Yalçın Doğan

Operasyonun maliyeti devlet sırrı

15 Kasım 2007
"KUZEY Irak’a askeri operasyonun ekonomik izlerini bütçede göremezsiniz" diyor Maliye Bakanı Kemal Unakıtan. Bütçe Plan Komisyonu’ndan çıkarken, meslektaşlarım kendisine operasyonun ekonomik yönünü sorunca, Unakıtan bu karşılığı veriyor. Dışardan bakınca, operasyonun ekonomik maliyetini görmek ya da bütçede okumak mümkün olmayabilir. Ancak, bazı bütçe manevraları ve ek aktarmalar bu yönde ipucu verecek türde. Yine de, Unakıtan’ın sözü doğru.

Milli Savunma Bakanlığı bütçesi diğer bakanlık ve kuruluşların bütçelerine benzemiyor. Onlara göre, önemli bir farkı var. Bu yılın bütçesi artı gelecek yılın ihtiyaçları dikkate alınıyor ve o biçimde hesaplanarak, kayıtlara geçiyor. Başka hiç bir bakanlık için böyle bir hesaplama yöntemi yok.

NEDEN ÖDENEK YOK

Kuzey Irak’a operasyonun hep askeri yönü üzerinde tartışıyoruz. Bunun siyasal sonuçları üzerinde duruyoruz. Çok normal.

Ama, operasyonun bir de ekonomik yönü, ek maliyeti var. Bunun üzerinde pek durulmuyor. Ankara’da bunu araştırırken, ilginç bir kaç nokta ile karşılaşıyorum.

1-Bütçeye operasyon için ayrıca ve özellikle ödenek konulmuyor. Eğer konulursa, bu operasyonun yapılacağının ilanı anlamına gelir, diye düşünülüyor.

Oysa, bu konuda artık davul çalındığına göre, neden hálá bu kaygı?

a) Devlet yine de, göstere göstere operasyondan yana değil.

b) Operasyonun mali yükünü, devlet gizli kayıtlarında tutmak istiyor. Bu görüş akla daha yakın.

2- Operasyon düşünülmüyor, o nedenle, ödenek ayırmak gereksiz. Bu artık gündem dışı.

MODERNİZASYON

Göstere göstere ek ödenek konulmuyor, ancak Milli Savunma Bakanlığı bütçesi, bütçe dışında iki ayrı kaynaktan besleniyor. Önemli olan bu.

1- Modernizasyon adı altında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir para ayrılıyor. Bu para bu yıl için üç milyar dolar.

2- Savunma Sanayii Fonu’ndan ayrılan bir pay var, bu miktar bu yıl 1.3 milyar dolar.

Dolayısıyla, bütçenin dışında, toplam 4.3 milyar dolar daha, bu yıl Milli Savunma Bakanlığı’na veriliyor.

3- Terörle mücadelede görev alan ve sınır ötesi operasyonda görev alabilecek Jandarma Genel Komutanlığı’nın bütçesi ayrı.

Bunların ötesinde, ilginç nokta şu. Hálá ihtiyaç duyulursa, olabilir savunma harcamaları, hesaplama ötesinde artabilir, bu durumda başka bakanlık bütçelerinden kısıntı yapılıyor, Milli Savunma Bakanlığı’na aktarılıyor. Geçmişte bunun örnekleri var. Örneğin, yatırımlardan kısılıyor, örneğin tarımsal desteklemeden sıkılıyor.

Ortadaki rakamlara rağmen, yapılacak bir operasyonun ekonomik maliyeti, büyük olasılıkla devlet sırrı olarak kalabilir. Belki ortaya bazı rakamlar çıkabilir, ancak gerçek maliyeti öğrenmek çok güç. Çünkü, o bir devlet sırrı.

En büyük bütçe Hazine’de

2008 bütçesi 222.3 milyar YTL. Bakanlık olarak, en yüksek pay Milli Savunma Bakanlığı’na ayrılıyor. 13 milyar 272 milyon YTL. Bütçenin yüzde 5’ine yakın bölümü. Jandarma Genel Komutanlığı bütçesi ise, 3 milyar 128 milyon YTL.

Geçen yıla göre, öyle büyük bir artış yok. Geçen yıl, Milli Savunma Bakanlığı’nın görünen bütçesi 13 milyar 52 milyon YTL. Bu yıl artış sadece 220 milyon YTL. Bu artış bile, bazı bakanlık ve kurumların 2008 bütçesinden fazla. Örneğin, Çevre Bakanlığı bütçesi 108 milyon 653 bin YTL.

En büyük bütçe Hazine Müsteşarlığı’na ait, 62 milyar 161 milyon YTL. Çünkü, borç faizlerini Hazine ödüyor. 62 milyar YTL’nin 56 milyar YTL’si iç ve dış borç faizine gidecek.
Yazının Devamını Oku

Başkentte mutsuz bir Başbakan

14 Kasım 2007
USTA politikacının dokundurması başka oluyor. Üç cumhurbaşkanı dün öğle yemeğinde. Abdullah Gül, Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres. Benim de davetli olduğum yemekte, masalara bakıyorum. Su ve meyve suyu. Böyle bir protokol yemeğinde, en azından şarap servisi, dünyanın her yerinde makul ve geçerli.

Durumun herkes farkında. İsrail Cumhurbaşkanı Peres kısa bir teşekkür konuşmasından sonra, kadehler şerefe kalkacağı sırada, fırsatı kaçırmıyor, dokunduruyor:

"Aramızdan bazıları şarap içmiyor, ama su da idare eder" (Some of us don’t drink wine, but water is fine).

Ve kadehler, pardon su bardakları şerefe kalkıyor. AKP ile birlikte, pek çoklarının alıştığı bir tablo. Alışamayanlar olduğu gibi, Peres gibi, yadırgayanlar da eksik değil.

PROTOKOL MASASI

Ankara’nın elit kadrosu Peres-Abbas buluşmasına tanık olmak üzere, öğle yemeğinde hazır ve nazır.

Yüksek bürokrasi, büyükelçiler, işadamları, gazeteciler. En çok ilgi gören Amerikan Büyükelçisi Ross Wilson. Herkes onun çevresini sarıyor, özellikle biz gazeteciler. Ama o, "yeni bir haber yok" demekle yetiniyor.

Protokol masasında üç cumhurbaşkanı, Peres’in mihmandarı Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Abbas’ın mihmandarı İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan, bu olayın baştan sona yaratıcısı TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu.

MASADA BİR EKSİK

Protokol masasına bakıyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, bir eksik var, bulacağım, düşünüyorum, evet, tamam Tayyip Erdoğan eksik. Böyle tarihsel bir günde, Başbakan Erdoğan yemekte yok.

Oysa, yemek saatine kadar herkes onu bekliyor, geleceği bildiriliyor, son anda nedense katılmıyor.

Örneğin, önceki akşam Çankaya’daki resmi yemekte de, çok kısa kalıyor, erkenden ayrılıyor. Hatta, iddiaya göre, sinirli bir ayrılma.

İnsan! Kitap başlıkları, hani vardı ya, İnsan, Bu Meçhul, diye kitaplar. İnsanı, tepeden tırnağa psikolojik çözümleme denemeleriyle anlatan kitaplar.

Tayyip Erdoğan bir kaç gündür mutsuz. Bir kaç gündür Kral ve Cumhurbaşkanı ağırlayan Gül, ister istemez ön planda. Erdoğan mutsuz. İnsan, bu meçhul. Hayır, meçhul değil.

ÜNİVERSİTE VE HASTANE

Olayın teknik yönünde, üç cumhurbaşkanı da, Filistin topraklarındaki TOBB’un girişimiyle kurulacak serbest bölgeyi destekliyor. Üçü de, kendi halklarına bu yönde söz veriyor.

Gül’ün yemekte açıklamasına göre, olay serbest bölge ile sınırlı değil. Bilkent önderliğinde, İsrail-Filistin Üniversitesi ve yine Türk girişimcileri eliyle, İsrail-Filistin Hastanesi. İki tarafın da yararına sunulmak üzere. Barış dediğin, işte böyle örülüyor.

OPERASYON MU

Yemekte herkes kendini tam oraya vermişken, salon bir haberle dalgalanıyor:

"Türk uçakları Kuzey Irak’ı vuruyor." Derken bir başka haber:

"Amerikalılar sınıra asker yığıyor, içeri girmeyelim diye."

ABD Büyükelçisine bakıyorum, hiç kıpırdama yok. Sakin ve her şey normal ya da öyle görünüyor. Ardından ek yorum geliyor:

"Başbakan Erdoğan yemeğe bunun için katılmadı."

Rota bir anda geçen haftaki Erdoğan-Bush görüşmesine kadar uzanıyor.

Yahya Kemal, gerçi, "Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü seviyor", ama ben, Ankara’yı işte bunun için seviyorum. Her an haber, her an hareket.
Yazının Devamını Oku

Buluşmanın mimarı Hisarcıklıoğlu

13 Kasım 2007
DÜNYANIN gözünü diktiği buluşmayı, "Türkiye haklı, sizinle aynı fikirdeyim" sözü ateşliyor. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’na söylediği cümle. İki ay önce Tel Aviv. Filistinliler ömürlerinde ilk kez Tel Aviv’i görüyor. İşin başında Hisarcıklıoğlu var. İsrail ve Filistinlilerle anlaşmaya varıyor. Son söz için, Peres’e gidiyor.

Terör, Ermeni sorunu, Orta Doğu konuşulurken Peres, Türkiye’ye hak verdiğini söylüyor. Hisarcıklıoğlu fırsatı kaçırmıyor:

"Bu işe siz gönülden inanıyorsunuz, son imzayı Ankara’da atalım, Mahmud Abbas’ı da davet edelim, gelir misiniz?"

Peres
daveti kabul edince, Hisarcıklıoğlu ertesi gün Filistin lideri Mahmud Abbas’a gidiyor. Aynı daveti ona tekrarlıyor. O da, kabul ediyor.

Bu gibi buluşmaları organize etmek çok zor. Fırsatların ve çıkarların örtüşmesi gerek. O momentumu yakalamak gerek.

O momentumu hükümet ya da bir siyasetçi değil, bir iş adamı, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu yakalıyor. Bugün Ankara’da Mahmud Abbas ile Şimon Peres bir araya geliyor. Abdullah Gül’ün de katılımıyla, üç imzalı, bir deklarasyon için.

SERBEST BÖLGE

TOBB Filistin’de bir serbest bölge kuruyor. Bunun için Filistin Gazze’de arsa veriyor. İkinci arsa şimdi Batı Şeria’da.

Burada kurulacak sanayi bölgesinde Türk firmaları olacak. Buradan dünyaya satılacak mallarda vergi yok, kota yok. İsrail’in Amerika ile, Filistin’in Arap ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları var. Serbest bölge, bu anlaşmalar yoluyla, dünyaya mal satacak. Bölgede ticaret gelişecek.

İsrail, malların geçişine öncelik tanıyacak. Bankacılık, limanlar, yollar ve hava alanlarının kullanımını sağlayacak. Filistin açısından da, buradaki Türk firmaları Filistinli işçi çalıştıracak. Tekstil, hazır giyim, mobilya, ayakkabı, cam ürünleri önde geliyor. Proje maddi anlamda bu.

Bu ticari projenin siyasal tercümesi var. Ticaret yoluyla, siyasal ilişkileri düzeltmek. Tarihteki benzerlerine, günümüzden son örnek.

İsrail ve Filistin buna öyle güveniyor ki, Cumhurbaşkanları düzeyinde bugün atılacak imza ile, projeye destek için, dünyaya söz veriyor.

SİYASAL İRADE

Gül
henüz Dışişleri Bakanı iken, geçen yıl, bu konuyu İsrail ve Filistin ile görüşüyor. Temele harç koyanlardan biri de Gül.

Ancak, işi buraya getiren Hisarcıklıoğlu. Peres’i ve Abbas’ı Ankara’ya davet ediyor, kabul edilince, Gül ile Tayyip Erdoğan’ı haberdar ediyor.

İki liderin, kendi bölgeleri ve Amerika dışında bir araya gelmeleri, Ankara’da buluşmaları, Türkiye için hiç kuşku yok, büyük prestij.

Ama, bunun mimarı TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu.

Bununla birlikte, son aşamada siyasal irade elbette şart.

Blair: Tek proje bu

BAŞBAKANLIKTAN ayrıldıktan sonra, Tony Blair Orta Doğu’da uluslararası temsilci. Siyasal kimliğinin yanı sıra, emrinde üç milyar dolar var.

TOBB’un yapmakta olduğu serbest bölgeyi duyunca Blair, Hisarcıklıoğlu’nu arıyor:

"Bölgenin kalkınması için projelere ihtiyaç var. Ama baktım, bugüne kadar gördüğüm tek somut proje sizinki. Onun için destekliyorum."

İsşizlik, açlık ve bitmek bilmeyen savaş. Blair gibi, bu işten Filistin memnun. Çünkü, 50 Türk firması, her biri 200 Filistinli çalıştıracak, on bin Filistinli’ye iş.

İsrail memnun, çünkü Filistinliler ne kadar iş sahibi olursa, kan ve gözyaşının o kadar azalacağına inanıyor.

Türkiye zaten memnun. Hem kendi işadamları ciddi bir işlev üstleniyor, hem de bunun siyasal prestiji var.
Yazının Devamını Oku

Artık askerlerimiz ölmeyecek düşmanla göğüs göğüse robotlar çarpışacak

11 Kasım 2007
Robot uçaklar uzun bir süredir havadalar. Şimdi, silahlı robotlar karada da askerlerin yerini alıyor. Bir yandan teknolojik gelişme, diğer yandan da Irak’tan gelen asker cenazeleri bu alandaki yatırımın iki önemli nedeni. Pentagon, yeni silahlandırılmış robotların geliştirilmesi için toplam 200 milyar dolarlık bir bütçe ayırıyor.

İntikam ve kin yok. İşkence, dayak, aşağılama, ayrıca ceza verme yok. Çünkü, duygu yok.

Robotun bulunuşu elli yıl önce. Elli yıldır pek çok alanda kullanılıyor. Ama, şimdi artık çok başka bir alanda. Savaş /images/100/0x0/55ea6ac0f018fbb8f87e873calanlarında. Kanlı, canlı, etli, kemikli askerler yerini artık robot silahlara bırakıyor. Savaş tarihinde silahlanan ilk robotlar.

Robot uçaklar havada zaten çoktandır var. Ama, silahlı robotlar şimdi karada da askerlerin yerini alıyor. Robotlarda duygu olmadığına göre, "düşman açısından" belki daha ölümcül, öldürmeye çok daha programlı, ancak acı bir teselli olmak üzere, insanın insana doğrudan yaptığından uzak.

Irak Savaşı ile birlikte, silah sanayii en neşeli yıllarını yaşıyor. Tam bir patlama (boom). Bu neşe, bu patlama Amerikan silah sanayiini yeni arayışlara itiyor. Havalanan her savaş uçağı, sıkılan her kurşun, dönen her tank paleti, savaş sanayiine dolar olarak geri dönüyor. Onlar için muhteşem bir kazanç.

200 MİLYAR DOLARLIK BÜTÇE

Bu kazanç, Amerikan silah devlerini, bazı Amerikan üniversiteleriyle birlikte yeni yatırımlara yöneltiyor. Pittsburgh’daki Mellon University Robotics Institute ya da Atlanta’daki Georgia Institute of Technology’nin araştırma ve bulguları, askerin yerine geçecek her türlü robot silah yapımında başı çekiyor.

Bir yandan teknolojik gelişme, diğer yandan da, Irak’tan gelen her askerin cenazesi, teknolojik yatırımın iki önemli nedeni. Bu iki olgu bir araya geliyor, Pentagon silah sanayiinde "büyük devrim" olarak anılan, her türlü robot silahın ya da silahlandırılmış robotların geliştirilmesi için toplam 200 milyar dolar ayırıyor.

Gelişen robot silah ve uçaklardan bazıları birkaç aydır Irak’ta kullanılıyor. Bazıları aynı zamanda Afganistan’da da kullanılıyor. Silah sanayii övüne övüne bir hal oluyor. "Artık bizim askerlerimiz ölmeyecek, düşmanla göğüs göğüse artık robotlar çarpışacak." Savaş tarihinde yeni bir sayfa açılıyor.

AMERİKAN ORDUSUNUN ROBOT ASKERLERİ

Bir bölümü gelecek yıl, bir bölümü üç yıl içinde devreye girecek robot silahlardan, Amerikan silah dergilerinden topladığım bilgiye göre, ilk yedisi şöyle:

- Fire Scout: İnsansız helikopter. En üstün silahlarla donatılıyor. Programlanmış ya da kendi belirlediği hedefleri vuruyor. Uçak gemilerine inebiliyor. Her şey hazır.

- Swords (üstte): Kameralı, makineli tüfekli, lastik paletli tanklar. Irak’ta devreye giriyor.

- Gladiator: Bir ton ağırlığında, lastik paletli tanklar, en dik tepelere tırmanıyor. Kameralı, uzaktan kumandalı ve makineli tüfekli. Denemeleri başarıyla sonuçlanıyor. Gelecek yıl Irak’ta.

- X-47: On saat havada kalabilen, görünmeyen uçaklar, jetlerin havada yakıt ikmalinde kullanılıyor. Henüz deneme aşamasında.

- Micro Air Vehicle: Sadece 33 santimetre çapında tüy sıklet ağırlığında ayaklar. Kameralı, indirildiği yerden merkeze istenilen her istihbaratı ulaştırıyor. Halen Irak’ta denemeden geçiriliyor.
Yazının Devamını Oku

35 AKP’li Erdoğan’a sahip çıkmadı

10 Kasım 2007
AKP milletvekilleri on gündür köşe bucak bu oylamayı konuşuyor. Çok ilgisiz gibi görünen bir oylama, AKP’de bir şeyler mi oluyor, sorusunu akla getiriyor.

Türkiye çok ciddi bir dar geçitten geçerken, kıyıda köşede kalmış bir oylama, ister istemez, herkesin dikkatinden kaçıyor. Oysa, o oylama iktidar partisinde belli bir rahatsızlığı deşifre ediyor.

30 Ekim’de, on gün önce, TBMM’de Tayyip Erdoğan hakkında verilen Meclis soruşturması görüşülüyor. Soruşturma, Ankara’nın su sorununa yol açtığı iddiasıyla, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında gerekli işlemi yapmadığı düşüncesiyle, Başbakan Erdoğan için veriliyor.

SAVUNMA YAPMADI

Oturum başlıyor, konu görüşülüyor. Ancak, ilginç bir olay yaşanıyor.

Hakkında Meclis araştırması ya da soruşturması verilen başbakanlar ya da bakanlar, normal olarak savunmalarını yapıyor.

Oysa, Erdoğan konuyla ilgili hiçbir savunma yapmıyor, kürsüye çıkıp bu konuda tek kelime etmiyor.

Erdoğan gibi atak, boğazın dokuz düğüm olduğunu unutan bir kişilik için, bu pasif bir tutum. Onun kimliği ile bağdaşmıyor. Milletvekilleri ortak yorumda birleşiyor:

"Erdoğan kürsüye çıksaydı, ister istemez Melih Gökçek’i savunma durumunda kalacaktı, oysa Melih Gökçek’i gözden çıkardı, o nedenle savunma ihtiyacı hissetmedi".

GERİSİ DAHA İLGİNÇ

Lehte ve aleyhte konuşmalardan sonra, soruşturmanın oylamasına geçiliyor. Oylama gizli. Sonuç şöyle:

Kullanılan oy 472. Kabul 170. Ret 286. Çekimser 14. Boş 1. Geçersiz 1.

Meclis soruşturması açılması kabul edilmiyor. Normal bir sonuç. Ancak, normal olmayan durum var.

Oylamaya katılmayan milletvekillerinin partilere göre dağılımı bu anormalliğin ilk ipucu. Meclis tutanağına göre:

Oylamaya AKP’den 19 (oturumu yöneten başkanvekili ve TBMM Başkanı dahil), CHP’den 27, MHP’den 13, DTP’den 10, DSP’den 3, ÖDP ve BBP’den 1 ve bağımsızlardan 2 milletvekili katılmıyor.

AŞİL’İN TOPUĞU

AKP’nin 340 milletvekili var. Oylamaya katılmayan 19 düşülürse, Meclis tutanaklarına göre, oylamaya 321 AKP milletvekili katılıyor.

Ama, Erdoğan lehine oy kullananların sayısı 321 değil, 286.

Aşil’in topuğu burada. 321 eksi 286 eşittir 35. Yani, 35 AKP milletvekili Erdoğan hakkında verilen Meclis soruşturmasında, muhalefetle birlikte kabul, çekimser ya da boş oy kullanıyor.

Oylama gizli olduğu için, kimin, ne oy verdiğini bilmek mümkün değil. Ancak, hesap ortada. AKP’de kim, nasıl oy kullandı belli değil, ama 35 AKP’linin ret vermesi gerekirken, kabul oyu verdiği de ortada.

Yani, Erdoğan hakkında, Ankara’nın su sorunu nedeniyle, Meclis soruşturması açılmasını isteyenler arasında 35 AKP milletvekili de var.

Oylamaya katılmayan 19 milletvekili hariç. Hepsinin geçerli mazereti var mı, o da ayrı.

İKİ YORUM

Bu olayı iki biçimde yorumlamak mümkün.

1-Bazı AKP milletvekilleri Tayyip Erdoğan’dan rahatsız. Bu doğru ise, çeşitli nedenleri olabilir. Oysa, dışardan bakıldığında, Erdoğan kayıtsız şartsız partiye hakim görünüyor.

2-Rahatsızlık, sadece Ankara’nın su sorunu nedeniyle sınırlı olabilir. Asıl rahatsızlık Melih Gökçek’ten olabilir. Ama, o zaman Gökçek üzerinden Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma açılması isteniyor demektir ki, pek mantıklı değil. Yine de, Gökçek’le ilgili Erdoğan’a bir uyarı olabilir.

Buna karşılık, yoruma yer bırakmayan bir gerçek var. 35 AKP’li, kritik bir oylamada, genel başkanlarına sahip çıkmıyor.

Nedeni henüz kamuoyuna yansımayan bir rahatsızlığın göstergesi.

Demirel’in bir sözünü hiç unutmuyorum: "Büyük Meclis grubu, insanı tek başına iktidar yapar, ama büyük grubu yönetmek kolay değildir".
Yazının Devamını Oku

DTP artık Kürtlerin partisi değil

9 Kasım 2007
PKK bağlantısı iddiasıyla, İzmir DGM 18 yıl 9 ay hapse mahkum ediyor. Yaklaşık on yıl hapis yatıyor. Şimdi serbest. O kadar serbest ki, şimdi DTP’nin genel başkanı.

DTP ve Türkiye için çok tatsız bir olay. DTP’nin olağanüstü kongresi dün Ankara’da toplanıyor. Kongre genel başkanlığına Nurettin Demirtaş’ı seçiyor.

Nurettin Demirtaş, 90’lı yıllarda, İzmir’de öğrenci. O nedenle, İzmir DGM’de yargılanıyor. PKK bağlantısı nedeniyle ve hapse mahkum oluyor.

Nurettin Demirtaş’ın kardeşi Selahattin Demirtaş ise, DTP Diyarbakır milletvekili.

ANLI VAZGEÇTİ

Daha önceden genel başkanlığa getirilmesi düşünülen Diyarbakır Yenişehir Belediye Başkanı Fırat Anlı vazgeçiyor:

"Ben bu koşullarda, bu işi götüremem."

Anlı’nın söz ettiği koşullar, belki de, DTP ile PKK arasında görünen, görünmeyen ilişkiler. Onun bundan duyduğu rahatsızlık. Belki de, genel başkan olarak kullanılmak kaygısı.

Anlı vazgeçiyor, yerine PKK’dan dolayı hapis yatan Nurettin Demirtaş geliyor.

DTP’de il ve ilçelerde görevlilerden bazı milletvekillerine kadar uzanan zincir artık çok açık. DTP, PKK’nın siyasal kolu gibi. DTP’yi sanki PKK yönetiyor gibi.

Türkiye’nin bugünkü ortamında, PKK’dan hapis yatmış birini genel başkan seçmek, Kürt sorununda her türlü çözümün önünü tıkamakla eş anlamlı. Sorunu konuşmak için, hangi DTP’liyi bulacaksınız? Hangi DTP’li ile diyalog kuracaksınız?

ÇÖZÜM İSTEMİYOR

Çok yazık.

Oysa, DTP kuruluş için yola çıkarken, geniş ufuktan yola çıkıyor. O aşamada, "Biz Kürtlerin değil, Türk ve Kürtlerin partisi olacağız, biz Türkiye’nin partisi olacağız, Türkiye’yi kucaklayacağız" deniyor.

Geldiğimiz noktada ise, ne yazık ki, bırakın Türkleri, Kürtlerin partisi bile olmaktan uzak.

DTP geçmişteki hataları tekrar etmekten bıkmıyor. Geçmişten zerre kadar ders almıyor.

Ve ben artık DTP’nin Kürt sorununa çözüm arayışı içinde olduğuna inanmıyorum. Yaptığı tercihler, sanki sorun devam etsin niyetine.

O kadar ki, Kürtler adına yakaladığı fırsatın farkında bile değil. Çünkü, artık o noktadan çok geride. Çünkü, artık kendi sorununa çözüm isteyen Kürtlerin partisi değil.

Radikal, siyasetten uzak, ama siyasetin içinde. PKK’dan hapis yatmış bir genel başkanla hangi siyaset?

Doğalgaz fiyatında kazık

İTHAL ettiğimiz doğalgaz fiyatı ile ilgili yapılan anlaşmalar, ister İran, ister Rusya ya da başka bir ülke, çok çarpıcı.

Doğalgaz fiyatı petrol fiyatına, tam olarak, Akdeniz piyasasındaki petrol fiyatına bağlanıyor.

Petrol fiyatı dünyada ve Akdeniz’de 100 dolar sınırına dayanıyor. Bu bize bir başka fatura yüklüyor. Petrol fiyatı arttıkça, doğalgaz fiyatı da artıyor.

Her ne kadar, doğalgaz faturaları bize altı ayda bir geliyorsa da, artan petrol fiyatının bize ayrı bir kazık çaktığı ortada.

Merak ediyorum, neden dolara bağlı değil de, petrol fiyatına bağlı?
Yazının Devamını Oku

Truva Atı’nı almayalım

8 Kasım 2007
Tahta at Truva surlarının dışında duruyor. Sözüm ona Atinalıların armağanı. Truva’da tartışma başlıyor. Birileri, atı içeri almaktan yana. Ama, başkaları da, tersini söylüyor: "Hayır, tahta atı içeri almayalım."

Atı almaktan yana olanlar kenti yönetenler, ciddi bir çoğunluk. Atın alınmasına karşı çıkanlar ise, küçük bir azınlık.

Yönetenler, atın alınmasına karşı çıkanları hain ilan ediyor, onları hapse atıyor ve tahta atı içeri alıyor.

Sonrası malum. Tahta atın içinden çıkan düşman askerleri Truva’da sur kapılarını açıp, kenti ele geçiriyor. Bir kent-devlet tarihten siliniyor.

HELE BİZİM İÇİN

Oysa, taht at içeri alınmasaydı, Truva için tarih çok başka akacaktı.

Amerikalı tarihçi Barbara Tuchman The March of Folly (Ahmaklığın Yürüyüşü olarak çevrilebilir) kitabında, Truva örneği dahil, tarihte bazı olayları ele alıyor ve şu çok önemli sonuca varıyor:

"Tarihin her döneminde ve dünyanın her coğrafyasında, belli bir azınlık, yaşanan olaylarla ilgili, o sırada doğruları söylüyor, ama yönetenler onları dinlemiyor, hatta hapse atıyor."

Tuchman’ın tarihçi olarak gözlemi şöyle sürüyor:

"Yönetenlerin erdemi, farklı düşünceleri dinlemek, doğruyu belki onlar söylüyor, diyerek onlara kulak vermektir. Çünkü, her zaman doğruyu söyleyen birileri var."

Çok geçerli bir gözlem. Hele de, geçmişte ve günümüzde bizim için.

TERÖRÜ FARK ETMEK

Birkaç gündür Milliyet’te Fikret Bila’nın Genelkurmay eski başkanları ve eski kuvvet komutanları ile PKK ve Kürt sorununa dönük röportajını okuyorum.

Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış emekli orgeneral Aytaç Yalman şunu söylüyor:

"Kürt yok dedik, sorunu göremedik. Kürtler dilini konuşmak, şarkısını söylemek istiyordu, ama biz, Kürt yoktur, diye eğitilmişiz. Sosyal talepleri bile yıkıcı faaliyet saydık. Hem sosyal sorunu, hem de terörün başlayacağını fark edemedik". (Milliyet, 3 Kasım 2007).

Bir açıdan özeleştiri. Ama, öte yandan, çok vahim. Kuvvet komutanlarının MGK üyesi olduğu, MGK’nın ülke yönetimindeki etkinliği düşünülürse, bir MKG üyesinin, terörü fark edemedik demesi çok acı.

Bugünlere nasıl gelindiğinin aynası. Kürt sorunu olmadığı kabul edildiğine göre, o yönde politika yok. Olması gerekir, diyenlere o günlerde hain, diye bakılıyor.

EVREN’İN İTİRAFI

Dün aynı yazı dizisinde Kenan Evren itiraf ediyor:

"Kürtçe konuşulmasını yasakladık, 12 Eylül’de bir hatamız da, oydu. Biraz ağır yasak koyduk, hata yaptığımızı sonra anladım."

O dönemde, Kürtçe konuşmayı yasaklamanın hata olduğunu söyleyen ve yazanlara, hain, damgası vuruluyor. Kürt sorunu ve terör bugün bu noktaya, işte bu devlet politikalarıyla geliyor. Bunu bugün itiraf iş değil. Sadece tarih karşısında mahcubiyet ve sorumluluk.

Amin Maalouf’un kitabında var: "Bir insana en büyük saldırı, onun diline saldırıdır, çünkü dil insanın kimliğidir."

Ama, o kitap nerede, o eğitim nerede?

DERS ALMAK

Terörün bugün geldiği noktada iki tartışma var.

Erdoğan-Bush görüşmesi daha yeni sona eriyor, bizim TV’ler AKP’nin seçme yalakalarını ekrana çıkarıyor ve onlar o anda Erdoğan’ın kazandığı başarının destanını anlatıyor. Oysa, Cumhurbaşkanı Gül bile görüşmeye daha ihtiyatla yaklaşıyor. Yalakalık, tarihle çelişiyor. Yönetime fenalık yapıyor.

İkincisi, çok temel ve derin. Teröristle değil, etnik terörle mücadelenin çok farklı yolları var. Çok geniş düşünmek gerek. O düşünceleri el çabukluğu ile, hain ilan etmek, yeni çıkmazlara zemin hazırlamakla eş anlamlı.

Erdoğan’ın eleştiriye hiç tahammülü yok. Kendisini hep haklı görüyor. Her yaptığının doğru olduğunu sanıyor. Tersini söyleyenlere müthiş kızıyor.

Çaresi ne? Çok basit. Bilmem kaç yıl sonra, o da bir röportajda, "biz o zaman hata yaptık" der, olur biter.
Yazının Devamını Oku

Oval Ofis’teki küre

7 Kasım 2007
GELENEKSEL bir adet var Beyaz Saray’da. Resmi görüşmelerin yapıldığı ünlü Oval Ofis çıkışında bir küre var. Dünya haritası. Çevirince, dönen bir küre. Amerikan Başkanları ilk kez görüştükleri devlet başkanlarıya Oval Ofis’ten çıkıp kürenin başına gidiyor. Küreyi şöyle bir çeviriyor, görüştüğü devlet başkanının ülkesini buluyor ve:

"Şu anda dünyanın en önemli ülkesi burası, sizin ülkeniz, siz de o ülkenin devlet başkanısınız".

Gurur okşayan sözler. O devlet başkanı, kendini bir anda, dünyanın gerçekten en önemli kişisi sanıyor. Geçmişte, küre çevirmelerini bizim liderler de yaşıyor. Dönemine göre. 2002’de, henüz Başbakan değilken, Bush ile ilk görüşmesinde, Erdoğan da aynı olayı yaşıyor.

PKK’YA FREN

Önceki gün, Erdoğan-Bush görüşmesinde vurgulanan noktalardan biri şu:

"Bush, PKK bizim ortak düşmanımızdır, dedi".

Başka ne diyecekti? Onca adam öldüren bir terör örgütüne, dünyanın gözü önünde sahip mi çıkacaktı? PKK’yı ortak düşman ilan ederek, Bush, yine kendi üslubunda küreyi çeviriyor. Yani, uyutuyor.

İkincisi, istihbarat paylaşımı. Bunun için üç generalden oluşan mekanizma. Erdoğan bundan rahatsız ki, geçmişteki "Terör Koordinatörü" masalını anımsayarak, "mekanizmalardan bıktık" diyor.

Bush PKK’yı düşman ilan ederken, bu mekanizmayı şunun için öneriyor:

ABD PKK’yı yok etmek istemiyor. Sadece, PKK’nın Türkiye’ye ikide bir saldırmasını frenliyor.

SINIRLI SINIR ÖTESİ

Manevranın can alıcı noktası burası.

Sınır ötesi operasyon olsa bile, bu sınırlı bir sınır ötesi operasyon. PKK’nın yok edilmesi anlamına gelmiyor.

Oysa, Türkiye’nin isteği PKK’nın bitirilmesine yönelik. Teröristlerin tesliminden, onların lojistik desteğinin kesilmesine kadar hayati istekler. Beyaz Saray’ın görüşmeden sonra yaptığı açıklama, bize bu yönde umut vermiyor.

Vermediği içindir ki, Erdoğan, "uluslarası hukuktan doğan haklarımızı kullanacağımızı" söylüyor. Eğer Bush, PKK’nın bitirilmesine dönük, doğrudan destek vermiş olsaydı, Erdoğan’ın bu haktan söz etmesi gerekmezdi.

Şu ya da bu biçimde, şu ya da bu sayıda sınır ötesine gidiş-gelişler olacağı kesin. Ancak, bu sınırlı sınır ötesi operasyonlar, ABD’nin izin verdiği ölçüde. Örneğin, istihbarat paylaşımına dayanıyor. İstihbaratın kaynağı ise, Amerika.

Bu durum bizim nihai hedefimizi tatmin etmekten uzak. Gerçek değişmiyor. PKK terörü masada olduğu gibi duruyor.

Üye ülkelerin kanıtlama görevi

HEM İlerleme Raporu’nda, hem strateji belgesinde Avrupa Birliği, terör ve Kuzey Irak operasyonuna ilişkin, Türkiye’ye ciddi destek veriyor.

Strateji belgesinde PKK terörüne uzun uzun yer vererek, AB ve bölge ülkelerine destek çağrısında bulunuyor. Hatta, sınır ötesi operasyonu, uluslararası hukuka uygun yapın, tavsiyesi. Sivil halka dokunmayın, uyarısı.

AB açısından bir aşama. Yeni ve olumlu bir tavır. Amerika’dan çok farklı.

AB Komisyonunun görüşü bu. Bu görüş, üye ülkelerin ortak kararı. Ancak, bu karara katıldıklarını, AB ülkelerinin fiilen kanıtlaması gerek. Kanıtın ön koşulu, bazı AB ülkelerinin PKK’ya desteğini çekmesinden geçiyor.

AB yönetimi böyle söylerken, bazı AB ülkeleri PKK’ya el altından hala destek veriyorsa, bu raporların ve belgelerin hiç anlamı yok.
Yazının Devamını Oku