“Dünyayı Yöneten Karteller, Gıda ve Terör” başlıklı konuşmasında Tokalak, dünyadaki gıda tekellerini gündemine aldı. “Dünyada küresel şirket kartelleri düzeni ve adaletsizlik hüküm sürüyor. 500 çok uluslu şirket dünyadaki yabancı yatırımların yüzde 80’ine sahip” dedi ve beş çok uluslu şirketin dünyada tarım ürünleri ticaretinin yüzde 80’ini yaptığını anlattı. Tarım ilaçlarının yüzde 75’i altı şirketin elinde. Elmas ticaretinin yüzde 80’i Openhimer ve Rothschild ailesinin kontrolünde. Dünya petrol ticareti büyük oranda 6 şirketin; Unilever dünya çay ticaretinin yüzde 80’ini elinde tutuyor. Dünyada fındık üretiminin yüzde 70’e yakını bizde; ancak piyasaya İtalyan Ferraro hâkim.
‘ŞİRKETOKRASİ’ NEDİR
Dünyada demokrasi var mı, yok. ‘Şirketrokrasi’ var. Siyasetten ticarete kadar onlar hâkim. Dünyada sistemin bir avuç küresel tekelin yönlendirmesiyle işlemesi, adaletsizliği körüklüyor. Yıllık geliri yılda 900 bin ve üzeri olanlar üst zengin kategorisinde; bu zenginlerin yüzde 10’u dünya zenginliğinin yüzde 86’sına sahip; bunlar da vergi vermemek için paralarını vergi cenneti olan yerlerde saklıyor ve adaletsizliğin küresel sorun olmasını pekiştiriyor.
Gelişmekte olan ülkelerin zenginleşmesi gittikçe zorlaşıyor; işin kötüsü küreselleşmeye sistem paradan para kazanmaya döndü. Dünyanın en büyük dört şirketi olmasına rağmen ismi fazla duyulmamış şirketler, paradan para kazanarak perde arkasından dünyayı yönetiyor:
1- Black Rock, 2- Vanguard, 3- State Street, 4- Fidelity.
Ortada karşılığı olmayan trilyonlarca dolar dolaşıyor. Dünya milli hasılası 90 trilyon dolar; devletlerin şirketlerin hane halklarının toplam borcu 300 trilyon doların üzerinde. Soru, nereden üretiyorlar? 200 trilyon doları olmayan parayla dünya soyuluyor. En çok talep edilen para olan doların da rezerv para olma dışında bir değeri yok! Doların altın karşılığında senede 50 kat değer kaybettiğini biliyor musunuz?
Dünya ekonomik olarak batmış durumda, dünyadaki enflasyonun ana nedeni bu bozuk düzen ve doğanın acımasızca sömürülüp yok edilmesi. İnsanları da dezenformasyonlarla, bulaşıcı hastalıklarla korku içinde yaşatıp güdüyorlar. Son 20 senede pandemilerin dünyada neden olduğu kayıp; 200 milyar dolar. COVID-19’un bir buçuk senede neden olduğu tahmini zararın ise 10 ile 20 trilyon dolar arası olduğunu söyledi.
‘DNA’MIZ SIFIRLANACAK’
Abi Öcal ve Hıncal Uluç kardeşler gazeteciliğe birlikte başladılar. Daha önceki yıllarında Hıncal Uluç, İstanbul’da Fenerbahçe dergisini çıkartan ekip arasında yer almıştı. Daha sonra Ankara’da Cihad Baban’ın Yenigün gazetesinde ‘resmi’ gazeteciliğe başlayan Uluçların önlerini dayı oğlu M. Ali Kışlalı açmıştı. 27 Mayıs’tan sonra, birlikteliklerinde Türkeş’in ‘perde arkasında’ olduğu ama esas dört ortaklı bir gazete olan Öncü’de güçlü bir kadro ile işe başladılar. Genel Yayın Müdürü Altan Öymen, Yazı İşleri Müdürü Öcal Uluç, Haber Müdürü Oktay Ekşi’ydi. Hıncal Uluç da sporu yönetiyordu.
Gerisini Öcal Uluç’tan dinliyoruz: “Dört ortağı vardı Öncü’nün, biri Türkeş’in adına İKA Ajansı sahibi Ziya Tansu’ydu, babamın hissesini de ben temsil ediyordum. O dönem çalıştığımız Oktay Kurtböke, Güneş Tecelli, Başkurt Okaygün, Kurthan Fişek, Güngör Sayarı, Ercan Tan gibi isimleri sayabilirim. Kardeşimle beni dayımızın oğlu M. Ali Kışlalı çağırmıştır. Yankı dergisi de bu süreçte çıktı, biz de orada yazılar yazdık. Kışlalı, bizim hocamız olmuştur. Hıncal’ın yazıları çok tutmuştu. Hep bağımsız olmuştur. Spor deyince hep futbol dememiştir. Fransız bisiklet turunu günlerce radyodan izler, GS-FB maçının verildiği gibi manşetlerde Harp Okulu-Mülkiye maçını da manşetten verirdi. Batı’daki, Amerika’daki gibi gazetecilik anlayışını ortaya koyardık. Bize ‘monşer gazeteciler’ derlerdi. Bizim iyi yetiştirildiğimizi düşünürüm. Bizi daha sonra attılar, Hıncal İstanbul’a gitti, Cumhuriyet ve daha sonra Ercan Arıklı ile Erkekçe-Kadınca dergilerini çıkardı. Ben de gazeteciliğe Tercüman’da devam ettim. O, bugünlere kadar çok sevilen ve okunan Sabah yazarı olarak kaldı. Duayen gazeteci, GS’li olmasına karşın takımını ağır eleştiren bir yazardı.”
Uluç’un cenazesi bugün Sabah’taki anma töreninden sonra Zincirlikuyu’da kılınacak öğle namazının ardından aynı yerde toprağa verilecek.
GÜNÜN SÖZÜ
“İNSAN ne kadar az şeyle idare ederse o kadar mutlu olur; istekler ve ihtiyaçlar çoğaldıkça özgürlük azalır.” Maksim GORKİ
BİLİM VE KÜLTÜR DÜNYASI CAN ÇEKİŞİYOR
SON 300 yıldır bu topraklarda bilim, sanat, edebiyat, felsefe fena halde horlanıyor. Bunun sebebi nedir diye sormayın. Anlatamam. Linç ederler. Saldırırlar. Cahil tayfadan fena halde usandım. “Yağmur yağdı” dediğimde bana ördek dedin diyenlerin oranı yüzde 90’larda. Çoğunluk kitle doğruları görmek istemiyor. Belgesiz hurafelere inanan pek çok. Basitçe meramımı anlatayım. Geçen yıl 500 adet A4, 80 gram kâğıt 17-20 TL idi. Şu anda ise 90-130 TL arasında. Bu koşullar altında kitap, dergi, gazete basıp neşretmek imkânı kalmamıştır. 1995 yılından beri amatör bir ruhla bildiğim, öğrendiğim hususları kitaba dönüştürüp yayınlıyorum. Sıradan bir eğitimciyim. 10’lu yaşlardan beri, yani 45 yıldır bir tek hobim (uğraşım) var. Sadece okumak ve yazmaktan keyif (haz) alıyorum. Başka hiçbir iş beni mutlu edemiyor. Aradan geçen 28 yılda teknik ve genel kültür ile ilgili onlarca kitap hazırlayıp yayımladım. Son 2 yıldır kitap bastırma maliyetleri inanın yüzde 500 oranında arttı. 250 sayfalık bir kitabı 1 adet bastırabilmek için 30 TL civarı para gerekiyor. Bu maliyetle basılan bir eseri makul (kabul edilebilir) bir bedelle okurlara sunma imkânı kalmamıştır. Bu yazıyı politik (siyasal) eleştiri yapmak için hazırlamadım. İktidarda (yönetimde) kimin olduğu önemli değil. Bilim ve kültür dünyası iyice can çekişmeye doğru gidiyor. Etkili ve yetkili kişilerin fiyat artışlarını durdurucu önlemler alması icap ediyor.
Ali ÖZDEMİR -
Temmuzda maaşlarında yüzde 7 oranında artış yapılan 2.5 milyon memur, yüzde 10.85 oranında dört aylık enflasyon doğrultusunda şimdiden yüzde 3.85 enflasyon farkı edindi. TÜİK’in kasım ve aralık aylarına ilişkin duyuracağı enflasyon verisiyle yeni yılda alacakları fark netleşecek.
Memura, ayrıca toplu sözleşme uyarınca ocakta yüzde 8 zam verilecek.
En gariban kesimi oluşturan ve hayat pahalılığı altında inim inim inleyen emekli, dul ve yetim aylıklarına yüksek zam yapılmasını umuyor. Memur gibi temmuzda maaşlarına yüzde 7 zam yapılan memur emeklisi, ocak ayında 6 aylık enflasyon farkının yanı sıra yüzde 8 oranında zamdan yararlanacak.
İşçi, esnaf ve çiftçi emekli aylıklarına yansıtılacak zam oranı 3 Ocak’ta açıklanacak enflasyon oranı ile belli olacak. Temmuz, ağustos, eylül ve ekim enflasyonu kümülatif yüzde 10.85 olarak gerçekleşti.
Kasım ve aralık ayına ilişkin rakamlarla 6 aylık enflasyonun yüzde 16-18 arasında gerçekleşmesi yüksek olasılık.
Buna göre işçi, esnaf, çiftçi emeklisi ile dul ve yetime ocakta yüzde 18 zam yolda gibi. Siyasi iradenin emekliye yönelik refah payı verebileceği konuşuluyor. Savlanan zam, refah payı ile birlikte yüzde 20. Ne var ki 3.500 liralık en düşük aylığa yapılacak yüzde 20’lik zam göreceli iyileştirme sağlamaz. Ocakta 4.500 liraya yükseltileceği konuşulan en düşük aylığın aralıkta saptanacak net asgari ücret düzeyine çıkarılıp ardından yüzde 20 zam yansıtılması yaşamın gerçekleriyle örtüşür ve satın alma gücünü yükseltir... Dillendirildiği gibi emekli ve asgari ücretliye yasal enflasyon artışının yanında refah payı zammı da mutlak verilmeli. Şükrü KARAMAN
FİLOZOF OLMAK
Thomas More
Kongrenin ilk gününde 3 ayrı salonda 3 ayrı çalıştay yapıldı. Bize göre kongrenin en önemli özelliği, ilk defa ‘bilimsel aklı’ öne çıkarmasıydı.
Arıcılık alanında Türkiye’nin dünya çapında biliminsanları var. Ne yazık ki farkında değiliz. Balı Amerika’da birincilik ödülü alan geleneksel bal üreticisi var, yeni nesil arıcılar var. Teknoloji ve inovasyon ile farklı bir yolculuk var. Örneğin Kongre Başkanı Prof. Dr. Mustafa Avcı’nın (Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Öğretim Üyesi), yığınla bilimsel makalesi var. Prof. Dr. Levent Aydın, Uludağ Üniversitesi’nde üniversitenin arılarına bakıyor, makaleler yazıyor.
Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aslı Özkök’le birlikte liste uzayıp gidiyor.
‘GEZGİNCİ ARICILAR’
Arıcılık ile bilim bize ‘sürdürülebilir’ yaşamı anlatıyor. O yüzden iklim krizinin tam da göbeğinde, kuraklık tehdidi altında en büyük gücümüz olan ‘gezginci arıcıların’ bundan sonraki süreçte öne çıkması, tartışılması ve desteklenmesi gerekiyor.
Neden?
Çünkü Türkiye’de 9 ay arıcılık yapılan bölgeler var. Burada gezginci arıcıların arıları gezdirmek için yaptıkları harcama, girdi maliyetlerine ek yük bindiriyor. ‘Mardin’den Marmaris’e’ kovan getirmenin nakliyesi 30 bin TL. Bu tür trafik durmuş vaziyette. Arıların beslenmesi için özellikle doğal şeker pancarına ihtiyaç var, özel bir destek ve teşvik gerekiyor.
DÜNYA LİDERİ OLMAYA 5 KALA
Yıllarca İstanbul’da yaşayıp emekli olduktan sonra ata yurdu Milas’a dönerek kendi zeytinliklerinde zeytinyağı üreticiliğine başlayan ve İtalya’da düzenlenen dünyanın en iyi 500 zeytinyağı markasının seçildiği ‘Flos Olei’ yarışmalarında her yıl madalyalar kazanan Ali Osman Menteşe, Milas’ta modern zeytinyağı işletmeciliğinin lideri oldu. İstanbul’dan gelip Milas’ın Şenköy Mahallesi’ndeki zeytinliklerinden elde ettikleri ‘Kairos Zeytinevi’ markalı zeytinyağı sahibi Zeynep ve Cem Çelikoğlu çifti de Flos Olei’den her yıl madalyalar kazanmayı başarıyorlar.
- Bodrum’un Yalıkavak beldesinde 2004-2014 yılları arasında belediye başkanlığı yapan, büyükşehir yasasıyla birlikte Yalıkavak Belediyesi’nin kapanmasının ardından 2014 yılında Bodrum Belediye Meclisi’ne seçilen ve daha sonra Bodrum Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyan Mustafa Saruhan da Milas’ta zeytin ve zeytinyağı üreticiliğine girişen bir başka isim.
200 YILDIR ZEYTİNYAĞCI
- Milas’ta, 200 yıldır zeytinyağı üretimi yapan ailesinin beşinci kuşak temsilcisi Beyza Telatar Özdoğru’nun kurduğu ‘Beiza Zeytinyağı’, markalaşmasının üzerinden bir yıl bile geçmeden iki uluslararası ödül kazandı. İstanbul Uluslararası Zeytin ve Zeytinyağı Kalitesi Yarışması’nda Single Estate (Tek Bahçe) kategorisinde Beiza Memecik Soğuk Sıkım Natürel Sızma Zeytinyağı gümüş madalya, Beiza Trilye Erken Hasat Soğuk Sıkım Natürel Sızma Zeytinyağı ise bronz madalya almayı başardı.
6 BİN AĞACI VAR
- İstanbul'daki tüp bebek merkezleriyle tanınan Bahçeci Sağlık Grubu’nun kurucusu olan Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, 2020 yılında Milas’ta kurduğu Bahçeci Latmos Tarım Hayvancılık Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile zeytinyağı sektörüne girdi. Milas’ın Bafa Gölü kıyısındaki Herakleia Antik Kenti’nin de olduğu Kapıkırı Mahallesi ile Şenköy’de içinde 6 bin dolayında zeytin ağacı olan toplam 300 dönümlük zeytinlik satın alan Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, Milas’ın Köşk Mahallesi yakınlarında bir de zeytinyağı sıkım ve paketleme tesisinin yapımını başlattı... ABD’nin Newyork kentinde yaşamakta olan oğlu Avukat Berk Bahçeci’nin sürdürdüğü girişimlerle ABD’ye zeytinyağı ihracatını hedefleyen Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, ABD’ye erken hasat, soğuk sıkım, organik zeytinyağı ihracat bağlantısı kurdu. Eylül ayı içinde ABD’ye ihraç edilecek zeytinyağlarının 500 cc’lik özel tasarım cam şişeler içine doldurularak ihracata hazır şekilde paketlenmesi işlemine başlandı. Öte yandan Bahçeci Latmos Tarım, Hayvancılık, Gıda, Sanayi, Ticaret A.Ş.’nin Milas’ta elde ettiği zeytinyağlarını başta Çin olmak üzere Doğu Asya ülkelerine de ihraç edebilmek için girişimlerin sürdürüldüğü bildirildi.
- Almanya’da gıda maddeleri ticareti ve Milas’ta zeytinyağı üretimi yapmakta olan Alkmene Zeytincilik A.Ş.’nin yöneticisi Gökhan Yıldırım, Milas Ticaret ve Sanayi Odası’nı ziyaret etti. MİTSO Yönetim Kurulu Başkanı Reşit Özer ve Milas İlçe Tarım Müdürü Ali Parlu’ya Milas zeytinyağını, “Milas Aella Groves” (Milas yeşil zeytinyağı) adıyla ve Alkmene markasıyla aralarında başkent Berlin’in de olduğu Kuzey Almanya’daki şehirlerde 150’den çok süpermarkette satışa sunmayı başardıklarını anlattı. Yaklaşık 8 yıldır Yunanistan’da zeytinyağı üretip Almanya’da satışa sunduklarını belirten Gökhan Yıldırım, zeytinyağı üretimini Türkiye’de ve Milas’ta yapmaya karar verdiklerini ifade etti.
- Milas
Bu gelişmeleri görünce, zeytinin edebiyatını ve şiirini de arıyor insan. Onu “Umut Milas” gazetesinde gördük bir başlıkta: “Şiirdir, edebiyattır zeytin...” Cemal Süreyya, “Şelaleye düşmüştür zeytinin dalı; Celaliyim, Celalisin, Celali” derken, Tuncel Kurtiz’in en son seslendirdiği ve zeytin emekçisine ithaf edilen ‘Ölmez Ağacının Son İnsanları’nda “Ben ağaçların hepsini severim ama zeytin ağacı bir başka. Her şeyden önce simgeledikleriyle. Yapraklarıyla barış, altın sarısı yağıyla mutluluktur...” diye bahsediliyor zeytinden.
Nâzım Hikmet 1947’de kaleme aldığı Yaşamaya Dair’deki dizeleriyle, “Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için yaşamak yanı ağır bastığından” diyerek yüreklerimize dokunurken, Attilâ İlhan, “Yaşamak türkü söyleyip zeytin toplayanları seyretmekti” demiştir. İşin özü büyük bir ilham kaynağıdır zeytin.
İnsana saygı, doğaya saygıdır, ölümsüz olandır zeytin.
Çok şiirsel oldu ama....
BİRLİKTELİK ‘ÇATLADI’
Amasını da anlatalım... Muğla Valiliği, Kaymakamlık, Belediye Başkanlığı, İl ve İlçe Tarım Müdürlükleri, Büyükşehir, Meslek Odaları ve STK’ların ortak çabasıyla yapılıyordu şenlikler. Yani birliktelik vardı. Araştırmalarıyla Milas’a hem kültürel hem de ekonomik çabalarını yansıtan gazeteci Olcay Akdeniz, yaşanan sıkıntı için şöyle diyor:
“Kaymakamlığın başkanlığında oluşturulan komisyon tarafından şenliğin tüm hazırlıkları organize ediliyordu. İktidar partisinin başka, Muğla Büyükşehir ve İlçe Belediyesi’nin başka partiden olmasının hiçbir etkisi ya da ‘sıkıntısı’ yaşanmıyordu. Hatta böyle bir ayrım hiç kimsenin aklına bile gelmiyordu. Fakat yaklaşık iki yıldır Milas’ta Kaymakamlık ve bağlı birimler başka, Belediye başka bir çekim merkezi oluşturmaya başladı. Meslek odaları, sivil toplum kuruluşları da iki arada bir derede kaldılar, her iki kesimce düzenlenen etkinliklere katılmaya ‘çalışıyorlar’... Bu yılki şenliğin afişine baktığımızda ise şenliği düzenleyen ve destek veren kurum ve kuruluşların arasında Valilik yok. Kaymakamlık yok. İl ve İlçe Tarım yok... Görünen o ki, başka şehirlere örnek gösterilen ‘Milas’ın birlikteliği’ çatlamış...”
BÜROKRASİ DESTEĞİNİ ÇEKTİ
Mustafa Kemal Atatürk, ilk yazıda anlattıklarımıza rağmen hiçbir zaman büyüklük kompleksine kapılmadı ve bulunduğu onur ve şeref kaynağı makamını asla bir Kartal Yuvası olarak görmedi. Hatta bu konuda bir ara kendisine Padişahlık ve Halifelik dahi teklif edildi. Ama O, bütün bunları hep elinin tersiyle itti. Çünkü O, “Atatürk’ü sevmek milli bir ibadettir” diyen merhum Bayar’ın ifadesiyle bizden biriydi. O nedenle hayatı boyunca büyük bir alçakgönüllülükle ve daima, “Yüce Türk milleti!” dediği milletini her daim ön plana koyarak hep örnek almayı ve örnek olmayı yeğledi. Bu bağlamda örneğin büyük bir strateji ve zamanlama ustasıydı; neyi, ne zaman ve nasıl yapacağını çok iyi biliyordu. Bunu savaşçılığına hayranı olduğu Büyük Atilla’dan örnek aldı.
26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’u başlatırken özellikle bu ‘26 Ağustos’ tarihini 26 Ağustos 1071’de Anadolu’ya giren Malazgirt kahramanı Büyük Alparslan’dan örnek aldı. Yine Trikopis esir düştüğünde O’na gösterdiği centilmenliği, Alparslan’ın Romen Diyojen’e gösterdiği centilmenlikten örnek aldı. Adına ‘Sad Harekâtı’ denilen ve I. Körfez Savaşı’nda Amerikan Generali Norman Schwarzkopf da bu defa tanklarla uyguladığı Büyük Taarruz’un planlarını hazırlarken, Kartaca Komutanı Anibal’ın Roma ordusunu darmadağın ettiği Cannae Savaşı’ndan örnek aldı. Altıntaş Savaşı sonucu Bursa, Afyon, ve Eskişehir bölgeleri kaybedildiğinde orduyu Sakarya içlerine doğru çekerken, bir ara Perslere yenilen Romalıların Anadolu’nun içlerine doğru, Kapadokya’ya çekilmesini örnek aldı. Büyük Taarruz öncesi orduyu cepheye kaydırırken geceleri yürütüp gündüzleri ağaç gölgelerinde ve ahşap binalarda konaklatmasını, en dişli düşmanı olan İngilizlerin Arabistan Orduları Komutanı meşhur Mareşal Allenby’den örnek aldı.
Bu şekilde Büyük Taarruz kazanılıp Cumhuriyet’in temelleri atılırken Kadın Hakları Projesi’nden Dil–Tarih, Sanat ve Musiki Projesi’ne varıncaya kadar her türlü kalkınma hamlelerini başlatırken dünyaca ünlü Rus yazar Petrov’un yazmış olduğu ‘Beyaz Zambaklar Ülkesi’ kitabından hareketle ülkesi Finlandiya’yı bataklıktan cennete çevirmiş olan Sinelman’dan örnek aldı.
“On yılda demir ağlarla ördük yurdu bir baştan bir başa” derken, daha önce Fransızların elinde bulunan Alsas Loren bölgesini geri almak üzere Prusya Başbakanı Bismark’ın yaptığı hamlelerden örnek aldı.
“Kılıç kullanan kol yorulur ama saban kullanan kol daha çok güçlenir” derken Fransızların esaretinden kurtulmak isteyen Kanada çiftçisinden örnek aldı.
“Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştireceğiz” derken, çok hayranı olduğu Tevfik Fikret’ten örnek aldı.
‘Yurtta sulh, cihanda sulh!’ derken Aristo’dan örnek aldı. Çünkü Aristo bir yapıtında, “Dünya bir vücut gibidir; nasıl ki vücudun herhangi bir yerine sivri bir cisim batırıldığında vücudun her tarafı ıstırap duyuyorsa, dünyanın da herhangi bir yerinde meydana gelen acı bir olay bütün dünyayı etkiler” der.
Çanakkale’de yatan yabancı Anzak askerleri için,
GÜNÜN SÖZÜ
“Ağlayalım Atatürk’e,
Bütün dünya kan ağladı.
Başbuğ olmuştu mülke,
Geldi ecel can ağladı!”
Âşık VEYSEL
Atatürk’ün aramızdan ayrılışının bugün 84’üncü yıldönümü... Bu vesileyle aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen ben sizlere onun Türkiye’de ve dış ülkelerde şu kadar büstü, heykeli ve şu kadar caddede ismi olmasından... İngiltere Kralı VIII. Edward’ın önünde ceketini ilikleyerek elini öpmeye kalkmasından, Papa II. Jean Paul ve Ay’a ilk ayak basan astronotlar Neil Armstrong, Buzz Aldrin, Michael Collins gibi o gün için dünyanın en gözde insanlarının mozolesine çelenk koyarak saygı duruşunda bulunmasından... Veya Ürdün Kralı Abdullah’ın, kendi ırkı Arapların I. Cihan Harbi’ndeki biz Türklere karşı olan tutumlarından dolayı Atatürk’ün şahsında ve huzurunda itiraf gibi özür dileyen gözyaşlarıyla için için ağlamasından söz edeceğim...
-