Paylaş
“İş çok ciddi, artık sabrımız kalmadı, Suriye’ye müdahale edeceğiz.”
Mübarek irkiliyor, Demirel’in elini tutuyor:
“Ciddiyeti anladım, şimdi doğru Hafız Esat’a gidiyorum.”
Tarih 6 Ekim 1998.
Suriye’ye müdahale, çünkü Suriye her türlü uyarıya rağmen, yıllardır Abdullah Öcalan’ı barındırıyor, PKK terörünü destekliyor. Türkiye’de sabır artık gerçekten taşıyor.
1 Ekim 1998’de Demirel Meclisi açış konuşmasında, Suriye’ye ültimatom veriyor. Çok ağır sözlerle Suriye’yi yerden yere vuruyor.
Demirel 2 Ekim’de Üsküp’e gidiyor, 3 Ekim günü tehdidin ciddiyetini gören Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat Üsküp’te Demirel’i arıyor. Demirel telefona çıkmıyor.
3 Ekim’de Hüsnü Mübarek Demirel’i arıyor ve hemen görüşmek isteğini bildiriyor.
ŞAM’A UÇTU
6 Ekim’de Mübarek Ankara’ya geliyor. Heyetler halinde görüşme yapılırken, Demirel’in önüne Amerikan Büyükelçiliğinden gönderilen bir not konuyor:
“Mübarek’in ziyaret sebebini biliyoruz, Türkiye’nin tavrını destekliyoruz.”
Mübarek, Türkiye ile Suriye arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor. Çıkması muhtemel bir savaşı önleme çabasında.
Suriye’ye yönelik sabrın taştığı mesajı resmi görüşmelerde Mübarek’e çok net anlatılıyor.
Mübarek Ankara’dan ayrılırken, helikopterde Demirel bir kez daha Türkiye’nin kararlılığını aktarınca, Mübarek programını değiştiriyor ve Şam’a uçuyor.
APO’NUN SONU
Mübarek 6 Ekim öğleden sonra Şam’da.
Üç gün sonra, 9 Ekim’de Apo yıllardır barındığı Şam’dan ayrılmak zorunda kalıyor. Apo için sonun başlangıcı. Bu olayın ayrıntılarını Hulusi Turgut bir kaç yıl önce yazdığı kitapta, 103 Günlük Kovalamaca’da polisiye roman tadında uzun uzun anlatıyor.
Mübarek’in arabuluculuğu başarıya ulaşıyor.
1998’in Aralık ayında Mübarek yeniden Ankara’ya geliyor, Türkiye kendisine Üstün Hizmet Madalyası veriyor.
O tarihte Mısır’da yine huzursuzluk var. Ama, bugünkü gibi değil. Bütün bu süreçte Türkiye Mısır’daki huzursuzluğu hiç bir biçimde dile getirmiyor. Çünkü, dış politikada tutum belli, başkalarının iç işlerine Türkiye karışmıyor.
Mübarek otuz yıl süreyle ülkesini demir yumrukla yönetiyor. Hatırlıyorum, resmi bir gezi için İskenderiye’ye gidiyoruz. Sokaklarda halkın sefaleti bir, onların tepesine inen demir yumruk iki, insan nefes almakta zorlanıyor.
Mısır halkı aslında geç kalıyor, diktatöre karşı çoktan ayaklanması gerek. Ama, arkasında kapı gibi Amerika ve İsrail var.
Halkın Mübarek’i devirmesi, aynı zamanda Amerika ile İsrail’i de devirmesi anlamına geliyor.
DDK ve yandaş medya içli dışlı mı?
KONU madem ki asker ve madem ki, askerin bir açığı var gibi, araştırmaya hiç gerek yok, hazırla tam sayfa ve at manşeti:
“Muhsin Bey’den korktular, öldürdüler.”
Muhsin Bey, helikopter kazasında hayatını kaybeden Muhsin Yazıcıoğlu.
Habere göre, Cumhurbaşkanına bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK), Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilgili bir rapor hazırlıyor ve:
“Helikopterin bazı parçalarının xxx timince yakılmış olabileceği, çok şey bilen Yazıcıoğlu’nun suikaste uğradığını gösteriyor.”
Aynı haber çeşitli gazetelerde, “Enkaz üssünden uçuş”, “F-16 Şüphesi” başlıklarıyla veriliyor. Yazıcıoğlu’nun helikopterini F-16’lar, yani asker düşürdü iması.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı açıklama yapıyor, kazanın geçtiği tahmin edilen saatlerde olay çevresinde 74 kilometre içinde F-4 ve F-16 uçakları dahil, askere ait herhangi bir hava trafiği olmadığını ve bunun DDK’ya gönderildiğini duyuruyor.
Bu açıklamayı destekleyen sözler Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dan geliyor. Yıldırım aklı başında bir üslupla Denetleme Kurulu’nu eleştiriyor:
“Bana garip gelen şey, DDK’nın yargıda olan, ayrıca konu hakkında uzmanlıkları tartışma götürmeyen kişi ve kurumlarca yapılmış çalışmanın üzerine, hangi uzmanlık marifetiyle böyle bir sonuca ulaşmış olmasıdır.”
DDK raporu gerçekten F-16 şüphesinden söz ediyorsa, Hava Kuvvetlerinin resmen bilgi vermesine rağmen, o kaygıyı neye dayandırıyor?
Yoksa, en güvenilir kurumlardan biri olan DDK da, sizlere ömür mü?
Madem ki asker, vur abalıya, havasında, yandaş medya ile kol kola vaziyetinde mi?
Paylaş