Yalçın Doğan

On birde sekiz bile karavana

5 Nisan 2008
SADECE üç ülke kaybedecek. On bir ülke var, on birde sekizi kazanacak, üçü kaybedecek. Demek ki, kazanma şansı çok yüksek. Bildiniz, on bir ülke arasında kaybeden üç ülkeden biri Türkiye.

Geçmişte olimpiyatlar elimizden birkaç kez uçup gidiyor. Bazı uluslararası organizasyonları kıl payı kaçırıyoruz. Buna son olarak EXPO 2015 ekleniyor.

Bu gibi dev organizasyonların yanı sıra, uluslararası kurumlardaki üyelik şansımız da, benzer biçimde, bize yar olmuyor.

Bunlardan biri EXPO 2015 nedeniyle şimdi gün ışığına çıkıyor.

KURUL AKADEMİK

Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu.

Birleşmiş Milletlere bağlı bir komisyon. Genel kurulun seçtiği siyasal değil, akademik bir kurul. Üyelerinin çoğu bilim adamı, üniversiteden gelen insanlar. Bu kurul sadece akademik çalışma yürütüyor. Sözlü ve gelenek haline gelmiş kuralları yazılı hale getiriyor.

Ancak, sonucu önemli. Yazılı hale gelen kurallar, günün birinde ve dünyanın herhangi bir bölgesinde, ülkeler arasında anlaşmaya dönüşüyor.

Komisyon toplam 34 üyeden oluşuyor. 34 üye dünyada bölgelere göre ayrılan kontenjanlar dahilinde seçiliyor. Bizim dahil olduğumuz bölgeye sekiz kontenjan, yani sekiz üyelik düşüyor.

Bizimle birlikte, aynı gurupta on bir ülke var. Amerika, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Yunanistan, İsviçre, İtalya ve üç İskandinav ülkesinden (İsveç, Norveç, Danimarka) bir üye olmak üzere, on bir ülke.

Geçen yıl bu komisyona seçim var. On bir ülkeden sekizi seçilecek.

ERİM, BİLGE, GÜNAY

Her ülke devletler hukuku alanında ön plana çıkmış bir bilim adamını komisyona aday gösteriyor. Geçen yıl bizim adayımız İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi devletler hukuku kürsüsünden Profesör Dr. Rauf Bersal.

Anılan komisyon 1946’da kuruluyor. 1946-2008, geçen 62 yıl içinde Türkiye burada ancak üç kez temsil ediliyor. İlki, 1950’de Nihat Erim. Sonraki yıllarda Suat Bilge ve on yıl kadar önce Mehmet Günay (halen Ruanda’da yüksek yargıç).

AKP ile birlikte, Türkiye dış politikada muhteşem işler başarıyor ya, gözünü geçen yıl bu komisyona dikiyor. Prof. Bersal’ı aday gösteriyor.

Komisyon akademik, buna rağmen, oylamalar siyasal şemsiye altında.

REKOR GEZİ AMA

Adını verdiğim on bir ülke arasında oylama yapılıyor. On bir ülkeden sekizinin gösterdiği adaylar seçilecek, üçü dışarıda kalacak.

Dışarıda kalan, seçilemeyen üç ülke Türkiye, Amerika ve Yunanistan.

Türkiye on birde sekiz gibi çok yüksek bir oranı bile yakalamaktan uzak. AKP’nin her fırsatta kapısını çaldığı AB ülkeleri Türkiye’ye oy vermiyor. AKP’nin kucak açtığı Müslüman ülkeler Türkiye’ye yüz vermiyor. O sırada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül. Bunun kayıtlara geçmesi gerek.

Yine de, asıl sürpriz Amerika. 1946’dan bugüne kadar Amerika tarihinde ilk kez geçen yıl bu kurulun dışında kalıyor. Nedeni, Irak işgali. Bush’un dünyada yarattığı antipati.

On birde sekiz gibi yüksek bir oranı kaçırmak, Türkiye açısından hüzün verici. Dış politikanın AKP döneminde, beş yıllık sefaletinin simgesi gibi. EXPO 2015 gibi.

Tayyip Erdoğan bir rekora sahip. Türkiye’de tüm zamanların yurt dışı gezilere en çok çıkan Başbakanı. Dış politika ile çok haşır neşir.

Dünyayı dolaşıyor, ama on bir ülke arasında sekize bile giremiyor. Bu durumda, o kadar dolaşmanın pek bir anlamı kalmıyor.
Yazının Devamını Oku

Hedef buzdağının görünen yüzü

4 Nisan 2008
"SİYASET yapma hakkımı kullanamıyorum." İlk anda, tek bir kişinin feryadı gibi. Ama, sistemin özünü yansıtan bir itiraz.

AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn AKP’ye açılan kapatma davasına tepkili, "demokrasilerde parti kapatmaya yer olmadığını" söylüyor. Ayrıca, Türkiye-AB ilişkilerinin yara alacağını belirtiyor.

Bu açıklaması üzerine, Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Rıdvan Budak, Olli Rehn’e bir mektup gönderiyor. Orada doğru bir vurgu var.

SEÇİM VE PARTİLER

Budak
, parti kapatmanın "demokrasi zaafı" olduğunu yazdıktan sonra:

"Güçlü bir demokrasi, her şeyden önce, başta siyasi partiler ve seçim sistemi olmak üzere, her alanda demokrasinin eksiksiz varlığına bağlıdır.

Ülkemizde, demokrasiyi var etmekle yükümlü siyasi partilerin iç işleyişlerinde demokrasinin olmayışı, antidemokratik seçim yasası, demokrasimiz açısından daha büyük bir zafiyetin göstergesidir. Maalesef, AB’nin bu konularda yol gösterici değerlendirmesine rastlamadık."

Sistemin önemli iki ayağı, Siyasal Partiler Yasası ile Seçim Yasası. Ayrıca, hiçbir partide işlemeyen parti içi demokrasi. Sakatlığın özü bu.

Bunu bilmeyen yok. En iyi bilen parti liderleri. Çünkü uygulayan onlar. Aradan geçen otuz yıla rağmen, bu değişim için kimse adım atmıyor. AB de, buna ses çıkarmıyor.

Kaldı ki, Budak mektubunda altını çiziyor, AB’nin laiklik, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığına dönük, herhangi bir ilgisi yok.

BİREY KUTSAL

Batıda kutsal olan birey, devlet değil.
Demokrasinin özü, bireyin hak ve özgürlüklerine, onun kutsallığına dayanıyor. Bireyin kutsallığı arkadan geliyorsa, orada demokrasi topal. Demokrasi teorisinin ilk dersi.

Rıdvan Budak bunu dile getiriyor:

"Yıllardır sendikacı olarak görev yaptım. 1994-99 DİSK Genel Başkanlığı, 1999-2002 milletvekilliği yaptım. Şimdi Tekstil İşçileri Sendikası Genel Başkanıyım. CHP’ye üyelik başvurum hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildi. Bu yüzden siyaset yapma hakkımı kullanamıyorum. Bu örnek bile tek başına ülkemizde en temel demokratik hak olan siyaset yapma hakkının engellendiğini göstermektedir."

Nerede bireyin kutsallığı? Kaldı ki, bu engelleme CHP ile sınırlı değil. AKP ya da MHP, hatta DTP ve diğer partilerde de, benzer engellemeler var.

AB’nin çıkışları, buzdağının görünen yüzüne ait.

Karadeniz’i işgal planı

ENERJİ kaynaklarının geçiş hattı Karadeniz. Amerika burayı denetim altına almak istiyor.

NATO Bükreş zirvesinde Başkan Bush, Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO’ya alınması için canını dişine takıyor. Bu iki ülke NATO üyesi olursa, Rusya hariç, Karadeniz NATO Gölü’ne dönüşüyor. ABD, NATO üzerinden Karadeniz’i işgal etmiş, enerji yollarını denetime almış oluyor. Rusya’ya gözdağı.

Ancak, Almanya ve Fransa Bush gibi düşünmüyor. Onlar Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı. Neden? Rusya’yı küstürmek istemiyorlar. Neden? Enerjilerinin yüzde kırkı Rusya’dan geliyor.

Her zamanki gibi, bitmek bilmeyen kendi dertlerimizle meşgulüz. Oysa, hemen yanımızda bizi de çok yakından ilgilendiren önemli adımlar atılıyor.
Yazının Devamını Oku

Bir YÖK Başkanı eksikti

3 Nisan 2008
"Aman başımıza yeni bir dert açmasın, uyarın onu."<br><br>Bu sözler devletin en üst katında. Pişmanlığın göstergesi. Onu oraya önerenlere çıkartılan fatura ile birlikte. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’dan ciddi bir rahatsızlık var. Herkes rahatsız ama, rahatsızlık şimdi AKP’de. Onu oraya getirenlerde.

Başkent kulislerinde parti kapatma ve türbanla birlikte, en çok konuşulan konulardan biri, YÖK Başkanı Özcan.

YÖK Başkanlığı için, AKP, atama yetkisini elinde bulunduran Abdullah Gül’e nezaket dahilinde öneriler sunuyor. Üniversitelerin güven duyacağı, saygın isimler. Gül’e iletilen iki isim, Prof. Dr. Üstün Ergüder (Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü, şimdi Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi) ile Prof. Dr. Ural Akbulut (ODTÜ Rektörü). Aklı başında tercihler.

Ne yazık ki, Çankaya bu fırsatı kaçırıyor. Revaç bulan tercih Gül’e çok yakın bir bakan ile dış politika danışmanlarından geliyor. Ve Yusuf Ziya Özcan YÖK Başkanlığına atanıyor.

KENDİ DÜŞEN

Adam daha atanır atanmaz, kendini tutamıyor. İşe hızla dalıyor. Nereden? Türbandan.

Sonraki maceralarını sıralamak gereksiz. Ama, son bir olay, AKP’de ve devletin tepesinde bardağı taşırıyor.

Türbanla ilgili Anayasa değişikliği sonrasında, Yusuf Ziya üniversitelerle birbirine giriyor. Yine hızını alamıyor. Daha tartışma sürerken, üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasını öngören bir genelge yayınlıyor. Genelge Danıştay’dan geri dönüyor.

Şimdi günün olayı.

Yusuf Ziya Danıştay’ın bu kararına itiraz etmek isterken... Yönetimin en tepesindeki isimler, makam sahibi, aklı başında AKP’liler Gül’ü uyarıyor:

"Aman sakın itiraz etmesin, itiraz Danıştay genel kuruluna gider, genel kurul da, genelgenin iptalini yerinde bulursa, o zaman karar kesinleşir, türbanda geri dönülmez bir noktaya gelinir."

Yusuf Ziya
’nın verdiği rahatsızlık ortada. Gül’ün tercihini sorgulayan tutumla birlikte.

AKP’nin derdi başını zaten aşıyor. Bir YÖK Başkanı eksik, o da tamamlanıyor. Ne yapalım ki, kendi düşen ağlamaz.

Şimdi bir başka tehlike

EXPO 2015 için kim, kime oy veriyor? İzmir kimlerin oyu ile Expo 2015’i kaçırıyor, Milano kimlerin oyu ile kazanıyor?

Oylama gizli. Yine de, Paris kulisine uzanıyorum. Oylama öncesi ve sonrasında bin türlü işaret var.

İslamcı olduğu gerekçesiyle hakkında kapatılma davası açılan AKP’nin kucak açtığı İslam ülkeleri oylarını büyük çoğunlukla Milano’ya veriyor. İzmir’e veren çok az.

Neden? Çünkü, AKP dış politikası Expo 2012 için oyunu, Kazablanka (Fas) varken, Seul (Güney Kore) için kullanıyor. Müslüman ülkeleri kızdırıyor. İzmir aleyhine yürütülen kulis, İtalya’dan çok, Müslüman ülkelere ait.

İzmir-Milano oylaması ortaya birkaç gerçek çıkartıyor:

1- İslamcı AKP uyguladığı dış politika ile Müslüman ülkeleri bile kendi yanına çekemiyor. Dış politikası o ülkelerde bile tutmuyor.

2- Türkiye BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine aday. Oylama eylülde. Bu üyelik için üç yıldır çırpınıyor. Tayyip Erdoğan istisnasız tüm dış gezilerinde, gittiği her ülkeden Türkiye’nin geçici üyeliği için oy istiyor. Türkiye dışında, Avusturya ve İzlanda aday. Paris oylaması Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini de tehlikeye atıyor. Eylül’deki oylama EXPO oylamasının izdüşümü gibi.

3- Abdullah Gül son bir gayretle, Paris’e gidiyor. Şimdi Cumhurbaşkanı, eski Dışişleri Bakanı. Yazık, hamlesi bir işe yaramıyor.
Yazının Devamını Oku

Yiğit gidiyor kamçı kalıyor

2 Nisan 2008
DÖRT ülke aynı kaderi paylaşıyor. Güney Afrika, Polonya, Macaristan ve Türkiye. Hangi kaderi?<br><br>Ekonomik krize en yakın olma kaderini. Bu dört ülke ekonomik krize neden en yakın? 1- Cari açıkları yüksek. 2- Milli paraları aşırı değerli.

Bu değerlendirme kime ait? Can dostumuz, dünya ahret kardeşimiz IMF’ye. IMF’nin verdiği bu not dünyanın en önemli ekonomik dergi ve gazetelerinde yayınlanıyor. Ne zaman?

Kasım 2007’de.

O tarihte henüz ne kapatma davası var, ne türban gürültüsü, ne YÖK’e başkan olarak o lüzumsuz atama ve ne de o vatandaşın her gün çıkardığı bir başka münasebetsizlik.

Ama, Türk ekonomisi kırılgan, daha Kasım 2007’de.

YİNE BANA HÜSRAN

Şimdi bir tespit.

Bir propaganda var. AKP’ye ait. "Biz ekonomide güllük gülistanlık bahçe oluşturduk, ama kapatma davası her şeyi altüst etti."

Baştan sona yanlış. Onun için şimdi bir tespit. Geçenlerde bir TV kanalında CHP milletvekili İlhan Kesici gerçek tabloyu çok net ortaya koyuyor. Bu tablodan kaçış yok. Bir kaç temel gösterge var.

- AKP’nin iktidarı devraldığı 2003’te hane halkı borcu 4 milyar dolar. 2008’de bu borç 78 milyar dolar. AKP’ye oy veren aziz halkımız AKP ile birlikte gırtlağına kadar borca batıyor.

- 2003’te özel sektörün borcu 44 milyar dolar, 2008’de 148 milyar dolar. Boğaza nazır masalarda AKP’ye oy vereceğini ilan eden aziz özel sektörümüz de borç batağından nasibini alıyor.

- Kamunun iç borcu 2003’te 89 milyar dolar. 2008’de bu borç 207 milyar dolara çıkıyor. Kamunun dış borcu 2003’te 85 milyar, 2008’de 89 milyar dolar.

Bu ayrıntı ile rakamlara boğulmaktansa, özeti görmek daha iyi. 2003’te toplam borç 212 milyar dolar. 2008’de 522 milyar dolar. Borçlar iki buçuk kat artıyor.

Tayyip Erdoğan bu rakamları biliyor, bildiği için "borç yiğidin kamçısıdır" diyor. Kendisini de, yiğit ilan ediyor.

AKP kapatılırsa, yiğit sahneden çekiliyor. Geriye, kamçı kalıyor. Şarkıdaki gibi "yine bana hüsran var".

TÜRBÜLANS

Bu arada Erdoğan’ın önem verdiği borsa, onun döneminde yine parlak değil. 2003’te borsa endeksi 52 bin iken, 2008’de 40 bine düşüyor.

Toplam yatırımların bütçe ve milli gelire oranı azalıyor.

Bunlara rağmen, ekonomide nurlu ufuk nutuklarından geçilmiyor. Milli gelir hesaplama yöntemi değiştiriliyor, kağıt üstünde gelirimiz artıyor. Ama, önceki gün o balon da patlıyor. Milli gelirde altı yılın en düşük büyüme hızı. Temel sektörlerde gerilime var.

Bu tespit gerekli. İki açıdan.

1- Ekonomiyi şuradan aldım, buraya getirdim, gibi buz üstünde kaydırmaca yok.

2- Yaklaşan ekonomik sıkıntının nedeni, parti kapatma davasıdır, palavrasına hiç yer yok.

Daha kapatma davası, türban türbülansı, Tuzla’da işçi ölümleri, orta okullarda namaz kılma seansları, içki yasakları, Cumhurbaşkanlığı krizi, büyük kentlerde patlayan fabrikalar ve daha neler neler ortada yok iken, ekonomik tablo böyle.

Bu tablonun kayıtlara geçmesi gerek.
Yazının Devamını Oku

’Ben yaptım’ isyanı

1 Nisan 2008
"İSTESEK, binlerce kişiyi Ankara’da toplar, kapatma davasına karşı miting yaparız, ama gerilim istemiyoruz, Tayyip Bey parti teşkilatından bu yönde gelen talepleri durduruyor". Kapatma davasına bu bir tehdit, bir göz korkutma mı, yoksa gerçekten gerilimi düşürme politikası mı?

Eğer, Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını dinlemesem, böyle bir politika var, diyeceğim. Ancak, Erdoğan daha kürsüye çıktığı andan itibaren, kendisi gibi düşünmeyenlere söylemediğini bırakmıyor.

Nerede ve ne zaman kürsüye çıksa, o üslup, o hırçınlık, o kavgacı söylem. Gerilim tohumlarını biraz daha ekiyor. Ülke biraz daha geriliyor.

İNANÇ VE DUYGU

Tayyip Erdoğan’da, çevresiyle paylaştığı, şöyle bir inanç var:

"Bugüne kadar, hiç bir başbakanın yapmadığını ben yaptım, beni nasıl anlamıyorlar?"

Hem o kadar iş başarmış olsun, hem partisine kapatma davası? Ve onca başarıya karşı, ona siyasal yasak? Kendisine göre, bu büyük haksızlık. Onun için her çıkışı o haksızlığa isyan.

Bu duygu, bu inanç Erdoğan’ı müthiş hırçınlaştırıyor. Sivil toplum örgütlerinin "geri adım" çağrısına tepkisi ortada. "Ne geri adımı" çıkışı, bu duygunun ürünü.

Böylesine katı inanç ve duygu yoğunluğu içinde, Erdoğan’dan gerilimi düşürmesini beklemek, hayal.

Fırtına galiba böyle biçiliyor.

Ara kararı zaten gereksiz

ANAYASA Mahkemesi dün aldığı kararla, AKP’nin kapatılmasına ilişkin açılan davayı oybirliği ile kabul ediyor.

Anayasa Mahkemesi eski üyeleri ya da başkanları şu görüşte:

"Başsavcının iddianameyi Anayasa Mahkemesi’ne göndermesiyle birlikte, dava zaten açılmıştır. Ayrıca, bugünkü (dünkü) gibi, ara bir karara gerek yoktur".

Anayasa Mahkemesi’nin davayı kabulü AKP için sürpriz değil. Onlar zaten bunu bekliyor. Hatta, pek çok AKP’li, "parti kapatılabilir bile" görüşünde. O nedenle parti kapatmayı zorlaştıracak Anayasa değişikliği gündemde.

Ama, moraller yine de bozuk.

Çekim alanı MHP

İSPANYA, özgür bir ülke. Buram buram demokrasi. Çevrede bir dolu yabancı gazeteci. Onlar Tayyip Erdoğan’a türbanla ilgili soru yöneltiyor.

Erdoğan da, o ünlü sözünü söylüyor, "türban velev ki, siyasal simge". Ondan sonra ipler kopuyor. MHP’nin unutulmaz katkısıyla, türbanla ilgili Anayasa değişikliği gerçekleşiyor.

Erdoğan partisinin kadın kolları kongrelerinde sık sık türbana gönderme yapıyor. Ama, ondan önce, kürsüde söylemediği ve fakat partisinin özel toplantılarında dile getirdiği bir görüş var:

"İspanya’da kendimi tutamadım, yabancı gazeteciler sorunca, ben de öyle söyledim".

AKP bu noktada, türbanda kendisine yardımcı olan MHP’ye hem teşekkür ediyor, hem eleştiriyor:

"MHP bizim çekim alanımıza girdi, makas değişti, Başbakan da o sözü söyleyince, ok yaydan çıktı".

MHP türban yasağının kaldırılmasına yardım edeceğini açıklamasa, AKP sanki bu işe girişmeyecekmiş gibi bir hava veriyor AKP’liler. Erdoğan’ın birkaç gündür MHP’ye dönük konuşmaları bu eğilimin ürünü.
Yazının Devamını Oku

Beni çoktandır unuttuğum bir ürperme alıyor

30 Mart 2008
Goethe’nin Faust eseri 200 yıldır her seferinde yeni bir yorumla sahneleniyor. Çünkü Faust, çünkü insan her yoruma açık. Tanrı ve insan. Işık ve karanlık. Ruh ve cisim. İyi ve kötü. İnsan hep bu çelişkiler içinde yaşıyor. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi... Herkes birbirine kuşkuyla bakıyor, herkes birbirini kolluyor, herkes başına bir şey gelmesinden kaygılı. Bu ürpermeyi iyi biliyorum. Darbelerden biliyorum. Faşizmin kitle ruhu. "Beni çoktandır unuttuğum bir ürperme alıyor."

"Beni çoktandır unuttuğum bir ürperme alıyor. İnsanlığın bütün sefaleti üstüme çöküyor."

Faust’un bu feryadına şeytan Mefisto oralı bile değil: "Gök gürültüsünü mü yakalayacaksın? Masum cevaplar vereni hurdahaş ederek sıkıntılı hallerde öfkesini çıkarmak, zorbaların usulüdür."

Cadı avına çıkılan günlerden biri. Ya da mezarlık kazanların dansı. Şeytan bile farkında.

Elimde Goethe’nin aşılmaz klasiklerinden Faust. Goethe Faust’u yirmi yılda yazıyor, 1808’de tamamlıyor. Dünya bu yıl Faust’un 200. yılını kutluyor.

Faust bilgi ihtirası içinde, öğreneceği bilim kalmıyor. Sonunda kendini büyücülüğe veriyor. Bilgiye sadece ruhuyla ulaşabileceğini umuyor.

Gökte Tanrı ile şeytan bahse giriyor. Şeytan Faust’u baştan çıkaracağından, Tanrı ise, insanın kendi ruh iyiliği sayesinde doğru yolu bulacağından emin.

MEFİSTO’NUN OYUNLARI

Mefisto öyle oyunlarla baştan çıkarıyor ki, iş Faust’un cinayet işlemesine kadar varıyor.

Faust 200 yıldır dünyanın en ünlü tiyatrolarında sahneleniyor. Her seferinde yeni bir yorumla. Çünkü Faust, çünkü insan her yoruma açık.

Tanrı ve insan. Işık ve karanlık. Ruh ve cisim. İyi ve kötü. İnsan hep bu çelişkiler içinde yaşıyor. Hep ikilemler içinde.

Bana göre Faust, ikilemlerden hiçbir zaman kurtulmadan hayatın her gün yeniden fethini anlatıyor. Şeytan Mefisto’nun, amaç için her aracı kutsal sayan Makyavelist zorbalığına rağmen.

Oyunda zorbalık ön planda. Kimsede böyle özel bir rol yok. O rol, oyunda yer alan herkesin ruhunda saklı.

Nedeni var. Goethe Faust’u yazmayı ilk düşündüğü dönemde, 1789 Fransız Devrimi yaşanıyor. Fransız Devrimi etkisi altında yirmi yıl oyun üzerinde çalışıyor.

Zorbalık insanlık tarihini değiştiriyor. Tek başına bir insanın kaderini haydi haydi değiştiriyor. Zorbalık her zaman ve her yerde geçerli.

"Beni çoktandır unuttuğum bir ürperme alıyor."

HERKES KUŞKUYLA BAKIYOR

İki kişi kocaman bir otelin lobisinde oturuyor. Yandaki masada bir adam. Sanki onları dinliyor. Oysa, ilgisi yok. Ama, iki kişinin ikisi de, aynı duyguda, "birileri onları dinliyor".

Adam evine geliyor, başı ağrıyor, ilaç içecek. İlaç dolabını açıyor. İlaçların yeri mi değişik? Birileri onu zehirlemek mi istiyor? Yoksa, o yanlış mı anımsıyor?

Telefon masada. Telefonu kapatmak nafile. Kapalı telefon üzerinden bile, insanları dinlemek artık mümkün. Birileri bizi mi dinliyor?

O adam bana neden öyle bakıyor, şu kadın neden bizim kata taşınıyor, elektriği her açtığımda neden farklı bir ses daha duyuyorum?

Herkes birbirine kuşkuyla bakıyor, herkes birbirini kolluyor, herkes başına bir şey gelmesinden kaygılı. "Beni çoktandır unuttuğum bir ürperme alıyor."

Bu ürpermeyi iyi biliyorum. Darbelerden biliyorum. Faşizmin kitle ruhu.

Şimdi çok daha kötüsü. Darbe şart değil. Sivil yönetim, bana unuttuğum ürpermeyi hatırlatıyor.
Yazının Devamını Oku

AKP’de Demirel ve Erbakan benzetmesi

29 Mart 2008
"BEN Demirel olmam, şapkamı alıp gitmem. Ben Erbakan olmam. Sekiz saat ter içinde kalıp, sonra istifa etmem." AKP’ye açılan kapatma davasının ardından, bazı kapalı toplantılarda AKP’lilerin Tayyip Eroğan’a dönük gözlemi böyle. Ben şunu soruyorum:

"Kapatma davası karşısında Erdoğan ne yapacak? Siyasal bir jargon var, vuruşarak çekilmek, böyle mi yapacak?"

El el üstüne oturup bekleyecek mi, yoksa mücadele mi edecek? Aldığım yanıt geleceğin gündemi:

"Çekilmek yok."

AKP, vuruşmak, demiyor. Ama, hukuki mücadelede sonuna kadar ısrarlı.

OLAY FARKLI

Demirel
ve Erbakan benzetmesi bugünkü duruma uymuyor.

Demirel’in başbakanlıktan ayrılması 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle bağlantılı. 12 Mart’ta istifa ediyor. 12 Eylül’de bir ay Gelibolu’da gözaltında tutuluyor, Ecevit’le birlikte. Meclis ve partiler feshediliyor. Erbakan’ın terlemesi ise, o günün deyimiyle, postmodern bir darbe, 28 Şubat imzalı.

Oysa, şimdi darbe yok. Tamam yok, ama AKP şimdi her şeye yeni bir kılıf bulunduğu inancında. Onlara göre, globalleşen dünyanın hukuk yöntemi devrede.

ÖZÜR DİLEMEK

Dün sohbet ettiğim AKP’nin en yetkili iki, üç yöneticisinden biri:

"Danıştay baskını sonrasına bize yazmadığınız kalmadı, sonra Özden Örnek’in (Deniz Kuvvetleri eski komutanı) notlarının Emniyetçe doğru olduğu ortaya çıktı. Bizden özür dilemeniz gerekiyor."

Özürse, özür diliyorum. O yetkili devam ediyor:

"Biz demokrasi alanını genişletmek, bürokratik alanı daraltmak istedik, yine karşımıza çıktınız."

İyi de, toplumun yarısından çoğu, hatta AKP’ye destek vermiş olanlar bile, AKP’ye güvenini kaybediyor. Neden, nasıl, niçin? Yanıt içten:

"Bazı hatalarımız oldu, kendimizi anlatamadık. Mesela belediyeler üstüne vazife olmayan işlere kalktı, kardeşim sen belediyesin, sana ne olmadık işlerden."

Anlatmak bir yana, herkes kaygılı, "ılımlı, ılımsız İslami bir yere mi gidiyoruz" huzursuzluğu içinde. O belediyeler, o okullar, o lüzumsuz YÖK Başkanı, o içki yasakları benden mi cesaret alıyor?

AKP özeleştiri yapmak zorunda. Onların deyimiyle, "türbülansa girmiş topluma", huzur getirmek iktidarın görevi.

Çok çarpıcı Sezer-Erdoğan-Baykal

TAYYİP Erdoğan dün, türbanla ilgili çok önemli bir perde arkasını aralıyor. Üstü kapalı olarak:

"Ülkemde gerilim olmasın diye, beş yıldır bekledim. Baykal gündeme gelmesini istemediği için, bekledim, kurumsal mutabakat bekledik. CHP’nin akşam söylediği ile sabah söylediği farklı".

Bu sözlerin çarpıcı bir perde arkası var. AKP’liler anlatıyor:

"Beş yıl önce, bir MKYK toplantısında Başbakan bize bir olay anlattı. Cumhurbaşkanı Sezer ve Deniz Baykal’la üçlü bir görüşme oluyor, bir resmi davette. Başbakan türban konusunu açıyor. Hem Sezer, hem Baykal, ’evet türban yasağı kalkmalı’ diyor. Ama, sonra adım atmadılar."

Erdoğan
’ın, beş yıl bekledik, CHP’nin akşam söylediği ile sabah söylediği farklı, sözü, bu üçlü diyaloğa gönderme.

Eğer doğru ise, hatta ben yanlış olduğuna inanmıyorum, Erdoğan’ın durup dururken böyle bir olayı anlatması için hiçbir neden yok, Baykal’ın çok iyi bilinen ikili oyunu.

Vur, fakat dinle zamanı.
Yazının Devamını Oku

Paris’te İslam oyları

28 Mart 2008
ABDULLAH Gül canını dişine takıyor, gece gündüz uğraşıyor. Son günlerde zamanının önemli bölümünü, hayır bilemediniz, içerdeki gerilimi azaltmak çabası değil, EXPO 2015’i İzmir’e taşımak için harcıyor. O Çankaya’da, ama gelecek yıl belediye seçimleri var. Ve AKP İzmir’i CHP’den almak için yanıp tutuşuyor. O tarihte, AKP hala varsa.

Ertuğrul Günay bakanlığı feda edip İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olabileceğini söylüyor. "İzmir’i CHP’den almak gerek" diyor. Günay öyle dese bile, İzmir için asıl uğraş veren Abdullah Gül. EXPO 2015 üzerinden.

EXPO 2015’in son iki adayı İzmir ve Milano. Karar önümüzdeki pazartesi Paris’te. Gül son bir destek için, bir günlüğüne Paris’e gitmeyi düşünüyor, ancak gelen haberler İzmir ve Milano’nun yarışı göğüs göğüse götürdüğü yönünde. İhtiyatı elden bırakmıyor. Gitmekten vazgeçiyor.

AH KAZABLANKA

Gül’ün onca çabasına karşılık, İslamcı AKP, İslam ülkelerini küstürüyor.

EXPO 2012 adayları arasında Kazablanka (Fas) varken, AB ülkesi Varşova’yı (Polonya) da atlayarak, AKP oyunu Seul (Güney Kore) için kullanıyor.

EXPO’nun yapılacağı kentte altı ay boyunca fuar açılıyor. 143 ülkenin firmaları orada kendi ürünlerini sergiliyor. Sayısı 8-40 milyon arasında değişen insan, o kente akıyor. İyi bir gelir, hoş bir tanıtım, keyifli bir gösteri.

EXPO 2015 için pazartesi günü 143 ülke Paris’te oy kullanıyor. İzmir ve Milano arasındaki yarış aylardır kıran kırana. Otuza yakın sivil toplum örgütü yurt dışında bu yarışı İzmir’de noktalamak için her fırsatı kullanıyor. 27 AB ülkesinden 17’sinin oyunu çekmekte başarı kazanıyor.

Ancak, oy kullanacak ülke sayısı 143. Gözler 143 ülke arasında yer alan İslam ülkelerinde. Onlar oylarını nereye verecek?

TANITIM ATAĞI

Tam her şey yolunda gidiyor derken, Türkiye’nin EXPO 2012 için oyunu Seul için kullanması, İzmir için uğraşan sivil toplum örgütlerini şaşırtıyor.

Tanıtımın son atağında, CNN, BBC gibi dünyada çok fazla izlenen TV kanallarında İzmir’in reklam filmleri dönüyor. Time, NewsWeek gibi, ünlü dergilerde, Herald Tribune, Figaro gibi gazetelerde İzmir ilanları yayınlanıyor. İlanlar için kesenin ağzı açılıyor.

AKP, EXPO 2015’i İzmir’e taşımayı, gelecek yıl belediye seçimlerinde İzmir’i kazanmanın önemli bir propagandası olarak görüyor.

İki hafta önce, İzmir, Milano’ya göre çok daha şanslı. Son haftaya girerken, aradaki fark kapanıyor gibi.

İslam ülkelerinin Paris’te kullanacakları oy meraka değer.

55 il ve ilçede 176 eylem

TÜRKİYE ortak akıl kavramı çerçevesinde, siyasal gerilimi azaltmak üzere, siyasal trafiğe kilitleniyor.

Oysa, herkesin bildiği bir başka kilit var ki, kimse görmek ve üzerinde konuşmak istemiyor.

Nevruz kutlamaları 16-23 Mart’a yayılıyor. Bu süre içinde 55 il ve ilçede toplam 176 eylem ve etkinlik var.

Hürriyet Ankara Bürosundan Soner Gürel’in haberine göre, 73 açık hava toplantısı, 67 yasa dışı gösteri, 25 konser, 3 kapalı toplantı düzenleniyor. Etkinliklere toplam 370 bin kişi katılıyor. İki kişi yaşamını yitiriyor. 61 sivil, 126 güvenlik görevlisi yaralanıyor. 653 kişi gözaltına alınıyor.

Bu istatistiklerin dili artık farklı. Bu yıla kadar Nevruz hiç bu kadar uzun ve bu kadar kapsamlı kutlanmıyor. Nevruz, Nevruz’u aşıyor. TV’lerde görülen manzaraların kutlama ile ilgisi yok.

1992-93’ten bu yana Güneydoğu ilk kez böylesine yangın yerine dönüyor. Hatta, başka kentlere sıçrıyor. 55 il ve ilçe, bunun en çarpıcı göstergesi.

Ülkenin bir yöresi yangın yeri, Ankara ise tam kördüğüm.
Yazının Devamını Oku