Yalçın Bayer

Kaçak nargile tütünü kimin cebine giriyor

22 Mart 2005
<B>MERKEZİ Trabzon Arsin’</B>de bulunan <B>‘Şerbetli Gıda’</B>nın sahibi Prof. <B>Metin Çağlayan</B> gözlerden kaçan bir konuyu, nargile tütünü üretimini ve kaçakçılığını gündeme getiriyor. Kendilerinin tamamen yerli tütünden (Hatay yöresi) ve yerli aromalardan ürettikleri meyve aromalı nargile tütünü üretimi için Organize Sanayi Bölgesi’nde bir tesis kurarak üretime başladıklarını ve yıllık ÖTV, maktu ÖTV ve KDV olarak Hazine’ye yıllık 5-6 trilyon katkı sağlayacaklarını, böylece tütün üreticilerinin emeğini de değerlendirmiş olacaklarını anlatıyor.

‘Ancak’ diyerek şöyle konuşuyor:

‘Yasadışı yollardan kaçak olarak getirilen sentetik aromalar ve alfatoksin içeren kaçak nargile tütünleri ile yüksek vergilerden dolayı rekabet edemiyoruz. Yasalardaki boşluklardan istifade eden kaçakçıların kurdukları ağları maalesef kıramıyoruz. Kolluk güçleri ve gümrüğün iyi niyetli yaklaşımları karşısında maalesef yasaların boşluklardan ve kadroların yetersizliğinden sonuç alınamıyor. Tütün Üst Kurulu’ndan izin alarak üretime başladık ancak kaçak tütünden dolayı piyasaya giremiyoruz. Rakıdaki gibi kötü sonuçlar ortaya çıkmadan önlemler alınamaz mı?’

Konunun en önemli tarafı ‘kaçakçılık’... Son yıllarda nargile kıraathaneleri pıtrak gibi her tarafı sarmış durumda... Çoğu kaçak tütün kullanıyor. İyi niyetli yeni üreticilerin de yakındığı gibi Türkiye’ye büyük miktarlarda kaçak nargile tütününün sokulması giderek artmaya başlamış durumda. Aynı sigara ve içkide olduğu gibi...

SURİYE VE IRAK

Nargile tütünleri Suriye ve Irak’tan geliyormuş. Bu, geçmişteki Kalaşnikof, şimdilerdeki uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve petrol kaçakçılığından sonra yeni bir sektör olarak oluşmuş...

Bunları bize anlatan bir ‘uzman’, ‘Kaçakçılığın, Irak’ta kurulmakta (hatta kuruldu denilebilir) olan Kürt devletine kaynak oluşturmak üzere yapıldığının izlerini yeni yeni görüyoruz. Kaçakçılık lobisi, başta petrol olmak üzere hep aynı yörenin insanları... İş işten geçmeden jandarmaya, polise, gümrük teşkilatına ve Tütün Üst Kurulu’na galiba büyük görev düşüyor ama nedense bazı şeyler gözardı ediliyor’ diyor.

Asker demokrasi dersi veriyor

BAZI
güçler tarafından Türk askerini yıpratma, küçük düşürme kampanyaları tüm şiddetiyle devam ederken, bir yandan da 7. uyum paketi sanki askerleri rencide etme formatında sunuluyor.

Ordu’nun laik, Atatürkçü kabuğunu kırma çabaları, akıl almaz oyunlarla mensuplarını küçük düşürme oyunları tutmayacaktır. Sabırla demokrasi dersi veriyor geri unsurlara karşı Türk askeri... Konuşmuyor, onlara saygı ile sabır gösteriyor. Türk milleti de densiz konuşmaları dikkatle izliyor. Askerimiz, bağrına taş basıyor, kan kusup kızılcık şerbeti içiyor. Yeter ki demokrasi korunsun diyor; ama bazı çevreler bunun farkında bile değil. Türk askerinin vatanına, milletine yaptıklarını Türkler asla unutmaz. Unutmayın onlar bizim askerlerimiz. Ben subay falan değilim, bir gurbet işçisiyim.

Ahmet VURAL Hildesheim ALMANYA

Bilim adamı yetiştirmek

ÇOCUKLUK
arkadaşlarımla konuştuğumda; hepimizin ortak konusu, çocuklarımıza bilim, fen bilgisi, matematik gibi konuları nasıl sevdirebiliriz oluyor? TÜBİTAK yayınları ile biz konuyu çözmüş durumdayız. Kitaplar çok güzel, fiyatları da 3-8 YTL arasında... Emsallerinden çok ucuz. 9 yaşındaki oğlum atomdan nükleer denizaltına, otomobillerden gezegenlere, fosillere kadar birçok konuda bilgi sahibi oldu. TÜBİTAK’ın bilimi çocuklara sevdirmek için gösterdiği çabayı her türlü övgüye değer buluyorum. Türkiye’de niye daha fazla bilim adamı yetiştiremiyoruz sorusuna bu tip çalışmalar ile çözüm bulabiliriz.

Fügen ÖZEN İSTANBUL

31.4 YTL’lik ilaç nasıl 18.1’e indi

İLAÇLARDA
kár marjlarının ne kadar yüksek olduğu son günlerde Emekli Sandığı, SSK ve Bağkur’un eşdeğer ilaçlara yönelmesinden sonra ortaya çıkmaya başladı. Ankara Bahçelievler’den Orhan Yeldan diyor ki: ‘FAKO İlaçları A.Ş.’nin üretimi olan Augmentin- B10 isimli antibiyotik ilacı, 31.47 YTL’ye satılmakta idi. Fakat bir haftadır bunun fiyatının 18.18 YTL’ye indiğini görüyoruz. Demek ki, firma son uygulama karşısında pazar paylarını koruyabilmek için fiyatını indirmek, fahiş kár marjlarından vazgeçmek zorunda kalmış.’ Okurumuzun alışveriş yaptığı eczanenin sorumlusu ile konuştuk, Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki son kararından sonra firmaların ‘indirime’ başladıklarını doğruluyor. Hatta, örnek olarak da bir başka antibiyotik olan Duocid’in (Pfizer) fiyatının 24.64’ten 21.03 YTL’ye ve Zinnat tabletin (Glaxo) fiyatının da 30.84’ten 17.30 YTL’ye düşürülmüş olduğunu söyledi.

İlaç firmalarının pazar paylarını korumak için indirime gitmeleri iyi bir şey de geçmişteki uygulamalarının hesabını nasıl verecekler?

Bir müdür ki

ŞİŞLİ Seyrantepe Polis Lojmanları içindeki Süleyman Çelebi İlköğretim Okulu’ndan bazı veliler şikayet mektupları göndermişler. Müdür Tacettin Yiğit hakkında, eğitim camiasının bir mensubuna yakışmayacak davranışlarını anlatıyorlar. Şişli Milli Eğitim Müdürü Nevzat İspirli’ye soruyoruz: ‘Bir eğitimci ‘Ben dini bütün bir müdürüm’ diyebilir mi? Kamudaki işlerini görmek üzere bir çocuğu arabasına alıp 7 saat dolaşıp park sorunundan kurtulabilmek için trafikçiler sorarsa ‘Benim babam polis dersin, ceza yazmazlar’ diye çocuğa telkinde bulunabilir mi? Bu müdürden hálá çekecek miyiz, hakkındaki adli ve idari soruşturmalar hálá sonuçlanmayacak mı?’

GÜNÜN SÖZÜ

‘Süleyman (Demirel) Bey, babadır. Mafya babası değil, barajların babasıdır o... Ben de babayım ama üvey baba. GAP konusunda çok uğraş verdik. Süleyman Bey ile tek anlaştığımız nokta da barajlardı zaten.’

(Gazeteci, yazar, ressam Fikret Otyam’ın Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’ndeki söyleşisinden.)

Biliyor musunuz

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası ve İzmirli dört avukatın (N. Özkan, Ö.Erlat, S.Cengiz ve A.A. Cangı) Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nin 8. maddesine ilişkin yürütmenin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’a başvurduğunu..... CHP Antalya Milletvekili Nail Kamacı’nın, Tarım Bakanlığı’na, tarım ilaçlarının reçete ile satılmasının düşünülüp düşünülmediğini sorduğunu... CHP Sinop Milletvekili Engin Altay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na, 1993’ten bu yana atıl durumda olan Sinop Radar Üssü’ne ait tesislerin turizm, eğitim ve sağlık gibi alanlara açılıp açılmayacağını sorduğunu...
Yazının Devamını Oku

‘Rakı afeti’ lokantaları vuruyor

20 Mart 2005
<B>‘EFENDİM </B>ben eski milli bisikletçi <B>Mehmet Cengiz’</B>im. <B>Yeşilyurt’</B>taki<B> ‘Antepli’ </B>lokantasının sahibiyim. Gaziantep’de iki hemşerimin, yine eski bir bisikletçi olan Hanefi Bıçkıcı (57) ve Ali Mercan’ın (49) Suriye’den kaçak getirilen ‘sahte viski’den öldüklerini duyunca bunları yazmaya karar verdim.

‘Kaçak rakı’ meselesinden sonra bizim gibi işyerlerinin ne durumda olduğunu hiç biliyor musunuz?

Her şeyimiz ‘kaçak’ ve ‘sahte’ olmaya başlayınca bizim işlerimiz bozuldu. ‘Akşamcılar’ kaybolmaya başladı. Emin olun dün akşam 22.00’ye kadar hiçbir müşterim gelmedi. O saatten sonra iki masalık müşteri geldi. ‘Sahte rakı’dan önce günde yaklaşık 3 milyar lira ciro yapardım, dün akşamki hasılatım 300 milyonu bile bulmadı. Bu bir aydır sürüyor. Bırakın sahte rakıyı, insanlar içkili lokantalardan çekinir hale geldiler.

Bu hükümet için alarm olmadı; kaç bin kişi ekmek yiyor bu işletmelerde. Benim de 15 çalışanım var. TCDD’ye olan kiramı, vergimi, stopajımı, sigortamı nasıl ödeyeceğimi düşünmeye başladım artık. Peynir, domates, yağ, et, meyve, sebze gibi gıda maddelerini alımım da azaldı.

Benim gibi birçok saygın lokanta, eğlence yeri ve barlar kan ağlıyor.

Gerçi içkiyi sevmiyorlar ama Başbakan ve Maliye Bakanımıza bir önerimiz olacak. Bu afet geçinceye kadar bizim vergilerimizi erteleme imkánı tanınabilir mi? Çünkü bu sahtecilik bizim günahımız değil ki...’

Aynı tablo her yerde yaşanıyor. Ülkeyi sahtecilik örümcek gibi sarmış; buna ciddi kalıcı tedbir alınmazsa, namusuyla iş yapanlar da sapır sapır dökülecek.

Bu hırsızları yakalamak zor mu

ULUS’ta (Etiler) kızımın oturduğu daireye iki ay kadar önce öğle saatlerinde hırsızlar giriyor. Ellerinde poşetler olan kızımla merdivenlerde karşılaşan zanlılar ‘İyi günler’ dileğinde bulunuyorlar. Kapının açık ve dairesinin darmadağın olduğunu gören kızım, feryatlarla arkalarından koşuyor. Kapıcıya bıçak çeken bu kişiler, çalışır vaziyette bekleyen bir araçla kaçıyorlar.

Olaya el koyan polise taşıtın plakası veriliyor. Kızım, kadın-erkek iki kişiyi ‘kesin’ teşhis ediyor. Bunları isimleriyle belirleyen, ikametgáhları ile birlikte kiralık aracı dahi tespit eden polis, kendilerine yardımcı olan kızıma teşekkür ederken, ‘ısrarla konuşulmaması ricasında’ bulunuyor.

Ne var ki kesin teşhis ve bilgilere rağmen polisin hálá ‘sabır’ dileğine bir anlam veremiyoruz. Gerektiğinde anında sonuca ulaşan polis, açıkça ifade ettiği böyle bir gerçek karşısında daha ne beklemektedir?

Korkumuz, TCK’nın yürürlüğe gireceği 1 Nisan’da bizlere verilecek cevabın ‘Elimiz kolumuz bağlandı, kusura bakmayın’ sözü mü olacaktır?

Av. Ruhi KAHRAMAN-İSTANBUL

Cafcafa kanmayın

GAZETELERDE
modern, yeşillikli, havuzlu genellikle yabancı isimli siteler, konaklar kol geziyor.

Cafcaflı resimler, cicili bicili canlandırmalar insanın içini ısıtıyor. Ama bir de onları iş bitince görün. Alemdar’da böyle bir siteye girdik, üç ay oldu hala akan suyumuz bile temiz değil, devamlı sorunlarla dolu; insanı aldığına pişman ediyor. Siz siz olun mutlaka, bu şirket daha önce ne iş, hangi konutları yapmış, bakın. Bakmakla da kalmayın gidip bizzat orada yaşayanlarla konuşun, öyle karar verin ki üzülmeyin! BATURALP DERİN

En-TELLAK-tüeller!

ONLAR kendilerini Batılı entelektüellerden daha geride tutarlar. Kendilerini Batılı olarak gördükleri entelektüelle eşitleyebilmek için, onlarla aynı görüşleri paylaşmak zorunda hissederler.

Bu yüzden bu ülkede, yeni diye ortaya çıkan her şeye hemen karşı çıkarak, ‘Dünyada böyle şey yok’ derler. Oysa bilmezler ki, vaktiyle dünyada kuduz aşısı da, verem aşısı da, internet de, TV ve bilgisayar da yoktu.

Onlar dünyada yok diye bu ülkede ortaya çıkan her yeninin düşmanıdırlar. Böylece Türklerdeki özgün olanı yaratma çabasını da ortadan kaldırırlar. O yüzden bunların hemen hepsi ‘Dünyada köşe yazarlığı sistemi yok!’ diyerek, gazetelerin de bir dönem dünyada olmadığını unuturlar, af buyrun salaktırlar!

Onlar sürekli kendilerinin önünde gördükleri Batılı aydınların sırtını sıvazlamak, onların yaptığı her şeyi mutlak doğru olarak kabul etmek zorundadırlar. Aksi takdirde kendilerinde zafiyet hissederler.

O yüzden bunlar, bu ülkenin insanının sosyobiyolojisini anlayamazlar. O yüzden bunlar, dünyada üretileni burada tekrarlamaktan öte bir şey yapamazlar.

O yüzden bunlar En-TELLAK-tüellerdir. Sürekli Batılı gördükleri entelektüellere peştamal taşır, havlu tutar, sırtını sabunlarlar. Bazen Batılı ve Batıyı keselemek görevinin de kendilerinde olduklarına inanır, öyle davranırlar.

Bazen özel bölmelerde özel durumlara da düştükleri olur. Namus kaybettirmeye giderken.

Recep RE (Temmuz)-İSTANBUL

Biliyor musunuz

GÜMRÜK
Müsteşarlığı’na hükümetin atamak istediği İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişi Mehmet Çetin’in, kararnamesinin Köşk’ten geri döndüğünü... TMSF’nin kontroluna geçen CINE5’in koridorlarında, yönetim kurulu başkanlığına yeni getirilen Salim Köse’ye karşı tavır alan kurumun finansman sorumlusu Selçuk Uysaler ve koordinatör Gürhan Solakoğlu’nun, Köse ile sık sık tartıştıklarını, kendilerine ‘Küçük Erol (Aksoy)’ denilmeye başlandığını; çeşitli uygulama ve atamalarıyla grubu ‘Çorum Holding’e dönüştürdüklerinin konuşulduğunu.... Beylikdüzü’nde Ekinciler Holding tarafından kütüphane yapılması koşuluyla Beylikdüzü (Kavaklı) Belediyesi’ne verilen yerin (Ali Usta Lokantası) ihale yapılmadan Ekrem İmamoğlu ve Celal Göçhan adlı AKP’lilere satıldığını...

GÜNÜN SÖZÜ

‘Partilerin gelir ve giderleri, genel başkan, merkez karar üyeleri ve milletvekillerinin mal beyanları kamuoyuna açık (elektronik ortamda) izlenebilmelidir. Parti üst düzey yöneticileri ve milletvekilleri ile bunların 3. dereceye kadar hısım ve akrabaları, kamu şirketlerinde yönetim, denetim organlarında görev almamalıdır.

(Bağımsız Isparta Miletvekili

Erkan Mumcu)


MESAJ PANOSU

ŞİŞLİ Belediyesi’
nin iki yıl önce açtığı Ayazağa Köyü’ndeki anaokulu neden kapatılıyor. Bir veli ve seçmen olarak Sarıgül’den öğrenmek istiyoruz. Ufuk SARNIK

TÜRKİYE Şeker Fabrikaları’nda çalışan geçici işçilerin çalışma süreleri ortalama 90 gün civarında. Ekonomik olarak zor durumdayız. Sağlık problemleri ve kadro sorunlarının bir an önce çözülmesini istiyoruz.

Ahmet AYTEMİZ
Yazının Devamını Oku

Her iddiamız kanıtlıdır

19 Mart 2005
<b>KOLİN İnşaat </B>ile <B>Üstyapı İnşaat </B>firmaları arasında<B> KKTC’</B>deki karayolu ihalesiyle ilgili tartışma sürüyor. Hüseyin Gündoğdu’nun, 25.2.2005’teki eleştirisine Kolin’in sahibi Celal Koloğlu’nun yanıtını ‘Haksız Eleştiri’ (9.3.2005) başlığıyla yayınlamıştık. Ancak Üstyapı’nın sahibi Hüseyin Gündoğlu, ‘Karşı tarafın ‘suçluluk psikozu’ içinde çırpındıkça battığını size belgelerle ispat etmek istiyorum’ diyerek iddiasını şöyle sürdürüyor:

KKTC’deki (Dörtyol-Geçitkale-Büyükkonut) yol ihalesine 10 firmanın davet edileceği ve yüzde 20 tenzilat ile Kolin’in alacağının tespiti ihaleden önce ilgili yerlere bildirilmiş ve bu tespit gerçekleşmiştir. Nitekim, Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 2001/1605 sayılı kararının 4. sayfasında ‘...ihale saatinden önce Ahmet Baltacı adıyla Karayolları Genel Müdürlüğü ve Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’ne gönderilen faks yazılarında yapılacak olan ihaleye katılacak 10 firmanın adı yazılarak, bunlardan Kolin İnşaat’ın yüzde 20 civarı tenzilatlı işi alacağı...’ ifadesi yer almaktadır. (Dosya içeriğinden Ahmet Baltacı isminin davacı firma Üstyapı İnşaat tarafından kullanıldığı anlaşılmıştır.)

Aynı kararda ‘...22.12.2000 tarihinde yapılan ihale saatinden önce ihalenin sonucuna ilişkin yazılı olarak yapılan ihbardaki iddiaların aynen gerçekleşmesi...’ şeklindeki gerekçeli karar Danıştay 10. Dairesi’nce onaylanarak kesinleşmiştir.

Yargının bu kararındaki ifadeyle ‘ihaleye fesat karıştırılıp karıştırılmadığı’na kamuoyu karar verecektir; ancak olay gerçektir.’

Gündoğdu, Kolin İnşaat’a ve Celal Koloğlu’na ‘Hani önceden ayarlanmamış ihale, hani yalan ve maksatlı iddia’ diye sorarak devam ediyor:

‘Beş yıl aradan sonra yapılan bir ihaledeki kamu yararının bakkal hesabı ile yapılamayacağı, böylece 13 trilyon kamu yararının bulunmadığı iddiası hem bakkallara saygısızlık hem de matematikte her zaman okul hayatında başarısı bulunan şahsıma saygısızlıktır. Bu hesap 2005 yılına göre güncelleştirilmiş fiili rakamlardır ve doğrudur. Bunu Koloğlu iyi bilmektedir, bu cevabı ise ’ya tutarsa’ mantığıyla yapılan bir savunmadır.

1995 yılında Üstyapı İnşaat’ın yüzde 14.08 tenzilat ile KKTC’de yol ihalesi almış olduğu iddiasıyla Koloğlu acaba neyi ifade etmek istiyor? Evet bu tenzilatla firmamızın kazandığı ihaledeki Kolin İnşaat’ın tenzilatının yüzde 1.55 olduğunu mu açıklamamızı istiyor.

Görüleceği gibi 25.2.2005’te köşenizde yer alan yazımız, aynen doğru, kesinleşmiş, belgeli ve kanıtlıdır. Uluorta, mesnetsiz hiçbir iddiamız gösterilemez. Necati Doğru’nun Vatan’da 28.2.2005’te çıkan yazısını merak edenler okuyabilirler.’

Turizm geliri niye artmıyor

DYP’li Demre Belediyesi’nin söktüğü Aziz Nikola heykeline talip olan Ürgüp Belediye Başkanı Bekir Ödemiş, acentecilerin ve otelcilerin buluştuğu EMİTT Turizm Fuarı için bir süre önce İstanbul’a gelmişti. Ödemiş, sektörün turizm sektöründe yaşanan krizleri fiyatları düşürerek atlatmaya çalıştığını; ama bunun da bir çözüm olmadığını belirterek diyor ki:

‘Kapadokya bölgesinde kişi başına bir geceliği yarım pansiyon 8-9 dolara 4 yıldızlı otellerde grup ağırlayarak turizm yapamazsınız. Bugün bu paraya Avrupa’da müzelere giremiyorsunuz.

Kapadokya’yı ne yazık ki iyi tanıtamıyoruz. Bundan bir süre önce Kanada Toronto Üniversitesi’nde katılmış olduğum eğitim programında dünya haritasından Türkiye’yi göstererek üç tarafının denizlerle çevrili olduğunu söylediğimde hocanın ilk tepkisi; ‘Türkiye’de denize girmek yasak değil mi?’ diye sordu. Kaldığım üç ay içinde gazeteleri takip ettim; bir tek haberimiz çıktı; o da İbrahim Tatlıses’in Asena’yı tehdit ettiğiydi... Bugün Kapadokya’da 12 bin yatak kapasitemiz var; yıllık doluluk oranı yüzde 35-40 civarında. Yanıbaşımızda Türkiye’nin en önemli termal bölgesi Kozaklı Kaplıcası var; yarım saat doğumuzda önemli bir kayak merkezi Erciyes; tam ortasında şehiraltı şehirleriyle, peribacalarıyla, kaya oyma kiliseleriyle dünyanın önemli bir kültür ve inanç merkezi... Eğer bunlar Amerikalıların elinde olsa, değerli turizmci Cem Kınay’ın belirttiği gibi 60 milyon turist gelir. Paris’in demirden Eyfel Kulesi’ni yılda yaklaşık 35 milyon turist geziyor. Kapadokya iyi bir sunumla dünya sinema sektörünün doğal film platosu, ayrıca kongre turizmi için de önemli bir merkez olabilir. Eski Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın döneminde başlayan Ürgüp Kongre Merkezi inşaatı yüzde 65 oranında tamamlandı; ancak Erkan Mumcu döneminde de bitirilemedi. Eğer bu merkez tamamlanırsa Kapadokya kongre turizminde önemli bir sıçrama yapacaktır. Bunu yeni Bakan Sayın Atilla Koç’tan bekliyoruz.

Yarış atlarına ‘kahramanların’ adı verilebilir mi?

İSTANBUL’
dan Avukat Rıdvan Saçan, 16.3.2005’te Adana’daki at yarışlarında koşan atlardan birinin adının ‘Yahya Çavuş’ olmasına dikkat çekerek, ‘Sanıyorum 4. olan bu ata oynayıp kaybedenler küfretmiş olabilirler. Böylece Çanakkale Savaşı’nda kahramanlık destanı yaratan böyle aziz bir komutanın ruhu muazzep olur. Acaba bu ismi verenlerin bundan haberi var mıdır?’ diye soruyor.

Saçan, bu konuda Şehitlik’te de bir anıtı olan (Ezineli) Yahya Çavuş’un veya bu gibi kahramanların uluorta bir yerlere verilmemesi için Çanakkale ve Ezine Belediye Başkanları ile görüşmüş; bu duygularını aktarmış ve ‘Bu gibi kahramanlarımızın adı cadde ve sokaklara veya bir harp gemisine verilmesi daha uygun olmaz mı?’ demiş; onlar da bu konuda daha duyarlı olunması gerektiğini söylemişler.

Jokey Kulübü çevrelerine bu konuyu sorduk; onlar bu gibi isimlerin unutulmaması ve saygı ile anılması anlamında bir yanlışlık olmadığını söylediler. ‘Yahya Çavuş’ adı zaten TİGEM’in Mahmudiye harasında üretilip satıldığı için ismi de TİGEM tarafından konulmuş.

‘Arap’ cinsi bu atı Jokey Kulübü Yönetim Kurulu eski üyesi Orhan Tanatar almış... Geçmişte ‘Conk Bayırı’, ‘Seddülbahir’ ‘Anafartalar’ gibi isimler de koyulmuş atlara... Bu arada ‘Çanakkale Zaferi’ adıyla üç yaşlı Arap taylarının en önemli üç yarışından biri olan ‘Çanakkale Zaferi’ koşusu, ‘G1’ sıfatıyla koşuluyor.

Atatürk’ü unutturmak

ÇANAKKALE
Zaferi’nin 90. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törenler sırasında TRT 2’nin yaptığı yayınlarda görüntüye sık sık Mustafa Kemal Atatürk’ün değil Alman Komutan Otto Liman Von Sanders’ın resimleri geldi. Bu durumu, kınamak için 0312-490 43 00’i aradım, çıkan muhataplardan sayın avukat Sinan Baltık bana hak verdi. Ama bunun, işlenen fahiş hayatı düzeltmesi mümkün müdür? Böyle günlerde bile Atatürk’ün hakkını, hukukunu, emeğini kenara itenlere ‘yazıklar olsun size’ dememiz gerekmez mi efendim. Naim TANYER

Sahte bal uyarısı

TÜKETİCİLER Derneği (www.tuder.net) uyarıyor:

‘Dünyada bal üreten ülkeler arasında 5. sırada yeralan ülkemizden Almanya’ya ihraç edilen 25 ton balın sahte olması nedeniyle geri gönderildi. Soruyoruz; geri gönderilen ballar denetlenmiş miydi? Eğer denetlenmemiş idiyse denetimi hangi kurum yaptı? İç piyasaya dağıtıldı mı, dağıtıldıysa izni kim verdi?’

Mesaj panosu

İSTANBUL
Üniversitesi’nin tarihi (Beyazıt) kapısının bulunduğu meydanın önemli bir bölümü tamamen otoparka çevrilmiş ve yüksekte kalan park niteliğindeki ağaçlık platformlara da rampa yapıp orayı da dahil etmişler. Otoparkcılar habire bilet kesiyor. Herşey açık seçik; meydan yok artık.

Alper TÜRKMEN

GÜNÜN SÖZÜ

‘İnsan başkalarını aldatma idmanını önce kendinde yapar.’

Refik Halid Karay
Yazının Devamını Oku

Ermeni Enstitüsü kuruluyor

18 Mart 2005
<B>İSTANBUL </B>Üniversitesi Rektörü Prof. <B>Mesut Parlak’</B>la bir dost çevresinde bir araya geldik. Kendisi göreve geldiğinde nasıl bir üniversite bulmuştu ve neler yapmayı düşünüyordu? Parlak yeterince açık yanıtlar verdi; en önemlisi de bir Ermeni Enstitüsü kurulması yolunda çalışmalar yapmaya başladıklarını anlattı.

Parlak, çektiği ilk fotoğrafın karelerinde, üniversitenin eski görkemli döneminin bittiğini, giriş sınavlarında puanlarının düştüğünü ve ‘sevgisizlik ortamı’nın oluştuğunu görmüş... ‘Sanki geri adım atılıyordu. İdeolojik bir düşmanlık oluşmuştu. Sevginin egemen olmadığı bir üniversite düşünülemez. Türkiye’de bazı şeyler preslenemez artık. Saygın Silahlı Kuvvetler’den egemen olmasını istemek düşünülemez’ diyor.

Ve devam ediyor:

‘Artık Türkiye ciddi bir süreçten geçiyor. Her şeyin normalleşmesi gerekiyor. Şunu da ilave etmek isterim; Atatürkçülük ve laik demokratik hukuk devleti anlayışından ödün vermeyiz. Bu anlayışı savunmaya devam edeceğiz. Bunun dışında bir düşünceyi kabul etmiyoruz. Dini, dili, ırkı, rengi; etnik kökeni bu ilkeler şemsiyesi altında kim olursa olsun el-ele aydınlığa, çağdaşlığa yürümek zorundayız. Hele ulusal bütünlüğümüzden asla taviz vermeyiz.’

Parlak, ‘üniversitede çatışma döneminin biteceğini’ söylerken, ‘Kimse ile kavga etmeyeceklerini ve yandaşlık yapmayacaklarını’ açık bir dille ifade ediyor.

ÜNİVERSİTE, LALELİ’YE ÇIKACAK

İstanbul Üniversitesi’ni toplumla barıştıracağız. Üniversitemiz, Laleli’ye çıkamıyordu, Beyazıt Meydanı kavga alanı olmuştu, esnaf rahatsızdı. Artık bilimsel araştırmalarımızla toplumu kucaklamayı ve sevilmeyi hedefliyoruz. Ekonomi, sanayi, tarım ve hayvancılık vs. gibi sektöre istendiğinde her türlü akademik desteği vereceğiz.’

İstanbul Üniversitesi’nden geçmişte 250 öğretim üyesinin ayrıldığını, bunların bazılarının özel vakıf üniversitelerine gittiği gibi devlet üniversitelerine kadrolarını aldırdıklarını aktardıklarını anlatıyor Prof. Parlak... ‘Tabii hepsi para için gitmemişti, çeşitli sıkıntıları vardı; özgür bir ortam yoktu. Şimdi onlara geri dönmeleri için çağrı yaptık... Bu arada vakıf üniversitelerine her türlü desteği vereceğiz; ancak soru işareti olanların ve ilkelerimizle örtüşmeyenlere değil...’ diye konuşuyor.

ERMENİ ENSTİTÜSÜ

Prof. Parlak göreve geleli 1.5 ay olmuştu... Önümüzdeki günlerde basın toplantısı yaparak, neler yapılacağını anlatacağını belirtirken, ‘Peki ilk kez bir şey açıklayayım size’ diyor:

‘Türkiye’de ilk kez uluslararası bir Ermeni Enstitüsü kurmak üzere çalışmaya başlıyoruz. Bu konuda önümüzdeki günlerde kendi aramızda geniş bir toplantı yapacağız. Enstitü, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olacak. Geçmişten yara alan bu sorun etrafına gerçek bilimsel veriler, kanıtlar ortaya konularak ‘tehcir’in boyutlarını objektif olarak aydınlatmak istiyoruz. Bilimsel bir arenada her şeyin açık ve net olarak ortaya çıkmasını istiyoruz. Bu konuda Türkiye’nin rahatlayacağını umuyorum; ciddi bir hizmet olacaktır. Herkes Ermeni meselesinin ne olduğunu öğrenecek, bu ciddi bir hizmettir.’

SÜLEYMANİYE PROJESİ

Rektör Prof. Mesut Parlak, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Kültür Bakanlığı ve İÜ’nin hazırlamakta oldukları Süleymaniye Projesi’ni heyecanla anlatıyor. Gerçekten İstanbul turizminin geleceği açısından artı bir değer sağlayacak proje çerçevesinde, üniversiteye dahil birçok tarihi yapıt bu bölgede bulunuyor. Unkapanı’ya kadar inen bölgede birçok özel bina da kamulaştırılacak; Botanik bahçesi ile üniversitenin ünlü giriş kapısı ve bahçesine de yeni fonksiyonlar verilecek. ‘Bunun için Meclis’e gönderilen kentsel proje yasasıyla çirkin görüntü kirlilikleri ortadan kaldırılacak, tarihi doku yeniden ortaya çıkarılacak.’ Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın büyük önem verdiği projenin dört yılda tamamlanması ve 300-400 trilyona mal olması bekleniyor, sadece bu yıl harcanacak para 100 trilyonu buluyor. (Sohbette bulunan Dr. Eser Alptekin bu projeye bir de Güzel Sanatlar Fakültesi kurulmasını öneriyor; Parlak ‘bakalım, yapamayacaksak söz vermeyelim’ diyor.) Bu arada Kadıköy’deki konservatuvara yeni bir bina aradıklarını da öğreniyoruz. (Eyüp’teki Feshane binası olabilir mi?)

SAĞLIKTA PİKE YAPACAĞIZ

İÜ’
nün 17 fakültesi, 12 MYO’da 73 bin öğrenci öğrenim görüyor; 5.200 de akademik personeli bulunuyor.

Üniversiteyi hep ‘tıpçı’ rektörler yönetiyor. Son dönemde isimlerini hatırlayabildiklerimiz; Cem’i Demiroğlu, Bülent Berkarda, Kemal Alemdaroğlu ve şimdi de Mesut Parlak... Çapa ve Cerrahpaşa olarak iki tıp fakültesine sahip olduklarını belirterek, şöyle konuşuyor:

‘İstanbul’da son yıllarda çok modern ve çağdaş özel hastaneler kuruldu. Bizim bunlarla fiziki olarak rekabet edebilmemiz için yeni bir yapılanma içine gitmemiz gerekiyor. Liberal ekonomi artık bunu gerektiriyor. Kalite ve kantite açısından çok önemli bilimsel araştırmalar yürüten doktor kadrolarımız var. Ancak bunları kamuoyu ile paylaşamıyoruz. Kısa bir süre sonra özel hastanelerle rekabet edebilecek duruma geleceğimizi umuyorum.’

Bunun için Olimpiyat Stadyumu çevresinde üniversiteye 1.300 dönümlük bir arsa tahsis edilecekmiş. ‘Tayyip Bey bu projeyi çok önemsiyor. Kampüse,Tıp’tan başka Diş Hekimliği, Eczacılık ve Hemşire Okulu’nu taşıyacağız; birde Sağlık Oteli yapacağız. Bölgeye zaten raylı taşıma sistemi geliyor; OYAK 14 bin konut yapıyor. Çok merkezi bir bölge olacak. O zaman biz de hedefe ‘pike’ yapacağız.’

SUSURLUK VE 16 ÖĞRENCİ

Prof. Parlak, ‘Ben üniversite senatosundaki her arkadaşımla çalışacağımıza inanıyorum; üniversiteyi çağdaş ve uygar boyutta ileriye taşımak kaydıyla... Tek sesliliğe karşıyım, bir yerde tartışma yoksa orada sağlıklı bir demokratik ortam olamaz. Göreve geldikten sonra istifalarını veren dekanların yerine demokrasiye olan inancım nedeniyle ‘eğilim yoklaması’ yaptık. Ve ben de tercihimi kullandım, isimlerini YÖK’e bildirdim. Bir fakültemizde en çok oyu alan değil de, ondan 4-5 daha az oy olan lehine kullandım. Bu da benim hakkım olmalı değil mi?’

Prof. Parlak’a, seçimlerden önce, Tıp Fakültesi Dekanı iken hakkında Sedat Bucak ve Mehmet Ağar’la olan ilişkilerine dönük iddiaları sormamak olamazdı.

Yanıtı kısa oldu:

‘Gelen bir milletvekili, git mi demeliydim. Onu ziyarete gelen de bir bakan; içeri sokmamalı mıydım yani.’ ‘Hayata dönüş’ operasyonlarında ölen tutuklular için gösteri yapan 16 öğrencinin ‘YÖK’ten çıkarma’ cezası almaları yani üniversiteden atılmaları kararı karşısında ‘AB süreciyle ‘demokratikleşen Türkiye’nin hali budur’ diye tepki gösterdiklerini hatırlattık kendisine... Parlak şöyle yanıtladı bu soruyu:

‘Geçmiş dönemden bize yansıyan bir olaydır. Soruşturma Komisyonu raporu üzerinde oybirliği ile karar verildi. Ancak gençlerimiz yargıya gidebilirler. Hukuka ve hukukun üstünlüğüne saygımız büyüktür.’

Son sözü: Her şeyi iyi niyetle, açık ve şeffaf yapacağız. Zaten bir dönem için geldim.
Yazının Devamını Oku

OSB’ler mezarlık olmasın

17 Mart 2005
<B>TEKİRDAĞ’</B>dan bir işadamı adının verilmemesini isteyerek Ticaret ve Sanayi Odası seçimleri öncesinde şunları anlatıyor: ‘Yalçın Bey, bu nasıl bir israf anlayışıdır. Çerkezköy ilçemiz büyük bir sanayi bölgesidir. Hatta 2’ncisi kurulan Organize Sanayi Bölgesi’nde (OBS) ise halen altyapısı bitmiş 200 parsel fabrika yeri boş beklemektedir. Çorlu bölgesinde de 600 dolayında fabrika bulunmaktadır. ‘OSB modası’na uyularak Hayrabolu ilçemizde de 1000 dönümlük bir OSB’nin yapımına başlanmış, bugün %95’i tamamlanmış olmasına karşın içinde bir tek fabrika kurulamamıştır.

Malkara ilçesindeki OBS’nin de %70’i tamamlanmış, ancak bitirilmesi için daha 5 trilyon liraya ihtiyaç bulunmaktadır.

İlçelerdeki OSB’lere özenen bir anlayış, 1992’lerde Hayrabolu ve Tekirdağ’a 25 km uzaklıklarda Ferhathanlı köyünde 1600 dönüm tarlayı istimlak ederek OSB kurmak istemiştir.

Bugün unutulan bu konuya ‘hizmet’ iddiasıyla AKP Tekirdağ Milletvekili ve İçişleri Komisyonu Başkanı Ziyaettin Akbulut (Hocanın gözdesi ve Konya Valisi iken Erbakan’la RP’nin otobüsüne çıkıp halka el sallayan eski vali) popülizm uğruna konuyu yeniden gündeme getirmek istemektedir. OSB’yi oluşturan Özel İdare, Belediye ve Ticaret-Sanayi Odası’nın, istimlak için yaklaşık 15-16 trilyon vermeleri gerekmektedir. Ancak, Trakya’nın en güzel karpuzunun yetiştiği bu tarlaların OSB’ye kurban edilmesine kimse ‘evet’ demiyor, sadece AKP’li vekilimiz ısrarcı gözüküyor. CHP’li 3 milletvekili ve diğer AKP’li vekil Ahmet Kambur ise karşı çıkıyorlar. Biz de güzelim tarım arazisinin OSB’ye kurban edilmesini istemiyoruz.

TOBB Başkanı iken Ali Coşkun OSB’ler için tek kuruş veremeyiz, diyor. Türkiye’de temeli atılmış 221 OSB var; 76’sı bitmiş, gerisi natamam. Bu durumda hiçbir kurumun Tekirdağ OSB için verecek bir kaynağı yok. Sayın Akbulut’un yeni çıkarılacak Toprak Kanunu’ndan haberi yok galiba; topraklarımızı niye korumuyoruz. Ayrıca Bolu ve Düzce’ye teşvik verilirken, Tekirdağ’a sanayici neden gelsin.

VEKİLİN SEÇİM KULİSİ

Pazar günü oda seçimi var; Öner Özen (şimdiki başkan) ile Orhan Çebi ve Mustafa Yurdanur aday...

Sayın Akbulut, kulislere girerek yandaşlarına ‘adayı’na oy vermeleri için telefon ediyor. AKP il yönetimi ise gazetelere ilan vererek, seçimlerde tarafsız kaldıklarını açıklıyor. AKP’li vekilin bu işten elini çekmesini diliyoruz. Emniyet Müdürümüz Metin Alp’i tayin ettirdi. Şimdi de, Atatürkçü Valimiz Ahmet Özyurt’u görevden aldırmak için çaba sarf ettiğini duyuyoruz. Valimizin eğitim seferberliğindeki başarısını ve yüzlerce derslik kazandırdığını niye görmezlikten geliyor.’

Kentsel dönüşümle imar affı geliyor

TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci, hükümetin Meclis’e sunduğu ‘Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısı’ ile örtülü bir ‘imar affı’ getirmek istediğini söylüyor.

Affın bu kez ‘şehircilik kuralları’nın altüst edilmesiyle, sözde ‘bilimsel bir söylemle’ ve hatta ‘tarihi kent merkezleri’ gerekçe gösterilerek gündeme getirilmesinin, imar aflarına tepkili kamuoyunun da bir anlamda yanıltılarak kentsel talana dayalı imar politikalarına olan bağımlılığın sürdüğünü anlatan Ekinci, ‘ Ne yazık ki, tarihi kent merkezleri ‘gerekçe’ gösterilerek hazırlanan tasarı; ‘yasadışı işgal bölgeleri’ni kalıcı kılacak olanaklar sağlıyor. Yeni koruma yasasındaki ‘meslek odaları ve üniversitelerle ortak çalışma’ olanakları, tasarıda terk ediliyor. Büyükşehirlerde ‘kentsel bütünlük’ ve ‘kentsel esenlik’ gözetilmeden ‘yerel imar affı’ bölgeleri yaratılıyor.

‘Kentsel Dönüşüm’ kavramı, ‘kentsel talanın yeniden düzenlenmesi’ olarak kanunlaşıyor’ diyor.

Ekinci, tasarıda sit sözcüğünün yok sayılmasını ve yeni ve özel koruma kurullarını öngörmesini yeni imar affı ve meşrulaştırma olarak nitelendiriyor.

Siyasi ahlak

TOPLUMSAL
Saydamlık Hareketi Derneği Başkanı Erciş Kurtulmuş, ‘2005 Küresel Yolsuzluk Raporu’unda Türkiye’nin yolsuzluk algılama endeksindeki derecelendirmede 3.2 ile 146 ülke arasında 77. sırada yer aldığını açıklarken, inşaat sektöründeki görülen yolsuzluk, kamu ihaleleri ve bu yolsuzlukların toplu katliama yol açan sonuçlarına da yer veriyor. Deprem örneğinden yola çıkan Kurtulmuş, imar rantına da dikkat çekiyor:

‘Rapora göre, İtalya ve Türkiye’deki örnekler göstermektedir ki, dürüst olmayan müteahhitler, kamu denetçileri ve diğer kamu görevlileri yapı standartlarının uygulamasını göz ardı etmişler, sonuçta yetersiz uygulama ve kontroller deprem bölgelerindeki toplu ölümlere neden olmuştur.

Kurtulmuş, Türkiye’
nin artık ‘Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkartması gerektiğini söylüyor ve acı gerçeği şöyle ifade ediyor:

‘Türkiye’de üst yönetim kademesindekiler kendilerini temizlemedikçe ülke standartların üzerine çıkmayacaktır.’

Hastaya bakım

SAĞLIK
Bakanlığı’na geçen eski SSK Göztepe Hastanesi Nöroloji Klinik Şefi Dr. Nihal Işık, Zeynep Karaka’nın bakıma muhtaç annesinin bakımdan sonra hastaneden çıkarılmak istenmesine yönelik ‘Hastanın hakkı yok’ (8.2.2004) yazısına bir açıklama yaptı. Hastaya gerekli tedavi ve bakımın yapıldığını anlatan Dr. Işık ‘Ülkemizde bu durumdaki hastalara bakım verecek kurumların olmaması, bizim kapatabileceğimiz bir sorun değil. Kaldı ki 28 yataklı kliniğimizde yılda yaklaşık 1000-1200 hastaya tabi bakım vermeye çalışırken yataklarımızı bakım hastalarına ayırırsak, gerçekten tıbbı tedaviyle iyi edeceğimiz bir çok hastayı bu haklarından mahrum ederiz. Dünyanın ileri ülkelerinde bile hastanede verilecek tıbbı tedavi ile durumunda bir değişiklik yapılamayan hastalar, hastane infeksiyonu riski de düşünülerek en kısa süre içinde evlerine gönderilerek tedavilerine devam edilmektedir. Bu tür yazılar ağır bir yük altında çalışan tüm sağlık personelini hasta yakınlarıyla karşı karşıya getirmektedir. Bu durum etik değildir’ diyor.

Sağlıkta eziyet

BİR
kamu kurumunda SSK’lı olarak çalışıyorum. Dişim için Topraklı SSK Diş Merkezi’ne gittim. Diş tabibi 08.30’da gerekli muayeneyi yaptıktan sonra bir makbuz verdi; hastane içinde 21 YTL yatırdım, katkı payıymış. Bir makbuz daha verdi; 28 YTL Dışkapı SSK Müdürlüğü’ne yatırın makbuzu bana getirin, dedi. İki araçla oraya gittim. Parayı yatırana kadar 4-5 yer dolaştıktan sonra yine iki araçla diş merkezine gelerek makbuzu verdim. Ayrıca nüfus cüzdanı, sağlık karnesi ve vizite kağıtı fotokopilerini verdikten sonra 15.00’te gidip gelme işim bitti. 10 YTL’ye yakın yol parası harcadım; tümü için 59 YTL cebimden çıktı. Para neyse, muayene 10 dakika sürdü ama gerisi evraklarla uğraşırken geçti. Orada bir sürü yoksul ve çaresiz insan vardı. bir genç olarak ben bile isyan ettim ve yoksul ve yaşlı insanlara acıdım. Neden hastane içine bir vezne koymuyorlar ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan eziyeti çektiriyorlar.

Fuat ÖZBEY-ANKARA

GÜNÜN SÖZÜ

‘Keşke her il ve ilçe birer Çorlu olsa, o zaman ülke zenginliğine kavuşmuş olur. Hiçbir sorun kalmaz.

(TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu)


Biliyor musunuz

CUMARTESİ günü Ankara’da törenle ANAP’a yeniden katılacak olan Erkan Mumcu’nun memleketi Isparta’da il binasına bir posteri ile ‘Emaneti emin ellere verin’ diye yazılı bez afiş asıldığını, Ankara’daki tören için Isparta’dan 10 otobüsün kaldırılacağını...
Yazının Devamını Oku

Kutsal ittifak

16 Mart 2005
<B>İSTANBUL </B>Ticaret Odası’ndaki seçimi çok iyi tahlil edip <B>‘siyaset’ </B>için dersler çıkarmak gerekiyor. Bir kere <B>İTO’</B>nun seçim sistemi gayet demokratik, her isteyen seçile seçile tepeye çıkabiliyor. Partilerdeki gibi ‘delege sultası’ yok. Siyaset için örnek bir model; her anlayışı bünyesinde topluyor; bu da uzlaşmayı getiriyor.

İTO’da bugüne kadar ağırlıklı olarak DYP’li isimler bulunuyordu; Mehmet Yıldırım da böyle bir isim... Ancak ‘Formula 1’ yatırımı nedeniyle hakkındaki çeşitli iddialarla karşılaşıyordu.

AKP’li kadrolar, sadece siyaseten iktidar olmadıklarını göstermek için seçime Başbakan’dan belediye başkanına kadar müdahale ettiler.

Mustafa Çağlar kendi komitesinden çıkamayınca, gruplar ve isimler arasında bir ittifak sağlanamadı. İTO kulisini başından beri AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Murat Yalçıntaş yürütüyordu. Belki aklından İTO Meclis Yönetim Kurulu Başkanlığı geçmiş olabilir o zaman.

‘Ankara’dan ‘özel ortam’a gelen telefon üzerine yeni bir taktik geliştirildi; Çağlar’ın yerine ‘sanayici, okumuş ve dil bilir’, Yalçıntaş sahneye sürülmeliydi. Seçimlerde uzlaşılmaz durumlarda ‘torba isim’ her zaman geçerlidir.

AKP Milletvekili, TRT eski Genel Başkanı Prof. Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu olan Murat Yalçıntaş ‘madeni eşya’ komitesinden Meclis’e girmişti. Soğutma-ısıtma sistemleri üreten EMAŞ AŞ’nin sahibiydi; aile olarak gayrimenkul zengini sayılırlardı. İTÜ’lü makina mühendisi olup, ABD’de master yapmış ve AB ekonomisi bilen bir isimdi Yalçıntaş...

Seçimin kilit ismi ‘gıda’ komitesinden Meclis’e giren Ali Kopuz idi. 40’a yakın delegesi bulunan Kopuz, Çağlar’a karşı olduğundan Yalçıntaş’a ‘evet’ dedi. Yıldırım’ın karşısında 95’i ‘kemik’ 135 isimle çıkan muhalifler, Kopuz’un oyuna muhtaçtılar. MÜSİAD’ın ise seçimlerde hiçbir ağırlığı görülmedi.

Başbakan Erdoğan, geçmişte aile şirketi ‘Elif sucukları’ firmasında, Kopuz’un babasının yanında muhasebeci olarak çalışmıştı ve hemşehriydiler.

Böylece her türlü ittifak tamamlanıyor, bazı sol oylar da AKP’li aday üzerinde toplanınca İTO’nun yeni başkanı Murat Yalçıntaş oluyordu.

Ekmeğim yok pasta yiyeceğim

HAKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu, geçen hafta iki savcıyı haklarındaki ceza yargılaması sonuçlanmadan meslekten ihraç etti. Kamuoyunun bildiği gibi ben de, istifaya davet edilen Yargıtay eski üyesi Ergül Güryel’in başkanlık ettiği Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından cezai yargılanmam sonuçlanmadan ihraç edilmiştim.

12 Eylül’den önce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ‘hakim’ ve ‘savcı’ sınıfları olarak iki kurul halinde görev yapıyordu. Bu kurulların kararlarına karşı idari yargıya gidilebiliyordu.

Ancak 12 Eylül’le birlikte yargı, yürütme tarafından ‘tahakküm’ altına alındı denilebilir.

Yani yargı siyasallaştırıldı.

Ne yazık ki, AB’ye entegre olmak isteyen AKP iktidarı, 12 Eylül yasalarından en çok yararlanan parti oldu.

18 Mart 2005 itibariyle 37. yaşımı dolduruyorum. 30’lu yaşlarımı ‘sanık’ sıfatıyla yargılanarak geçirdim. Eski bir savcı olarak bana dayatılan Hukuk Fakültesi diplomasıyla savcılık, hakimlik, avukatlık, noterlik, mali müşavirlik, müfettişlik gibi mesleklerden ekmek yiyemezsin, ancak pasta yemekte özgürsün, diyorlar.

Halbuki, MÜ Hukuk Fakültesi’nden Anayasa Hukuku Doçenti Sibel İnceoğlu, AB Komisyonu’na sunduğu ‘Yargı Bağımsızlığı’ raporunda, hakim ve savcılara verilen meslekten çıkarma cezalarında, Kurul’un yetkisinin yasal dayanağının uluslararası hukuka aykırılığını haklı olarak eleştiriyor.

1789 Fransız Devrimi, Kraliçe Marie Antuanette’in ‘Ekmek yoksa pasta yesinler’ deyişi ile başlamıştı. Özgürlük, eşitlik ve adalet ilkeleri bugün tüm dünya anayasalarında yer alıyor.

Ben de, cuma günü 37. yaş günümü beni bu konuma getiren Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (Adalet Bakanlığı karşısında) önünde saat 11.00’de kutlayacağım.

İsmet TUNCER- ‘Bisikletli’ savcı 0532-724 72 81

İki hastane iki sorun

NEDİM Kavuk adlı okurumuz ‘Ne yazık ki SSK dönemini aratmaya başladılar’ diyerek şunları yazıyor:

SSK Sultanahmet Dispanseri (Gedikpaşa) Sağlık Bakanlığı’na devredildi, adı Sağlık Bakanlığı Valide Sultan Vakfı Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sultanahmet Semt Polikliniği olarak değiştirildi. Önceki günkü Tıp Bayramı’nda hasta muayenesi yapılırken, bu kez polikliniğin kapatıldığı ve hastaların Valilik Polikliniği’ne gitmeleri söylendi. Burası 5 katlı, Valilik Polikliniği ise 2 katlı; bu kadar hastaya nasıl bakılacak? Neden küçüğü değil de büyüğü kapatılıyor? Hastanelerdeki eşitlik ve rahatlık böyle mi sağlanacak? Polikliniğimizi, doktorlarımızı ve SSK döneminde randevu sistemini geri istiyoruz.

Soruyorum, SSK’nın Sultanahmet Semt Polikliniği bitişiğinde iki binası daha var. Bunlar birilerine peşkeş çekilip otel mi yapılacak?’

Bu arada daha önce sormuştuk; ‘Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Bezmialem Vakıf Gureba’yı senedine uygun olarak SSK’dan ne zaman geri alacak?’ Bir öneri; burası İstanbul’da tüm yeşil kartlı hastalara bakacak pilot bir hastane yapılabilir.

Yanal’ı bırak Oda’lara bak

HÜRRİYET’
te okudum; Maliye Bakanlığı Türk futboluna tarihinin en büyük vergi inceletmesini başlattı. Gelirler Başkontrolörü Murat Başaran başkanlığında yürütülen inceleme Milli Takımlar Teknik Direktörü Ersun Yanal’a kadar uzandı.

Siz geçenlerde yazdınız, eskiden sendika ağaları vardı, şimdi ‘oda ağaları’ var diye.

Maliye esnaf odalarının ağaları olan yönetici ve başkanlarına hiç mal-mülklerini sormayacak mı? Daire, villa, arsa vs ve kaç ticari plaka sahibi olduklarını ortaya çıkarmak o kadar zor olmasa gerek.

Hak-hukuk arıyorum

KÜLTÜR ve Turizm Bakanlığı çalışanlarının örgütlendiği yetkili sendika olan Kültür Sanat-Sen’in Ankara’daki genel merkezine 23.4.2004 tarihinde hırsız giriyor. Yazışma ve dokümanların bulunduğu bilgisayar kasası ile sendikanın 13 yıllık arşivi çalınıyor. Daha sonra hırsız tespit ediliyor. Ancak Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesi’nden gelen mahkeme celbinde ‘hırsız’ olarak genel başkanının adı geçiyor. Şimşir bunun bir yazım hatası olabileceğini, şikayetçi yerine yanlışlıkla ‘hırsız’ yazıldığını düşünüyor. Polisin, Şimşir’i, gerçekten sendika kapısında ve çalışma masasında bulduğu parmak izlerinden savcılığa ‘hırsız’ olarak bildirmesi şaşkınlık yaratıyor. Mahkeme ‘taraf yanlışlığını’ düzeltiyor ve Şimşir hakkında beraat kararı veriyor.

Bundan bir süre önce pasaport almak için emniyete giden Şimşir hakkında ‘tutuklama’ kararı bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alınıyor. Dört saatlik bir gözaltı süresinden sonra başkan hakkındaki ‘arama kararı’ kaldırılıyor. Ve Şimşir, bu arada SEKA’nın kapatılmasına karşı hazırlanan basın açıklaması etkinliğinde katılamıyor.

Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Bilal Şimşir bu gelişmeler karşısında Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazarak durumu bildiriyor ve özetle şöyle diyor:

‘Ben sendika başkanı olarak bazı konularda taraf durumundayım. Örneğin, Kamu Yönetimi Temel Yasası ile yerli ve yabancı şirketlere devredilmesi planlanan Mevláná, Ayasofya gibi müzeleri bu vatanın kültürel zenginlikleri olarak savunanların, sanat kurumlarının tasfiye girişimlerine direnenlerin tarafıyım. Sendikal hak ve mücadelede çalışanın yanında tarafım. Ülkemi soyanlara karşı soyulanlardan birisi olarak mağdur tarafıyım. Sendikamı soyanlara karşı da arşivi çalışan bir sendikanın genel başkanı olarak mağdur tarafta iken ‘suçlu’ gibi gösterilmek isteniyorum.

Demokratik mücadele kararlılığını ortaya koyan bir sendika genel başkanının komik bir gerekçe ile 4 saat gözaltında tutulması da bu demokrasi ve insan hakları anlayışınızın gerekleri arasında mıdır? Bu konuda İçişleri Bakanlığı aleyhine 5.000 YTL manevi tazminat davası açan taraf olduğumu bildirir, bilgilerinize sunarım.

MESAJ PANOSU

‘RİMİ
Rimi Ley’ parçası pek tutmadı. Baksanıza televizyonlarda Almanya’yı temsil etmesi beklenen Türk asıllı şarkıcı için ‘umudumuz’ deniliyor. En iyisi mi biz bu yarışmaya Ajdar’ın ‘Nane Nane’ parçasıyla katılalım. Eurovision’a Ajdar’la katıldığımız takdirde sonuncu bile olsak kimse Ajdar’ı kolay kolay unutamaz. Bu da Türkiye için çok iyi bir reklam olur.

Mehmet Ali BORAN
Yazının Devamını Oku

Kutsal ittifak

16 Mart 2005
<B>İSTANBUL </B>Ticaret Odası’ndaki seçimi çok iyi tahlil edip <B>‘siyaset’ </B>için dersler çıkarmak gerekiyor. Bir kere İTO’nun seçim sistemi gayet demokratik, her isteyen seçile seçile tepeye çıkabiliyor. Partilerdeki gibi ‘delege sultası’ yok. Siyaset için örnek bir model; her anlayışı bünyesinde topluyor; bu da uzlaşmayı getiriyor.

İTO’da bugüne kadar ağırlıklı olarak DYP’li isimler bulunuyordu; Mehmet Yıldırım da böyle bir isim... Ancak ‘Formula 1’ yatırımı nedeniyle hakkındaki çeşitli iddialarla karşılaşıyordu.

AKP’li kadrolar, sadece siyaseten iktidar olmadıklarını göstermek için seçime Başbakan’dan belediye başkanına kadar müdahale ettiler.

Mustafa Çağlar kendi komitesinden çıkamayınca, gruplar ve isimler arasında bir ittifak sağlanamadı. İTO kulisini başından beri AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Murat Yalçıntaş yürütüyordu. Belki aklından İTO Meclis Yönetim Kurulu Başkanlığı geçmiş olabilir o zaman.

‘Ankara’dan ‘özel ortam’a gelen telefon üzerine yeni bir taktik geliştirildi; Çağlar’ın yerine ‘sanayici, okumuş ve dil bilir’, Yalçıntaş sahneye sürülmeliydi. Seçimlerde uzlaşılmaz durumlarda ‘torba isim’ her zaman geçerlidir.

AKP Milletvekili, TRT eski Genel Başkanı Prof. Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu olan Murat Yalçıntaş ‘madeni eşya’ komitesinden Meclis’e girmişti. Soğutma-ısıtma sistemleri üreten EMAŞ AŞ’nin sahibiydi; aile olarak gayrimenkul zengini sayılırlardı. İTÜ’lü makina mühendisi olup, ABD’de master yapmış ve AB ekonomisi bilen bir isimdi Yalçıntaş...

Seçimin kilit ismi ‘gıda’ komitesinden Meclis’e giren Ali Kopuz idi. 40’a yakın delegesi bulunan Kopuz, Çağlar’a karşı olduğundan Yalçıntaş’a ‘evet’ dedi. Yıldırım’ın karşısında 95’i ‘kemik’ 135 isimle çıkan muhalifler, Kopuz’un oyuna muhtaçtılar. MÜSİAD’ın ise seçimlerde hiçbir ağırlığı görülmedi.

Başbakan Erdoğan, geçmişte aile şirketi ‘Elif sucukları’ firmasında, Kopuz’un babasının yanında muhasebeci olarak çalışmıştı ve hemşehriydiler.

Böylece her türlü ittifak tamamlanıyor, bazı sol oylar da AKP’li aday üzerinde toplanınca İTO’nun yeni başkanı Murat Yalçıntaş oluyordu.

Ekmeğim yok pasta yiyeceğim

HAKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu, geçen hafta iki savcıyı haklarındaki ceza yargılaması sonuçlanmadan meslekten ihraç etti. Kamuoyunun bildiği gibi ben de, istifaya davet edilen Yargıtay eski üyesi Ergül Güryel’in başkanlık ettiği Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından cezai yargılanmam sonuçlanmadan ihraç edilmiştim.

12 Eylül’den önce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ‘hakim’ ve ‘savcı’ sınıfları olarak iki kurul halinde görev yapıyordu. Bu kurulların kararlarına karşı idari yargıya gidilebiliyordu.

Ancak 12 Eylül’le birlikte yargı, yürütme tarafından ‘tahakküm’ altına alındı denilebilir.

Yani yargı siyasallaştırıldı.

Ne yazık ki, AB’ye entegre olmak isteyen AKP iktidarı, 12 Eylül yasalarından en çok yararlanan parti oldu.

18 Mart 2005 itibariyle 37. yaşımı dolduruyorum. 30’lu yaşlarımı ‘sanık’ sıfatıyla yargılanarak geçirdim. Eski bir savcı olarak bana dayatılan Hukuk Fakültesi diplomasıyla savcılık, hakimlik, avukatlık, noterlik, mali müşavirlik, müfettişlik gibi mesleklerden ekmek yiyemezsin, ancak pasta yemekte özgürsün, diyorlar.

Halbuki, MÜ Hukuk Fakültesi’nden Anayasa Hukuku Doçenti Sibel İnceoğlu, AB Komisyonu’na sunduğu ‘Yargı Bağımsızlığı’ raporunda, hakim ve savcılara verilen meslekten çıkarma cezalarında, Kurul’un yetkisinin yasal dayanağının uluslararası hukuka aykırılığını haklı olarak eleştiriyor.

1789 Fransız Devrimi, Kraliçe Marie Antuanette’in ‘Ekmek yoksa pasta yesinler’ deyişi ile başlamıştı. Özgürlük, eşitlik ve adalet ilkeleri bugün tüm dünya anayasalarında yer alıyor.

Ben de, cuma günü 37. yaş günümü beni bu konuma getiren Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (Adalet Bakanlığı karşısında) önünde saat 11.00’de kutlayacağım.

İsmet TUNCER- ‘Bisikletli’ savcı 0532-724 72 81

İki hastane iki sorun

NEDİM Kavuk adlı okurumuz ‘Ne yazık ki SSK dönemini aratmaya başladılar’ diyerek şunları yazıyor:

SSK Sultanahmet Dispanseri (Gedikpaşa) Sağlık Bakanlığı’na devredildi, adı Sağlık Bakanlığı Valide Sultan Vakfı Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sultanahmet Semt Polikliniği olarak değiştirildi. Önceki günkü Tıp Bayramı’nda hasta muayenesi yapılırken, bu kez polikliniğin kapatıldığı ve hastaların Valilik Polikliniği’ne gitmeleri söylendi. Burası 5 katlı, Valilik Polikliniği ise 2 katlı; bu kadar hastaya nasıl bakılacak? Neden küçüğü değil de büyüğü kapatılıyor? Hastanelerdeki eşitlik ve rahatlık böyle mi sağlanacak? Polikliniğimizi, doktorlarımızı ve SSK döneminde randevu sistemini geri istiyoruz.

Soruyorum, SSK’nın Sultanahmet Semt Polikliniği bitişiğinde iki binası daha var. Bunlar birilerine peşkeş çekilip otel mi yapılacak?’

Bu arada daha önce sormuştuk; ‘Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Bezmialem Vakıf Gureba’yı senedine uygun olarak SSK’dan ne zaman geri alacak?’ Bir öneri; burası İstanbul’da tüm yeşil kartlı hastalara bakacak pilot bir hastane yapılabilir.

Yanal’ı bırak Oda’lara bak

HÜRRİYET’
te okudum; Maliye Bakanlığı Türk futboluna tarihinin en büyük vergi inceletmesini başlattı. Gelirler Başkontrolörü Murat Başaran başkanlığında yürütülen inceleme Milli Takımlar Teknik Direktörü Ersun Yanal’a kadar uzandı.

Siz geçenlerde yazdınız, eskiden sendika ağaları vardı, şimdi ‘oda ağaları’ var diye.

Maliye esnaf odalarının ağaları olan yönetici ve başkanlarına hiç mal-mülklerini sormayacak mı? Daire, villa, arsa vs ve kaç ticari plaka sahibi olduklarını ortaya çıkarmak o kadar zor olmasa gerek.

MESAJ PANOSU

‘RİMİ
Rimi Ley’ parçası pek tutmadı. Baksanıza televizyonlarda Almanya’yı temsil etmesi beklenen Türk asıllı şarkıcı için ‘umudumuz’ deniliyor. En iyisi mi biz bu yarışmaya Ajdar’ın ‘Nane Nane’ parçasıyla katılalım. Eurovision’a Ajdar’la katıldığımız takdirde sonuncu bile olsak kimse Ajdar’ı kolay kolay unutamaz. Bu da Türkiye için çok iyi bir reklam olur.

Mehmet Ali BORAN
Yazının Devamını Oku

Tekel’den sıkılmayın

15 Mart 2005
<B>SON </B>günlerde piyasaya sahte rakı sürülmesi nedeniyle meydana gelen üzücü olaylardan sonra medyada kamuoyunu aydınlatıcı yayınların yanı sıra yanıltıcı değerlendirmelerin yapıldığı da dikkat çekiyor. ‘Bal Gibi İkinci El’ ve ‘Yeni Rakı Skandalı ve Tekel’in Açmazları’ (11.3.2005) başlıklı yazılarımızda Tekel’le ilgili yargıda ve TBMM’de yaşanan gerçekleri sık sık gündeme getirmek gereği doğmuştu... (Tekel’in özelleştirilme arifesinde fahiş fiyatla alınan 2. el makinelerle devletin zarara uğratılmasına dikkat çekmiştik. Lütfen bu konudaki yazılarımızdan sıkılmayın.)

Yazımızın çıktığı günün ertesinde Aydın Ayaydın, Sabah’ta bugüne kadar yazdığı yazılarda Tekel’in 2. el makine alımına Tütün Üst Kurulu’nun izin vermemesi nedeniyle her defasında Üst Kurul’u görevini yapmamakla suçlamış, Tekel Genel Müdürü Sezai Ensari’ye atfen, denetim yetkisi Tekel’de iken sahteciliğin olmadığını belirtmiş, denetim yetkisinin Üst Kurul’a verilmesi ile sahteciliğin arttığını ileri sürmüştü.

Kamuoyunun ‘doğru’ bilgilendirilmesi için biraz daha ayrıntıya girmemiz gerekiyor:

2003’te yürürlüğe giren 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu ile 1918 sayılı kanun yürürlükten kaldırıldı. Tekel memurlarının ve 4733 sayılı kanunla kurulan Tütün Üst Kurulu elemanlarının kaçakçılığı takip yetkisi sona erdi. Dolayısıyla, Ensari ve Ayaydın’ın kaçakçı ve kaçak ürünü takip yetkisini geri istemesi, mevcut yasaya göre olanaklı mıdır?

‘ALTIN ÇAĞI’ MI?

Tekel Genel Müdürü Sezai Ensari, yönetim kurulu başkanı olarak 3.11.2002’de ‘Para’ Dergisi’nde yayınlanan söyleşisinde ‘Tekel’in altın çağını yaşadığını’ söylüyor. O tarihten sonra ise Tekel’in pazar payını kaybetmesini kaçak ve sahte ürünlerin varlığına bağlayarak piyasayı denetleme yetkisi talebinde bulunuyor. Ancak bu istek hızla pay kaybettiği sigara pazarına dönük, içki için değil.

Ayaydın’ın görmek istemediği... Sigara üretim ve ticaret yapan Tekel’in rekabet halinde bulunduğu diğer firmaları denetlemesi, mevcut yasalara göre nasıl mümkün olur? Böyle bir talebin ne piyasa ekonomisine, ne de hukuka uygun olmayacağı açıktır.

Ayrıca 4926 sayılı kanunun 16. maddesi, kolluk kuvvetlerinin kaçakçılığı önleme-izleme ve soruşturmakla görevli olduğunu belirtmiştir. Bu konuda Üst Kurul’un ve Tekel personelinin kaçakçılık ile ilgili önleme-izleme ve soruşturma görevi kalır mı? Tüm marka hakkına sahip firmalar gibi Tekel’in de ürünlerinin sahtesinin piyasaya girişini önlemeye yönelik çok önemli yetkileri bulunduğunu Ayaydın bilmiyor mu? 81 ilde teşkilatı olan Tekel ürünlerinin sahtesinin varlığından şikáyet etmesi yerine 556 sayılı KHK ile yalnızca kendilerine verilmiş çok geniş ve güçlü yetkilerini kullanması beklenmez mi?

Tekel’in sahip olduğu bu yetkileri kullanmadan haksız isnatlarda bulunması, bazılarının da konuyu yeterince araştırmadan maksatlı, haksız ve sübjektif değerlendirmelerle bağımsız Üst Kurullar (Ayaydın daha önce Rekabet Kurulu Başkanlığı’nda bulunmuştur) hakkında yargısız infaz kampanyası başlatması sonuçta kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine de yol açmaktadır.

77 YAZI DEĞİL 1 YAZI YETER

Tekel’le ilgili ‘7 Değil, 77 Yazı Bile Az’ başlıklı son yazısında Ayaydın, sigara ve alkollü içkiler konusunda Üst Kurul’un denetim yapmadığından yakınarak ‘5 denetim elemanıyla 81 ilde kaçak ve sahte içki ile sigara piyasasını nasıl denetleyecek?’ diye soruyor. Üst Kurul’un istediği kadar kadro tahsis etme yetkisine sahip olduğunu söylüyor da, Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.2003 tarihinde 4733 sayılı yasa ile Tütün Üst Kurulu’nun teşkilatıyla ilgili öngörülen tüm kadroları iptal ettiğinden haberi yok mu? Buna karşılık bu boşluğu doldurmak için acaba neden yeni bir kanun çıkartılmıyor?

Meclis’te olduğu dönemde 4733 sayılı kanun için katkı sağladığını söylüyor. Biz ne kadar katkı sağladığını bilemiyoruz ama söylediğinin aksine bu kanunun 3/d maddesi ‘denetim’le ilgili bir hüküm içermiyor. ‘Sahte’ veya ‘kaçağın’ 2559 sayılı yasa gereğince kolluk güçlerince takibinin yapılmasının açıkça belirtildiği niye dikkatlerden kaçırılıyor.

TEKEL’İN GELDİĞİ NOKTA

Aydın Ayaydın, Şekerbank
ve Emlakbank Genel Müdürlüklerinden sonra parlamentoda görev yaptı; daha sonra Rekabet Kurulu Başkanlığı’nda bulundu ve geçen yıl oğlu ile birlikte ‘AAG Danışmanlık Ltd. Şti’yi kurdu. Şirketinin Tekel’le veya Tekel’in ilişkisi olduğu firmalarla iş yapıp yapmadığını bilemeyiz ama Tekel’de olanları anlatmak için 77 yazı değil, bir yazı bile yeterdi. Yeter ki konular ahbap-çavuş ilişkilerine dayandırılmasın.

Yapılan yanlışlıklar sonucu 2002’de yüzde 62’lerde aldığı pazar payını her geçen gün özel firmalara kaptıran Tekel bu vaziyette (2004’te miktar olarak yüzde 47.62’ye, hasılat olarak yüzde 37.84’ye; daha vahimi 2005’in ilk iki ayında geçen yıla göre satışları yüzde 31.7 düştü) nasıl özelleştirilecek?

Lütfen göz göre göre eriyen Tekel’in mensuplarının feryadını bir dinleyin!

Şu çok iyi bilinmelidir ki, biz bazılarının ileri sürdüğü gibi ‘hemşerilik’ ilişkileri ve bazı kurumların ‘servis’iyle yazı yazmıyoruz, belgeleri ve bunlara dayalı kanunları ortaya koyarak yazıyoruz; her şey yargıda ve Meclis’te ortaya çıktı zaten.

İğneyi kendine

CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gezilerde kullanmak amacıyla yeni bir uçak almasını yadırgayarak soru önergesi vermiş. Sevigen ‘Fakir-fukara içecek bir tas çorba bulamazken, siz bu saltanatı içinize sindiriyor musunuz?’ diye sormuş. Sevigen’in buraya kadarki yaptıklarına katılmamak elde değil doğrusu.

Ancak aynı Sevigen’e ben de şu soruyu soruyorum:

Polat Oteli’nde oğlunun sünnet düğününü görkemli bir şekilde yaptı. Böyle şaşaalı düğünün masraflarını kim karşıladı? Ebru Gündeş, M. Ali Erbil ve İzzet Yıldızhan gibi sanatçılara ne kadar para verildiğini açıklayabildi mi?’

M.G.-İSTANBUL

GÜNÜN SÖZÜ

‘Devleti parçalayacak düzenlemeler yapılıyor. Türkiye kritik bir süreçten geçiyor. Her taraftan kuşatılmış durumdayız. İçinde bir parça vatan sevgisi taşıyan hiç kimse bu duruma seyirci kalamaz.’

(Türkiye Kamusen Genel Başkanı Bircan Akyıldız)
Yazının Devamını Oku