Yalçın Doğan

Ortak akıl AKP’ye uzakta

27 Mart 2008
AĞIR basan duygu, kapatılmak. AKP’deki ruh halinin özeti bu. Ağır basan önlem, 1-Referandum, 2-Yeni bir parti. AKP’nin siyasal stratejisinin özeti bu.

Ortada henüz sadece iddianame var. Ne Anayasa Mahkemesi raportörünün raporu var, ne de Anayasa Mahkemesi’nde konuyla ilgili resmi ya da gayri resmi görüşme.

Buna rağmen, Ankara’nın siyasal koridorları, AKP’nin kapatılmasına kesin gözüyle bakıyor. Neye göre? İddianamede, AKP’yi kapatmaya yetecek ölçüde güçlü hukuki kanıtlar bulunduğu görüşüne dayanarak.

Sadece AKP dışında değil, AKP içinde bile, bu inanca sahip kişiler var.

LACİLER VE LACİLER

AKP’nin kapatılacağı, başta Tayyip Erdoğan, bazı siyasetçilerin yasak kapsamına gireceği ihtimaline karşı, bazı AKP’liler beklentiye giriyor:

"Onlar yasaklanırsa, acaba bana yeni bir rol düşer mi?"

Partinin yönetim kademelerinden genel başkanlığa uzanan geniş yelpazede yeni bir rol. Böyle bir rolün icabı olarak, Ankara siyasal jargonunda geçerli olan laciler yani lacivert elbiseler ısmarlanıyor.

Ismarlayanlar çok dikkatli. Bu ortamda kiminle görüşmek iyi, kiminle kötü, hesabı almış başını gidiyor.

TEHLİKELİ YOL

Bütün bunları en iyi gören Tayyip Erdoğan. Onun için, en çok savaşan o. Şakası yok, siyasal hayatı tehlikeye giriyor.

AKP’nin bazı kurmayları o nedenle, en tehlikeli yolu dile getirmeye başlıyor. Parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliğini referanduma sunmak.

Bu o kadar tehlikeli ki, toplumu tam anlamıyla bölecek, bir yol.

Daha da tehlikelisi, laiklik üzerinden Cumhuriyet’i referanduma sunmak gibi, nereye varacağı belli olmayan ateşle oynamak.

Herkes ortak akıldan, diyalogdan, gerginliğin azaltılmasından söz ediyor.

O ortak akıl, en çok uğraması gereken yere, AKP’ye, henüz uğramıyor.

Asıl değişiklik başka yerde

SİVİL toplum örgütleri, pek çok kişi ve kurum iyi niyetli çaba içinde. Kutuplaşmanın önlenmesi ve bunun açtığı bunalımın giderilmesi için. Çok eksik. Eksik olanı SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın vurguluyor:

"Kutuplaşmanın bir kez daha yol açtığı ağır bunalımın kaynağı kişiler ya da partiler değil, siyasal alana yerleşmiş oligopolcü yapıdır".

Nedir o yapı? Karayalçın:

"Yüzde 10’luk seçim barajı, hazine yardımı, Siyasal Partiler Yasası, Seçim Yasası ve Anayasa’nın ilgili maddelerinin değiştirilmesi için, ilgili tüm kurumları mutabakata çağırıyorum".

Karayalçın haklı. Temelde bu bozukluklar sürdükçe, kutuplaşma kaçınılmaz.

Sansür ve haksız rekabet

FOTO muhabiri malum dinci gazetede. Oradan Anadolu Ajansına, oradan da Başbakanlık ve Çankaya’ya alınıyor. Son günlerde üç, dört örneği var.

Bazı toplantı, görüşme ve ziyaretleri sadece bu kişiler izliyor, sadece bunlar fotoğraf çekiyor. Anadolu Ajansı kadrosunda olduğu halde, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın özel fotoğrafçıları gibi.

Onlar, Gül ile Erdoğan’ın istediği fotoğrafı çekiyor, Anadolu Ajansı üzerinden, seçilen fotoğrafı tüm gazete ve TV’lere gönderiyor.

1-Bu bir sansür. Sadece kendi istediği fotoğraflar yayınlanıyor.

2-"Biz ve onlar" ayrımı şimdi bu alana da yansıyor.

3-Kaldı ki, bu mesleki açıdan haksız rekabet.

Son zamanlarda Gül ve Erdoğan’ın canını sıkabilecek bir fotoğraf görüyor musunuz? Görmeniz mümkün değil, çünkü kontrol altında.
Yazının Devamını Oku

Akbabanın Ankara günü

26 Mart 2008
İKİ ayrı masa. İki ayrı masada Rusya yok. İki ayrı masada Rusya’nın adı bile geçmiyor. Ama, iki ayrı masaya Rusya hakim. 24.03.08, iki gün önceki pazartesi, Ankara.

Birinci masa, Türk-Amerikan görüşmeleri. Ankara, Rusya’yı düşünüyor. Chenney’e o nedenle, o ilk masada hayır diyor.

İkinci masa, Türkiye-Türkmenistan görüşmeleri. Türkmenistan, Rusya’yı düşünüyor. O ikinci masada Ankara’ya o nedenle net yanıt vermiyor.

Bir kaç saat ara ile Ankara önce ABD Başkan Yardımcısı Chenney, ardından Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov’la buluşuyor. Her iki görüşmede, Rusya yok. Adı da, geçmiyor. Ama, iki masadaki görüşmelere Rusya’nın gölgesi düşüyor.

RADAR DİKELİM

Dış politika ve enerji açısından iki gün önceki pazartesi, Ankara tam sisler bulvarı.

ABD Başkan Yardımcısı Chenney, Türkiye’ye gelirken, ABD TV’lerine, "Kürdistan’ı gördüm" diyor. Uçaktan, Kürdistan’ı görmüş bir ABD Başkan Yardımcısı iniyor.

Ayağının tozuyla yaptığı görüşmelerde, ısrar ediyor:

"Sizin buraya radar dikelim."

ABD’nin radar isteği, Chenney’e göre, İran ve Kuzey Kore’den gelebilecek füze tehlikesine karşı bir önlem. Kıtalar arası balistik füzelere karşı. Radarlar füzenin atıldığı anı ne kadar erken belirlerse, füzeyi havada yok etmek için kazanılan zaman o kadar uzun. Türkiye’ye radar dikmek, ABD’nin öncelikleri arasında.

Şu anda Polonya, Romanya ve Kosova’da dikmek üzere. Bir de, Türkiye’ye dikerse, kendini garantiye almış hissediyor. Sözde İran ve Kuzey Kore ama, radarların dizilişi Moskova’yı rahatsız ediyor.

Kıtalar arası balistik füzelerle bizim zerre kadar ilgimiz yok. Bizi rahatsız eden füzeler 300 ve 1500 kilometre menzilli olanlar. Bu teknik neden, ama asıl Rusya’yı rahatsız etmek kaygısı, Ankara’nın kararını etkiliyor:

"Siz buraya radar dikmeyin."

Kürdistan’ı görmüş Başkan Yardımcısı umduğunu bulamıyor.

KARTLAR YENİDEN

Aradan bir kaç saat geçiyor. Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhammedov karşısında, Türkiye çok rahat. Çünkü, ABD’nin radar önerisini geri çevirmiş.

Ankara, Türkmenistan’la enerji projelerini görüşmek istiyor. Ancak, Berdimuhammedov bunlara şimdilik o kadar hazır değil. Onun aklında da, Rusya var. O da, Rusya’yı rahatsız etmek istemiyor.

Türkmenistan Türkiye ile enerji alanında daha sıkı ilişkiler kurarsa, Rusya bundan neden rahatsız?

Kartların masada yeniden dağıtılmasını beklemek gerek.

Biri dindar, biri inanıyor

GEÇMİŞ zaman olur ki, dizesine denk düşen, yaşanmış bir olay. Zaman geçmiş ama, bugüne ayna tutuyor.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Raymond Ramazani Baya üç yıl önce Ankara’da. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer kabul sırasında konuk bakana sürpriz bir öneri getiriyor:

"Siz Müslümansınız, Raymond Hıristiyan ismi, onu bırakın, Müslüman ismi olan Ramazan kalsın."

Baya
şaşırıyor. "Bizde ikisi de kullanılıyor ve bizim için bu belki daha iyi" diyor.

Abdullah Gül’ün seçimi sırasında, "dindar bir Cumhurbaşkanı olsun" diye davul çalanların kulağına küpe olmak üzere.

Sezer de inanıyor, ama inancını Cumhurbaşkanı olarak, kendine saklıyor.
Yazının Devamını Oku

O benim canım İlhan Abim

25 Mart 2008
BAŞINDAN sanki hiçbir şey geçmemiş gibi, bildiğim şakacı üslubuyla, "Gördün değil mi, kim daha ünlüymüş, hepinizi nasıl solladım" derken, gülümsemesi eksik değil. O İlhan Selçuk, benim kuşağımın ve büyük çoğunluğun İlhan Abi’si. Ama, benim için İlhan Abi çok özel. Gazeteciliğe adım attığım 1973’ten bu yana, Cumhuriyet, Milliyet ya da şimdi Hürriyet’te o benim canım İlhan Abim. AB, özelleştirme ve daha başka konularda, siyasal bakış açılarımız farklı. Ama, o benim canım İlhan Abim.

Özel yaşamında karınca ezmez, insana dair her ayrıntıya müthiş duyarlı, herkesin derdiyle ilgili, ülke sorunlarıyla yüklü. "İlhan Abi, gözaltında ne hissettin ve düşündün" diye sorduğumda:

"İnsan daha filozof oluyor. Toplumun tepkisini görünce, inandım ki, Türkiye daha iyi olacak".

SIRADAN SOHBETLER

Polisler sabahın köründe koluna giriyorlar, gözaltına götürüyorlar, ama öte yandan, "Biz sizi çok severiz, sayarız İlhan Abi" demekten kendilerini alamıyorlar.

İlhan Selçuk’un evinden götürülüş biçiminden, gözaltındaki saatlerine kadar her ayrıntı, bir garabet silsilesi. O saatte evden alınışına savcı, "Ben İlhan Selçuk’u getirin, dedim ama, o saatte getirin demedim" sözüyle kamuoyundaki tepkileri karşılıyor.

İlhan Abi kendisine yöneltilen sorulara çok şaşırıyor. Dün bana:

"Şimdi seninle konuşuyoruz ya, zaman zaman dalga geçiyoruz, mesela, memleket dibe vurdu, diyoruz. Telefonları dinliyorlar, bana bunu bile sordular, ne demek dibe vurmak, diye. Sıradan sohbetler iddia olarak, örgüt bağlantısı olarak karşıma çıktı."

Aramada polisler, özel mektuplara kadar evini altüst ediyor, ama bir şey bulamıyor. Ne bulacaklar ki?

GERİLİMİ DÜŞÜRMEK

Peki, neden? İlhan Abi:

"Bu çok büyük bir operasyon. Çok başka yerlere uzanan ilişkiler aranıyor olabilir. Öyle sorular sordular ki, çok garip, ben de onlara sorma ihtiyacı hissettim. Benim sorularıma verilen cevaplardan ortaya çıkardığım bu."

Türkiye, İttihat Terakki’den bugüne kadar görmediği bir hesaplaşma içinde.

Kapatılma sendromuyla AKP’nin saldırmadığı çevre yok, halkın yarısından çoğu ise, haklı olarak, laiklik elden gidiyor kaygısında. Tayyip Erdoğan’ın tutumu burada önemli. Dünkü Cumhuriyet’in başyazısı o tutumu eleştiriyor:

"Hükümetin Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan, Ergenekon dosyasında taraf rolü oynamaktadır; yargıyı etkilemeye çalışmaktadır."

Ülkenin en saygın yazarlarından biri gözaltına alınıyor, sonra serbest bırakılıyor. Siyasal düşünce ve yaşam tarzı arasında dağlar kadar fark olsa bile, ülkenin Başbakanı arayıp, geçmiş olsun, demek nezaketinde bulunmuyor.

Erdoğan gerilimi azaltacakmış. Gerilim böyle azalır. Yoksa, her çıktığı kürsüde, gerilimi azaltmak adına, her önüne gelene yüklenmekle değil.

İlhan Abi sana geçmiş olsun. Ya Türkiye?

Dünya basınında yanlış yorumlar

PEK çok yabancı gazete ve TV’nin Türkiye’de muhabiri var.

Türkiye ile ilgili, değişik alanlarda röportaj ve haberler yayınlıyor. Zaman zaman bizlerin de dikkatini çeken yazı ve yorumlar.

Ama, son dönemde ciddi yorum hataları var. Örneğin, Ergenekon nedeniyle son gözaltıları bir İngiliz gazetesi, "eski tüfeklerin hesaplaşması" yorumuyla veriyor.

Ne alakası var? Eski tüfek, yılların solcusu, bir zamanlar aktif, şimdi solculuğunu yine koruyan, ama köşesine çekilmiş anlamına geliyor.

1- İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının köşelerine çekilmekle ilgisi yok. Perinçek hálá parti başkanı, İlhan Selçuk yazar.

2- Karşıdakiler eski değil. Sonradan türeyen sağcı siyasiler.

Sadece o İngiliz gazetesi değil, dünya basını genel olarak Türkiye’de olup biteni anlamakta zorluk çekiyor.
Yazının Devamını Oku

Lorca’nın 70 yıl önce yazdığı dram Türkiye’nin bugünkü trajedisi

23 Mart 2008
Lorca’nın yetmiş yıl önce yazdığı Bernarda Alba’nın Evi oyunu Türkiye’nin bugünkü trajedisini anlatıyor adeta. Ürken toplum baskı altında boğucu bir çaresizlik içinde. O çaresizlik şimdi lav püskürtüyor, yanardağ patlıyor. Yanardağ patladığında, herkes altında kalıyor. Yasaklara karşı çıkarak, yeni yasaklar getirenler en başta.

- Bırakın kaçsın.

- Hayır, öldürsünler.

- Bu kadar çok mu seviyorsun bu adamı?

- Hem de çok. Gözlerine baktıkça, kanı ağır ağır içime işliyor.

Saksılarda sardunyalar. Bir çeşme, kırık dökük bir at arabası. Akdeniz güneşiyle aydınlanan bir Endülüs evinin avlusu. Bernarda Alba’nın Evi.

Eşinin ölümü üzerine, Bernarda evde sekiz yıllık yas ilan ediyor. Evde yaşları yirmi ile kırk arasında değişen beş kızıyla birlikte yaşıyor. Sekiz yıl kızlar dışarıya adım atmayacak, pencereler kapalı kalacak, dünyaya duvar örülecek.

Ev değil, hapishane. Boğucu bir baskı. "Oturun evde oya işleyin." Kızlarıyla övünüyor, "erkek eli değmedi onlara". Oysa, kızların arzusu tam tersi.

Üstelik, bu arada en yaşlı ve çirkin kız, mirastan en büyük pay ona kalıyor, köyün en yakışıklı erkeği, 25 yaşındaki Pepe El Romano ile nişanlanıyor.

El Romano eve bir giriyor, flört etmediği kız kalmıyor. En güzel ve en küçük kız Adela ile ise, duvarlar yıkılıyor, flört ateşli aşka dönüşüyor. Hapishanede yasak aşk. Ablasının nişanlısıyla aşk saatleri.

Faşistlerin kurşunlarıyla can veren İspanyol şair ve yazar Federico Garcia Lorca’nın ölümünden önce yazdığı son eser, Bernarda Alba’nın Evi’ni geçenlerde İstanbul’da, Kağıthane Sadabat Sahnesi’nde izliyorum.

KUSURSUZ YÖNETİM

Engin Alkan’ın kusursuz yönetiminde Ayça Telırmak, Bernarda rolünde, Elçin Altındağ, genç ve güzel kız Angustias rolünde ve diğer kızlar harika bir oyun sergiliyor. Dekor, kostüm, ışık, eserin Türkçesi eksiksiz.

Sevginin, hayata bağlılığın, gençliğin fışkırabileceği bir ev, Bernarda diktasında cehenneme dönüyor. O cehennemde bir yasak aşk. Bernarda’nın elinden eksik etmediği baston, katı yasalar yerine, acımasızlığın simgesi.

Ne var ki, aşk ne baston dinliyor, ne cehennem. En yasak duygu, çölde boy atıyor.

Koyduğu amansız yasağın çiğnenmesiyle çılgına dönen Bernarda’nın gözü hiçbir şey görmüyor. Hatta, diğer kız kardeşler, onca kıskançlıklarına rağmen, en küçüklerinin kaçmasına ortam hazırlarken, Bernarda namusun ancak ölümle temizleneceğine inanıyor. Çok üzülse bile.

Angustias intihar ediyor.

Gitarı ve piyanosuyla besteler de yapan Lorca, ressam Salvador Dali ve film yönetmeni Luis Bunuel’in yakın dostu, İspanyol edebiyatının dünyaya armağan ettiği en büyük, en devrimci yazarlardan biri. Benim çok sevdiğim yazarlardan.

1936 yılında, İspanya İçsavaşı sırasında faşistlerin onu kurşuna dizerek öldürmesi, Lorca’yı daha da ölümsüz kılıyor. Lorca, hüzün ve direniş ve başkaldırıyla özdeş.

BOĞUCU BİR ÇARESİZLİK

Türkiye’nin boğucu günlerinde böyle bir oyunu izlemek, yasaklarla bir yere varılmayacağını bir kez daha gösteriyor. Hele de, o baskıyı yaşamış ilk elden anlatılırsa.

Ancak, baskı iki taraflı. Bernarda’nın baskısı bir yanda. "Yasakları kaldırmak gerek" diyenlerin baskısı öte yanda. "Yasakları kaldıralım" derken, sadece kendisi için açılan özgürlük pencereleri aslında başkalarına yeni yasaklar getiriyor.

Ürken toplum baskı altında boğucu bir çaresizlik içinde. O çaresizlik şimdi lav püskürtüyor, yanardağ patlıyor.

Yanardağ patladığında, herkes altında kalıyor. Yasaklara karşı çıkarak, yeni yasaklar getirenler en başta. Masum bir aşka kapılan genç kız en önce.

Angustias çaresizle kıvranıyor, intiharı seçiyor. Toplum gözü önündeki intiharla, aslında Bernarda’nın dolaylı cinayetiyle, kendine yeni bir yol arıyor.

Lorca’nın yetmiş yıl önce yazdığı dram, Türkiye’nin bugünkü trajedisi.
Yazının Devamını Oku

Korku Cumhuriyeti

22 Mart 2008
SIRADA kim var? Gözaltına alınacak olan şimdi kim? Hangi yöntemle? Sabaha karşı mı? Tekme tokatla mı? <br><br>Kim, neyle suçlanıyor? Kimin başına ne geleceği belli değil. Türkiye’de hangi görevde, hangi makamda bulunursa bulunsun, sabaha karşı ya da günün herhangi bir saatinde kimin, ne ile karşılaşacağı artık belli değil.

Mc Carthy dönemi.

Türkiye türbanla bölünüyor. AKP’nin söylemindeki "biz ve onlar"
hayatın her alanına hızla yayılıyor. AKP’ye açılan kapatma davasıyla birlikte, bölünme kısa sürede şiddetini artırıyor.

Sabaha karşı Türkiye, şiddetin zirvesine doğru tırmanışa geçiyor.

Ergenekon soruşturması kapsamında İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Kemal Alemdaroğlu, Ferit İlsever’le birlikte on üç kişi sabaha karşı gözaltına alınıyor.

Sekiz ay geçtiği halde, hálá iddianamesi olmayan ve bu kapsamda aylardır hapis yatanların bulunduğu Ergenekon soruşturması nedeniyle.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu nerede?

ÇILGINCA GİDİŞ

İlhan Selçuk, Türkiye’nin anlı şanlı seksenini aşmış yazarı. Doğu Perinçek bir partinin Genel Başkanı. Kemal Alemdaroğlu eski bir rektör. Ferit İlsever bir TV kanalında Genel Yönetmen.

Herhangi bir nedenle bilgilerine başvurmak gerekiyorsa bile, neden sabaha karşı? Onlar yurtdışına kaçma hazırlığında mı? Her gün ortada olan insanlar.

Perinçek gözaltına alınmadan bir kaç saat önce 1 TV’de canlı yayında. Neden böyle? Çok basit. Herkeste korku yaratmak amacıyla. Herkesi sindirmek amacıyla.

Ya bizdensin ya değilsin, değilsen başına neler gelebilir işte gör.

Bu çok tehlikeli gidiş değil, o gidişin ötesine geçmiş bir durum. AKP’nin hepimizi sürüklediği çılgın bir dönülmez nokta.

Demokrasiyi AKP’nin askıya aldığı bir tıkanma.

Çok bilen komplocu gazeteci

ARJANTİN’deki yağmuru, Libya’daki trafik kazasına bağlayabilir. Kongo’daki açlığı, kutuplarda buzulların erimesine bağlayabilir. Komplo teorisi o kadar gelişmiş.

Fehmi Koru, bu teorileri, Taha Kıvanç adıyla yazdığı yazılarda üretiyor. AKP kapatma davasına ilişkin dünkü yazısında on ikiden vuruyor. İlhan Selçuk ve Ergenekon üzerine:

"Kimileri sebep Ergenekon diyor, İlhan Selçuk dün böyle diyenlerle alay ediyordu" diye yazdıktan sonra müthiş bir tesadüfle devam ediyor:

"Kıskacın tamamlanmakta olduğunu, çok yakında öteki örgüt üyelerinin yanına götürülmek üzere olduğunuzu biliyorsunuz. Elinizde dolaylı şantaj yapmaya yarayacak bir güç var. Bu gücü, süreci bir an için başlatmak üzere kullanır mısınız, kullanmaz mısınız? Ergenekon yüzünden diyorlar, böyle bir mantıkla hareket ediyorlar."

Ardından, tam gününe rastlayan, hedefini bulan soru:

"Acaba kime, kimlere kadar uzanacaktı Ergenekon operasyonu?"

AKP iktidarı ile birlikte olacakları önceden bilmekte uzmanlaşan Fehmi Koru, nam-ı diğer Taha Kıvanç’taki isabet dudak uçuklatıyor. Komplo teorileri, bir süredir teori olmaktan uzaklaşıyor, hayatın kendisine dönüşüyor.

Fehmi Koru’nun bu soruyu sorduğu yazısı daha baskıda iken, Türkiye o sorunun yanıtıyla uyanıyor. Çok büyük şokla.

Koru olacakları önceden yazıyor, ama iktidar sahipleri bu yazıyı yazdığım dün akşam saatlerine kadar sessiz kalmayı tercih ediyor. O sessizlik ayrı bir skandal.
Yazının Devamını Oku

’Tayyip, Gül’ün ve Arınç’ın kurbanı’

21 Mart 2008
SULTANBEYLİ. İki gün önce. Saat 16.30-17.00 dolayları. Sultanbeyli’de üç ayrı kahvehane. Sultanbeyli İstanbul’da AKP kalelerinden biri. 2002 seçimlerinde AKP’nin buradaki oy oranı yüzde 52.37. 2007’de yüzde 67.17.

Demek ki, AKP’ye açılan kapatma davasından sonra, en iyi nabız tutulacak yerlerden biri Sultanbeyli. AKP seçmeninin yoğunluğu açısından.

Orada üç kahveyi dolaşıyorum. Kapatmayla ilgili halkta en çarpıcı görüş şu:

"Tayyip maalesef Abdullah Gül ile Bülent Arınç’ın kurbanı oldu. Asıl kabahat o ikisinin, Tayyip’in suçu yok."

Tayyip Erdoğan
’a kimse toz kondurmuyor. Onu ayrı tutuyor. Davadan dolayı sorumluluğu Gül ile Arınç’a yüklüyor.

NEDEN GÜL

Neden Gül? Seçim meydanlarında Gül’ün Cumhurbaşkanlığı için tempo tutan siz değil misiniz?

Bu soruma yanıt aynı anda üç, beş kişiden geliyor. Bu insanlar her şeyi cin gibi izliyor. Aramızda karar alıyoruz, isim yazmak yok:

"O seçim sırasındaydı. Seçimden sonra Tayyip, Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını istemedi. Bir kaç aday olur, dedi ya..."

Yine de, neden Gül? Yanıt duygusal:

"Biz Tayyip’i seviyoruz, ona güveniyoruz, o dobra bir adam."

Aksinden hareketle, yani Gül açık konuşmuyor, ama Erdoğan’ı etkiliyor. Hatta, etkisi olumsuz.

NEDEN ARINÇ

Ya Bülent Arınç? Şu anda ne Meclis Başkanı, ne bakan. Arınç’a saygıda kusur yok, ama eleştiri çok:

"Arınç’ın her konuşması proplem (problemi böyle telaffuz ediyor çoğu kişi). Zaman zaman iyi şeyler söylüyor ama, her çıkışı Tayyip’in başını ağrıtıyor."

AKP seçmeni Erdoğan’ı ayrı tutuyor. AKP’ye oy verenler böyle düşünüyor.

Ya kapatma davası? "Demokraaaside parti kapatmak ayıp abi ya. Abi, biz bi türlü demokraaasiye alışamıyoruz."

Normal AKP tepkisi. Laiklik tehlikede değil mi?

"Yok be abi, isteyen türban taksın, istemeyen takmaz."

Yine normal AKP tepkisi. Bugün seçim olsa? Bu da, soru mu, oylar elbette Tayyip’e. Burada incelik var, AKP’ye değil, Tayyip’e.

Hukuku kendine göre düzenlemek hevesi, eleştiriye tahammülsüzlük, ülkede "biz ve onlar" diye ayrım yapmak, günlük yaşam alışkanlıklarını değiştirmek, işsizlik, geçim sıkıntısı vs., bunlara rağmen, onlar hálá Tayyip diyor.

Ben de, Tayyip’e solda ciddi bir alternatif gerek, diyorum.

CHP tarihinde beşli çete

70’li yılların sonu. Başbakan Ecevit Mersin’de halka sesleniyor:

"CHP’de çeteler kuruldu. Onların gövdesi bizde, kafaları başka yerde."

Başka yerde, yani CHP’nin solunda. Rahmetli Ecevit’i kızdıran CHP’deki sol kanat. CHP’nin o günkü politikalarını yeterince sol bulmayan bu ekip partide kalıyor. Kendi içinde yürütme kurulu oluşturuyor. Sol kanat yürütme kurulunda kimler var?

O sırada hepsi CHP milletvekili olan Süleyman Genç, Yücel Akıncı, Kemal Anadol, Abdullah Emre İleri veeee Ertuğrul Günay.

CHP’lilerin Günay’ın son çıkışlarına kızgınlığı, onun üslubundaki yüksek doza tepkileri dinmek bilmiyor. Çoğunluk AKP’ye geçmesini eleştirse bile, cümleler yine de, "AKP’ye geçebilir, ama" diye başlıyor. Ardından tarihten örnekler geliyor.
Yazının Devamını Oku

Günay, Mehmet Akif okuyor

20 Mart 2008
SON moda Mehmet Akif. Telefondaki uzun sohbette Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu modaya Akif’ten bir dizeyle katılıyor:<br><br>"Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem / Gelenin hakkı için geçmişe kalkıp sövemem". Günay dün beni arıyor. Ne de olsa, eski dost. AKP’ye açılan kapatma davasına dönük tepkilerini ölçüsüz buluyorum.

Bunu yazıyorum. Halk arasında, onun aleyhinde ciddi tepki var. Bunları da ölçüsüz buluyorum. Telefonda bunu hatırlatınca:

"Askeri darbeler dahil, örtülü, örtüsüz demokrasi dışı müdahalelere hep karşı çıktım. AKP milletvekiliyim diye, AKP’ye karşı açılan demokrasi dışı davaya susacak mıyım?"

Tamam, susma, ama en eski AKP’liden daha sıkı bu tepki neden?

HEP DEMOKRAT

Günay:

"20’li yaşlarımdan beri, bilirsin sen, (Günay’la üniversite yıllarından tanışıyoruz, 68 kuşağı), demokrasi dışı hiçbir rejime inanmadım ben. AKP’ye yapılan haksızlık karşısında kem küm edemem, susup oturamam".

Demokrasiyi hukuk denetliyor. Bu dava hukuk denetimi değil mi? Günay:

"Doğru, ama AKP hukuka aykırı değil. Hukuka aykırı olması için, odak olması gerek. İddianamede geçen olaylarla ilgili daha önceden soruşturma açılmamış. Onun için iddianame hukuka uygun değil."

Dava açan Başsavcı bunu bilmiyor mu? Günay:

"Bazı yargıçlar düşünce özgürlüğünü ne yazık ki, özümsememiş".

SIZMA SORUNU

Günay’ın, "bazıları önemli yerlere sızmışlar" sözü çok tepki çekiyor. Kim, nereye sızmış? Casuslar, ajanlar mı var? Günay geri adım atmıyor:

"Hepimiz çevremizden etkileniyoruz. Bazı çevrelerin telkinleri Başsavcılığa kadar uzananabilir".

Söylediğini tekrar ediyor. "Bazı çevreler" ise, "Türkiye’nin iyiye gitmesini istemeyenler". Türkiye’nin iyiliği neden istenmesin, o ayrı tartışma konusu.

AMASYA TAMİMİ

Kurtuluş Savaşı’na giden yolun başlangıcı Mustafa Kemal’in Amasya Tamimi. Günay bir anda konuyu oraya getiriyor, farklı bir haberle:

"Amasya Tamiminin imzalandığı binayı görünce Sayın Tayyip Erdoğan, ’Bu bizim tarihimize yakışmıyor, derhal bu bina onarılsın’, diye talimat verdi, şimdi onarılıyor, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı Bandırma Vapuru da. Bu ayrıntıyı düşünen Tayyip Erdoğan mı, Atatürk’e karşı?"

Günay son olarak ilginç bir benzetme yapıyor:

"Cumhurbaşkanı yurtdışında iken, hakkında dava açmak çok ayıp. Bu, İsmet Paşa Başbakan olarak Amerika’da iken, bütçede düşürülmesine benziyor".

Günay’ın sözlerinde dikkatimi en çok çeken, Erdoğan’ı Atatürk’e karşı savunması. Şimdi laik ve Cumhuriyetçi olma zamanı.

Tarikatın Youtube oyunu

SON taktik. Özellikle bazı tarikatlar eliyle.

Önemli koltukta oturan bir yetkili, tarikata ve siyasal bağlantılarına zarar veriyorsa, kısaca Cumhuriyet’i koruyorsa, başına gelmeyen kalmıyor.

O yetkilinin özel yaşamı ve sözleri, aynı tarikat eliyle, teknik olarak çarpıtılıyor ve Youtube’da yayınlanıyor.

Adi örnekleri var. Kara harekatı günlerinde bazı generalleri hedef alan, söylenmeyen sözleri söylenmiş gibi yayınlamak usulüyle.

Aynı tarikat şimdi benzer çarpıtmaya hazırlanıyor. Yargıtay Başsavcısı, bazı Yargıtay üyeleri ve bazı Anayasa Mahkemesi üyeleri için. AKP mücahidi olarak, yargıçları karalama kampanyası. Adi bir oyun.

Anıtlarda Öktem’i anma

18 Mart zaferinin kutlandığı Çanakkale’nin pek çok yerinde muhteşem anıtlar yükseliyor. Tarihi anlatan, insanları ağlatan anıtlar.

O anıtlar geçenlerde bir trafik kazasında yitirdiğimiz heykeltıraş Tankut Öktem’in eserleri. Çanakkale’de Tankut Öktem de anılıyor.

Öktem’i yitirdiğimiz kazada yol düzenlemesinin önemli payı var. O yollar Karayolları’ndan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devrediliyor. Büyükşehir kavşaklara, kazıklar çakıyor. Öktem’in can verdiği kazada, kamyon şoförünün hatasına, bu kazıkların saçmalığı ekleniyor.

Sözüm ona, trafik düzeni için çakılan kazıklar ölümlere yol açıyor. Buna rağmen, her yere hálá kazık çakılıyor. Yeni kazalara davetiye gibi.
Yazının Devamını Oku

Yeni şarkı telaşı

19 Mart 2008
"Kapatılırsa kapatılsın." Günlük yaşamın içinde yuvarlanan, yüksek siyasetin dışındaki halk, AKP ye kapatma davası açıldığını duyduğunda, ilk tepkisini bu sözle dile getiriyor. Nedeni var. Bir bölümü:

"Dükkanı açıyorum, siftah etmeden kapatıyorum, perişanım."

Bir bölümü:

"Emeklilik yasasıyla bizi diri diri gömmeye kalkıyorlar."

Bir bölümü:

"Yatırım için kredi aldım, dışarıdan makine getirdim, onların paketini açmadan şimdi geri gönderiyorum."

Şikayetler doğrudan ekonomik. Geçim sıkıntısı çeken halka, ki her iki kişiden biri AKP ye oy veriyor, AKP nin kapatılması için açılan dava onların umurunda değil.

Sadece Amerikan etkisi değil, ekonomi içerde krize yakın noktaya yaklaşıyor. Daha 2007 Kasım’ında IMF bizimkileri uyarıyor. Pembe tablolar yine de, birbirini izliyor.

Kapatma davası, AKP’nin düşüşe geçtiği döneme rastlıyor. Dava, AKP yi kurtarıyor.

Halkın tepkisi, AKP deki düşüşün kanıtı. Dava, o düşüşü durduruyor.

GÜNAY’IN BESTE SIRASI

Kapatılan partiler mezarlığından yükselen çığlıklar bir gerçeğin ifadesi.

Önce bölünüyor, sonra küçülüyor. Eski haline gelmesi için yıllar gerekiyor. Hele de, lider siyaset dışına çıkarsa, manzara çok ilginç.

"Biz beraber yürüdük bu yollarda" şarkısına eşlik edenler, bir anda ya başkalarıyla beraber yürümeye başlıyor ya da "neden benimle beraber yürümesinler" şarkısını besteliyor.

Yeni besteye belki en çok hevesli, solculuktan dönme Ertuğrul Günay. Sağ yumruğunu havaya kaldırıp eski AKP’liden daha sıkı AKP’li olarak, açılan davada kendini en çok kaybeden o. Belki de, beste sırasının kendine geldiğini düşünüyor. Tanırım ben Ertuğrul’u.

Tayyip Erdoğan siyasetteki bu vazgeçilmez kuralı iyi biliyor. Erbakan’dan koparken, yeni bir şarkı besteleyenlerin başında kendisi geliyor. Tayyip Bey onun için çok sinirli.

Siniri meydanlarda okuduğu A’RAF suresine kadar ulaşıyor. "Gözleri vardır, onlarla görmezler, kulakları vardır, onlarla işitmezler, işte onlar hayvan gibidir."

Partisine sükunet çağrısında bulunan Erdoğan’ın sükuneti işte bu.

AB’nin yüzde 27 lekesi

NEONAZİ Jörg Haider 2001 de Avusturya’da yüzde 27 oy alıyor ve iktidar ortağı oluyor.

AB ayağa kalkıyor. "Nasıl olur da, bir neonazi partisi iktidar ortağı olur" diyerek, ortalığı kasıp kavuruyor. En başta da, şimdi AKP için ağıt yakan, o sırada Almanya Başbakanı Schröder. AB elbirliği ile Haider’in iktidarını engelliyor. Neden? Demokratik sistemin tehlikeye düşeceği kaygısıyla.

Yüzde 27 oy alan Haider AB müdahalesiyle istifa etmek zorunda kalıyor.

Senin demokrasin tehlikeye düşünce, yüzde 27’yi aklına bile getirme, benim demokrasim tehlikeye kayıyorsa, yüzde 47 diye nutuk at.

AB kara lekelerine bir yenisini daha ekliyor.

Gül’e ödül tam kara mizah

ÇOĞU eski ANAPlı, yeni AKP’li.

Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği bu üyelerden oluşuyor.

Bu dernek önceki akşam Abdullah Gül ile Ahmet Çalık’a ödül veriyor. Gül’e Özal Demokrasi Ödülü, Çalık’a Özal Ekonomi Ödülü.

Şaka gibi. Gül’e demokrasi ödülü demokrasiyi tehlikeye attığı gerekçesiyle açılan davadan 3 gün sonra veriliyor.

Çalık ise, AKP treninde şaşmaz bir rota ile muhteşem yolculuğunda. Yaşadığımız günleri simgeleyen ödüller.

Yakışıyor, ikisine de yakışıyor.
Yazının Devamını Oku