Yalçın Doğan

15 yaşında çocuktan emir almak

27 Ekim 2007
İKİ ayrı sahne. Kısa ve uzun dönemde birbiriyle bütünleşen iki sahne. İlk sahne Çankaya Köşkü. Hafta başında Cumhurbaşkanı Gül siyasal parti liderlerini kabul ediyor. Gül ile görüşmesinde DTP lideri Ahmet Türk yakınıyor:

"Herkes bize saldırıyor, herkes bizi hedef gösteriyor, çok sıkıntıdayız. Çeşitli yerlerde fiili saldırılar var."

Gül bu yakınmayı anlayışla karşılıyor:

"Siz parti tabanını teskin edin, biz de herhangi bir kargaşa çıkmasını önlemek için, elimizden geleni yaparız. Bunu engellemek görevimiz".

Mantıklı bir diyalog.

Devlet, tüm kurumlarıyla Gül’ün dediğini yerine getiriyor. TBMM Başkanı’ndan Barolara, YÖK’ten Anayasa Mahkemesi’ne, ticaret odalarından diğer sivil toplum kuruluşlarına kadar herkes, elbirliği ile Türk-Kürt kardeşliğini vurgulayan açıklamalar yapıyor. Belli ki, bu açıklamalar, o kurumların iradesini yansıtıyor olsa bile, kendilerine iletilen hassasiyetin sonucu.

Birinci sahnede rol alanlar, görevlerini eksiksiz yerine getiriyor.

DEVRİM MUHAFIZLARI

İkinci sahne Shakespeare dramaları gibi. Bir DTP milletvekili yakınıyor:

"Milletvekili olduğuma pişmanım. Güneydoğuda on beş yaşında çocuklar bize emir vermeye kalkıyor".

DTP’linin çevresine aktardığı bu cümle, bana bir zamanlar İran’daki devrim muhafızlarını anımsatıyor. On beş, on altı yaşında tüysüz veletler kendilerini iktidar görüyor. İran’dakiler, o devirde gücünü Humeyni’ye dayandırıyor. Bizdekiler PKK’ya.

PKK çoluk çocuk aracılığıyla, DTP milletvekillerine baskı yapıyor. Onlar da, bunca terör olayına rağmen, susmak zorunda kalıyor.

Birinci ve ikinci sahne burada buluşuyor.

Halk, bu ayrıntıda olmasa bile, genel hatlarıyla, DTP gerçeğini bildiği için, DTP’ye öfkeli. Öfke, Ahmet Türk’ü ürkütüyor. Devlet de, bunun önüne geçmeye çalışıyor. Doğru olanı yapıyor.

KÖTÜ OYUN

İkinci sahnenin aktörleri, DTP ve DTP milletvekilleri rollerini kötü oynuyor. Bunun kendisi açısından somut sonucu var. DTP tabanından kopuyor, tabanını kaybediyor. Türkiye açısından ise, yakaladığı fırsatı, şansı aptalca kaçırıyor.

Güneydoğu’da on bir ilde 22 Temmuz seçim sonuçlarına bakıyorum. On bir ilde DTP 723 bin 273 oy alırken, AKP bir milyon 621 bin 318 oy alıyor. AKP, DTP’yi katlıyor, katlamanın ötesine geçiyor.

Artan terörden sonra, DTP tabanı iyice zayıflıyor.

Birinci sahnede perde inerken, roller, ışık, efekt her şey tamam. İkinci sahnede, yeni bir senaryoya ihtiyaç var. DTP bunu henüz fark etmiş değil.

Feldkamp fena çuvalladı

GEÇEN Pazar, Hakkari’de 12 askerimiz şehit ediliyor. Aynı gün Galatasaray-Ankaraspor maçı var.

Maçtan sonra TV’de Oğuz Tongsir Galatasaray Teknik Direktör Karl Heinz Feldkamp’a soruyor:

"Terör olayı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?"

Feldkamp’ın yanıtı çok tatsız:

"Bu ne biçim soru, bunun yeri değil şimdi".

Oysa, aynı gün başka yabancı teknik direktörler Türkiye’nin yasını paylaşmasını biliyor, bunu da açıkça dile getiriyor.

Feldkamp, teknik direktörlüğünü bilemem, ama genellikle "yeri olmayan tutum" içinde. Örneğin, iki yıl önce Zaman gazetesine, dikkatinizi çekiyorum Zaman gazetesine, bir yazı yazıyor. "Türk milli takımı teknik direktörünü değiştirmeli" diyor. Üstüne vazife imiş gibi.

Milli takıma karışmak "yeri", bulunduğu ülkenin acılarını paylaşmak "yeri değil".

PKK’ya ABD desteği 1993’ten beri

1984’te başlayan ve bugünlere gelen PKK terörü gibi. ABD’nin PKK’ya desteği de, yeni değil.

Bir Güneydoğu gezisinde, orgeneral rütbesindeki komutanlardan biri anlatıyor:

"Amerika’nın helikopterlerle attığı özel malzeme, yanlışlıkla bizim karakollardan birinin yanına düştü. Biz önce, bizim sandık, ama öyle bir şey beklemiyorduk, programda yoktu. ABD telaşlandı ve yanlışlık olduğunu söyledi. Sonradan öğrendik, o malzeme PKK’ya gitti".

Tarih 1993. Yani, Amerika’nın PKK’ya verdiği destek bugünün olayı değil. 1984’te başlayan PKK terörünü, Amerika sekiz, dokuz yıl sonra desteklemeye başlıyor. Son iki yıl içinde, bu destek çok daha fazla artıyor.

Devletin arşivi bu desteğin belgeleriyle dolu.
Yazının Devamını Oku

Sudan bile sınır dışı etti

26 Ekim 2007
ADI geçtiğinde, belki de burun kıvırdığımız Sudan, sözünü Türkiye’den çok daha iyi dinletiyor. Bir süre önce, Sudan bir teröristi yakalıyor. Adam tam bir terörist, ama sevgili Batılı dostlarımız açısından, pek öyle değil. Sudan’da belli terör eylemlerine karışmış olmasına rağmen, Batılılar bu herifi kurtarmaya kalkıyor.

Sudan’daki AB Temsilcisi ile Kanada maslahatgüzarı ağız birliği ile Sudan Hükümetine çağrıda bulunuyor:

"Yakaladığınız o adamı serbest bırakın".

Sudan Hükümeti hiç tereddüt etmiyor, Batılılarla hiç tartışmaya girmiyor, kararını anında açıklıyor ve uyguluyor.

Teröristin bırakılması için çağrıda bulunan AB Temsilcisi ile Kanada maslahatgüzarını ertesi gün sınır dışı ediyor.

İnsan hakları ihlalleriyle ve soykırımla suçlanan, dünyadaki ağırlığı epey su götüren Sudan yapıyor bunu.

Devamı daha ilginç. AB ve Kanada bir gün sonra resim açıklama yapıyor, bizim yaptığımız doğru değildi, siz haklısınız, doğrultusunda.

TEK CÜMLE YETTİ

1998 sonbaharında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye sınırına gidiyor. Apo’yu yıllardır besleyen Suriye’ye sesleniyor:

"Onca uyarıya rağmen, teröristleri barındırmaya madem devam ediyorsunuz, o zaman sonuçlarına katlanırsınız. Bu işin sonu artık geldi".

Bu tek cümle yetiyor. Apo ve PKK nedeniyle yıllarca uyarıldığı halde, oralı olmayan Suriye, tek bir cümleyle, kaçış olmadığını kavrıyor. Aynı gün, yıllarca koruduğu Apo’yu sınır dışı etmek zorunda kalıyor. Apo için sonun başlangıcı, yakalanmasına giden yolun açılması.

O cümlenin arkasında, Türkiye’nin kararlılığı, o günkü iktidarın siyasal iradesi var. Türkiye pazarlık yapmıyor. Ne olacağı çok belli.

O cümlenin arkasından, Amerika ve AB, her zamanki gibi, hey ne oluyor orada, derken, F-16’ların motorları çoktan çalışmaya başlıyor.

Herkes sus pus, Apo haydi yallah.

YÜZDE 46 NE İŞE YARAR

On yıl önceki hükümetle AKP iktidarı arasında iki fark var.

1-On yıl önceki hükümet bir koalisyon, hükümette karar almak kolay değil.

2-Koalisyonun arkasındaki halk desteği yüzde 30’larda sürünüyor.

Oysa, AKP tek başına iktidar. Yeri geldiğinde, bununla övünmesini biliyor. Ayrıca, arkasında yüzde 46’lık bir halk desteği var. Yani, çok daha güçlü.

Buna karşılık, on yıl önceki hükümete göre, çok kararsız, yüzde 46’nın getirmesi gereken siyasal iradeyi kullanmaktan aciz. Kararsızlığı nedeniyle, uluslararası politikada ciddiye alınmıyor. Kıçı kırık Talabani bile, dalga geçiyor.

Karşısında, Ali Babacan adında, Cumhuriyet tarihinin en çapsız, en yetersiz Dışişleri Bakanı olarak, bir çocuk bulmuş, onunla gırgır geçiyor. Bu Babacan’ın kusuru değil, onu oraya atayanların.

PKK’nın Kuzey Irak’ta temizlenmesi için, diplomatik yolların sonuna kadar kullanılması gerektiğine inanıyorum. Ancak, olay artık o yolları aşıyor.

Sudan, pek çoğumuzun haritada yerini bulmakta zorlanabileceğimiz bir ülke. Ve biz anlı şanlı Türkiye. AKP iktidarındaki Türkiye.

Sudan-Türkiye farkı, AKP’ye armağan olsun.

Düşmana elektrik desteği

ADINI koymakta tereddüde gerek yok. Kuzey Irak artık bizim düşmanımız. Türkiye’yi parçalamak isteyenleri, yıllardır koynunda besliyor.

Garip, ama gerçek, düşmanın elektriğini biz veriyoruz. Elbette bedava değil ama, sonuçta onların elektriğini biz sağlıyoruz.

MGK açıklamasında, Kuzey Irak’a ekonomik yaptırımdan, kısıtlamadan, söz ediliyor. Elektrikten ses yok.

Oysa, en etkili ambargolardan biri, hiç kuşku yok, elektrikleri kesmek. AKP, ne yapacağını şaşırmış, bir oraya, bir buraya savrulurken, elindeki kartları bile kullanmaktan aciz.
Yazının Devamını Oku

Terörü önlemek için gidenlerin terörü

25 Ekim 2007
"ÜYE ülkeler teröre karşı mücadelede kararlı olduklarını ittifakla kabul etmişlerdir. Üye ülkelerden herhangi birinin terörle karşı karşı kalması durumunda, o ülkeyle işbirliği için kararlıklarını bir kez daha teyit etmişlerdir." Bu ve benzeri masal cümleler sıradan ülkeler ya da sıradan kurumların ağzından çıkmıyor. Bunu söyleyen NATO. Bir, üç, beş, on kez değil, yıllardır her fırsatta söylüyor. Çok büyük dostumuz Amerika ile birlikte.

Dün NATO Savunma Bakanları toplantısında aynı parlak cümleler havada uçuşuyor. Masal destekler, hayal işbirlikleri, boş vaadler.

TÜRKİYE-NATO

Türkiye, NATO’nun en yüksek organı NATO Konseyi’ne doğrudan PKK terörünü bir kez getirmeyi şöyle bir deniyor.

Verilen bilgi karşısında, terörle mücadelede işbirliği nutukları atan o ülkeler taş gibi, hiç birinde ses yok. NATO’da olup da, terörle mücadele eden iki ülke bundan ders alıyor. İspanya ve İngiltere kendi yaşadıkları terörü NATO’ya getirmekten vazgeçiyor.

Bununla birlikte, alt komitelerden biri olan NATO Güvenlik Komitesine Türkiye PKK’yı yine de getiriyor. Hiç bir sonuç çıkmıyor.

Dünkü Savunma Bakanları toplantısında ise, PKK terörü konuşuluyor. Yine herkes kabul vaziyetinde. Teselli ile karışık, uyarılar eksik değil.

IRAK VE ÖTESİ

NATO’nun 80’lerin ikinci yarısından sonra, farklı bir işlevi var. Terörle mücadele.

Afganistan, Somali, Lübnan, Kosova NATO’nun yeni anlayışının ürünü olarak, bu bölgelere asker gönderdiği yerler. Başı Amerika çekiyor. Türkiye buralara asker gönderen ülkeler arasında.

Hatta, Irak’a girmeden önce, Amerika benzer biçimde NATO’yu göreve çağırıyor. Kendisi önde. Çok az ülke katılıyor.

Asıl önemli nokta şu:

1999’da Apo’nun yakalanmasından sonra, bizde terör kesiliyor. 2003’te Amerika Irak’ı işgal ediyor. 2004’te PKK terörü yeniden başlıyor. Nasıl bir tesadüf ise!

Dünyanın çeşitli bölgelerine, terörü önlemek adına giden NATO ve Amerika, konu Irak’a geldiğinde, terörü destekler konuma düşüyor.

İşimiz hiç kolay değil.

30 bin insan 300 milyar dolar

MALİYETİ akıl alacak gibi değil. Her türlü tasavvuru aşıyor.

1984’de başlayan PKK terörü bugüne kadar 30 binden fazla insanın hayatına mal oluyor. 30 bin insan. Klasik savaşlarda kaybedilen insan sayısından bile daha fazla. Kapsamlı savaşlarda ancak bu kadar insan hayatını kaybediyor.

Terörle mücadelenin mali yönü ise, tahminlerin ötesinde. Ulaştığım bilgiler, bu açıdan da ürkütücü.

1984’den bugüne kadar terörle mücadeleye harcanan para 300 milyar doları buluyor.

300 milyar dolar!.. Küçük-büyük yüze yakın baraj, binlerce kilometre yol, binlerce okul, binlerce hastane. Bu para sadece Güneydoğu’ya harcanmış olsa idi, Güneydoğu bugün Batı bölgelerimizdeki gelir düzeyine çoktan ulaşmış olurdu.

Türkiye’nin bugünkü ekonomik gelişmişlik düzeyinin, AB ülkelerine göre geride kalmasında, yirmi yılı aşkın süredir terörle mücadele için harcanan para en büyük rol oynuyor.

300 milyar dolarlık harcama, AB’si ve ABD’si ile Batının terörle mücadelede, Türkiye’yi neden yalnız bıraktığını çok iyi anlatıyor.
Yazının Devamını Oku

Savaş tamtamları çalmak kolay

24 Ekim 2007
"GELİN Kuzey Irak’ta petrolü siz arayın, bulduğunuz petrolü paylaşalım." Daha bir buçuk yıl önce, Barzani çok özel kanallarla, Türkiye’ye bu öneriyi getiriyor. Bununla kalmıyor, Türkiye ile iyi diyalog geliştirme amacıyla, davet üstüne davet gönderiyor.

Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Cumhurbaşkanı seçildiğinde, Abdullah Gül’e elden verilmesi kaydıyla, kutlama mesajı gönderiyor. O davetlere ve mesaja, biz pek itibar etmiyoruz.

Gerek Talabani, gerek Barzani, Türkiye’den gidenlere, sürekli olarak, "Biz Türkiye ile iyi geçinmek istiyoruz, bizim için önemli olan Türkiye’nin dostluğudur" diyor. Bunlar ilk anda basma kalıp sözler. Ancak, devamı daha ilgi çekici:

"Bu iş silahla çözülmez. PKK bize de zarar veriyor. Kürt sorununu Türkiye kendi koşullarında demokratik olarak çözüme kavuşturmalı."

Bir buçuk önce söylenen sözler böyle.

HAKLIYIZ

Arada ne oluyor da, Talabani daha makul, Barzani daha saldırgan, hepimizi çileden çıkartan tutum sergiliyor?

İkisi de, Kürt olarak, kendi halkıyla PKK arasında sıkışıyor. Kendi halkı, PKK’ya sempati besliyor. Yönetici olarak, Talabani ve Barzani ise, gidişin çıkmaz yol olduğunun farkında. Ne var ki, kendi halkına ters düşemiyor.

Bu onların sorunu. Ve bizim teröre karşı verdiğimiz mücadeleye yararı yok. Tersine, Türkiye’de dalgaların her geçen gün biraz daha kabarması, onların PKK’yı savunmalarından dolayı.

O nedenle, şimdi hepimiz Barzani ve Talabani’ye diş gıcırdatıyoruz. Haklıyız.

ATEŞİN ORTASI

Hepimiz öfkeliyiz. Haklıyız. Hepimizin canı artık burnundan geliyor. Haklıyız. Hepimiz, her gün vuruluyoruz, sabrımız taşıyor. Haklıyız. F-16’lar, tanklar, toplar yolda. Savaş tamtamları çalıyoruz.

Savaş... Bu o kadar kolay mı?

Herkes birbirini gaza getiriyor. CHP ve MHP savaş çığırtkanlığında birbiriyle yarışıyor. Bazı illerimizdeki mitingler, savaşı iyiden iyiye pompalıyor. Topluma, "başka yolu yok, artık savaş" fikrini şırınga eden edene. Herkes kahraman.

Oysa savaş, tarihin hiç bir döneminde ve hiç bir coğrafyada en iyi çözüm değil. Bugün geldiğimiz, geri dönülmez gibi görünen yolda, savaşı hala önleyecek, ama bizi terör belasından da kurtaracak çözümler olduğuna inanıyorum.

Türkiye’nin Kuzey Irak harekatı, Kuzey Irak’la sınırlı kalmayacak. Bırakın ABD şöyle der, AB böyle yapar hesaplarını, daha vahimi, kendimizi bir anda, bölgeyi saran ateşin ortasında bulmamız işten değil. Zincirleme reaksiyon.

SON BİR DENEME

Bize ters gelen onca tutum ve sözlerine rağmen, o öyle dedi, ben onun canına okurum, takıntılarına kapılmadan, Talabani ve hatta Barzani ile diyalog kurulmasını son bir kez daha denemekte yarar var.

Türkiye’nin gücünü her ikisi de biliyor. Kuzey Irak’ta bir savaş, önce onların başına patlar. Amerikan işgali Irak’ı kana buluyor.

Türkiye’nin harekatı, orayı her açıdan on yıl geriye götürür.

Zaten bunun farkında olarak, Talabani, ""PKK ateş kesti" diyor. Demek, istediklerinde PKK’yı hizaya getirebiliyor. Demek, onlarla diyalogda yarar var.

Medyanın, sivil toplum örgütlerinin, yöneticilerin toplumun acılarını körükleyen açıklamalardan vazgeçerek, savaş tamtamlarına ara vermeleri, hepimizin ortak çıkarı.

Avukat: Mehmet Şimşek’in İngiliz pasaportu bakanlığa engel değil

ON gün kadar önce Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in Türk ve İngiliz vatandaşlığını eleştiren bir yazı yazıyorum.

Şimşek’in avukatı Sedat Saruhan, bu yazıyı gerçeğe aykırı buluyor ve bir açıklama gönderiyor. Basın ilkeleri gereği açıklamayı yayınlıyorum.

"Müvekkilim İngiliz vatandaşı olduğunu gizlemiş değildir. 26.07.2006 günü 2422 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla izin almış ve bu kamu oyuna duyurulmuştur. Türk vatandaşının, Türk vatandaşlığı yanında, başka bir ülke pasaportunu usulüne uygun olarak alması, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı olmayıp, milletvekili ve bakan olmasına da engel değildir.

Çeşitli uluslararası görevleri sırasında Avrupa, Afrika ve Orta Doğu ülkelerine sık sık seyahat etmesi gereken müvekkilim Türk pasaportu ile vize almakta sorunlar yaşamış ve gereksiz mülakatlara katılmak zorunda kalmıştır. Müvekkilim tamamen hızlı seyahat edebilme gibi pratik bir gerekçe ile İngiliz vatandaşlığına başvurmuştur.

Kaldı ki, devlet politikamız gereği, Türk vatandaşlarının yurt dışında baskı gurupları oluşturabilmesi ve bulunduğu devlet nezdinde siyasi ve sosyal hayatta yer bulabilmesi için çifte vatandaşlık teşvik edilmektedir. Bu yüzden, her kesimden bir çok Türk vatandaşı çifte pasaport sahibidir."
Yazının Devamını Oku

Sınır ötesi değil resmen savaş

23 Ekim 2007
ABD, terör örgütlerini kendine göre sıralıyor. Dört sıralaması var. İlk sırada, El Kaide. PKK en geride, dördüncü sırada. Terör Koordinatörlüğü masalları döneminde, Türkiye Koordinatörü emekli orgeneral Edip Başer bu durumu Amerikalılara aktarıyor. ABD, PKK’yı El Kaide gibi, ilk sıraya alacağına söz veriyor. Doğru alıyor, ancak üçüncü sıraya. Yani, ABD’ye göre, PKK terör örgütü ama, o kadar da zararlı değil.

ABD, PKK konusunda Türkiye’yi Irak işgalinden beri, oyalıyor, uyutuyor. PKK dört yıldır Amerika’nın bölgedeki en sadık taşeronu. İran’a, Suriye’ye ve Türkiye’ye karşı kullanıyor.

UYGUN TRAMPLEN

PKK altı yıldan sonra, ilk kez bu biçimde saldırıyor. Sırtını ABD’ye dayayan PKK’nın bu saldırısında artık politik hedefler var:

1- Türkiye ile ABD’nin arasını daha da bozmak.

2- Türkiye ile Irak’ın arasını bozmak.

3- Türkiye’yi Kürt sorununda, kendi istediği çizgiye çekmek.

Madem işareti ABD’den alıyor, Türkiye ile arasının bozulmasında ABD’nin ne yararı var?

Kurulması düşünülen Kürdistan, ABD’nin Ortadoğu’da en uygun trampleni.

Bu plan uygulanırken, ABD şu varsayıma dayanıyor. Türkiye ben varken, nasıl olsa hiç bir harekatta bulunamaz, bunu ben engellerim.

Beyaz Saray ve Pentagon bu varsayımda yanıldığını geçen hafta anlıyor. TBMM’de kabul edilen sınır ötesi harekat izni, Türkiye’nin Beyaz Saray’ı dinlemeyeceğini sergiliyor. Bush’un aniden Türkiye’ye hak vermesi, Rice’ın birkaç gün izin istemesi, Beyaz Saray’daki telaşı yansıtıyor.

ŞİMDİ HAK VERDİLER

Adı sınır ötesi harekat.

Artık değil. Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi tam savaş. Sonunun nereye varacağı, kağıt üstündeki planları aşabilecek bir savaş. PKK diye girersin, Türkiye-Kuzey Irak, hatta Irak’la savaşa dönüşebilir.


ABD bu durumda ne yapar? Elli yıllık NATO müttefiki ile fiili bir çatışmaya giremez. NATO’nun diğer üyeleri, ilk kez Türkiye’ye hak veriyor.

Savaş... Artık çok uzakta değil. Yine de, Bush’un aklını başına toplamasına bağlı.

Barzani telaşlı

DIŞARIYA karşı söylem ve tutumunda, tam PKK yanlısı. Türkiye’nin muhtemel harekatına karşı, Barzani dün ilk kez PKK’yı uyarıyor.

Yüzde yüz böyledir, diyemiyorum. Bununla birlikte, edindiğim bilgiler, Barzani’nin adamlarının PKK ile görüştüğü yolunda. Talabani’den sonra, Barzani’nin de PKK’ya, "durun", dediği yolunda iddialara ulaşıyorum. Barzani her ne kadar, "biz kendimizi savunuruz" diyorsa da, oradaki savaşın, kendi hayatı dahil, tüm Kuzey Irak’a ağır bir bedeli olacağını görüyor.

Bu haber yeni bir oyalama taktiği mi, yoksa gerçek mi, hemen belli olacak. Gerçek olsa bile, Türkiye’nin tavrının değişeceğini sanmıyorum.

Güneydoğu’daki ’evet’ oyları

AKP ile birlikte DTP de referandumda evet oyu kullanılmasını istiyor.

Bunun sonucunda, Güneydoğu illerimizdeki sonuçlara bakıyorum. Batman yüzde 96, Bingöl yüzde 95, Bitlis yüzde 97, Diyarbakır yüzde 94, Hakkari yüzde 95, Mardin yüzde 94, Muş yüzde 93, Siirt yüzde 94, Şırnak yüzde 91, Urfa yüzde 91 gibi olağanüstü oranlarda evet diyor.

Bu DTP’nin bölgedeki siyasal etkinliğini gösteriyor. Ne yazık ki, aynı etkinliği, DTP teröre karşı gösteremiyor. Tersi bir siyasal iradeye sahip olsa, DTP’nin terörün önlenmesinde etkin olabileceğine işaret ediyor.

DTP’ye hep birlikte çok kızıyoruz. Haklıyız. Yine de, DTP’yi bize çekmek yararlı. Ama, bunun bir şartı var.

DTP Türkiye’den mi yana, PKK’dan mı? Etkinliğini gösterecek mi, yoksa teröre karşı sessizliğini sürdürecek mi? Artık karar versin.
Yazının Devamını Oku

O mesafeli Almanları görseniz sokaklarda birbirine sarılıyor

21 Ekim 2007
Bütün bilim adamları, meslektaşlarını kutlamak için yarışa giriyor. Hiçbiri, onları ne suçluyor, ne onlara çamur atıyor. Başarıyı gölgelemeye kalkacak ne bir takıntı, ne bir soru işareti yaratma çabası. Tüm bilim adamları saygıyla ve sevinçle, ülkelerine gelen bu önemli ödüllerin tadını çıkartıyor.

Koro eşliğinde vereceği çello konserini bu yıl ister istemez iptal ediyor. Çünkü kimya profesörü Gerhard Ertl’ın aynı gün, 13 Aralık’ta, bir başka randevusu var, Stockholm’de İsveç Kralı Gustav’la.
/images/100/0x0/55eb52fdf018fbb8f8b9efad
Fizik profesörü Peter Grünberg de, 13 Aralık’ta vereceği konferansı iptal etmek zorunda kalıyor. Aynı gün onun da, Kral Gustav’la Stockholm’de randevusu var.

Aslında 13 Aralık’ta, çeşitli dallarda dünyanın en iyilerinin Kral Gustav’la randevuları var. Kazandıkları Nobel ödüllerini kralın elinden almak üzere...

İki Alman, Gerhard Ertl kimya, Peter Grünberg de fizik dalında bu yıl Nobel Ödülü’ne layık görülüyor. İki bilim adamının Nobel’i kazanması, Almanya’yı yerinden oynatıyor. Geçen hafta boyunca, ikisinin fotoğraflarını tüm TV’lerde ve gazetelerde bol bol görüyorum. Röportajlar, haberler: "İşte, Almanya’nın Gururları", "Hep Birlikte Sevindik", "Yeniden Zirvedeyiz", "Nobel Ülkesi Almanya".

Basındaki bayram havasına Başbakan Merkel de katılıyor: "Muhteşem bir ödül, bilim adamlarımız zafere yeniden imza attı, çok sevinçliyim."

ÇAMUR ATAN YOK

70’lerine adım atan iki bilim adamı ise, ne sahte bir tevazu, ne de abartılı bir övünç içinde: "34 yıldır ilk kez, iki bilim ödülü de aynı anda Almanya’ya geldi, onun için çok mutluyuz."

Ertl, kimyadaki buluşuyla, pratikte benzinin daha ucuza üretilmesini sağlayan bir yöntem geliştiriyor. Aynı zamanda, arabadan çıkan egzoz gazını daha az zararlı hale getiriyor.

Grünberg ise, fizikteki buluşuyla dünya bilgisayar sistemine katkıda bulunuyor. İpod’dan DVD’ye kadar, günlük hayatın artık vazgeçilmez araçlarında kapasiteyi yükseltiyor, elektronik ürünlerin daha ucuza mal olmasını sağlıyor.

Nobel ödülleri açıklanmadan üç-beş gün önce, Başbakan Merkel pek çok bilim adamını Potsdam’a davet ediyor. Verdiği yemekte, bir yandan kulaklar İsveç’ten gelecek haberde, bilimsel araştırmalara vereceği önemi, araştırmalara ve üniversitelere yapacağı maddi katkıyı anlatıyor. "Bilimde ABD’yi artık aşmalıyız, fiziğin, kimyanın, daha pek çok bilim dalının temellerini biz attık, şimdi onlardan gerideyiz" diyor. Bilim adamlarını yüreklendiriyor.

Bu sözler Alman bilim dünyasında yankılanırken, Stockholm’den gelen iki ödül haberiyle, o soğuk Almanlar, o mesafeli insanlar, o sevincini ve üzüntüsünü belli etmeyen poker suratlılar, sokaklarda birbirine sarılıyor. Metro girişlerinde çalınan gitarlar, Ertl ve Grünberg adına yeni besteleri seslendiriyor. Almanya’nın tüm kentlerinden ışık saçıyor, atlar şaha kalkıyor, vapurlar aynı anda düdük çalıyor.

Bütün bilim adamları, meslektaşlarını kutlamak için yarışa giriyor. Hiçbiri, onları ne suçluyor, ne onlara çamur atıyor. Başarılarını gölgelemeye kalkacak ne bir takıntı, ne bir soru işareti yaratma çabası. Hepsi saygıyla ve sevinçle, ülkelerine gelen ödülün tadını çıkartıyor. Oysa, Almanya Nobel ödüllerine çok şerbetli. 1900’den bugüne, yanılmıyorsam, 63 kez Nobel Bilim Ödülü kazanıyor.

YA BİZ NE YAPTIK

Geçen yıl biz de edebiyat dalında Nobel Ödülü kazanıyoruz. Orhan Pamuk ile. Ve öyle 50’nci, 60’ıncı kez değil, ilk kez bir Nobel Ödülü.

Geçen yıl yaşadıklarımızı düşünüyorum. Orhan Pamuk’u ödül aldığı için, bir linç etmediğimiz kalıyor. Cumhurbaşkanından başlayarak, ödülü görmezden gelenlerden tutun da, tek bir kitabını okumadan, köşe başında şarap çekenlere kadar, ona saldıranlar. Sonunda ülkesini ona dar ediyoruz, o da nefes almak için, kendini New York’a atıyor.

Aradan bir yıl geçmesine rağmen, biz hálá Orhan Pamuk düşmanlığıyla kavrulurken, Almanya baş tacı ettiği iki bilim adamıyla, yeni bilimsel tartışmalara yelken açıyor. Dünyada bilimsel sırada kaçıncıyız, üniversiteler bilime ne kadar para harcıyor, nasıl bir eğitim sistemiyle ABD’yi aşarız, gibi. Ödül kazanmak bizde düşmanlık, orada yeni başarıların itici gücü.
Yazının Devamını Oku

Çankaya gecekondu mu olmuş?

20 Ekim 2007
DAM mı akıyor? Kapılar mı bozuk? Halılar mı yırtık? Koltuklar mı eprimiş? Badanası mı dökülüyor? Camlar mı kırık? Sandalyelerin ayakları mı oynuyor? Tavanın, tencerenin dibi mi çıkmış? Tabak, çanak takımı mı bozulmuş? Masa örtülerinin, yıkanmaktan rengi mi kaçmış? Çarşaflar mı yırtık? Yastıkların içi mi boşalmış?

Çankaya Köşkü oturulamaz halde mi? Gecekondu gibi mi olmuş?

Herhalde öyle ki, yeni bütçede Çankaya Köşkünün onarımı ve yeni mobilya satın alımı için, toplam 30.7 milyon YTL ayrılıyor. 19.8 milyon tadilat, 11.9 milyon YTL de yeni mobilya için. Eski lira üzerinden, toplam 30.7 trilyon lira. Vay canına, amma da dökülmüş köşk, desenize.

Çankaya Köşkü’nde onarımı kim istiyor? Hayrünnisa Gül Hanımfendi. Abdullah Gül’ün değerleri eşleri.

Hayrünnisa Hanım bunu ilk kez yapmıyor. Gül Dışişleri Bakanı olduğunda da, Dışişleri Konutunu tadilattan geçiriyor. Orada da, dünyanın parasını harcıyor.

GÖRGÜSÜZLÜK

Bütçe ile ilgili iki haber yana yana.

Biri, Çankaya Köşkü’nün onarımı ve yeni mobilya için 30.7 milyon YTL ayrılması, diğeri memura yılda yüzde 2+2 üzerinden günlük 140 kuruş zam yapılması.

Sıradan her insanda, sosyal adalet duygusunu tetikleyen iki karar. Her insan ister istemez, bu hesaba takılıyor. Ve isyan ediyor. Bir yanda böylesine bir lüks, öte yandan kuruş hesabını yapan milyonlarca memur.

Gül Ailesi, onarım ve mobilya parasını kendi cebinden mi harcıyor? Hayır, hepimizin verdiği vergilerden. Hangi hakla? Hangi ihtiyaçla?

Bunun adına, Batıda görgüsüzlük deniyor.

ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Yunanistan, Portekiz ve daha başka ülkelerde Cumhurbaşkanlarının konutları belli sürelerde denetleniyor, elden geçiyor. Varsa, eksik, gedik gideriliyor ya da ani bir bozulmada hemen onarılıyor.

Ama, hiç birinde yeni bir Cumhurbaşkanı geldiğinde, konut baştan sona elden geçmiyor, zaten bu oraya seçilen insanların aklına da gelmiyor. Çünkü, onlar biliyor ki, o köşklerin bakımı sürekli yapılıyor.

Allah, Abdullah Bey ile Hayrünnisa Hanıma yeni köşklerinde güle güle oturmayı nasip eylesin.

Dünyada alarm

ÖNÜMDE İngiliz, Alman ve İsviçre gazeteleri ile dergileri var. Beş siyasi dergi, on iki gazete. Hepsinin birinci sayfalarında uzun uzun Türkiye’nin sınır ötesi harekat kararına ilişkin haberler ve yorumlar.

En olumsuz olanı, "Türkiye Gürültü Çıkartıyor" başlığı altında The Economist’te. Boşuna dırdır ediyor, nasıl olsa, böyle bir şey yapması mümkün değil, anlamında.

En olumlu yaklaşım, İsviçre Neue Zürcher Zeitung ile Alman Süddeutsche Zeitung’da, "Sabrın Sonu Geldi" başlığı ile.

Yorumlar aynı doğrultuda. 1-Türkiye’ye ilk kez hak veriyorlar. 2-Bush’u suçlayarak, PKK’lı teröristleri altmış yıllık NATO müttefikine tercih etti, diyorlar. 3-Türk-ABD ilişkilerinin daha da kötüleşeceğini tahmin ediyorlar. 4-Böyle bir harekatın, bölgede sonucu ve etkileri bilinmeyen bir savaşa yol açabileceği kaygısını taşıyorlar. Dünyaya alarm verilen nokta, bu sonuncusu.

Bu dört noktanın, dördü de geçerli. Alarmın nedeni ise, beşinci noktada, Türkiye blöf yapmıyor, yorumu.

Madem blöf yapmıyor ve madem haklı, o zaman terörle mücadelede, siyasal destek vermelerini beklemek, bizim hakkımız.

Avrupa basınında yazılanları Bush okusa, sonra aynaya baksa, eminim, ülkelerin kaderleriyle bu kadar sorumsuzca oynamaktan vazgeçer. Okuduğunu anlamak şartıyla.
Yazının Devamını Oku

Berlin’de Amerikan ajanları

19 Ekim 2007
<b>BERLİN</b>Kuzey Irak’a Türkiye’nin girmesine karşı. Bununla birlikte, Avrupa’da ciddi bir araştırma yaptırıyor.

Amerika her resmi söyleminde, PKK’ya ve teröre karşı olduğunu bildiriyor. PKK hakkında kendisinde onca bilgi olmasına rağmen, bazı Amerikan silahlarının PKK’lılarda çıkmasına kendisi de şaşırmış görünüyor. Barzani’ye toz kondurmuyor. Hepimizdeki izlenim aynı, bu Amerika PKK’yı kolluyor.Buna rağmen, bu izlenimlerle çelişen ilginç bir bilgiye ulaşıyorum Berlin’de.

Bir süre önce, ABD bazı adamlarını AB ülkelerine gönderiyor. Bu adamlar hem hükümetlerle, hem de o ülkelerde ileri gelen Türklerle görüşüyor. Adamlar, AB ülkelerinde PKK’nın para kaynaklarını araştırıyor.Hangi amaçla araştırıldığı, nereye ulaşmak istedikleri belli değil. Ama, elde ettikleri sonucu, bu ülkelere bildiriyor.

PKK, AB ülkelerinde uyuşturucu, kadın ticareti ve haraç yoluyla yılda 100 milyon dolar gelir elde ediyor.Bu Amerikan ajanlarının bulgusu. Gerisi, bundan sonra nasıl gelecek, belli değil.

Bu resmi bilgiden sonra, AB ülkeleri teröre karşı nasıl mücadele ettiklerini bize de gösterecekler. En azından öyle umalım.

Yazının Devamını Oku