Yalçın Doğan

2.5 ay önce denetim dışı bırakılan binalar

12 Kasım 2011
SİZİN eviniz iki katlı, inşaat alanı 200 metrekareyi geçmiyor, müstakil bir bina. Şaşıracaksınız ama, sizin eviniz yapı denetimi dışında.

Sizin çalıştığınız bina kamuya ait. Şaşıracaksınız ama, o bina yapı denetimi dışında.
Siz entegre tesis niteliği taşımayan tarım ve hayvancılık amaçlı binaya sahipsiniz. Şaşıracaksınız ama, sizin o binalarınız yapı denetimi dışında.
Arka arkaya kanun hükmünde kararnameler çıkartılıyor. 17 Ağustos 2011 tarihli kanun hükmündeki kararnamelerden biri de, yapı denetimi dışında bırakılacak binalarla ilgili. Yukarıda sayılan binalar bu kararname ile denetim dışına çıkartılıyor.
Van depremi sonrasında sabahtan akşama kadar yapı denetimini tartışıyoruz. Tartışmanın boş olduğu ortada. Yukarıda belirtilen binalar depreme dayanıklı mı, değil mi, dert değil, nasıl olsa denetim dışı.
İstediğin gibi yap binayı, ister deniz kumuyla, ister midye kabuğuyla.
Kamu binalarına gelince, onlar ihaleyle yapılıyor. İhale şartnamesi binanın daha özenle yapılmasını öngörebilir. Yine de, neden denetim dışı?

KÖYLERDE DE AYNI

Devamı var.

Yazının Devamını Oku

Van’da hasar tespiti soruları

11 Kasım 2011
İLK depremden sonra Van’da hasar tespiti kaç binada, nasıl yapılıyor?

Hasar tespitini kim yapıyor?
Tespitten sonra hangi binalara “oturulabilir” izni veriliyor? İzin verilen o binalardan kaçı ikinci depremde yıkılıyor?
Deprem uzmanları “yıkılan binalar hasar görmüş binalar, bu büyüklükte bir depremin can kaybına ve hasara sebep olmaması gerekir” diyor.
Bir başka soru şu. 5.6 şiddetindeki gibi önemli büyüklüğe sahip olmayan bir depremde, dünyada hangi ülkeler bu kadar can kaybı veriyor, bu kadar bina yıkılıyor?  5.6 şiddetindeki deprem nedir ki, bu ölçüde acılar yaşamak zorunda kalıyoruz.
İlk depremin üzerinden bir süre geçiyor, Van Valisi “ağır ve orta hasar olmayan binalarda vatandaşlarımızın evlerini kullanmalarında herhangi bir sorun yoktur, vatandaşlarımızın evlerini kullanmasını istiyoruz” açıklamasını yapıyor. O açıklama halen valiliğin sitesinde var.
Enkaz altından çıkartılan ve kurtarılan her kişi için yaşasın, bayram yapıyoruz. Ya ölenler? Onlar neden ölüyor? Hasar tespitinden.

AFET İŞLERİ

Bir zamanlar Afet İşleri Genel Müdürlüğü var. Depremlerde deneyli, birlikte çalışmış, teknik bilgisi yerinde, donanımı tam bir ekipten oluşuyor.

Yazının Devamını Oku

Hiç kaçmaz, hepimiz Atatürkçüyüz

10 Kasım 2011
KEMALİZMİ herkes kendine göre yorumluyor.

Sağcılar için Kemalizm: Sınıfların varlığını inkar etmek,  milliyetçilik ve popülizm anlamına geliyor.
Merkez sağ için Kemalizm: Teknik ilerleme, Batılılaşma anlamını taşıyor.
Ilımlı Sol için Kemalizm: Laiklik ve sosyal adaletin referansı.
Radikal Sol için Kemalizm: Antiemperyalizmin simgesi.
Türkiye siyasal tarihinde gelip geçen siyasal partiler ya da akımlar, iktidarda olsun ya da olmasın, Atatürk denildiğinde, bu görüşlerden birini sahipleniyor. Günümüzde geçerli akım ise, Türk-İslam Sentezi.
Türk-İslam Sentezi için Kemalizm: Türklük mirasına sahip çıkarken, Müslümanlığı ön plana çıkartıyor, İslam’ın önemini vurguluyor. Türk Ulusunu İslam önderi olarak görüyor. Kemalizm ve laik devletle uyum içinde olmadığına inanıyor.
Ilımlı ve radikal sol hariç, diğer akımların ortak yönü var. Müslüman değerler ile daha çok Amerikan tüketim kalıplarından esinlenmiş bir sentezde buluşuyor. Ve bunu Atatürkçülük adına yapıyor.

Yazının Devamını Oku

Üstün ırka Mozart terörle savaşa Beethoven

9 Kasım 2011
EN fırtınalı değişikliklerden biri Nazi iktidarının ilk üç ayına rastlıyor. Yeni iktidar bir hafta içinde politik açıdan kendilerine uzak duran çok sayıda ünlü müzisyenin işine son veriyor.
1930’lar Almanya’sında ilk koşul, Nazi olacaksın, ikinci koşul, Nazi olacaksın, üçüncü koşul Yahudi olmayacaksın.
Bu koşullara ve bu politik inanca sahipsen, bütün kapılar sana açık. Yoksa, gerisini sen düşün.
Erik Levi’nin kaleme aldığı “Mozart ve Naziler” kitabı, konu propaganda olduğu zaman, bir iktidarın neleri yapabileceğini ortaya koyması açısından, insanın kanını donduruyor. Nazi iktidarı müthiş bir pragmatizmle kendine politika dışı ikonlar yaratmayı hedefliyor. İkon yaratmak açısından sanat, en uygun alan.
Çünkü, sanatın her dalındaki insanlar, resim, müzik, tiyatro, edebiyat, heykel toplumla sıcak ilişki kurabilen, popüler kişiler. Şu şarkıcı, şu tiyatrocu, bu ressam, bu besteci toplumun kendilerini beğendiği, onları el üstünde tuttuğu insanlar.
İktidarlar sanatçılar üzerinden topluma sevimli görünmeye çalışıyor. Bunu en iyi başaranlardan biri, hiç kuşku yok, Naziler.
Mozart üzerinden.
FİKİR MÜKEMMEL
Temel politika, her dakika toplumu ele geçirmeyi düşünmek, ama her saniye ülke çıkarları diye haykırmak. (Erik Levi, a.g.k., s.19).
Kısa süre sonra Hitler’in Propaganda Bakanı görevine gelecek olan Joseph Goebbels Salzburg Festivalinde Mozart’ın “Figaro’nun Düğünü” operasını izlerken aklına dahiyane bir fikir geliyor:
Mozart’ı Nazi rejiminin hizmetine sunmak, Mozart’ın müziğini Nazi rejiminin simgesine dönüştürmek.
Fikir mükemmel, ama sakıncaları var. Mozart mason, daha kötüsü Yahudilerle işbirliği var. Mozart’tan Nazi simgesi çıkarmak çok zor.
Öte yandan, diğer ünlü müzisyenlerden Nazi ikonu yaratmak daha zor. Oysa, ille de bir müzik ikonu şart.
Naziler Beethoven’in müziğini cesur, iradi kararlılık sahibi, ele güç gelen bir müzik olarak yorumluyor.
Bach’da dinsel motifler ağır basıyor, Nazilerin işine gelmiyor.
Heandel ömrünün büyük bölümünü yurt dışında geçiriyor.
Buna rağmen, Nazi yönetimi dünya müzik tarihine geçmiş bu üstün insanları ari ırkın temsilcisi olarak sunma kararı alıyor. “onları örnek alarak, biz de ari ırk yaratmayı amaçlıyoruz”. (A.g.k., s.178).
Derken Mozart fırtınası. Eserleri her fırsatta çalınırken, onun nasıl bir saf kan Alman olarak doğduğuna ilişkin “bilimsel”(!) tezler arka arkaya sıralanıyor.
TALİBAN’A KARŞI
Ari (üstün) ırk için Mozart, terörle savaşmak için Beethoven.
Terör müzikten hoşlanmıyor. Örneğin, Afganistan’da Taliban giriştiği herhangi bir terör eylemi sırasında ele geçirdiği müzik aletlerini parçalıyor, notaları yakıyor, asla müzik dinlemek istemiyor. (Beethoven an den Hindukusch, 13 Ekim 2011 tarihli Die Zeit, s.20).
Madem terörden hoşlanmıyor, o zaman teröre karşı psikolojik savaşlardan biri de, müzik.
Alman askerleri Afganistan’da Afgan Ordu Bandosu’na Beethoven öğretiyor. Provalar uzun sürse de, Afgan Bandosu ulusal günlerde, törenlerde ve daha ilginci, Taliban’la savaşa giden askerlere mitralyözler, tanklar, toplar eşliğinde Beethoven çalıyor. Beethoven kararlılığı temsil ettiği, güçlü iradeyi simgelediği için.
Yazar, çizer, tiyatrocu, besteci, şarkıcı, ressam, heykeltıraş iktidarlar karşısında yeter ki, dik durmasını bilsin, bilsin ki, iktidarların onlara her zaman ihtiyacı var. Baksanıza, Mozart ve Beethoven hiç akla gelir mi?

Bodrum yerine Kanarya Adaları

TATİL için kural yıllar önceki haline dönüyor. Yurt dışı tatil, bir zamanlar olduğu gibi, yurt içine göre, çok az fark ediyor.
Üç kişilik bir aile, bayramdan yararlanarak tatile gitmek istiyor. Dört gece, beş gün süren bir tatil için, beş yıldızlı bir otelde.
İstanbul’dan Bodrum’a, gidiş dönüş uçak dahil 2.350 Euro. Buna karşılık, İstanbul’dan Kanarya Adalarına, gidiş dönüş uçak dahil 2.782 Euro. Aradaki fark 430 Euro. Ama, orası da Kanarya Adaları.
Bizim için böyle. Ya tatile gitmek isteyen bir yabancı için durum ne? Örneğin, Brüksel’de yaşayan bir Belçikalı tatil yapmak istese, o nereyi tercih eder, neresi daha ucuz?
Brüksel’den Bodrum’a üç kişilik aileye tatil yukarıdaki koşullarda 3 bin Euro. Brüksel’den Kanarya Adaları 1.747 Euro. Neredeyse yarıya yakın. Siz olsanız, nereyi tercih edersiniz?
Sadece turizm açısından değil, Türkiye genel olarak pahalı bir ülke.
Yazının Devamını Oku

‘Dışarıda deli dalgalar’ müze diye bu mezbeleliği yalar

8 Kasım 2011
<b>SİNOP</b><br>BU zindanda insanlar prangaya bağlanıyor. Su yok, ışık yok, daracık bir hücre, zindandaki kişi kuru ekmekle ne kadar dayanabilirse.

Zindanların üstünde kilit üstüne kilit vurulmuş üç, beş demir parmaklıklı kapılar. Sonra kırkar, ellişer kişilik koğuşlar. Tuvalet yok, tek bir musluk var, ortada zayıf bir ampul, kenarda odun bulunursa, ne zaman yanacağı belli olmayan bir soba. Her yer taş. Her yer demir.
Duvarlar kale duvarı, top atsan zor yıkılan surlar cinsinden. 800 yıllık limanın surları.
O surların hemen sırtında, 120 yıllık Sinop Cezaevi. Cezaevi değil, kale. Liman, liman deyince, kale, kale deyince, sur, sur deyince cezaevi.
“Dışarıda deli dalgalar/Gelip duvarları yalar.”
Burçlar, nöbetçi kulübeleri, saymakla bitmez demir parmaklıklar. Hangi deli dalgalar? “Seni bu sesler oyalar/Aldırma gönül aldırma.”
Nasıl aldırmazsın, insanlıktan nasibini biraz almışsan, mümkün mü, Sabahattin Ali’nin “aldırma gönül aldırma” dizeleriyle avutmak kendini.
ZULÜM VE KABUS

Yazının Devamını Oku

Doçentlik jürileri de tamam

5 Kasım 2011
TOPLANTIYA ellerinde basılmış komisyon listeleriyle geliyorlar. Üniversiteler Arası Kurul üyesi olan muhafazakar öğretim kadrosu çok hazırlıklı.

Üniversiteler Arası Kurul sayısı 170’e ulaşan üniversite rektörleri ile her üniversiteden bir temsilcinin katıldığı yaklaşık 340 öğretim üyesinden oluşuyor. Son yıllarda kurulan üniversitelere atanan rektörlerin çoğu aynı görüşü temsil ediyor. Dolayısıyla, Üniversiteler Arası Kurul’da artık o görüş çoğunlukta.
Kurulun görevlerinden biri de, komisyon seçmek. Kurul komisyonları seçiyor, komisyonlar doçent jürilerini belirliyor.
Doçent olmak için her yıl ortalama dört bin öğretim elemanı Üniversiteler Arası Kurul’a başvuruyor. Nisan ve Ekim aylarında. Dört bin öğretim üyesi, kendi alanına göre dört bin ayrı jüride sınava giriyor. Her jüri üç ile beş kişiden oluşuyor. Bu durumda komisyonlar jürilere on bine yakın öğretim üyesi seçiyor.
Fizik, tıp, hukuk, edebiyat gibi, her bilim dalına göre otuzdan fazla komisyon var.
HEPSİ DEĞİŞTİÜniversiteler Arası Kurul’un bir ay önceki toplantısında muhafazakar üyeler bu komisyonların kaldırılmasını, yeniden belirlenmesini istiyor.
Komisyonlar değişecek, jüriler değişecek, doçent olmanın ölçüleri değişecek. Kurul’da tartışma çıkıyor, oylamaya gidiliyor, çoğunluk komisyonların değişmesine karar veriyor.
Geçen haftaki toplantıda bu karar doğrultusunda yeni komisyonlar seçilecek. Bir de görülüyor ki, belli eğilimi temsil üyeler ellerinde basılmış listelerle katılıyor toplantıya. Doçentlik jürilerini seçecek komisyon üyeleri çoktan belirlenmiş bile. Bir oylama, basılı listelerdeki isimler artık yeni komisyon üyesi.

Yazının Devamını Oku

Yargıtay’a armağan: Önceki hükümet programı

4 Kasım 2011
YARGIÇLARI uyaran genelge 2007 tarihli. Uyaran Adalet Bakanlığı. Yargı etiği ile ilgili.

13 yaşındaki N.Ç.’ye 28 kişi tecavüz ediyor. Tecavüz tarihi 2003. Mahkeme kararını 2010’da veriyor. Arada, 2005’de Türk Ceza Yasası değişiyor. Yargıtay mahkeme kararını 2011’de onaylıyor. Altı yıl önce değişen Ceza Yasasına göre. 2003-2011, tecavüz ile karar arasında sekiz yıl geçiyor. Dava süresine dikkat. Yargıtay bazı sanıklarla ilgili kararı bozduğu için olay yeniden mahkemeye gidecek. Dava kaç yıl daha sürecek?
Ayrıca, öyle bir karar ki, biraz zorlansa, kendi rızasıyla tecavüzü kabul eden N.Ç. suçlu bile çıkabilir.
Yargıtay’ın N.Ç. ile ilgili onama kararı hiç eksiği olmadan Türk toplumunun tamamı tarafından büyük protestolarla karşılanıyor. Son yıllarda hiç bir olay hatırlamıyorum ki, üzerinde böylesine uzlaşma sağlanmış olsun. Bu olayın bir yüzü.
Olayın öteki yanında şu ana kadar su yüzüne pek çıkmayan bir genelge ve uyarı var.
BANGALOR’DA YARGI ETİĞİ
Birleşmiş Milletler 2001 yılında Hindistan’ın Bangalor kentinde toplanıyor. Yargısal Tutarlılığın Kuvvetlendirilmesi amacıyla ilkeler belirliyor.
Bu ilkeler daha sonra New York’ta, Lahey’de, Brüksel’de düzenlenen çeşitli B.M. toplantılarında gözden geçiriliyor ve uluslararası kural haline geliyor. “Yargı Etiği İlkeleri” başlığı ile B.M.’ye üye bütün ülkeler tarafından kabul ediliyor.

Yazının Devamını Oku

YÖK’te 12 Eylül hayaleti

3 Kasım 2011
“BİR daha böyle bir şey olmadı”. Oldu Yusuf Ziya Bey oldu, hem de yüzlerce defa oldu.

O kadar çok oldu ki, üzerine romanlar yazıldı, filmler çevrildi, Batı dergi ve gazetelerinde binlerce fotoğraf ve yazı yayınlandı.
Akşam gazetesinde dün YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ile yapılan bir sohbet yer alıyor. Oradaki sözlerinden bir bölüm aktarıyorum:
“Bizde üniversite ordu gibi politize olmuştu. 1968’de Amerika’da University of Chicago’da 170 öğrenci ulusal bir konuyu protesto etti, ertesi gün 170’nin de kaydı silindi”.
Yusuf Ziya çok iddialı devam ediyor:
“Bir daha böyle bir şey olmadı”.
Sohbetin sonunda Yusuf Ziya tam 12 Eylül darbeci generallerinin mantığını sergiliyor:
“Eskiden üniversiteler çok politize olmuştu, asıl işini yapmayıp siyasetle uğraşıyordu, aynı ordu gibiydi”.

Yazının Devamını Oku