Yalçın Doğan

Gül’ün Talabani daveti ABD üzerinden

27 Şubat 2008
BERLİNEN aykırı, AB içinde Kuzey Irak harekatına en olumsuz tepki Almanya’dan geliyor. Çarpıcı nedeni var. İki ayaklı.

İlk ayak, İçişleri Bakanı Sch?uble’nin TV’de açıklaması:

"Kürt halkının kültürel özerkliğe yönelik çabalarının federal çözümle başarıya ulaşması için gayret göstermemiz gerekir."

Ne imiş? Alman İçişleri Bakanı Türkiye’de federal bir sistem istiyormuş.

Sonrası Kuzey Irak harekatı ile bağlantılı. O bağlantıyı her ne kadar, TV’lere çıkıp söylemiyorlarsa da, gönüllerinde yatan bir aslan var.

İkinci ayak, eğer, günün birinde Kuzey Irak’ta herkesin tanıdığı bir Kürdistan kurulursa, Almanya "ben de varım" demek için parmak kaldırıyor.

Önce Türkiye’deki Kürtlere federasyon üzerinden çiçek yolluyor, ardından Kuzey Irak’taki Kürtlere seslenerek, Türkiye’nin kara harekatına AB içinde en aykırı tepkiyi gösteriyor.

İçişleri Bakanı’nın bu açıklaması üzerine, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Dışişleri’ne çağrılıyor ve protesto ediliyor.

ZEBARİ KONUŞUYOR

Almanya’nın hükümet olarak bu açıklamalarına karşı, Alman basını Kuzey Irak harekatı ile ilgili daha gerçekçi

Hatta daha, karşı tarafın görüşme almak üzere, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ile röportajlar yayınlıyor. Zebari, Türkiye’nin en çok duymak istediği, dünyaya en çok anlatmak istediği konuya açıklık getiriyor:

"Harekat bizim kentlerimize, sivillerimize şimdiye kadar zarar vermedi."

Irak’ın en üst düzey yetkilisinden Türkiye’yi rahatlatan açıklamalar. Ayrıca, diplomatik girişim eksik değil. Üstelik açıklamayla çelişen girişimler.

Harekatın başladığı gün Ankara’daki Irak Büyükelçisi bizim Dışişleri’ne geliyor, Bağdat Hükümeti’nin isteği ile. Orada ne olduğu bizde geçiştiriliyor. Zebari:

"Türkiye’ye ağır bir nota ile protesto ettik."
(Der Spiegel, 25.02.08, Sayfa 113)

MASAYA OTURMAK

Alman kaynaklarına göre, Türkiye’de verilen sayının tersine, Türkiye’nin Irak’a üç bin askerle girdiği belirtiliyor. Ve herkes aynı beklenti içinde:

"Bu harekatın en kısa sürede bitmesi..."

Yine aynı kaynaklara göre, "harekata izin veren Amerika zaman sınırı koydu."

Ardından verilen bilgi, Abdullah Gül’ün Irak Cumhurbaşkanı Talabani’yi Türkiye’ye neden davet ettiğini açıklıyor:

"Amerika harekat sonrasında Türkiye ile Irak’ı masaya oturtacak, bu gerçekleşecek, iki tarafa da benzer telkinde bulundu."

Askeri açıdan istihbarat sağlayan, harekata yeşil ışık yakan Amerika, şimdi iki ülkenin biraraya gelmesini sağlıyor.

Bağdat Hükümeti, ilk gün ve dün istediği kadar protesto etsin, sonunda iş masaya kalacak.

Harekatla yeniden gündeme gelen Türkiye genel olarak dışarıdan nasıl görünüyor? Tıpkı sizin düşündüğünüz gibi, tatsız.
Yazının Devamını Oku

Kürdistan’ı da tanıyacak mısınız

26 Şubat 2008
Çin Kosova’nın bağımsızlığını tanımıyor. Çünkü:<br><br>Doğu Türkistan, Tibet ve Tayvan sorunu var. Kosova gibi etnik, Çin’de bölünme yaratacak sorunlar. Günün birinde Tibet, Tayvan ya da Doğu Türkistan bağımsızlığını ilan ederse, Çin ne yapacak? Onun için Kosova’yı tanımıyor. Rusya Kosova’nın bağımsızlığını tanımıyor. Çünkü, Çeçen ve Abhazya sorunu var. Kosova gibi etnik, Rusya’da bölünme yaratacak sorunlar. Günün birinde Çeçen ve Abhazya bağımsızlığıın ilan ederse, Rusya ne yapacak? Kosova’yı onun için tanımıyor.

Kıbrıs Rum Yönetimi Kosova’nın bağımsızlığını tanımıyor. Çünkü, KKTC var. Kosova’yı tanırsa, KKTC’yi tanımak zorunda kalacak.

Yunanistan Kosova’nın bağımsızlığını tanımıyor. Çünkü, KKTC var.

Azerbaycan Kosova’yı tanımıyor, çünkü Dağlık Karabağ var.

İspanya Kosova’yı tanımıyor, çünkü ayrılıkçı BASK bölgesi var. Günün birinde BASK bağımsızlığını ilan ederse, İspanya ne yapacak?

Kosova’yı tanımayan ülkelerin hepsinde etnik sorun var. Hepsinde terör ve savaş var. Hepsinde, yarın ne olacak, kaygısı var. Hepsi dikkatli.

TÜRKİYE O ANDA TANIDI

Türkiye Kosova’yı tanımaya balıklama dalıyor.

Bir ülkenin bağımsızlığını kazanması, kendini yönetme gücüne sahip olması saygı duyulacak bir olay. O ülkeyi tanımak, yine aynı çerçevede.

Ama, eğer benzer bir sorununuz yoksa, sizi güç durumda bırakmayacaksa.

Türkiye hiç oralı değil. Çok basit. Yarın Kuzey Irak’ta bağımsız Kürdistan kurulursa Türkiye ne yapacak?

AKP’nin ilkesi madem ki, ülke bağımsızlığı, eğer kurulursa, Kürdistan’ı da tanıyacak mı? Yoksa, Kürdistan’a hayır politikası gereği, tanımayacak mı?

AKP neden tanıyor? Hamas gibi, dini motif önde. Kosova’da Ortodoksların yanı sıra, Müslümanlar var.

Bu dış politika ilerde başımıza dertler açacak. İlk dert işareti, enerjiyle bağımlı olduğumuz Rusya’dan geliyor.

Militan bir Başkan

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan bilim adamından çok, militan gibi. Gözü kara, bodoslama gidiyor.

Abdullah Gül köylü kurnazlığı ile türbanla ilgili Anayasa değişikliğini Kuzey Irak’a yapılan kara harekatına denk getirerek, onaylıyor. "Herkesin Cumhurbaşkanı olacağım" diyen Gül’ün, bu sözünde durduğuna ilişkin henüz tek örnek yok. Yıpranma sayfalarına her gün bir yenisini eklemekle meşgul.

Yusuf Ziya da, aynı. YÖK Başkanı gibi değil, AKP’nin YÖK’ten sorumlu MKYK üyesi gibi davranıyor. Gül’den aldığı hızla, üniversitelere "türban yasağı kalktı" diye, emir yağdırıyor.

Oysa, uygulama için yasal değişiklik gerek. Ama, Yusuf Ziya için fark etmiyor. Üniversitelerde ise, tam bir karmaşa yaşanıyor. Yasaya saygılı olanlar almıyor, AKP’ye yakın olanlar alıyor. Hukuk yine yerlerde.

Yusuf Ziya
her davranışı ve sözüyle bunalım yaratıyor. AKP şimdilik memnun, bir bilim adamından böyle bir militan bulmak zor.

Bakalım, nereye kadar?
Yazının Devamını Oku

Beşiktaş meydanlarına kavuşuyor

24 Şubat 2008
Meslekten mimar Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal "İnsanlar kent meydanlarıyla buluşuyor. Kentleri kent yapan meydanlardır, dünyanın her yerinde böyle" diyor. Bu amaçla bir süredir Beşiktaş Meydanı tekrar tanzim ediliyor. Artık 23 Nisan gibi kutlamalar bu meydanda yapılacak.

Sekiz üniversite, bir askeri akademi. Osmanlı’nın dört sarayından üçü. 1900’den fazla tarihi yapı. Türkiye’nin önde gelen bankalarının yönetim merkezleri. Farklı dini ve etnik topluluklardan oluşan, gece 200 bin, gündüz iki milyona ulaşan nüfus. İstanbul’un, dolayısıyla Türkiye’nin kalbinin attığı birkaç yerleşim merkezinden biri, kendine özgü bir kimlik: Beşiktaş.

Son aylarda Beşiktaş ilçesinde hızlı bir faaliyet var. Kimine göre, "eskiden daha iyi idi", kimine göre, "işte modern kent" böyle olur.

Meslekten mimar Beşiktaş Belediye Başkanı CHP’li İsmail Ünal’a göre ise, "İnsanlar kent meydanlarıyla buluşuyor. Kentleri kent yapan meydanlardır, dünyanın her yerinde böyle".

Bu mantıktan yola çıkarak, İsmail Ünal insanları Beşiktaş’ta iki meydanla buluşturuyor. Beşiktaş yepyeni bir meydana kavuşuyor. Levent semti de öyle. Levent’teki trafik akışının, alışverişin ve yurttaşların benzeri günlük faaliyetlerinin aksadığı yönünde şikayetler var.

Ünal bu şikayetlere karşı şu cevabı veriyor: "Levent’te bir sokağı yeniden açıyoruz, ayrıca arabasıyla gelenler için bedelsiz kapalı otopark var. Levent’te görüntü kirliliği vardı. Binaların görüntüsü, tabelalar... Bu değişiklik kararlarını toplantılar yapıp halkla birlikte aldık. Sistem zamanla oturacak. Ayrıca isteyen istediği öneriyi yapabilir, kapımız açık."

BEŞİKTAŞ MEYDANI ÇÖPLÜK OLMAYACAK

Ya Beşiktaş Meydanı’na ne olacak? İsmail Ünal buna da bir açıklama getiriyor: "Yazın buraya şövalesini ve paletini alan resim yapmaya gelecek. Tıpkı Paris’teki gibi. 23 Nisan törenlerini bu meydanda yapacağız. Tekli, çoklu müzik konserleri, hafta sonları şehir bandoları olacak. Bu meydan çöplük olmaktan çıkıyor. Filmlerde gördüğünüz Batı kentlerinin meydanları gibi bir yer oluyor."

Hemen yanında, "Ihlamurlar Altında" bir büyük cadde. Bütün ıhlamur ağaçları yenileniyor. Ortaköy Vadisi’nin kullanım hakkı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. Ünal, o hakkı geri almak istiyor. Derin ve geniş bir vadiyi ıssızlıktan, unutulmuşluktan kurtarma projesi.

Ama, Beşiktaş genelinde egemen ağaç türü ıhlamur değil, manolya. Her yere manolya ağaçları dikiliyor, manolya Boğaz’ın ağacı.

Beşiktaş bir kültür merkezi. Tarihten gelen şanına layık, Türkiye’de sanat galerisi sahibi tek ve ilk ilçe Beşiktaş. Ünal’ın kente kattığı yapıtlardan. En ünlü ressamların tabloları burada sergileniyor. Salonun önündeki geniş mermer alanda öğrencilerin folklor gösterileri, içerdeki konser salonunda hafta sonları yine öğrencilere çocuk tiyatrosu.

İTÜ İLE ORTAK DEPREM ÇALIŞMASI

Son dört yılda sadece sanat kültür mü? Bununla karın doyar mı? Ünal eğitime verdikleri önemi de anlatıyor: "180 öğrenci kapasiteli kız yurdu ve 78 öğrenci kapasiteli erkek yurdunu yakında açıyoruz. Beşiktaş’ın çeşitli bölgelerinde el emeğini değerlendirme ve beceri geliştirme kursları açtık. Her şeyi sivil toplum örgütleriyle yapıyoruz."

Acil sağlık destek hattı, tam donanımlı ambulans hizmeti, indirimli alışveriş merkezleri, 65 yaş ve üzeri herkese diyetisyen ve psikolojik destek, son dört yılın icraatları arasında.

Beşiktaş Belediyesi, Beşiktaş ilçesi sınırları içindeki sekiz üniversiteyle de farklı projelerde işbirliği yürütüyor. Ama, bana göre, en önemlisi hepimizin aklından çıkmayan "deprem" çalışması. İsmail Ünal, bu çalışmanın İTÜ ile işbirliği içinde yürütüldüğünü hatırlatıyor: "Zemin olarak Beşiktaş iyi bir bölgede. Deprem açısından İstanbul’un en güvenli alanlarından biri Beşiktaş. Tek tek baktırdık, binalarda sorun yok. Sorun olanları yeniden yaptırdık. Genel olarak söylüyorum, İstanbul yeniden planlanmalı. Bu kadar yüksek bina her açıdan yanlış, en başta trafik büyük dert."

Boğaz kıyısında, Beşiktaş meydanında, Levent’te başı dolu, başı boş dolaşmak istiyorum.
Yazının Devamını Oku

Siyasal sonuç yoksa 26, 27, 28

23 Şubat 2008
YÜKSEK dağların hemen arkasında bir ova var. Dağlar yavaş bir kavisle o ovayla birleşiyor. Dağlar bitiyor, ova başlıyor. Kuzey Irak tarafında. Sınır dağlardan geçiyor.

Türkiye, Irak’la yeni bir sınır çizmeyi tasarlıyor. Sınırı o dağlık bölgeden ovaya indirmek.

Bu sadece bir düşünce antrenmanı. Sorumluluk taşımış ya da taşıyan yetkililerin antrenmanı. Düşüncenin nedeni Irak sınırı ovaya çekerek, Türkiye’nin kendini daha fazla güvenliğe alması. PKK’nın dağdan geçişini zorlaştırmak üzere.

Kuzey Irak’a önceki gece başlayan kara harekatı, bana bu düşünce antrenmanını anımsatıyor.

Harekat sonrasında ovada bir tampon bölge kurulmasına yol açar mı, sorusunu akla getiriyor. Sonradan sınırın geçeceği tampon bölge.

ON YIL SONRA

Sayısı belki çok fazla değil, ama vurucu gücü yüksek bir askeri güç. Kuzey Irak’a karadan giren Türkiye’nin kullandığı askeri güce bakıldığında, harekatın hedefi sınırlı.

Gittik, PKK’yı vurduk, döndük, gibi kısa dönemli bir amaç. Daha kalıcı sonuçlar yaratmaya dönük değil.

Aynı zamanda, şu kadar teröristin öldürülmesi, etkisiz hale getirilmesi meselesi değil. PKK’nın lojistik, barınma, haberleşme ve benzeri altyapı araçlarının yok edilmesine yönelik.

İlk harekat 1984’te. O tarihten sonra Kuzey Irak’a 24 harekat yapılıyor. Son kara harekatı on yıl önce, Kasım 1998’de. Önceki akşam başlayan kara harekatı on yıldan sonra ilk.

Bununla birlikte, zaman zaman özellikle 2002’de giriş-çıkışlar var. Gecelik, o anın gereği, sınır ötesine taşan harekatlar. Ama, son kapsamlı harekat 1998’de.

Ne var ki, sınır ötesi harekatlar bugüne kadar beklenen sonucu vermiyor.

24’E BENZEMESİN

24 yılda 24 harekat. Şimdiki 25. harekat. Eğer, o 24’e benzemesi istenmiyorsa, geçmişteki harekatlar gibi şöyle gelip geçmesi düşünülmüyorsa, yapacak işler var.

Yıllardır hep aynı söz söyleniyor, "bataklık Kuzey Irak’ta". 24 harekat o bataklığı kurutmaya yetmiyor. Bataklık hem Irak’tan besleniyor, hem Türkiye içindeki ayrılıkçı unsurlardan.

Amerika’nın ve AB’nin ilk kez desteğini alan 25. harekat dışarıda ve içerde siyasal sonuçlar vermeli:

1- Yeni bir sınır çizimi için Irak yönetimiyle görüşmek.

2- Irak’ta PKK varlığının önlenmesinde, Irak yönetiminin demeçlerine bel bağlamak yerine, bunu sağlayacak köklü bir anlaşmaya yönelmek.

3- Barzani’ye sadece kızmak yerine, Barzani ile de görüşmek.

İçerde ise, yıllardır sadece adından söz edilen ve her terör eylemiyle, "tamam böyle bir sorun vardı" diye anımsanan Kürt sorununa eğilmek.

Her askeri harekatın, adını koyalım, her savaşın siyasal sonuçları var. Bundan önceki 24 harekat, geçici askeri sonuç vermiş olsa bile, hiçbir siyasal sonuç vermiyor. Dışarıda ve içerde değişen pek bir şey olmuyor.

Yine doğru ve sık tekrarlanan bir söz var, "teröristle mücadele ayrı, terörle mücadele ayrı".

Askeri harekat teröristle mücadele ediyor, terörle değil. Ama eğer, askeri harekat sonrasında, terörle mücadele edilecekse ve 25. harekattan siyasal sonuç bekleniyorsa, şimdi pratik adımlar atmak zorunda.

Yoksa, 26, 27, 28...
Yazının Devamını Oku

Merkez üssü ulaştırma

22 Şubat 2008
HEPSİNİN yüzde 90’ı aynı havuza. Milyar dolarlık bir havuz.<br><br>Köprülerden, otoyollardan, özelleştirilen hava alanlarından, taşıt muayene istasyonlarından alınan gelirlerin yüzde 90’ı. Ayrıca, Ulaştırma Bakanlığı’nın yatırımlara ayırdığı para. Hepsi aynı havuza. Teknik adına bakarsanız, anlamak zor. "Ulaştırma Altyapıları Kanun Tasarısı". Şu anda Meclis Bütçe Plan Komisyonu’nda.

Teknik olmayan, fiili duruma bakarsanız, Son Padişahlık Yasası. Hatta, CHP milletvekili, Bütçe Plan Komisyon üyesi Akif Hamzaçebi’nin deyimiyle, "Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki havuzları andırıyor".

İŞTE BUNA FON DENİR

AKP milletvekilleri tarafından verilen öneriye göre, yukarda sayılan gelirlerden bir havuz, bir fon oluşuyor. Şimdi sıkı durun:

- Fonun yönetimi Ulaştırma Bakanlığı’na veriliyor.

- Bundan böyle Ulaştırma Bakanlığı ihaleleri bu fon üzerinden.

- Buradan yapılacak harcamalar Sayıştay denetimi dışında.

Ama, Yüksek Denetleme Kurulu denetimi içinde. Göstermelik. Denetim raporu Başbakan’a sunuluyor. Diyelim ki, bir yolsuzluk raporu. Eğer, Başbakan uygun görürse, raporun gereği yerine geliyor. Yoksa, sen sağ, ben selamet.

YOLSUZLUĞA UYGUN

Yasa önerisi her şeyden önce, AKP’nin kendi ilkelerine aykırı.

1- Dillerden düşmeyen mali disipline aykırı. Sen bir fon oluştur, onu istediğin gibi kullan, hangi mali disiplin?

2- Ocak 2006’da yine kendi kabul ettiği, bütün gelirler bütçeye girecek, her harcama Sayıştay denetimine tabi olacak, yasasına aykırı.

Ama, yolsuzluk iddialarına yenilerinin eklenmesi açısından, uygun.

Asıl soru, neden böyle bir havuz, böyle bir fon? Neden?

Şunun şurasında yerel seçimlere bir yıl var. Dile benden ne dilersin, vaziyetine denetimsiz harcama kervanı.

Neden Ulaştırma? Harcama yönetimini herhalde en iyi o bakanlık biliyor.

Akif Hamzaçebi iki kez Bakan Binali Yıldırım ile Ulaştırma Müsteşarı’nı arıyor, bu yasanın teknik ayrıntısını, gerekçesini öğrenmek üzere. Ne Sayın Bakan, ne de Sayın Müsteşar telefona çıkmak zahmetine katlanıyor.

Yaşadığımız gündemin çok gerisinde gibi görünen bu yasa önerisi, AKP’nin nasıl gözü kara gittiğinin tipik örneklerinden.

Gözü kara, artık kendi ilkelerini bile çiğniyor. Hedef yerel seçimler, o halde her yol geçerli.

Sinan Çetin’in son filmi

ÖNCE liberal aydınlar, okumuş yazmış, Batı kültüründen geçmiş, burnundan kıl aldırmayan, soyut demokrasi teorileri üzerinden ahkam kesenler. AKP’ye oy veren yüzde 46.5 içinde onlar var.

Sonra kocaman holdingler, görmüş geçirmiş, ekonomiyi gözden geçirirken, çıkarlarını siyasetle iyi bağdaştırmış, Batı yanlısı işadamları. AKP’ye oy veren yüzde 46.5 içinde onlar var.

Son olarak, Sinan Çetin gibi, önemli filmlere imza atmış, Batı yanlısı, yaşam tarzları itibarıyla AKP felsefesine teğet bile geçmemiş anlı şanlı sanatçılar. AKP’ye oy veren yüzde 46.5 içinde onlar da var.

Şimdi bunlar tek tek itiraflarını yazıyor, "biz AKP’ye inanmıştık, onu özgürlükçü bulmuştuk" diye günah çıkartıyorlar.

Üç grupta yer alan hiçbirinin pişmanlık tezi yazma hakkı yok. Çünkü, bugünün sorumlusu onlar. Kendim ettim, kendim buldum, Sinan Çetin’in son filmi. Yönetmen olarak, rolleri bu üç grup içinde dağıtma görevi ona ait. Gözyaşları arasında hep birlikte izlerler.

Yüzde 46.5’un hazin dökülüşü. Anabasis’in "Onbinlerin Dönüşü" gibi.
Yazının Devamını Oku

Çömez’in bir garip rüyası

21 Şubat 2008
SESSİZ sedasız görevden alınıyor. Gazetelerin 19. sayfasında tek sütun, kısa bir haber: İGDAŞ Genel Müdürü Levent Tüfekçi görevinden alındı.

İGDAŞ doğalgaz sayacı almak istiyor. Birkaç yıl önce yine alıyor. O sırada bir başkası genel müdür. O sırada sayaç ihalesi, davet usulü. Davet usulü ihaleyi bir firma kazanıyor. O sırada sayaçları bu firma getiriyor, tanesi 44 Euro.

Arada genel müdürlüğe Levent Tüfekçi getiriliyor. Yeniden doğalgaz sayacı alınacak, yeniden ihaleye çıkılacak. Ama, bu kez davet usulü değil. Levent Tüfekçi kararlı.

AYNI SAYAÇ 44 VE 22 EURO

Ama, başkaları da kararlı.

Ankara’da bir bakan odası. Odada bir bakan, bir işadamı ve Levent Tüfekçi. İşadamı, davet usulü ihaleyle 44 Euro’dan sayaç getiren firmanın temsilcisi ya da sahibi, artık ne ise.

Tüfekçi, bakanla yalnız görüşmek istiyor. Bakan davet usulünde, Tüfekçi de normal usulde ısrarlı. "İsterseniz beni görevden aldırın" diyerek, bakana "satın almanın normal ihale koşullarına göre yapılacağını" söylüyor.

Öyle oluyor, ihale normal koşullarda yapılıyor ve...

Aynı marka sayaç, bu kez 44 değil, sadece 22 Euro, yarı yarıya.

Aradan zaman geçiyor, geçenlerde İGDAŞ Genel Müdürü Levent Tüfekçi görevden alınıyor. Sessiz sedasız, gazetelerin 19. sayfasında tek sütun. Bunca karmaşa içinde dikkat çekmiyor.

AĞIR VE PİS KOKU

Aktardığım olay, AKP Balıkesir eski milletvekili Turhan Çömez’in web sitesinde yer alıyor. Çömez 6 Haziran 2007’de Bir Garip Rüya başlıklı yazısında bu olayı daha da ayrıntılarıyla anlatıyor. O sırada milletvekili.

Yazısı, "Geçen gece bir rüya gördüm, kan ter içinde uyandım, gerçek zannettim" diye başlıyor, sonu "Bakın bakalım kapınızın önündeki doğalgaz sayacınızdan ağır ve pis bir koku geliyor mu" diye bitiyor.

Tüfekçi geçenlerde görevinden alındığında, Turhan Çömez’e gördüğü rüyayı soruyorum, Çömez:

"Bana Levent Tüfekçi anlattı."

Geçen haziranda yazılan web sitesindeki bu rüya ile kimse ilgilenmiyor, kimse sormuyor.

Çok normal, ardı arkası kesilmeyen yumruklaşmalarla birlikte, öfke selinde yüzen lanetli bir geminin yolcuları gibiyiz, rüya ile ilgilenecek zaman yok.

Ermeni cinayetleri Alman yangınları

ALMANYA’da Türklerin oturduğu evlerde arka arkaya yangınlar çıkıyor. Değişik kentlerde.

Bu yangınların artık sıradan kaza olmadığı ortada. Bilinçli yabancı düşmanlığı, neonazi kundaklamaları. Doğrudan Türkleri hedef alıyor.

Yangınlar bana 70’li yılların Türk diplomatlarına yönelik Ermeni cinayetlerini anımsatıyor. O yıllarda Ermeni milliyetçiliği, terör örgütü ASALA üzerinden, Türk diplomatlarını öldürerek kendini kanıtlamaya çalışıyor.

Şimdi ise, Almanya’da yoğunlaşan yabancı düşmanlığı, özellikle Türkleri hedef alarak, çıkardığı yangınlarla sesini duyurma çabasında. Dokuz yurttaşımızın can verdiği daha ilk yangında, Ludwigshafen’de kundaklama izleri çok net.

Bazı siyasal partilerin yabancı düşmanlığını içeren afişleri, yangınları körükleyen etkenlerden. Yani, siyasal destek var.

Türkiye, Alman hükümetinin bu yangınlara ne zaman siyasal cinayet diye bakacağını, suçluları ne zaman yakalayacağını merakla bekliyor.
Yazının Devamını Oku

Sözcülük yalan söylemek değil

20 Şubat 2008
69 emekli büyükelçiye Dışişleri Bakanlığı’ndan telefon, şubat başında:<br><br>"Sayın Cumhurbaşkanı sizi 22 Şubat’ta Çankaya’ya davet etmektedir. Göreviniz sırasındaki çabalarınız için, size takdirname sunacaktır." Devlette böyle bir gelenek var. Daveti alan büyükelçiler kendi aralarında tartışıyor. "Gidelim, gitmeyelim" tartışması.

Gitme taraftarı olanlar, "devletin tepesinden gelen daveti geri çevirmek yanlış olur" düşüncesinde.

Gitmek istemeyenler, "türban tartışmasının alevlendiği sırada eşi türbanlı Cumhurbaşkanının bizi çağırması politik manevradır" düşüncesinde.

69 emekli büyükelçinin yaklaşık 40’ı gitmekten yana değil. Durumu Dışişleri Çankaya’ya iletiyor. Ve tören erteleniyor. Bu ilk perde.

YALANLAMA FACİASI

İkinci perde yalanlama faciası.

Büyükelçilerin Çankaya protestosuna dönük haber geçen pazar Hürriyet’te yayınlanıyor. Çarklar dönüyor, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Levent Bilman sahneye çıkıyor:

"Emekli büyükelçilere plaket verilmesi için belirlenmiş bir düzeleme ve Cumhurbaşkanlığınca yapılmış sözlü veya yazılı resmi bir davet söz konusu olmamıştır."

Yalan bir:

Düzenleme var, tarihi 22 Şubat. Bunu emekli büyükelçilerin hangisine sorarsanız, size söylüyor.

Yalan iki:

Düzenleme var, emekli büyükelçiler arasında çıkan gidelim-gitmeyelim tartışmasının kaynağı bu davet. İki farklı görüş gazetelere yansıyor.

Yalan üç:

Madem Çankaya’dan davet yok, emekli büyükelçilere neden "Cumhurbaşkanı takdirname sunacaktır" deniyor?

Çuvallama:

Düzenleme için Çankaya, Dışişlerine görev veriyor. Bilman’ın sözcüsü olduğu kuruma. Ama, Bilman’ın Dışişleri’nin bu girişiminden haberi yok.

Kıvırma:

Davet doğrudan Çankaya’dan yapılmıyor, Dışişleri protokol üzerinden yürütülüyor. Bu da doğal. Ve hep böyle.

Öyle bir yalanlama ki, baştan sona yalan, çuvallama, kıvırma.

ASIL SORUMLU GÜL

Sözcü ne yapsın? Emir büyük yerden, "yalanlanacak" deniyor, o genç arkadaş da yalanlıyor.

Ancak, yalanlamaların ciddi sonucu var. İnandırıcılık kayboluyor. Sözcülük zor iş, diplomatik manevra yeri, ama yalan söyleme yeri değil. İkisi birbirine karışırsa, yapılan hiç bir açıklamaya kimse inanmaz. Buna diğer ülkeler dahil.

Yine de, asıl sorumlu Abdullah Gül. Kendini kurtarmak için, eskiden başında bulunduğu Dışişlerini ateşe atıyor.

Olayın devamı var. Yeni bir program düşünülüyor. İlerde bir tarihte, emekli büyükelçiler ile yüksek yargı organlarının davet edileceği bir tören. Hele, bu skandal küllensin, zamanına bakarız. Olmazsa, yalanlamak serbest.

28 Şubat’a denk getirmek

AKP çekirdek takımı, özellikle Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan yanıp tutuşuyor, 28 Şubat rövanşıyla.

Erdoğan’ın 2003’te Siirt’ten milletvekili seçiminde, seçim tarihinin 28 Şubat gününe denk getirilmesi düşünülüyor. Sonra vazgeçiliyor. İsteniyor, ama yine de gereksiz görülen bir gösteri. Yok canım, olur mu hiç, baştan sona senaryo.

Şimdi benzer düşünce, Gül’ün türban onayı ile ilgili. Onay 28 Şubat’a ne kadar yakın bir tarihe denk düşerse, bundan alınacak zevk o kadar fazla.

Böyle bir rövanş duygusu ile devlet yönetilir mi? Elbet yönetilmez. Zaten yok böyle bir şey, tarih hesaplamalar, denk getirmeler birer senaryodan ibaret.
Yazının Devamını Oku

Karşı mahalle baskısı altındayım

19 Şubat 2008
EKREM Dumanlı özür diliyor, olur mu böyle şey, diyor, ama yönettiği gazete ile ilgili beş günlük kişisel serüvenim, onun bu tepkisini geride bırakıyor. Dumanlı’yı tanıyorum. Ara sıra bazı toplantılarda bir araya geliyoruz. Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni. Düşüncelerimiz arasında dağlar kadar fark olsa bile, onu makul biri olarak görüyorum. Ne var ki, Zaman Gazetesi ile dört günlük kişisel serüvenim, zincirleme trafik kazası gibi.

Geçen hafta "Zorbalık manzaraları" başlıklı bir yazı yazıyorum. AKP’nin birilerine armağan ettiği şımarıklıktan zorbalığa dönüşen örnekler.

Bu örneklerden biri de, çok yakın bir arkadaşımın eşinin başına gelen olay. İstanbul Harbiye’de bir taksi şoförü, arkadaşımın eşini arabasından indiriyor, "Abla senin başın açık, sen in" diyerek. Ben de, bunu yazıyorum.

BEŞ GÜNLÜK VODVİL

Yazıyorum ve birinci gün:

Zaman Gazetesi’nden bir muhabir arkadaş, beni cep numaramdan arıyor. "Yazdığınız olay çok ilginç, acaba o taksinin plakası var mı?"

Muhabire, beni daha sonra aramasını, arkadaşıma soracağımı, plakayı almışlarsa, kendisine vereceğimi, söylüyorum.

Yazıyorum ve ikinci gün:

Aynı muhabir arıyor. Ne yazık ki, plaka yok, çünkü arkadaşımın eşi, o sinirle kendini taksiden dışarı atıyor ve plakayı almıyor. Keşke alsa. Meslektaşıma anlatıyorum.

Yazıyorum ve üçüncü gün:

Aynı muhabir yeniden arıyor, sorusunu tekrarlıyor. Şaşırıyorum, dün konuştuk, plaka yok ne yazık ki, diyorum. Meslektaşım ısrar ediyor. İşin rengi değişiyor.

DÖRDÜNCÜ GÜN

Yazıyorum ve dördüncü gün:

Zaman’daki meslektaşım yine telefonda, bu sefer, iş çok renkli. "Bir şoför geldi şimdi bizim gazeteye, siz geçen yıl bir taksiye binmişsiniz, şoför sakallı diye, para vermeden inmişsiniz".

Astronot namaz kılıyor, diye, uzay gemisini de terk etmiştim. Mihmandar sakallı diye, safaride aslanlara yem olmasını da seyretmiştim. Firavunu mumyasında sakallı görünce, piramitleri yeniden yerin altına gömmek istemiştim.

Ne diyor bunlar? Zaman Gazetesi neyin peşinde? Yazdığımın yanlışlığını kanıtlamak için çırpınıyor.

Yazıyorum ve yine dördüncü gün:

Bu vodvili yazmaya karar veriyorum, bir de Ekrem Dumanlı’yı arıyorum. Özür diliyor, haberi olmadığını söylüyor. Bir süre sonra Zaman Haber Müdürü beni arıyor, "bu gibi olayların tekrarını önlemek için, uğraştıklarını" söylüyor. Sakallı şoför ve para vermemek olayından dolayı özür diliyor.

TV’DE ÇAMUR DANSI

Eh, artık dört günlük serüven bitiyor diye düşünüyorum.

Yazıyorum ve beşinci gün:

Zaman Gazetesi gibi, yine Fethullah Hoca denetimindeki Samanyolu TV’de sohbet programı. Programı Zaman’dan Hüseyin Gülerce yönetiyor. Onu da tanıyorum. Ara sıra bana uğruyor, hal hatır soruyor, sohbet ediyor. Siyasal frekanslarımız uyuşmasa da, düzgün ve aklı başında görünüyor.

TV’de yine yazdığım taksi şoförü olayı. Gülerce "masa başında yazılan bu yazılar, insanları tahrik ediyor" diyor. Masa başı olduğunu nereden biliyor? Yazının tahrik mi, yoksa uyarı nedeniyle yazıldığını anlamaktan aciz mi?

Amaç, bu gibi olayları gizlemek. Gizlemek mümkün değilse, yalanlama çabası. O da olmuyorsa, TV’de çamur dansı. İdeolojik refleks.

Benzer olaylar saklı kalsın, kimse peşine düşmesin, bunlar da istedikleri gibi at oynatsın. Yok, ya!

Beş günlük serüven tam bir karşı mahalle baskısı, Zaman baskısı.

Bu baskıyı, doğru ve yaşanmış bir örneği yalanlatma çabasıyla, eli her gün kalem tutan birine bile yapmaya kalkıyorlarsa, başkalarına kim bilir neler.

O kadar ucuz değil.
Yazının Devamını Oku