Yalçın Doğan

Tamtamların susma zamanı

8 Mart 2008
OĞLUNU terörle mücadelede kaybeden Türk annenin feryadı:<br><br>"Benim oğlum öldü, başkaları artık ölmesin, bu kan dursun." Dağa çıkan oğlunu kaybeden Kürt annenin feryadı:

"Benim oğlum öldü, başkaları artık ölmesin, bu kan dursun."

Yurt dışı operasyon için askere yetki veren kararda, evet oyu kullanan AKP’nin Doğulu milletvekilleri:

"Bu sorun operasyonla çözülmez."

Halkı ve vekilleri aynı noktada buluşuyor. Buna katkı ABD Savunma Bakanı Gates’ten geliyor:

"Gül ve Erdoğan bana PKK’nın adam toplamasını önlemek için kültürel, ekonomik ve politik alanda atılacak adımları anlattılar."

Demek, yeni bir paket.

EN UYGUN ORTAM

Şimdiye kadar bu kaçıncı paket, sayısını artık unutuyoruz. Açıklanıyor, hiçbiri uygulanmıyor. Ancak, şimdi ortam çok uygun.

Önceki akşam DTP’den Ahmet Türk, Emine Ayna ve Nurettin Demirtaş benim de aralarında bulunduğum altı gazeteciyi sohbete davet ediyor. Üçü de aynı düşüncede:

"Kürt sorununun çözümü ilk kez bu kadar kolay hale geldi, bir barış ortamı yaratıp, bundan yararlanmak gerek."

Neden bu kadar kolay? Ahmet Türk:

"Çünkü, artık kimse silahlı çözüme inanmıyor, PKK bile,
silahla çözüm olmaz, diyor."

Öyle diyor, ama silahı bırakmıyor. Ahmet Türk:

"Ateşkes için biz elimizden geleni yapmaya hazırız, devlet bize güven verse, daha fazlasını yapmaya da hazırız. Siyasi olarak, aleyhimize bile olsa, biz Kürt sorununun demokratik çözümü için her şeye hazırız."

Türk
, Ayna ve Demirtaş sürekli bunu vurguluyor.

Haklılar. Otuz yıldır sorun aynı, otuz yıldır aynı yerdeyiz, otuz yıldır çözüm için işaret yok.

GÜVENE ADIM

Bu gibi işler pratik adımlar gerektiriyor. Karşılıklı güven sağlayan adımlar. Örneğin, görüşmek. Ahmet Türk:

"Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’la görüşmek istedik, ama bir türlü cevap gelmedi."


Oysa, türbanın Meclis’te kabulünden sonra ki, DTP olumlu oy veriyor, Erdoğan, DTP sıralarına gelerek, Ahmet Türk’ün elini sıkıyor ve teşekkür ediyor.

Şimdi, Türkiye’nin en hayati sorunu için kilit konumdaki DTP ile diyaloğu neden öteliyor? "Herkesin Cumhurbaşkanı olacağım" diyen Abdullah Gül, Kürt vatandaşlarına sırtını neden dönüyor?

Yine de, Gül ve Erdoğan’ın Kürt sorununa çözüm için her fırsatı kullanmak istediklerinden son derece eminim. Hiç kuşkum yok, ama ortada adım yok.

MESELE AF DEĞİL

Türk
’ün söylediği bir cümle can alıcı:

"Mesele sadece dağdakilere af çıkarmak değil, sorunu temelden çözmezsek, PKK gider, başkası gelir."

Ne yapmak gerek? Türk:

"Demokratik çözüm. Yeni bir Anayasa yapılıyor, Anayasada toplumun etnik yapısı değil, o yanlış, çok kültürlü ve çok kimlikli yapısı vurgulanmalı. Toplum vatandaşlık tanımında buluşmalı, Türk tanımında değil."

Başka önemli istekler de var, bölge meclisleri gibi. Kalıcı çözüm için DTP, "hep barışı arayacağız, bunun için çalışacağız" diyor.

Her türlü düşünceye açık, daha baştan, herhangi birini geri çevirmeden, kimseyi suçlamadan, kimseye hakaret etmeden bir çözüm arayışının şimdi zamanı.

Milliyetçi tamtamların susma zamanı. Şoven duygulara gem vurma zamanı.
Yazının Devamını Oku

Devleti taşıyan sütun

7 Mart 2008
TOP seslerinin bizim Dışişleri’ni uyandırması üç gün sürüyor.<br><br>Kuzey Irak’a kara harekatı 21 Şubat’ta başlıyor. Dışişleri Bakanlığı üç gün sonra kendine gelebiliyor ve ancak 24 Şubat’ta bizim büyükelçiliklere talimat gönderiyor: "Bulunduğunuz ülkede hükümete gidin ve kara harekatını anlatın."

Dünya zaten ilk gün ayakta, Ankara’nın açıklamaları ve ona karşı diğer ülkelerin tepkileri çoktan TV ve gazetelerde. Üç gün sonra ne anlatması?

Uzak bir ülkede, büyükelçi talimat gereği, o ülke yetkililerine "biz kara harekatına başladık" dediğinde, elin oğlu garip garip bakıyor, "bu adam bizimle dalga mı geçiyor" diyerek.

Bu da, Genelkurmay’dan bağımsız, kara harekatının diplomatik yönü.

BÜRO VE ACENTE

Dışişleri Bakanlığı devletin kuruluşundan başlayarak, devleti taşıyan sütunlardan biri. Kuruluştan AKP iktidarına kadar hep öyle.

Yıllar içinde iyi bakan geliyor, kötü bakan geliyor, bilen geliyor, bilmeyen geliyor, ama bakanlık hep ayakta kalıyor.

AKP ile birlikte, Dışişleri tercüme bürosu ve seyahat acentesi gibi. Tercüme bürosu bile demek tam doğru değil, çünkü Türkiye için hayati değerde ikili görüşmeleri Tayyip Erdoğan kendi adamlarıyla götürüyor. Bazı önemli görüşmelerde Dışişlerinden kimse yok.

Buna karşılık, otel ve uçak rezervasyonları Dışişleri üzerinden.

GÖLGE BAKAN

Dış politika ise pratikte, stratejik derinlik danışmanlarına emanet.

Harekat öncesi Ankara’dan bir heyet Bağdat’a gidiyor. Heyetin başında Erdoğan’ın danışmanı Ahmet Davutoğlu.

Nerede Dışişleri’nin yetkilisi? Yoo normal, dış politikada nereye baksan Davutoğlu, gölge bakan olarak.

AKP Dışişleri’ne bunları reva görüyor. Bakanlık ne yapıyor? Buna secde etmekle meşgul.

HARİKALAR DİYARINDA

AKP ile birlikte, Türkiye hazin bir çöküşe tanıklık ediyor. Dışişleri’nin çöküşüne.

Bir zamanlar ve uzun zamanlar, eğer güvenlik sorunu da varsa, dış politika askerle birlikte yürütülüyor. Şimdi o hatlar belli aralıklarla kopuk.

Kopukluğun zirvesinde ise, Ali Babacan Harikalar Diyarında. Karton film kahramanı gibi. Tereddüde düştüğü anda ki, sık sık düşüyor, telefona sarılıyor, büyüklerini arıyor. Bazen en sıradan kararlar için, bazı idari atamalar için bile.

Aslında her şey kuralına uygun. Dışişleri’nin hali eşittir ülkenin hali. Eskiye göre fark var. Eskiden Dışişleri ülke geneline göre, arkadan dolaşıp, iki puan alma becerisine sahip. Şimdi o yok.

MHP’nin açıklaması

KARA harekatının sona ermesi üzerine, Genelkurmay ile CHP ve MHP arasında tartışma başlıyor. Herkes için zararlı bir tartışma.

Dün ben de, bu partileri ve Genelkurmay’ı eleştiriyorum. MHP ile ilgili bölümde, 22 Temmuz seçimlerinden sonra, Devlet Bahçeli’nin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan randevu istediğini, ama Büyükanıt’ın bunu geri çevirdiğini yazıyorum.

Dün MHP yetkilileri arıyor, ayrıca bir açıklama yayınlıyor. Açıklama aynen şöyle:

"Bu iddia hayasız bir yalandır. Genel Başkanımız bugüne kadar hiçbir genelkurmay başkanıyla görüşmek için randevu istememiştir. Bu iddia üzerine, bu konuda resmi bilgi verilmesi amacıyla Genelkurmay Başkanlığı’na resmi başvuruda bulunulmuştur. Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınacak cevap kamuoyuna duyurulacaktır.

Şeref ve haysiyet duygusundan asgari nasibini almış insanların başvurmayacakları bu yalanların sahiplerinin amaç ve niyetleri tarafımızdan esasen bilinmektedir.

Türk kamuoyu bu müfterilerin karanlık hesaplarını ve hüviyetlerini bu vesileyle bir kere daha görecektir."

Açıklamanın üslubu söze gerek bırakmıyor.
Yazının Devamını Oku

Fırtına gemisinden vazgeçmek yok

6 Mart 2008
RANDEVUYU geri çeviriyor. MHP ile askerin arasında ipler o tarihten sonra geriliyor. 22 Temmuz seçimlerinden sonra MHP, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçileceği Meclis oturumuna katılacağını açıklıyor. MHP’nin AKP’ye verdiği ilk ciddi destek.

Katılacağını açıklıyor, ardından Devlet Bahçeli Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan randevu istiyor. Büyükanıt, Bahçeli’ye randevu vermiyor.

Tam bilmiyorum, ama Büyükanıt’ın Bahçeli’yi geri çevirme nedeni, muhtemelen AKP’ye verdiği destek. Büyükanıt, "sözde değil, özde laik bir Cumhurbaşkanı" diyor, Bahçeli ise, Gül’ün seçimini kolaylaştırıyor. Sonra da kendini askere anlatmaya çalışıyor.

Büyükanıt bu tuzağa düşmüyor.

310 GENERALE MEKTUP

MHP ile asker arasındaki ikinci gerilim siyah çelenk vak’ası.

Emekli askerler türban desteğini protesto için MHP Genel Merkezi’ne siyah çelenk bırakmak istiyor. Ancak, ülkücüler emekli askerleri tartaklıyor. MHP ile asker arasındaki kırılma noktası.

Oysa, MHP tarihi Alparslan Türkeş’le birlikte, MHP’nin askerle iç içe yaşamasının tarihi. O tarihin gölgesinde, böyle bir kırılma ve gerilimin akla gelmesi zor.

Hatta, seçimden önce Bahçeli halen görevde olan 310 general ve amirale mektup yazıyor. MHP’nin askeri AKP’ye karşı uyarma çıkışı. Sıcak ilişkiler geleneğini sürdürme isteği. Ama, o istek artık geride.

CHP + ORDU FORMÜLÜ

İşte, bu aşamada kara harekatının sona ermesiyle ilgili MHP ve CHP’nin eleştirileri var. Buna karşı, Genelkurmay’ın çok sert açıklaması var.

Randevuyu geri çevirme, siyah çelenk ve bu açıklama, MHP-asker ilişkisine bir darbe daha indiriyor.

CHP-asker ilişkisi ise, ilk kez gölgeleniyor. Aslında bu fena değil. CHP+ordu = iktidar formülü, kırk yıldır CHP’nin boynunda. CHP’yi iktidar alternatifi bile yapamayan asıl gerçek, CHP’deki hizipçi ve köhne zihniyet. Ama, bu formülün de büyük payı var.

CHP-asker ittifakı hálá geçerli. Her evde, her zaman sorun yaşanıyor. Bu da, onlardan biri. Zamanla nasıl olsa, geçer. Çünkü, temelde fark yok.

ASKER KÖTÜ YÖNETTİ

Önemli ve başarılı bir kara harekatının karmaşaya dönüşmesi, kaçınılmaz Türk usulü. Biz yemeği böyle yemekten asla vazgeçmiyoruz. Buna tüm kurumlar dahil. Ne de olsa, o üslubun çocuklarıyız.

Genelkurmay’ın da, baştan itibaren kara harekatını kamuoyuna aktarma üslubu, Türk usulü halkla ilişkilerin tipik uzantısı, kötü yönetim.

Her durum ve koşulda Genelkurmay konuşuyor ve çok konuşuyor. Hatta, bazen gereksiz yere, ağır konuşuyor. Çok konuşan çok hata yapıyor.

Bunda biz basın kuruluşlarının katkısını unutmak yanlış. Yağmur yağıyor, gazeteciler merakta, asker ne diyor. Güneş çıkıyor, gazeteciler merakta, asker ne diyor. Başka hangi demokratik ülkede böyle bir hastalık var?

Kara harekatında bu merak yerinde. Ancak, orada da Genelkurmay, hükümet, muhalefet açıklamaları kördüğüme dönüşüyor. İnandırıcılık kayboluyor.

Sonuç, asker iç politikanın göbeğinde.

Her şeye rağmen, Genelkurmay-muhalefet çekişmesinin, asker-AKP ittifakı doğdu, gözlemine katılmıyorum. Öyle bir ittifak uzak-yakın söz konusu değil. Bu da, bir başka iç politik hastalık. Neden hemen bu gözlemler piyasada?
Yazının Devamını Oku

PKK Batı’ya dert anlatıyor

5 Mart 2008
"TÜRKİYE, Güney Kürdistan’da her gün köyleri, küçük yerleşme yerlerini vuruyor. Asıl amacı Güney Kürdistan’ı işgal etmek üzere, çok büyük askeri harekat yapıyor." Aynı yalanlar daha sonra başka biçimde sürüyor.

"Komutanların dışında, Türk yetkililer gerçek amaçlarını artık saklamıyor. Türkiye’nin hedefi Güney Kürdistan Federasyonu’dur. Sınırdaki PKK kampları saldırı için sadece bahanedir."

Bu satırlar bir mektuptan alıntı. Mektubu yazan PKK’nın uzantısı Kürdistan Dernekler Birliği (KOMKAR). Kime ya da kimlere yazılıyor bu mektup?

Bütün AB ülkelerinin Dışişleri Bakanları’na.
Mektup, "Sayın Bakan" hitabıyla başlıyor. Türkiye on gün önceki kara harekatını AB ülkelerine diplomatik yollardan anlatırken, KOMKAR’da, aynı ülkelerde karşı atağa geçiyor.

Mektupta KOMKAR’ın Almanya’daki adresi, gerektiğinde bağlantı kurulacak kişinin adı ve telefon numarası var. Bu kadar açık ve ortada.

BÜTÇESİ BİR MİLYAR DOLAR

Kara harekatı başladığında, AB ülkeleri kısık seslerle Türkiye’nin terörle mücadelesine hak verirken, bir yandan da KOMKAR’dan aldıkları mektup üzerine, "Bu iş fazla uzamasın" havasında.

KOMKAR’ın Avrupa’daki ilişkileri ve bakanlara kadar uzanan yakınlıkları, aslında yeni değil. Bildiğiniz Avrupa’nın, bildiğiniz yüzü.

26 batı ülkesinin PKK’yı desteklemekte olduğu sır değil. Zaten harekat sırasında PKK’nın sahip olduğu silahlarda da net görülüyor. Zırhlı araçlar, füzeler, toplar. Hangi parayla ve hangi ülkelerden geliyor bu silahlar?

Kara harekatı terörün dış desteğini bir kere daha kanıtlıyor. Silahları ve donanımıyla, PKK Kuzey Irak’ta kendi çapında bir kale kuruyor. Sıradan bir terör örgütü olmasının ötesinde, batı ilişkileri ve batı tarafından kabulü ile dağa çıkmış üç-beş çapulcu değil.

Bir zamanlar yüz milyon dolar olarak hesaplanan PKK’nın bütçesi, şimdi bir milyar doları buluyor. Dünyada hangi terör örgütünün böyle bir teknik altyapısı , bu kadar parası ve böyle ilişkileri var?

KUZEY-GÜNEY

Mektupta dikkat çeken deyim , Güney Kürdistan . Bizim Kuzey Irak diye nitelediğimiz bölge. Güney dediğine göre , bir de Kuzey Kürdistan var. Orası neresi? Bizim Güneydoğu Anadolu Bölgesi .

Mektubun sonunda KOMKAR AB bakanlarına çağrıda bulunarak , harekatın bitirilmesi için Türk Hükümetine baskı yapılmasını istiyor.

Bir harekat , askeri nitelikler ötesinde PKK ve uzantıları ve onların ilişkileri üzerine hem bilinen fotoğrafları tekrarlıyor, hem PKK’nın sadece Kuzey Irak’ta yuvalanmadığını bir kez daha kanıtlıyor.

Bir terör örgütü Diplomatik atak yapabilecek kadar, benimseniyor. Yazıklar olsun.

Güneydoğu’da oylar değişiyor

HAVA ve kara harekatları ile birlikte, Güneydoğu Bölgemizde siyasal hava değişiyor. Yerel seçimde oylara yansıyacak bir değişim.

22 Temmuz Genel Seçimlerinde AKP Güneydoğu’da ciddi bir yükselişe geçiyor. Orada sadece AKP ile kürtlerin partisi DTP var. Bundan güç alan AKP , gelecek yıl yerel seçimlerde gözünü Diyarbakır dahil , pek çok il ve ilçenin belediye başkanlıklarına dikiyor.

Ancak, askeri harekatlar bu bölgede halkı AKP’den uzaklaştırıyor. Şu anda seçim olsa , AKP’nin aynı başarıyı göstermesine olanak yok. AKP kaybediyor, bu iyi.

Ancak, AKP’den kayan oylar, DTP ye gidiyor. DTP kazanıyor,bu kötü. Zaten derin olan soru daha da derinleşiyor.

Zarı nasıl atarsak atalım, Türkiye kaybediyor.
Yazının Devamını Oku

’Bir adam vardı yangında’

4 Mart 2008
SORGU üç kez tekrarlanıyor, toplam sekiz saat sürüyor. Sekiz saat sorgulanan 6-8 yaşlarında iki kız çocuğu, ikisi de Türk. Dokuz kişinin ölümüne yol açan Ludwigshafen’deki yangının tanıkları.

İki kız çocuğu aynı ifadeyi veriyor: "Bir adam vardı, yangın çıktı, adam kaçtı".

Adamı tarif ediyorlar. Alman Polisinin tarifin üzerine gittiğine ilişkin henüz hiç bir işaret yok.

Polis şimdi de, ikisi kız bir erkek, on yaşlarında üç Türk çocuğunu daha sorguya almak istiyor. Aileler "psikolojileri bozulur", diye izin vermiyor.

Almanlar da, çocukları önce psikologlara götürmeye karar veriyor.

Aileler haklı. Geçen hafta Berlin’de gördüklerim, insanın psikolojisini gerçekten bozuyor.

Çünkü, Almanlar Türklere karşı tam bir ayrımcılık içinde. Türkiye’nin önünde, yavaş yavaş oluşan, başımızı çok ağrıtacak yeni bir ateşten top var.

Bu ateşten topla AKP şu anda pek ilgilenmiyor. Buraya tarih düşüyorum.

KÖHLER’İN ÇIKIŞI

İkinci Dünya Savaşının bitişiyle ilgili anma töreni. Törende Alman Cumhurbaşkanı Köhler, 60 yıl sonra bir Alman Cumhurbaşkanı ilk kez:

"Almanların da çektiği acılar ve uğradığı haksızlıklar unutulmamalı".

Bu cümlenin derin anlamı var. Soykırım ve Nazi tarihi ile ilgili tüm suçlamalara yıllardır ses çıkarmayan Almanya, ilk kez ve en üst düzeyde, "eee, artık yeter, anladık" havasında.

Köhler’in çıkışındaki zamanlama önemli. Almanya yeni bir anlayışa yelken açıyor. Milliyetçilik.

ARAÇLARI HAZIR

Yeni milliyetçilik önemli başlıklarda toplanıyor.

1 - Doğu-Batı Almanya eşitlenmesi için Alman Hükümeti yılda 90 milyar Euro harcıyor. Yeniden yapılanmanın maliyeti yüksek, ucu yabancılara dokunuyor.

2 - Almanya Hıristiyan kültür içinde kendini yeniden tanımlıyor. Yeniden üstün ırk olmasa bile, kendini Avrupa’da farklı görüyor.

3 - Bu farklılığın devamı, farklı yabancılarla mümkün. Yük olanları değil, Alman toplumuma katma değer taşıyanları kabul ediyor.

4 - Bu kabulün en çarpıcı aracı, göç yasası. Sadece Türklere uygulanıyor. Ayrımcılık ve ateşten topun kaynağı bu yasa. Yangınlar ayrımcılığın pratiği.

5 - Alman Protestan Kilisesi Başkanı Huber burada devreye giriyor. "İslam ehlileştirilmeli" diyor. Ehlileştirme, İslam çerçevesinde Türkleri hedef alıyor.

AB DE ETKİLENİR

Bunun sonucu olarak, Almanya Türklere artık vatandaşlığı çok ender durumlarda veriyor, sınır dışına gönderdiği Türklerin sayısı artıyor.

Almanya’da işsizlik yüzde 10.5, Almanya’daki Türklerde işsizlik yüzde 23.

Son bir ayda 21 yangın, hepsi Türklerin oturduğu ev ve iş yerlerinde. Hiç birinde ortada bir zanlı yok.

Yangınlar Almanya’da yükselen milliyetçilik ve şiddetle bir araya geldiğinde, önümüzdeki dönemde Türk-Alman ilişkilerini etkileyecek boyutlara uzanabilir.

Etkisi, Türk-AB ilişkilerine yansıyabilir.

Bütün bu nedenlerle, Ankara’nın kucağında yeni bir ateşten top var.

İslam üzerinden Türklere karşı ayrımcılığın hareket noktası bu.
Yazının Devamını Oku

İğneli fıçıdaki yayın yönetmeni

2 Mart 2008
Alman basını ilginç bir davayla sarsılıyor bugünlerde. Berliner Zeitung gazetesinin yayın yönetmeni Josef Depenbrock ile gazete çalışanları geçen yılı ağustos ayından beri birbirine girmiş durumda. Çalışanlar, Depenbrock’un aynı zamanda patron temsilcisi görevine gelmesine karşı çıkıyor, yönetmen de geri adım atmıyor. Tabii sendikalarının gücü sayesinde gazeteciler de işten atılmaktan kurtuluyor. İlginç bir güç mücadelesi...

"Bay Depenbrock kibar bir insan, ama biz de, bu gazetenin kibar bir biçimde çökmesine izin vermeyeceğiz."

Alman basını hemen hiç görülmeyen bir kavgayla çalkalanıyor. Kavga önümüzdeki günlerde mahkeme koridorlarına uzanıyor.

Kavganın odağında Berlin’de yayınlanan yerel bir gazete, Berliner Zeitung var. Bölgesel anlamda güçlü gazetelerden biri. Günlük tirajı 170 bin dolayında.

Berliner Zeitung 2005 yılı sonunda İngiliz Mecom Group tarafından satın alınıyor. Yine Berlin’de yayınlanan 140 bin tirajlı Berliner Kurier ve Hamburg’da yayınlanan 110 bin tirajlı Hamburger Morgenpost ile birlikte.

Satıştan altı ay sonra, 2006’nın mayıs ayında Berliner Zeitung’un genel yönetmenliğine Josef Depenbrock getiriliyor. Grup içinde bir değişiklik bu. Hamburger Morgenpost genel yönetmenliğinden Berliner Zeitung genel yönetmenliğine.

YETENEKLİ VE ÇALIŞKAN

Depenbrock yetenekli ve çalışkan. Bir de birlikte çalıştığı diğer meslektaşlarından bir farkı var. Kafası ticarete çok yatkın. Bir anda İngiliz patronların gözdesi oluyor. Ve dokuz ayda bunun semeresini görüyor.

2006 mayısta genel yönetmen, 2007 ağustosta yönetmenliğin yanı sıra, aynı gazetede patron temsilcisi. Çalışanların safından patron katına transfer. Ecirlikten patronluğa adım.

Gazetede kıyametin koptuğu an. İsyan bayrağını çektiren transfer.

Yazı işleri öncülüğünde, gazete çalışanları bir bütün halinde genel yönetmen Depenbrock’u görevinden istifaya davet ediyor.

Bağımsız gazetecilik adına bir mektup yayınlanıyor: "Her birimizin gazeteyle yaptığımız anlaşmada yer alan ilkelerden biri, patron temsilcisi ile genel yayın yönetmeninin ayrı kişiler olmasıdır. Nedeni açık. Genel yönetmen gazeteciliği ön planda tutar, yayınlanacak haberlere ona göre karar verir. Oysa patron temsilcisi, haberlere ve yayına ticari açıdan bakar. Temsilcilik ve genel yönetmenlik bu açıdan birbiriyle çelişir. Depenbrock da bu anlaşmayı imzalamıştır ve şimdi istifa etmelidir."

BİR İLK DURUŞMA

Gazetedeki isyan bir anda Almanya’da en çok konuşulan konular arasına giriyor. Çalışanları, kendi sendikal örgütleri dışında, Kamu Hizmetleri Sendikası gibi, güçlü bir sendika da destekliyor.

Depenbrock ise, istifa etmeyeceğini, iki görevi de sürdüreceğini ilan ediyor.

Çalışanların iddiasına göre, iki görevin birlikte yürütülmesi sonucu, Berliner Zeitung’un tirajı yüzde 3.9 oranında düşüyor. Kısacası güven kaybı...

Genel yönetmen, kendisini istemeyen tek bir gazeteciyi bile işten atamıyor. Çalışanlar, top gibi kenetlenmiş, ayrıca arkalarında güçlü bir sendika var. Bununla birlikte, onca zorlamaya rağmen, genel yönetmen iğneli fıçıya dönen koltuğunda oturuyor.

İsyan, mahkemeye yansıyor. Önümüzdeki günlerde ilk duruşma var. Gazetecilik tarihine "bir ilk" olarak girecek duruşma. Ahlak dersi olarak.
Yazının Devamını Oku

Beş yıl sonra ikinci 1 Mart

1 Mart 2008
<b>BERLİN</b><br>KARA harekatı aniden sona eriyor. Asker Kuzey Irak’tan aniden çekilmeye başlıyor. Avrupa başkentleri dün sabah erken saatlerde bu bombayla uyanıyor. Ve müthiş bir diplomatik trafik başlıyor, herkeste aynı soru: Neden?

AB başkentlerinin tamamı Türk askerinin Kuzey Irak’tan aniden çekilmesini ABD Savunma Bakanı Gates’in Ankara ziyaretine bağlıyor. ABD ile Türkiye arasında hiç beklenmeyen bir gerginlik. Tam her şey yolunda giderken, sanki beş yıl öncesine yeniden dönüş.

2003’te Amerika Irak’ı işgale başlamadan önce Türkiye’den geçmek üzere izin istiyor. Fakat Türkiye o tarihte ünlü 1 Mart Tezkeresi diye anılan kararla Amerika’ya sırtını dönüyor. Amerika beş yıl süreyle bunu hiç unutmuyor. Ve her sefer Türkiye’ye fatura çıkarıyor. Buzlar geçen kasımda Tayyip Erdoğan-Bush görüşmesinde eriyor.

Bugün 1 Mart 2008. Tarihin tekrarı gibi. Beş yıl sonra Amerika ile Türkiye arasında yeniden buz gibi bir hava var.

KÜRTLERE KANAT GERMEK

ABD Savunma Bakanı Gates’in Ankara’dan iki önemli isteği var.

1- Türkiye’nin kara harekatı Kuzey Irak’ta fiziki olarak Amerika’nın düşündüğünden daha büyük tahribata yol açıyor. ABD’nin kanat gerdiği Kürdistan’ın altyapısına zarar veriyor. Bu Amerika’yı sanıldığından daha fazla rahatsız ediyor.

2- Amerika, Afganistan’da bozguna uğramanın eşiğinde. Türkiye’den asker istiyor. Türkiye de veremeyeceğini söylüyor.

Avrupa başkentleri bu iki nedenden hareketle, Ankara-Washington hattında ciddi bir arıza meydana geldiği düşüncesinde.

Daha bir gün önce Hindistan’dan yaptığı açıklamada Gates harekat için iki hafta daha süre tanırken, ertesi gün harekat sona eriyor. Gates’in uçağı Ankara’dan havalandığı sırada Bush Washington’dan, "kara harekatı sona ermeli" açıklamasını yapıyor.

Avrupa başkentleri askerin aniden çekilmesini "Amerikan baskısına" bağlıyor. El oğlunun sağı solu yok, "Türk-Amerikan ilişkilerinde bu bir krizdir" nitelemesine gidiyor.

İKİNCİ KRİZ İÇERDE

Az gidiyoruz, uz gidiyoruz, beş yıl gidiyoruz, beş yıl geriye dönüyoruz.

Kara harekatı bir askeri harekat. Ancak, baştan sona ve doğal olarak siyasal içerikli. Amerika’nın isteğiyle askeri geri çekilme, aynı anda siyasi bir geri çekilme. Türk-Amerikan ilişkilerini olduğu kadar, içerde şu anda tahmin edilemeyen siyasal tetiklemelere yol açabilecek bir kriz.

AKP iktidarı için olduğu kadar, Türkiye için de bitmek tükenmeyen bilmeyen zor günlerin katmerlenmesi.

Siteden kaldırılan konuşma

ALMAN İçişleri Bakanı Schaeuble, 24 Eylül 2007’de Washington’da bir vakıfta Göç Yasası ile ilgili bir konuşma yapıyor.

Göç Yasası’nın özellikle Türkler için çıkarıldığını söylüyor. Konuşmayı yöneten Amerikalı "Bu sözlerinizle Türklere karşı ayrımcılık yaptığını kabul ediyorsunuz" diyor.

Schaeuble itiraz ediyor, "Hayır, bu ayrımcılık değildir". Ancak devamında itiraz ettiği ayrımcılığı tamamladığı şu cümle ile kabul ediyor:

"Eşit şeylere eşit muamele yaparsınız. Farklı şeylere farklı davranırsınız. Bir Amerikalının bir Alman’la evlenmesi ile bir Türk’ün bir Alman’la evlenmesi birbirinden tamamen farklıdır. Bizim Almanya’da yaşayan Türklerle problemimiz var. Aslında hemen her Avrupa ülkesinin Türklerle problemi var."

Schaeuble
’nin Amerika’daki konuşması Türkiye’nin müthiş tepkisini çekiyor. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Dışişleri’ne çağrılıyor ve kendisine bir nota veriliyor. Nota etkisini ertesi gün gösteriyor. Amerikan vakfının sitesinde yer alan Schaeuble’nin sözleri, bir anda yayından kaldırılıyor. Demek, her şeyi oluruna bırakmamak gerekiyor. Kapılarda sürekli boynu bükük beklemek Türkiye’ye bir şey katmıyor.
Yazının Devamını Oku

Robot resim hálá yok

29 Şubat 2008
<b>BERLİN</b><br>BERLİN Polis Şefi telefonda: <br><br>"Telaş etmeyin, bu yanan evde çok Türk yok." Hay Allah, çok değil, az Türk varmış.

İlginç, yangın denilince, şefin aklına önce Türk geliyor.

Bu diyalog, polis şefinden başlayarak en yüksek düzeye kadar, arka arkaya çıkan yangınlarla ilgili Almanya’daki siyasal psikolojiyi yansıtıyor. Biraz suçluluk, biraz örtbas etme, biraz sorumluluktan uzak durma.

Örtbas etmenin en görünür fotoğrafını Alman Basını veriyor. Sanki bir yerden düğmeye basılmış gibi, Alman Basını yangınlarla ilgili çok sınırlı yayın yapıyor. Üzerine gitmiyor gibi.

SAVCI ERTELEDİ

Üzerine gitmek istemeyen başkaları da var.

Örneğin, Ludwigshafen’de dokuz kişinin hayatını kaybettiği yangınla ilgili olarak, yangın sırasında çevrede bulunanlar, "bir kişiyi gördüklerini" söylüyor, adamı tarif ediyor.

Aradan üç hafta geçiyor, o kişinin robot resmini çizmeye gelen bir yetkili henüz ortada yok.

Bu ihmal mide bulandırıyor.

Üzerine gitmek istemeyenlere bir halka da dün ekleniyor. Savcı yangınla ilgili araştırmasını tamamlıyor ve dünden için açıklayacağını bildiriyor. Ama, açıklama erteleniyor.

DAS BILD’İN HABERİ

Buna karşılık, Almanya’nın en yüksek tirajlı gazetesi Das Bild dün verdiği haberde:

"Savcılıktan alınan bilgiye göre, yangında kundaklama izi yok. Çünkü, yangını hızlandırıcı herhangi bir madde bulunamadı."

O zaman Almanların hiç hoşlanmadığı soru: 23 günde Türklerin oturduğu 17 ev ve iş yerinde çıkan yangını nasıl açıklıyorsunuz?

En önemli cümle Hakkı Keskin’e

Sol parti milletvekili Hakkı Keskin yangınların nedenini soru önergesiyle Alman Meclisine (Bundestag) getiriyor.

İçişleri Bakanlığı Müsteşarı yanıtlıyor:

"Bunu araştırmak Federal Hükümetin değil, eyaletin yetkisindedir. Araştırma sonuçlarıyla ilgili olarak, sabırlı olmak gerekir."

Hangi yetkiliyle konuşursam, artık ezberlediğim bu iki cümleyi son olarak İçişleri Müsteşarı Mecliste tekrarlıyor. Bunun ötesinde, Meclis kürsüsünden müsteşarın son cümlesi müthiş:

"Bu konu çok hassas, üzerine çok gitmek doğru olmaz."

Bugüne kadar resmi sorumluluk çerçevesinde söylenen en önemli cümle.

Açıklanmayan ve açıklansa bile artık bazı resmi raporlarda yer almasını beklemediğim bazı sonuçlar mı var? Toplumsal yaralar açabilecek sonuçlar.

Özel hayata veda

ALMANYA çok başka bir nedenle çalkalanıyor. Demokratik bir toplumda akla hayale sığmayacak, özel hayatın gizliliğini yerle bir edecek bir yasa kabul ediliyor.

Yangınlarla doğrudan bağlantılı değil. Ama, dolaylı olarak Almanya’da devlet niteliğinin değişmekte olduğunu göstermesi açısından, yangınlarla bağlantılı da düşünmek mümkün.

İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı yasa, devletin varlığına ya da insan hayatına yönelik tehlike karşısında, polisin herkesin bilgisayar kayıtlarına girmesine izin veriyor.

Teröre karşı müthiş bir duyarlık. Özel hayatın gizliliğini çiğnemek pahasına.

Alman Anayasa Mahkemesi önceki gün bu yasayı uygun buluyor ve "hakim kararıyla bilgisayarlara girilir" diye ekleme yapıyor.

İnsanların birbirlerine gönderdikleri mesajlar, özel notları, kayıtları üzerindeki gizlilik kalkıyor.

Almanya’da demokrasi tanımı yeni bir çerçeveye oturuyor. Yangınlar geride kalıyor.
Yazının Devamını Oku