Cihat Emiri’nin deyimiyle, "şok geçiriyor ve ondan ayrılıyor".

Ayrılanlar bir başka partide örgütleniyor.

SON PİŞMANLIK

Cihat Emiri şimdi şu ya da bu TV’de saçmalıklarını sürdürüyor. Sözlerine zırva demek bile, zırva kavramını aşıyor.

İlerlemiş yaşına rağmen, hala Cihat peşinde koşuyor.

Ondan ayrılanların dramı ise, politikaya onun yanında ve emrinde başlamış olmaları. Çünkü, politik ve sosyolojik olarak, hayata çok geriden başlıyorlar.

Dış dünyaya açıldıkça, geçmişte ne kadar yanıldıklarını görüyorlar, ama hala eski alışkanlıklarında ısrar ediyorlar.

Bununla birlikte, kendi aralarında, "keşke politikaya başka bir yerde adım atmış olsaydık" demekten, kendilerini alıkoyamıyorlar.

Sessiz ve derin bir koz

SEÇİM kararı alındıktan sonra, Başbakanlık, Toplu Konut İdaresi’ne (TOKİ) soruyor. "Anahtar teslim konutlar nerede ve ne zaman hazır?"

TOKİ’nin verdiği liste ve zamanlamaya göre, Başbakan Erdoğan o illerde miting düzenliyor. Önce konutları sahiplerine teslim ediyor, sonra da partisinin mitingini yapıyor. Kural dışı bir eylem. Seçim için, devlet imkanlarını kullanmak, örneğine cuk oturuyor.

Anadolu’yu dolaşırken gözlüyorum. Halk ne Cumhurbaşkanı seçimi, ne Apo’nun idamı, ne de benzeri polemiklerle ilgili.

Halkın en çok etkilendiği alan, dağıtılan bu konutlar. 81 il ve 350 ilçede başlayan 275 bin konutun 140 bini tamamlanıyor, Erdoğan tarafından sahiplerine teslim ediliyor.

Konutun büyüklüğüne göre, ayda 150 ya da 250 YTL’lik ödemelerle, 15 ve 20 yılda insanlar konut sahibi oluyor. Konutlar, AKP iktidarının seçimde sessiz sedasız, en büyük kozuna dönüşüyor.

Dün seçim yasakları başlıyor. TOKİ törenleri artık mümkün değil. Orası ayrı, ama muhalefetin, kalan on günde, bunu karşılayan strateji belirlemesi gerek.

Erdoğan’ın yelkenleri

NEREDE o efelenme? O ödünsüz tavırlar? Önüne geleni azarlamalar nerede? "Ben bilirim, benim istediğim olacak" dayatmaları hani nerede?

Seçim yaklaştıkça, Tayyip Erdoğan gözle görünür biçimde değişiyor. Meydanlarda konuşmalarına bakıyorum, ses tonu ve üslup, bir nazik, bir alçak gönüllü, bir uzlaşmaya açık, demeyin gitsin. Bildiğimiz Erdoğan gitmiş, yeni bir Erdoğan gelmiş.

İktidar elden gidiyor, paniği. Hala birinci parti, ama her geçen gün, tek başına iktidar umudu azalıyor. Kıl payı da olsa, tek başına iktidar inancını hala taşıyor da olsa, AKP panikte.

Erdoğan yelkenleri onun için indiriyor.
Yazının Devamını Oku

2 milyon 700 bin insan sahipsiz

12 Temmuz 2007
İKİ sorumlu var. AKP hükümetindeki iki bakan. Biri, yurtdışında yaşayan Türklerden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın, diğeri Dışişleri Bakanı Abdullah Gül.

İkisi de, normal olarak seçim telaşında. İkisi de, yurtdışında insanlar nelerle karşılaşıyor, farkında değil. Oysa, Almanya’da yaşayan 2 milyon 700 bin Türk kıvranıyor.

Kıvranma nedeni, geçen hafta Alman Parlamentosu’nda kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Köhler’in onayına sunulan yeni göç yasası.

DİL ŞARTI

Yasa şunu öngörüyor.

Almanya’da çalışan ve Türkiye’den evlenen bir erkek ya da kız, eşini Almanya’ya getirmek isterse, eşi bir yıl boyunca Almanca kursuna gitmek, Almanca öğrenmek ve sınavda başarılı olmak zorunda. Aksi halde, eşini Almanya’ya getiremiyor.

Bu, hem kendi anayasalarına, hem insan haklarına, eşitliğe aykırı. Ama, getirilen kural bu. Yasa elbette sadece Türkler’le ilgili değil, genel. Almanya’da yaşayan yabancılarla ilgili.

Ancak, en çok Türkler etkileniyor. Çünkü, Almanya’da yaşayan yabancılar içinde, Türkler ilk sırada.

Düşünün, adam ya da kadın yeni evleniyor ve dil bilmediği için eşini çalıştığı yere, yanına getiremiyor.

MİLLİ EĞİTİM ONAYI

Buna karşılık, bu yasayla çelişen bir uygulama var.

Halen 66 bin erkek Alman, Tayland’lı ile evli. O kadınların dil bilme zorunluğu yok. Almanya’ya gelebiliyorlar.

İş başındaki CDU/SPD Koalisyonunda göç ve yabancı politikasından sorumlu bakan Maria Böhmer (CDU). Oradaki Türkler Böhmer’e sorduklarında, kadın bakan şu çarpıcı açıklamayı yapıyor:

"Bizim arkadaşlarımız Ankara’da sizin Milli Eğitim Bakanlığınız ile görüştü, onlara kurs açmalarını söyledik, onlar da kabul etti".

Kabul eden yetkili kimse, olayı ne kadar kavradı, ne kadar anlamadı, belli değil. Bu da olayın, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’le bağlantılı sorumluluk bölümü.

Böhmer, bugün Berlin’de Göç Uyum Zirvesi topluyor. Bu sorunları ele alacak, en başta oradaki Türkler ve Polonyalılar olmak üzere, bu zirveyi boykot ediyor. Boykot tamam da, hayatın gerçeği içinde, Türkler şimdi kara kara düşünüyor. Geçmişte, her yıl 35 bin Türk erkek ya da kadın, kendine Türkiye’den eş buluyor. Bu sayı bugün biraz daha az. Onlar şimdi kara kara düşünüyor.

Yeni yasa ırkçı ve ayrımcı. Benzer yasa daha önce Hollanda’da kabul ediliyor. Türkiye o zaman da, ses çıkarmıyor. Hollanda’dan sonra, Almanya. Benzer yasanın diğer AB ülkelerine yaygınlaşması söz konusu.

Seçim telaşına düşmüş bakanları geçiniz. Cumhurbaşkanı Sezer’in, Alman Cumhurbaşkanını bir mektupla uyarması çok mu zor?

Cezaevlerine soruşturma

GEÇEN hafta bu sütunda Aziz Nesin Vakfı’nda tecavüz iddiasıyla göz altına alınan iki gencin hapisanede karşılaştıkları olaylarla ilgili, kendi kalemlerinden şikayetlerini aktarıyorum. Kötü muamele, dayak, tokat, v.s.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Kenan İpek bir açıklama gönderiyor. İpek, açıklamasında "daha önce bu yönde çıkan haberleri ihbar kabul ederek, İstanbul ve Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılıklarının adli ve idari soruşturma açtıklarını, soruşturma sonucu, görevlilerin darp, kötü muamele ya da keyfi bir uygulama yaptıklarına dair herhangi bir delil elde edilmediğini" belirterek, o görevlilere disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiğini bildiriyor.

İpek’in duyarlığına teşekkür ediyorum, benim yazdığım o çocukların kendi ifadeleri. İpek, ayrıca o çocukların şikayetçi olmadıklarını yazıyor. Bu da, çocukların bileceği bir şey.
Yazının Devamını Oku

Mazlum milletler Atatürk’ten vazgeçmiyor

11 Temmuz 2007
"ATATÜRK’ün yurtta sulh, cihanda sulh ilkesiyle, Türkiye büyük yol aldı."<br><br>Bunu haritada yerini bulmakta zorlanacağınız, adını bilmekte güçlük çekeceğiniz bir Afrika ülkesi, Burkino Faso’nun Dışişleri Bakanı söylüyor. "Sömürgecilere karşı savaş veren, çağdaş ve modern Türkiye, Atatürk önderliğinde hepimize örnek oldu."

Bu da, Madagaskar Dışişleri Bakanı’nın görüşü. Uganda, yine belki adını ilk kez duyacağınız Vanutu, Tuvalu, Kiribati bakanlarının Türkiye’ye bakışları da aynı yönde. Atatürk Türkiye’si.

Ezilen, sömürülen ülkeler, Atatürk’ün deyimiyle, mazlum milletler 50, 60 ve 70’li yıllarda bağımsızlık savaşları vermeye başladığında, bizim Kurtuluş Savaşı o ülkelere rehber oluyor. O yıllarda, Atatürk örneği dünyada çok konuşuluyor. Sonra sanki unutuluyor. Hayır, unutulmuyor.

O mazlum milletler iki gündür İstanbul’da.

Günümüzün nazik deyimiyle, En Az Gelişmiş Ülkeler. İstanbul’daki konferansa katılan çoğu Afrika ve Asya ülkesi, özel görüşmelerde Atatürk Türkiye’si sözünü dillerinden düşürmüyor.

Bizimkiler de, bunun farkına varmış olacak ki, toplantı broşürü kapağında Atatürk’ün bir sözü yer alıyor. Broşürün içinde yine Atatürk resmi ve onun dış politika ile ilgili sözleri.

48’DE 40 DESTEK

Bu ülkeleri Türkiye’ye yaklaştıran tarihsel miras Atatürk.

Ama, günümüzde bize yakınlık hissetme nedeni, Türkiye’nin bu ülkelere bakışı.

İstisnasız hepsi, "Türkiye bize batılı ülkelerden farklı olarak, insanca yaklaşıyor" diyor.

Neden? Çünkü, Türkiye bu ülkeleri devlet olarak görüyor, orada yaşayanların insanlığını vurguluyor. Bunu göstermenin yolu, oraya yapılan insani yatırımlar, katkılar.

Sağlıktan tarıma, okuldan içme suyuna kadar proje desteği. Destek son iki yılda 275 bin dolardan on milyon dolara yükseliyor.

Bu karşılıksız kalmıyor. Türkiye 2009-10’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine aday.

ORDULARA EĞİTİM

İstanbul’a gelen 48 ülkenin 40’ı, önceki gün Türkiye’nin adaylığını desteklemek için imza veriyor.

Dış politikada önemli bir kazanç.

Bu arada başka ilginç girişim, ordu ile ilgili.

Bir süre önce, Gambia bizden askeri eğitim yardımı istiyor. Gambia Muhafız Alayı’nı bizim Jandarma Komutanlığı subayları eğitiyor.

Bu örnek diğer Afrika ülkelerine yayılıyor. Etiyopya, Sudan, Angola ilk aşamada Türkiye’den askeri eğitim almak talebinde bulunanlar arasında.

Katıldığım toplantıda bazı Afrikalı bakanlarla sohbet fırsatı buluyorum.

Hepsi, mutlaka bir Atatürk portresi çiziyor, sonra günümüze geliyor. Günümüzdeki sorun, terör. Teröre genel bakışları şu:

"Dünyada en büyük terörist ülke Amerika. Afrika’ya terörü Amerika soktu. Şimdi de, uluslararası hukuka aykırı olarak Irak’ı işgal ederek, bölgede zaten varolan terörü iyice azdırdı".

Türkiye’nin uğraştığı teröre karşı verdiği mücadeleyi takdir ediyorlar.

Ayrıca, "PKK’ya dış destek var" sözünü yine hepsinden duyuyorum.

Son iki gün dünyada en az gelişmiş 48 ülkeyi İstanbul’da ağırlamak, Türkiye’nin Afrika’ya açtığı kapı. Devamı, 2008’de belki yine İstanbul’da tasarlanan Afrika Zirvesi.

Tek soruda Cem Uzan’ın takkesi

VERDİĞİ ilanlarda "barajı aştık" palavrası bir yana, Genç Parti lideri Cem Uzan kendisine oy vermeyi düşünen küçük bir azınlığın umutlarını tek bir soruyla silip atıyor.

Geçen akşam Habertürk’te Melih Meriç’in sunduğu Basın Kulübü’nün konuğu Cem Uzan.

Vatan’dan Mehmet Tezkan, Uzan’a şunu soruyor:

"Sizin babanız ve kardeşiniz hálá yurt dışında kaçak. Onlar suçlu mu, değil mi, beni ilgilendirmez. Ama, siz Başbakan olsanız onları yurda getirir misiniz?"

Lafı uzun uzun dolandıran Cem Uzan, Tezkan’ın yanıt vermesi ısrarı karşısında iyice sinirleniyor:

"Sen AKP ağzıyla konuşuyorsun."

Tek bir yanıt Cem Uzan’ın takkesini düşürmeye yetiyor.

Soruya yanıt yerine, karşıdakini suçlama. Can alıcı, işine gelmeyen bir soruyu, saldırı ile yanıtlaması, onu tanıyanlar için sürpriz değil.
Yazının Devamını Oku

Bahçeli Kayseri’de gül topladı

10 Temmuz 2007
ÜLKÜCÜLERİN oluşturduğu koridordan kürsüye doğru yürürken, mikrofondan yükselen müzik yeniden tempo kazanıyor:<br><br>"Geliyor, geliyor, MHP geliyor/Geliyor, geliyor, devletin başına Devlet geliyor." MHP lideri Devlet Bahçeli kürsüye çıktığında, müzik aynı, güfte değişik: "Devlet, millet, tek bir hükümet/ bayrak, millet, kutlu devlet."

Önceki gün Devlet Bahçeli’nin Kayseri’deki mitingini izliyorum. Kayseri, çünkü burası AKP ve Abdullah Gül’ün kalesi. Ama, aynı zamanda MHP’nin de güçlü olduğu bir yer.

Bir zamanlar Büyük Ülkü Dernekleri genel merkezi burada. Bir zamanlar, milli görüşe, MSP ve RP’ye militan yetiştiren Akıncılar’ın genel merkezi burada.

Baraj altında kaldığı 2002 seçimlerinde, MHP Kayseri’de yüzde 11’i buluyor. 99 seçimlerinde ise, Kayseri’de yüzde 34 gibi çok yüksek bir oran yakalıyor. Buna karşılık, AKP 2002’de Kayseri’de 7-1 gibi açık farka imza atıyor.

Üstelik, AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki yüzde 73 gibi rekor bir oyla seçiliyor. Özhaseki Kayseri dışında, Anadolu’da etkin bir başkan.

Yani, MHP’nin Kayseri mitingi izlenmeye değer.

İP BOYNUMDAN ÇIKTI

Sıcaklık 32 derece, pazar, tatil günü. Roma surları, Osmanlı Saat Kulesi, Selçuklu Sahabiye Medresesi ve Atatürk Anıtı ile çevrelenmiş, kültür mozaiği ortasındaki Cumhuriyet Meydanı’nı dolduran kalabalığa bakıyorum.

AKP mitinginde çekilen fotoğraflarla karşılaştırıyorum. Tayyip Erdoğan’ın topladığı kalabalığın üçte ikisi kadar kalabalık var Bahçeli’nin mitinginde.

Bahçeli
gelmeden önce, toplanan kalabalığı MHP slogan ve müzikleriyle coşturanlar sık sık uyarıyor: "Müslüman Türk’e yakışır şekilde miting yapacağız". Türk-İslam sentezinin en sade anlatım biçimi bu olsa gerek.

Müzik ve söylem, toplumu müthiş ajite eden yüksek bir tempoda. Türküler militarize edilmiş gibi, insanlar gergin yay gibi, hedefe kilitlenmiş:

"Devlet Bey ne zaman ki, meydanda ip attı, biz, delikanlı adam böyle olur dedik, ip sanki yıllardır benim boynumdaydı, şimdi çıktı ve AKP’nin boynuna takıldı."

MHP tabanındaki duygu bu. Hızlarını alamıyorlar:

"AKP, köylerde, bu seçim Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında diye yayıyor. Hıristiyanlara biz dahiliz, CHP, YÖK, Anayasa Mahkemesi, asker dahil, tek Müslüman kendileri. Bunlardan her şey beklenir."

İyice bilenmiş bir taban.

EN AĞIR SÖZLER

O sırada Bahçeli bu seçim kampanyasında duyduğum en ağır sözleri söylüyor Erdoğan’a, "Barzani, Talabani, etnik bölücülük, Oferler, yeminli Türk düşmanları, Ermeniler,Yahudiler onun aile fotoğrafında, AKP ümidini PKK ve Barzani’ye bağladı".

Bu sözler halkta "Devletin başına Devlet geçecek" temposunu körüklüyor. Ardından bu sözlere denk düşen müzik: "Aleviyle, Kürdüyle bir olduk/ Hepsi de Türk milleti diyorsan, MHP".

AKP’ye yüklenirken, ilginç bir istisna var. Cumhurbaşkanlığı seçiminden söz ederken Bahçeli, "Değerli Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül" diye başlıyor cümlesine. Gül’ün memleketinde, Gül’e çiçek atıyor. Erdoğan’ın, pimi çekilmiş bombayı Gül’ün kucağına bıraktığını söyleyerek, aslında Erdoğan ile Gül arasına bomba bırakmak istiyor.

Kitle psikolojisi öyle tırmanıyor ki, bir an geçen yıl İran’da gördüğüm Cuma namazı mitingini anımsıyorum. Orada alınlarında siyah bantlı on bin genç, hep bir ağızdan Amerika’yı protesto ediyor. Önceki gün Kayseri’de Erdoğan’ı protesto eden binlerce kişi, benzer öç alma duygusu içinde. Bir miting için, belki geçerli duygusallık, ama ilerisi için tehlikeli. Bahçeli kürsüde sakinleşince, toplananlarda da, rüzgar azalıyor.

Final, miting mantığına uygun.

Bahçeli: 60. Hükümet...

Halk: Milliyetçi Hareket.

Bahçeli: Ne Mutlu...

Halk: Türküm Diyene.

Miting dağılıyor. Siyasal doyum dorukta. Birileri yanıma yaklaşıyor: "AKP yine birinci olur mu?"

Gerçeklik duygusu yine de eksik değil.
Yazının Devamını Oku

Durdurun treni Bizans’ta inecek var

8 Temmuz 2007
Aslında, İstanbul metro projesi 1870’te Abdülmecit zamanına kadar gidiyor. Yüz otuz yıllık bir proje. Dolaştığım sergide, Abdülmecit’in projesini görüyorum. 130-140 yıl sonra, şimdi benzer bir proje, yeni teknolojiyle karşımda. Metro istasyonunda Bizans surları. Metrodan inince, istasyonda Bizans’tan kalma bir liman. Küçük Langa’da. İstasyon değil, tam anlamıyla bir müze.

Gebze’den Halkalı’ya uzanan 77 kilometre uzunluğundaki Marmaray ya da İstanbul metrosunun genişletilme çalışması, arkeolojik sorunları da beraberinde getiriyor. Özellikle, Sirkeci, Yenikapı ve Üsküdar’da her yeraltı çalışmasında, yüzlerce kalıntıyla, tarihi mirasla, karşılaşılıyor. Bizans’la. Bu da, metro için kazıdan çok, arkeolojik kazılara öncelik gerektiriyor. Ulaştırma Bakanlığı, Kültür Bakanlığı’na yazı yazıyor: "Önce siz kazın, sonra biz gireriz."

Metro nedeniyle, İstanbul’da 47 bin metrekarelik bir alanda arkeolojik kazı yapılıyor. Kazılar için on milyon dolar ayrılıyor. Bütün tarihi yarımada ve devamı tarihi SİT alanı. Bizans kalıntılarıyla dolu. Halen 50’ye yakın arkeolog günde 24 saat çalışıyor. Çalışmaları UNESCO da denetliyor.

Bulunan kalıntılar arasında sekiz bin yıl öncesinde, neolitik çağa, yani yerleşik olmayan toplumlara ait, pek çok eser bulunuyor. Tarak, oyun tablası, zar, fener, sandalet, mutfak eşyası, bilezik, yüzük, cıva kabı, matkap, haç, olta, ağ, buhurdanlık gibi eşyalar kazı alanında 25 Haziran’da açılan müzede sergileniyor. Geçen gün İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut’la birlikte, kalıntılardan oluşan bu sergiyi dolaşıyorum.

DEVE İSKELETLERİ

Bulgular arasında, uluslararası önem taşıyan ve Karamut’un deyimiyle, "Bizans ve İstanbul kültür tarihinin yeniden yazılmasına yol açacak" bir olayla karşılaşılıyor: Bugünkü Küçük Langa bostanlarının altında, 11. yüzyıldan kalma bir Bizans limanı. Bu bulgu ilk kez bulunuyor. Liman 379-395 yılları arasında İmparator 1. Theodisius döneminde yapılıyor. Özellikle, Mısır’la ticarette kullanılıyor.

Bulguların resimlerine bakıyorum. Limanda, büyük olasılıkla fırtınada batmış gemiler, kürekler, bazıları vişne yüklü. Liman ve gemiler, ortaçağ deniz ticaretiyle o dönemin gemi yapım teknikleri hakkında bilgi veriyor.

Buradaki soru şu: Taşınabilir ve taşınamaz kalıntılar. Taşınabilir olanlar kolay. Çaresi bulunuyor. Örneğin, tekneler jeologların, kimyagerlerin, antropologların incelemesine sunulmak üzere, Yenikapı’da bir havuza çekiliyor ve orada korunuyor.

Bulunan deve iskeletleri Veterinerlik Fakültesi’ne, ahşaplar ABD’ye gönderiliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yardım alınıyor.

Taşınabilir kalıntılarla ilgili karar; müzede sergilemek. Örneğin, bu gemiler beş yıl sonra, tıpkı bugünkü gibi, bir müzede sergilenecek.

Ya taşınamazlar? Orada iki ayrı karar var. Ya metronun yönü değişiyor ya da olduğu gibi korunuyor. Gerçekten, metro projesi, arkeolojik buluntulara paralel, birkaç kez değişiyor. İstasyon yerleri ve güzergah değişiyor.

BİZANS İSTASYONU

Olduğu gibi korunacak olan ise, liman. İşte, o liman Bizans istasyonu. Metrodan inildiğinde, doğrudan limana inilecek, liman o haliyle korunacak.

Vazgeçilen ve dolayısıyla, değişen güzergah ise, Yenikapı’daki Konstantin Surları. 4. ila 13. yüzyıla ait mezarlar ve surlarda değişik kültür tabakalarına rastlanıyor. İlk projede istasyon olarak öngörülen bu alan, birkaç yıl sonra arkeolojik park haline getirilecek.

Atina metrosu yapımı sırasında da, benzer arkeolojik çalışma yürütülüyor. O nedenle, bizim arkeologlar Atina’ya giderek, metroyu inceliyor.

Limanın batmasıyla ilgili de jeologların bir tahmini var. 1050 yılında İstanbul çok büyük bir depremle yerle bir oluyor. Muhtemelen tsunami sonucu, liman batıyor.

Aslında, İstanbul metro projesi 1870 Abdülmecit zamanına kadar gidiyor. Yüz otuz yıllık bir proje. Hatta, dolaştığım sergide, Abdülmecit’in projesini görüyorum. 130-140 yıl sonra, şimdi benzer proje, yeni teknolojiyle karşımızda.

İsmail Karamut’a, "Metro ne zaman bitecek" diye soruyorum. Yanıtlıyor: "Arkeolog gönlüm, kazıların hep davam etmesi yönünde. Ama, vatandaş gönlüm de, kazıların bir an önce sonuçlanması yönünde. Metronun 2008’e yetiştirilmesine çalışılıyor."

2008’de Bizans durağına hoş geldiniz.
Yazının Devamını Oku