Yalçın Doğan

Mısır’daki halk bizdeki ‘illegal örgüt’

3 Şubat 2011
STATTAN protesto sesleri yükseliyor. Bazı bakanlar ve bürokratlardan protestolara hakaretle yanıt veriliyor.

Öğrenciler İstanbul ve Ankara’da gösteri düzenliyor. Polis öğrencilere tekme, tokat girişiyor, biber gazı ve basınçlı su eşliğinde.
Tütün işçileri aylarca sokakta direniyor, onlara söylenmedik söz kalmıyor, hakları verilmiyor.
Büyük kentlerde binlerce insan protesto mitingleri düzenliyor, organize ve illegal suçlaması için pek fazla beklemeye gerek kalmıyor. Göz altına alma, dövme, soruşturma ve mahkeme eşliğinde.
Mısır’daki protestoları değerlendirirken Başbakan Erdoğan çok duyarlı:
“Halkın sesine kulak ver.”
Ama, halkın değişik kesimleri bizde gösteri düzenledi mi, aynı Erdoğan, “bunlar illegal örgüt” yaftasını yapıştırmakta gecikmiyor.
Ne var ki, bugün gösteri yapacak kurumlara illegal örgüt demek çok zor, çünkü onlar resmen işçi sendikaları ve resmen meslek odaları.

Yazının Devamını Oku

Üstün hizmet madalyalı Mübarek

2 Şubat 2011
ÇANKAYA’dan kalkan Esenboğa Hava Alanına doğru uçan helikopter Kızılay üzerine geldiğinde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yanında oturan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in gözlerine bakıyor:

“İş çok ciddi, artık sabrımız kalmadı, Suriye’ye müdahale edeceğiz.”
Mübarek irkiliyor, Demirel’in elini tutuyor:
“Ciddiyeti anladım, şimdi doğru Hafız Esat’a gidiyorum.”
Tarih 6 Ekim 1998.
Suriye’ye müdahale, çünkü Suriye her türlü uyarıya rağmen, yıllardır Abdullah Öcalan’ı barındırıyor, PKK terörünü destekliyor. Türkiye’de sabır artık gerçekten taşıyor.
1 Ekim 1998’de Demirel Meclisi açış konuşmasında, Suriye’ye ültimatom veriyor. Çok ağır sözlerle Suriye’yi yerden yere vuruyor.
Demirel 2 Ekim’de Üsküp’e gidiyor, 3 Ekim günü tehdidin ciddiyetini gören Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat Üsküp’te Demirel’i arıyor. Demirel telefona çıkmıyor.

Yazının Devamını Oku

Meclis’te bile söz hakkına sınırlama

1 Şubat 2011
TAŞ atan çocuklarla ilgili tasarı Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülüyor. Şimdi değil, geçmişte.

Görüşme sırasında kurumsal kimliği bulunmayanlar komisyona geliyor, görüş bildiriyor. Ne kadar iyi. Tecrübeyle sabit, ne kadar çok görüş olursa, tasarı o kadar düzeliyor.
Patent yasa tasarısı Meclis Adalet Komisyonunda görüşülüyor. Şimdi değil, geçmişte.
Görüşme sırasında kurumsal kimliği bulunmayanlar komisyona geliyor, görüş bildiriyor. Ne kadar iyi. Tecrübeyle sabit, ne kadar çok görüş olursa, tasarı o kadar düzeliyor.
Benzer örnek çok. Bu örneklere rağmen, geçen cuma Adalet Komisyonu’nda Yargıtay’da daire ve üye sayısını arttıran tasarının görüşülmesi sırasında, tam tersi olaylar yaşanıyor.
KURALLAR DEĞİŞTİYargıtay tasarısının birinci maddesi, CHP’lilerin önerge ve konuşmaları nedeniyle, beş saatte kabul edilince, AKP komisyonun demokratik işleyiş kurallarını değiştiriyor.
Daha önce komisyonda kurumsal ilişkisi bulunmayanlar söz alabilirken, bu sefer kurumsal bağlantıları olanlara bile söz hakkı tanınmıyor. Örneğin, Yargıtay’a. Konu Yargıtay’la ilgili, ama Yargıtay’a söz hakkı yok. Belli ki, emir büyük yerden, tasarının bir an önce yasalaşması isteniyor.
Buna ek olarak:

Yazının Devamını Oku

Diktatörün kaçışı

29 Ocak 2011
BAŞKAN yanlıları acele gösteri düzenliyor. Göstermelik gösterinin yalakaları arabalarla sokaklarda dolaşırken, kendilerine verilen talimata uygun olarak bağırıyor:<br><br>“Yaşasın Başkan bizi anladı, yaşasın Başkan bizden biri.” Yalakaların, parayla tutulan adamların gösteri nedeni, Tunus Başkanı Abidin Bin Ali’nin TV’deki konuşması. Bin Ali konuşmasında, “beni çevrem yanılttı, ama ben bir daha adaylığımı koymayacağım” diyor.
Bu lafları ve göstermelik gösteriyi kimse yemiyor. Gösteriler sona erecek, Bin Ali kurduğu polis devleti üzerinden bildiğini yine okuyacak. Yağma yok.
Halkın direnişi durmak bilmiyor, diktatör ülkesinden kaçmak zorunda kalıyor.
Aslında topu topu 23 günlük direniş. Ama, 23 günlük direniş yılların diktatörünü devirmeye yetiyor.
Onun ülkesinden kaçış öyküsünde ayrıntılar müthiş. O ayrıntılar son yayınlanan Der Spiegel’de çok iyi anlatılıyor. Ben ibretlik kaçış öyküsünü özetleyerek aktarıyorum. Çünkü, değer.
FRANSIZ SKANDALI
28 Aralık 2010. Başkan Bin Ali, üzerine benzin dökerek, kendini yakan Muhammed Bouazizi’yi hastanede ziyaret ediyor. Başkan, Bouazazi’nin annesine on bin Euro veriyor, kız kardeşini işe alıyor. Sokaklardaki gösterileri, “aşırı fikirlere saplanmış küçük bir azınlığın serseriliğine” bağlıyor.
Aynı gün, yaklaşan tehlikenin farkında olan Başkanın eşi Leyla bir ton altını kendi hesabına İsviçre’ye gönderiyor.
4 Ocak 2011. Kendini yakan Bouazizi ölüyor. Tunus’ta bütün kentlerde gösteriler hız kazanıyor. 11 Ocak 2011. İki yüz yıl önce Avrupa’da özgürlük meşalesini yakan Fransa’dan yüz kızartıcı açıklamalar. Noel tatilini Tunus’ta geçiren Fransız Dışişleri Bakanı, “Fransa silahlı kuvvetlerinin Bin Ali’ye yardıma hazır olduğunu” söylüyor.
12 Ocak 2011. Gösterilerde ölenlerin sayısı 35’e yükseliyor. Güvenlik güçleri göz yaşartıcı bomba ve biber gazı kullanıyor. Bin Ali Genelkurmay Başkanını çağırarak, “gerekirse, göstericilere ateş açılması” emrini veriyor. Genelkurmay Başkanı, “senin artık sonun geldi” diyerek, emri dinlemiyor ve istifa ediyor.
13 Ocak 2011. TV’ye çıkıyor, yeniden aday olmayacağını açıklıyor. Israrla, “ben sizden biriyim” sözünü tekrarlıyor.
SAAT SAAT 14 OCAK
Paris askeri hava alanında tonlarca göz yaşı bombası, kurşun geçirmez yelek, göstericilere karşı kullanmak üzere çeşitli malzeme Tunus’a gönderilmek üzere, uçaklara taşınıyor. Ancak, ne oluyorsa oluyor, uçak son anda iptal ediliyor.
Tunus’ta sendikaların çağrısıyla birlikte, binlerce insan sokaklara dökülüyor. “Katil Bin Ali defol, Leyla, çaldıklarını geri ver” pankartları eşliğinde. Leyla yükü çoktan tutmuş, özel okullar zinciri sahibi, kardeşleriyle birlikte süper market zincir sahibi. Ülkenin en büyük havayolu şirketi yine aynı ailenin özel malı.
14 Ocak günü her dakika Bin Ali ve Leyla için önemli. Saat 15.00’te Lyon’a uçmak üzere özel uçağa hazır ol emri veriliyor. Paris’te ise, Fransa Kültür Bakanı, “Bin Ali’ye diktatör demek, haksızlıktır” diyor.
Saat 16.00. Bin Ali ülkede sıkıyönetim ilan ediyor, Tunus hava sahasını kapatıyor.
Saat 17.00. Sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Yasaklara kimse uymuyor.
Saat 17.30. Bin Ali, Leyla’nın kardeşine ait havayolu şirketinin özel uçağı ile ülkesinden kaçıyor. Uçağın rotası Paris askeri hava alanı.
Paris’e, çünkü Fransız bakanların açıklamaları ortada. Kaldı ki, Devlet Başkanı Sarkozy, iki yıl önce Bin Ali’nin Paris’i resmi ziyareti sırasında döktürüyor:
“Tunus’ta iklim her açıdan öyle sıcak ki, insan orada ölmeyi unutur”.
Buna rağmen, Fransa Bin Ali’nin uçağına iniş izni vermiyor. Hayret.
DÖRT MİLYAR EUROLUK SERVET
Uçak rotayı Dubai’ye çeviriyor. Leyla bir ara 18 yaşındaki güzel kuzenini Dubai Şeyhi ile evlendirmek emeliyle, Şeyhten para sızdırdığı iddiaları var.
Leyla öyle böyle değil, Amerikan Forbes Dergisi’ne göre, Leyla’nın serveti dört milyar Euro dolayında.
15 Ocak gece yarısı saat 01. Suudi Arabistan TV’si, Bin Ali’nin Cidde’ye geldiğini bildiriyor. Süresiz kalmak üzere.
Saat 10.00. Tunus, İsviçre’yle başvurarak, Bin Ali ve Leyla’nın hesaplarının dondurulmasını istiyor.
17 Ocak 2011. İsviçre hesapların dondurulduğunu, onlara ait bono, tahvil, değerli kağıt ne varsa, hepsinin satışının askıya alındığı açıklıyor.
Tunus’ta devrik diktatör ve ailesi hakkında arka arkaya davalar açılıyor. Siyasi davaların yanı sıra ailenin Tunus’taki ve Tunus dışındaki servetini geri almak için mali davalar.
Bin Ali’nin sonu da, her diktatör gibi. İktidarda iken şan, şöhret, ülkeyi kasıp kavurma, keyfi yönetim, insan hakları ihlalleri, yolsuzluklar. Düştükten sonra tarihin çöp tenekesi.
Yazının Devamını Oku

Basına yansımayan basın toplantısı

28 Ocak 2011
DAHA önce bir benzerini gördüğümü hatırlamıyorum.<br><br>10 Ocak günü bazı CHP yöneticileri basın toplantısı düzenliyor. Günümüzün popüler tartışması “yeni bir anayasa” çağrısını dile getiriyorlar. Tayyip Erdoğan’ın yeni anayasa açıklamasından iki hafta önce.
Önceki gün Süheyl Batum arıyor ve ilginç bir durumu aktarıyor:
“Başbakan anayasa çağrısı yaptı, ama biz ondan önce yaptık.”
Ne zaman, nerede, nasıl? Batum devam ediyor:
“Haberiniz yok, haklısınız, çünkü bizim düzenlediğimiz basın toplantısı hiç bir TV’de, hiç bir gazetede yayınlanmadı.”
STÖ’LERE ÇAĞRI
Ben benzer bir olaya tanık olduğumu hatırlamıyorum.
Basın toplantısına gelince...
12 Eylül Anayasası bugüne kadar 17 kez değiştiriliyor, ancak hâlâ pek çok antidemokratik madde içeriyor. Yenisini yapmak gerek, bu şart.
O şarttan yola çıkarak, CHP sivil toplum örgütlerine (STÖ) bir mektup gönderiyor. Mektupta “Anayasa Hazırlık Komisyonu” kurduğunu belirterek, sivil toplum örgütlerinin katılımını bekliyor. Görüş ve önerileri ile birlikte anılan komisyona temsilci göndermeleri ricasında bulunuyor.
Henüz çok zaman var, yeni anayasa ancak seçim sonrasında masaya gelir, bununla birlikte AKP ve CHP’de yeni anayasa düşüncesi uç vermiş durumda.

En iyisi DSP kendini feshetsin

VAR mı, yok mu, zaten belli değil, üstüne üstlük, kendi belediye başkanlarını istifaya davet ediyor.
Türkiye’nin en başarılı belediye başkanlarından Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’deki bir heykel açılışını Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptırmasına kızan DSP, Büyükerşen’i istifaya davet ediyor. Büyükerşen dün istifa ediyor.
İki gün önce de, AKP’nin kalelerinden Ordu’da belediye başkanlığını kazanan DSP’li Seyit Torun partisinden istifa ediyor.
DSP’li başkanlar, DSP’li oldukları için değil, kendi kişisel kimlikleri üzerinden seçim kazanıyor. DSP bunun farkında değil.
Belki en iyi çözüm DSP’nin kendini feshetmesi.

Yaşanan skandal az buz değil

HİÇ bir AB ülkesinde, hiç bir demokratik hukuk devletinde böyle bir skandala tanık olmak mümkün değil.
Yargıtay Hizbullah sanıklarını tahliye ediyor, 25 gün sonra haklarında verilen ömür boyu hapis cezasını onaylıyor.
Bu arada tahliye edilen sanıkları bulabilirsen, bul. İzleri kaybolmuş durumda, yurt dışına kaçmış olabilirler. Kaçmadılarsa, katiller aramızda.
Kaçtılar, kaçmadılar, sorun o değil. Sorun, onlar nasıl tahliye edildi? Yargıtay’da şu kadar dosya varmış, bakmışlar, bakamamışlar, vatandaş olarak bizi ilgilendirmiyor.
Bizi ilgilendiren ortaya çıkan hukuk skandalı. Sistemin sapır sapır dökülmesi. Üzerine doktora tezi yazılır.

Mustazaf-Der’i ziyaret

İLKOKUL çocuklarının türbanla okula gitmesini zorlayan Mustazaf-Der isimli bir örgüt var. Bu örgütün türban eylemi bir ara yaygınlaşıyor, çeşitli yerlerde benzer eylemler birbirini izliyor. Hem İçişleri Bakanı, hem Milli Eğitim Bakanı o eylemleri “provokasyon” olarak niteliyor, şiddetle karşı çıkıyor.
Bu arada, gerçi beş, altı ay geride kalıyor ama, AKP milletvekili Ahmet İnal, zaten kendisi de açıklamak zorunda kalıyor, Batman Mustazaf-Der’i ziyaret etmiş. Bakanların, eylemini “provokasyon” diye nitelediği derneği, aynı partiden bir milletvekilinin ziyaret etmesi çok mu normal? Üstelik, türban eylemini yapan yerlerden biri de, Batman Mustazaf-Der.
AKP yönetimi bu ziyareti es mi geçecek, yoksa açıklama yapacak mı?
Yazının Devamını Oku

On yılın adı sonuçta ne oldu

27 Ocak 2011
TÜRKİYE’de temel kapitalist dönüşüm 24 Ocak 1980 kararları ile mümkün hale geliyor. 1923’te kurulan Cumhuriyetin en büyük ekonomik değişimi. Geçen akşam İzmir’de yapılan toplantıyı dün burada özetliyorum. O toplantıdan arta kalan ve günümüze ışık tutan başka dersler de var.
Enflasyonu indiren, döviz kıtlığına son veren, kamu açıklarını azaltan, dış ticareti liberalleştiren, kısaca bir ekonomiye sadece neşter vurmakla kalmayıp, onu temelden değiştiren bu kararlar ne ölçüde başarılı?
24 Ocak kararlarını hazırlayan ekipten, o sırada Hazine Genel Müdür Yardımcısı, 90’lı yıllarda Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’in bir sunumu var. Çok çarpıcı.
24 Ocak pek çok açıdan yaşanan sıkıntıları gideriyor, tamam, ancak on yıl sonra yaşanan ekonomik krizleri önlemekte eksik kalıyor.
80-90 arasında, on yıl süreyle, açın arşivi bakın, ne zaman ekonomi konuşulsa, hep 24 Ocak vurgusu var, ama çok önemli iki eksik var.
YARGI VE ETİK
Gazi Erçel, o kararlar sırasında ve sonrasında, nelerin yapılamadığını anlatırken, iki temel eksiğin altını çiziyor:
“Etik ve moral değerlere önem verilmedi. Etkin bir yargı sistemi için girişimde bulunulmadı.”
Günümüze kadar sarkan eksiklikler, günümüzün en büyük tartışma konuları. Yargı ve yolsuzluklar.
24 Ocak’ta kapitalist dönüşümün ahlaki boyutu eksik kalıyor. Ayrıca sistemin düzgün işlemesi için gereken yargı sistemi ile desteklenmiyor.
Kapitalizmin kendisi zaten yoz, bizdeki eksikliklerle iyiden iyiye vuran, çarpan bir ekonomiye dönüşüyor, iyice yozlaşıyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Devlet ihalelerinde bin türlü numara ve adam kayırmalar alıp başını gidiyor.
ARTÇI KRİZLER
24 Ocak Türkiye’yi on yıl götürüyor.
Sonra artçı krizler birbirini izliyor. 90’lı yıllarda iki büyük ekonomik krizi, 2001 yılında yine büyük bir kriz izliyor.
Bu dönemin en büyük skandalı arka arkaya batan değil, batırılan bankalar. Bunun sonucunda hepimize ağır fatura çıkıyor. Refah düşüyor, gelir dağılımı iyice bozuluyor, işsizlik artıyor.
Siyasi fatura da var. Krizlere neden olan partiler siliniyor. Bugün ne DYP var, ne ANAP, geriye adı var, kendi yok olan DSP ile topallayan MHP kalıyor.
Krizler yeni bir parti doğuruyor, AKP.
AKP 2001’deki ekonomik programı uyguluyor, 24 Ocak’tan bugüne kadar gelmiş eksiklikleri gidermeye yanaşmıyor.
O eksikler için bulduğu çare, İslam’a sığınmak. Faaliyeti o sembol altında.

Kemal Derviş Özal’a gelmek istedi

DPT Müsteşarı Yıldırım Aktürk merdivenleri hızla çıkıyor, bir konuda görüşünü almak için Başbakan Özal’ın odasına giriyor.
Odada Kemal Derviş var. Yıl 1983, 84 gibi.
Özal’la sohbeti sona eren Derviş izin istiyor ve ayrılıyor. Aktürk, “ne istiyor” gibilerinden Özal’a bakınca, Özal:
“Bizimle birlikte çalışmak istiyor ama o bize göre biri değil, bizim işimize yaramaz.”
Derviş yıllar sonra Ecevit tarafından çağrılıyor ve ekonominin yönetimi ona veriliyor. 2002’de krizden çıkmak için iyi bir ekonomik program hazırlıyor, o programı AKP sıkı sıkıya uyguluyor. O program hâlâ yürürlükte.
Buna karşılık, Derviş için siyasal açıdan aynı olumlu değerlendirme hayli güç. Ecevit’i terk ettiği gibi, birlikte çalışmaya söz verdiği İsmail Cem’i de son anda yalnız bırakıyor.
Özal, “bize göre biri değil” derken, belki de haklı çıkıyor.

İnsani ilişkiler hep sürüyor

KARŞIMDA oturan ekibe bakıyorum.
Onlar dönemin teknisyenleri, uzman kadrosu, aralarında daha sonra siyasete girmiş olan da var.
Onlar gerek işin içinde iken, gerekse onların bağlı bulunduğu siyasal iktidarlar en güçlü dönemlerini yaşarken, biz gazetecilerin önemli bir bölümü, onları ve siyasi iktidarı eleştirmekten geri kalmıyoruz. Tıpkı bugün gibi.
Ama, bugüne göre, çok ve fakat çok önemli bir fark var. Ne o uzman kadro, ne o siyasal iktidarlar, onları eleştiren gazetecilere bugünkü gibi, ayrımlara girmiyor. “Bizden olanlar ve olmayanlar” ayrımını otuz yıldır hiç hatırlamıyorum. Buna 12 Eylül askeri dönemi dahil.
Eleştirsek de, övsek de, iktidarlarla biz gazetecilerin insani ilişkileri hep sürüyor. O insani ilişkiler şimdi mazide kalıyor.
Karşımda oturan ekibe bakıyorum, otuz yıldır arkadaşlığımızdan hiç bir şey eksilmemiş.
Yazının Devamını Oku

Öyle 24 Ocak ki hayali cihan değer

26 Ocak 2011
EVDE soğuktan tir tir titriyor Semra Özal ve Turgut Özal.

Kaloriferler yanmıyor, çünkü ülkede petrol yok. Yağ yok, ampul yok, pek çok şey yok, tuvalet kağıdı bile yok. Türkiye “yoklar ülkesi”.
Hazine Genel Müdürü Tevfik Altınok Özal’ların evinde mutfakta paltoyla oturuyor, hep birlikte havagazı ile ısınmaya çalışıyorlar, Özal soruyor:
“Doları 55 liraya göre hesapladın mı?”
Evet, onun hesabı var.
“Ya 60 liraya, 70 liraya göre hesap yaptın mı?”
Tevfik Altınok şaşkınlık içinde, ne, dolar 70 lira mı olacak? O sırada dolar 47 lira, yüzde yetmiş devalüasyonla 70 lira olursa, kamu ürünlerine ne kadar zam yapmak gerekecek, onun hesabı. Oysa, IMF’ye göre 60 lira yeterli.
Türkiye tarihinin en büyük kapitalist dönüşümüne imza atmak üzere. 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte.

Yazının Devamını Oku

Fail-i meçhuller için darbeleri soruşturmak

25 Ocak 2011
HER siyasal cinayet sonrasında ülkeyi yönetenler “katilleri bulmak devletin namus borcudur” diyerek, halka söz veriyor.

Cinayet tazeliğini korurken, bir hışım, bir arama-tarama, bir cinayetin üstüne gitme, sormayın gitsin. “İz üstündeyiz” haberini, “biri yakalandı” haberleri izliyor. Sonra hepsi fos çıkıyor. Bir sonraki cinayete kadar.
Her siyasal cinayet sonrasında insanlar sokaklara dökülüyor, “kanları yerde kalmayacak” sloganı eşliğinde, protestolar ayyuka çıkıyor.
Ne çare ki, o protestolar da, yine boşluğa yuvarlanıyor. Siyasal cinayetlerin hepsi fail-i meçhul kalıyor. Çünkü devlet:
-  Fail-i meçhul cinayetleri araştırmaya yanaşmıyor.
-  Darbelerle hesaplaşmıyor.
MECLİS ARAŞTIRMASIBüyük laflar etmek yerine, olayın köküne inmek için yol var. Hem de, çok meşru bir yol.
Fail-i meçhul cinayetler için Meclis araştırması.

Yazının Devamını Oku