Mevcut mevzuat ve yönetmeliklerle kentsel dönüşüm kesinlikle mümkün değildir!
Nedenini şöyle açıklayayım: Mevcut yönetmeliklere göre yenilenecek binalarda kat sayısı artışı maalesef yoktur. Böyle olunca da müteahhitler de haklı olarak maliklerden bir milyon lira gibi büyük paralar talep etmektedir. Çoğunluğu emekli olan kişiler, bunu ödeyemedikleri için bina riskli de olsa içinde oturmaya devam etmektedirler.
Şu anda yapılan dönüşümler, belli bölgelerdeki varlıklı kişilerin aralarında anlaşmasıyla müteahhitlere milyonluk farkları ödeyerek yaptıkları yenilemelerdir.
Benim önerim çok basittir: Belediye veya hükümet, maliklerin uçuk farklar vermelerini önleyecek hesaplamaları titizlikle yaparak, mevcut kat sayısını örneğin yüzde kırk gibi artırmalıdır. Malikler varsa ekstra talepleri için 50-100.000 lira gibi makul farkları ödemek durumunda kalırlarsa, riskli yapılar hemen yenilenir.
Mesela zemin etüdü yapılmış, zemine ve fay hattı durumuna göre projelendirilmiş 5 katlı bir yapıya 7 kat veya 10 katlı bir binaya 14 kat izin vermenin ne zararı olabilir ki? Ayrıca dünkü gazetenizde yer alan, Bayraklı Belediyesi’nin ada bazında yüzde 20 artış önerisine TMMOB’nin mahkemede itiraz ederek yürütmeyi durdurma kararı aldırması gibi acayip başvurular bile yapılamayacak şekilde bir yasal düzenleme şarttır. Değilse, şu anda hemen hemen tüm belediyelerin bedava bina risk testleri (karot vs) yapması, sadece show olarak kalacaktır. Çünkü varsayalım ki binamızın riskli olduğu tespit edildi. Ne yapacak malikler? Bırakın hepsini, birkaçı bile bir milyon lira farkı ödeyemeyecek durumda ise bina deprem felaketini beklemek zorunda kalacaktır.
Tek çözüm, dönüşüm yapılacak binalar için kat sayısını artırıp zeminden 2-3 katı müteahhite verebilecek düzenlemeyi süratle yapmaktır. Ama mahkemelere itiraz, yürütmeyi durdurma gibi işi sekteye uğratacak durumları önleyecek düzenlemeler de yasayla yapılmalıdır.
Mak. Müh. Mehmet ERGÜN - TÜBİTAK Ar-Ge Projeleri Danışmanı
ANKARA-İSTANBUL HESABI
Deprem bölgesinde 2 bin personelin çalıştığını belirterek, “Güçlü bir inisiyatif alıyoruz” sözleriyle başladı. Depremin, ülkemizin birinci sorunu -beka sorunu- olduğunu belirtken, “Deprem nedeniyle, işbirliğine, kaynağa ve bilime ihtiyacımız var. Çünkü önümüzde devasa işler var” diye konuştu. Yeni bir İstanbul Yasası hazırlanmasını da isteyen İmamoğlu’nun ardından ekibinin yani üst bürokratlarından da 9 genel müdürü sahalarıyla ilgili bilgiler aktardı; metro, ulaşım, imar, güçlendirme, konut, su ve yeni yatırımlar üzerinde bilgi verdiler.
İstanbul’un depreme karşı tam bir röntgeni çekilerek konu başlıkları tespit edilmişti anlatımlarda.
Başkan, bu işlerin merkezi yönetimle birlikte çalışılması gerektiğini vurgulaması dikkat çekti. Bunun dışında muhtemel bir depreme karşı ne gibi önlemler alınacağını anlatırken, İstanbul’un kuzey kesiminde yani Trakya yönüne doğru yeni bir karayolu ve deniz yoluyla kurtarma gibi alternatif projelerinden de söz etti.
İmamoğlu’nun eleştirilecek bir projesi de İstanbul ve Marmara Konseyi’nin (her partinin katılımı ile) oluşturulması. Bu bize göre ‘tehlikeli’ bir düşünce. Çünkü burada amaç konut alanlarının Karadeniz’e (ormanlara) doğru açılması, Trakya’nın tarım topraklarının yağmalanması (aynı şekilde Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale Bursa, Kocaeli ve Balıkesir’e el atılması) anlamına geliyor. İlk depremden sonra aynı konular İBB Başkanı Kadir Topbaş döneminde de gündeme getirilmiş, ancak Trakya’ya nüfus aktarımı ve arazi talepleri büyük tepki yaratmıştı. Birçok öğretim üyesi bu projelere karşı direnmiş, önerileri püskürtmüştü.
Deprem de olsa neden her konu Türkiye coğrafyasının yüzde 3’lük bölümünde gündeme getirilmek isteniyor.
İstanbul’a daha fazla yazık etmeyelim, İç Anadolu’ya doğru yeni kentler yaratamaz mıyız?
İLK AYLIKLAR NİSANDA ÖDENECEK: EYT’DE MUTLU SON
Milyonların
Kahramanmaraş, Hatay ve Gaziantep başta, on ilde büyük yıkıma yol açan ve tüm ülkeyi yasa boğan büyük depremlerin ardından, bir deprem ülkesi olan Türkiye’nin tüm illerinde yeni yerleşim bölgelerinin planlanması ve inşaat faaliyetlerinde ‘mikrobölgeleme ve hasar görebilirlik etüdü’ uygulanmasının hayati önemde olduğu uyarısı yapıldı.
Bu alanda daha önce başarılı çalışmalar yapan deneyimli bir firma olan Alter Uluslararası Mühendislik ve Müşavirlik’in Yönetici Ortağı Dide Özdikmen, depremlerin can ve mal kayıplarına daha fazla sebep olmaması için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
“Yeni yerleşim bölgelerinin planlanması ve inşaat faaliyetlere ait niteliğin belirlenmesi, mikrobölgeleme çalışmaları göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Olası deprem etkilerinin elde edilebilmesi için detaylı jeolojik, jeofizik, jeoteknik ve sismolojik incelemeler ve etütler içeren mikrobölgeleme rapor ve haritaları, deprem riskinin bulunduğu tüm illerimiz için hazırlanmalıdır. 1999 depreminden sonra Dünya Bankası kredisi ile depremden etkilenen seçilmiş 7 pilot belediyede, Marmara Depremi Acil Yapılandırma Projesi (MEER) kapsamında tarafımızca çoklu tehlike risk haritaları ve raporları oluşturularak Başbakanlık Proje Uygulama Birimi’ne sunuldu.”
Mevcut yapı stokunu güçlendirmek için bazı yöntemlere değinen Özdikmen, “klasik güçlendirme yöntemleri olarak betonarme kolon-kiriş mantolama, betonarme perde ilavesi, çelik çaprazların taşıyıcı sisteme eklenmesi ve lifli polimerler ile güçlendirme uygulamalarını” gösterdi ve “bu yöntemler kullanılarak 1.100.000 metrekare toplam alana sahip; 300’ün üzerinde okul, hastane, idari bina, poliklinik ve sağlık tesislerinde bulunan yüzlerce binanın kendileri tarafından güçlendirildiğini” anlattı.
BU YÖNTEM NEDİR
Yerleşime açılması düşünülen boş alanlardaki tüm afet tehlikelerini, yapılaşmış alanlarda ise tüm afet risklerini büyük ölçekli halihazır haritalar üzerinde belirleyen çalışmalara genel ad olarak ‘mikrobölgeleme’ deniyor. Güvenli arazi kullanımı kararları alınmasını kapsıyor ve kentsel dönüşüm ve zarar azaltma planlaması çalışmalarında öncelikler ve stratejilerin belirlenmesine temel girdileri sağlayan çok disiplinli çalışmalardan oluşuyor. Mikrobölgeleme etütleri; en genel tanımıyla, mevcut veya yeni açılacak yerleşim alanlarındaki tüm tehlikeleri belirlemek, yerel zemin ve tehlike koşullarının yansıtıldığı haritaların üretilmesi amacıyla arazinin jeolojik açıdan modellemesi ile ilgili her türlü araştırma, analiz ve sentezleri içeriyor.
GÜNÜN SÖZÜ
“
Bölgede Adana’dan Diyarbakır’a kadar yaklaşık 3.5 milyon hektar verimli tarım toprağımız, yaklaşık 5000 köyümüz bulunuyor ve 2.5 milyon kırsal nüfus yaşıyor. Kayıtlı çiftçi sayısının ise 300.000 olduğu tahmin ediliyor. Türkiye genelindeki 181 sulama birliğinin 40 adedi büyük bir sulama alanı ile bu bölgede yer alıyor. Bölge hayvancılık açısından da çok önemli. Uzmanlar bölgede yaklaşık 2 milyon büyükbaş, 9 milyon da küçükbaş hayvanın bulunduğunu, 2800 hayvancılık işletmesinin zarar gördüğünü belirtiyorlar. Bu bölge tarımsal ihracatımızın yaklaşık yüzde 20’sini sağlıyor. Bölgede yaş meyve ve sebze üretiminin yanı sıra, kuru tarım ve endüstriyel tarım da yapılmaktadır. Bölgede makarna, sıvıyağ fabrikaları bulunmaktadır. Depremin vurduğu bölge, bir tarım ve hayvancılık bölgesi olarak çok önemli bir özelliğe sahiptir.
Depremde can kaybının yanında, ambarlardaki traktörler, tarımsal iş makineleri, tohum, gübre ve diğer girdilerin kaybı da yaşandı.
Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, ‘Tarımsal üretim kesintiye uğramamalı’ uyarısında bulunurken, ayrıca bölgesel tarımsal kuraklık riskine yönelik çalışmaların şimdiden başlatılmasını öneriyor.
YARGI, KAMU YARARINI GÖZETTİ
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu tarafından mahkemenin iptal kararına rağmen satılması için meclis kararı alınan Swiss Otel ile ilgili konuyu köşemizde üç kez gündeme getirmiştik. İBB’nin eski Meclis üyeleri Hakkı Sağlam ve Serdar Bayraktar tarafından açılan dava neticesinde satış kararı iptal olmuş ve Danıştay tarafından da onanmıştı. Bu karara rağmen meclisten yeni bir satış kararı alındı ancak bu karara mecliste ‘ret’ oyu kullanan CHP Meclis üyeleri Mehmet Ali Tüy ve Özgür Öz karşı dava açtılar; İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarafından yürütme durdurma kararı verildi. Kararda, “Otelin kiracısı olan şirket lehine 15.02.2032 tarihine kadar intifa hakkı devam ettiği hususu nazara alındığında, kesinleşen yargı kararının gerekçesinin ise ‘intifa’ hakkı olduğu ve bu hak devam ettiği sürece taşınmazın satışının söz konusu olamayacağı, mevcut yargı kararı hilafına alınan meclis kararı işleminde hukuka uygunluğunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır” denildi. Kararda daha sonra şöyle devam denildi: “Telafisi güç zarar koşulu, açıkça hukuka aykırı olduğu saptanan, taşınmazların satışı durumunda ekonomik anlamda büyük hak kaybına neden olabileceği nedeniyle dava konusu işlemin hukuk aleminde telafisi güç ve imkânsız zararlara yol açacağı sonucuna varılmıştır diyerek yürütmeyi durdurma kararı alınmıştır.”
Sürekli yargı kararlarına saygılı olduğunu açıklayan İmamoğlu’nun bu karara itiraz edeceği İBB kulislerinde konuşuluyor. Bu karar meclis aşamasında CHP Grubu’nda tartışma yaratmıştı. Fahrettin Kayhan, Doğan Tekel, Hasan Gökpınar; İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu başkanlığında İmamoğlu’nun da katıldığı toplantıda ret oyu kullanacaklarını açıklamışlardı.
Neticede meclis üyeleri Tüy ile Öz, İmamoğlu’nun baskısı üzerine CHP İl Başkanlığı tarafından disipline sevk edildi. İki üyenin haklı olduğu tescil edildiğine göre, Kaftancıoğlu’nun bu iki üyeye bir özür borcu yok mu? Disiplin kararının derhal kaldırılması gerekmiyor mu?
GÜNÜN SÖZÜ
“Her ne kadar da kanun maddesi lafzı ‘Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir’ şeklinde olsa da taraflar maddedeki 10 yıllık süreyi kira sözleşmesinin başlangıcından itibaren 10 yıl olarak algılamaktadır. Oysaki kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere, kastedilen 10 yıllık süre, 1 yıllık kira sözleşmesinin sonraki yıllarda da uzayarak uzayan yılların toplamda 10 yılı doldurmasıdır. Kanun hükmü aynı zamanda en az 3 aylık ihbar süresi koyarak kiraya verenin bu tarihten daha sonra yapacağı ihbarların da geçersiz olduğunu vurgulamaktadır. Bu bakımdan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da ‘Kiraya veren ancak on yıllık uzama süresi sonunda, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak şartıyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeyi sona erdirebilir. Bu hüküm kiraya veren lehine konulmuş emredici bir hüküm olduğu için taraflar sözleşmede bunun aksine bir kayıt koyamazlar’ şeklinde verdiği karar ile 10 yıllık sürenin kira sözleşmesinin tamamını değil, uzama sürelerinin toplamını ifade ettiğine değinmiştir.
Kira sözleşmesinin 10 yıllık uzama süreleri sonucu tahliyesine ilişkin olarak örnek verecek olursak:
- 10.01.2001 tarihinde bir yıllık kira sözleşmesi imzalanması halinde,
- 10.01.2002 tarihinde bir yıllık sözleşme dolacak ve kanun maddesinde geçen uzama yılı başlayacaktır.
- 10.01.2011 tarihinde ise 10 yıllık uzama yılları dolacak ve kiraya veren 3 aylık bildirim süresine uymak koşuluyla kiracıdan tahliye talebinde bulunabilecektir.
Bir diğer örnek ise:
- 01.01.2013 tarihinde 5 yıllık kira sözleşmesi imzalanması halinde...
- Kira sözleşmesinin bitiş tarihi 01.01.2018 olup kanun hükmünde yer alan 10 yıllık uzama süreleri ancak bu tarih itibarıyla başlayacaktır. Görüleceği üzere 5 yıllık bir kira sözleşmesini baz aldığımızda dahi kanun hükmündeki
- İlk yazılı kanunlar olarak bilinen Hammurabi Kanunları’nda “Bir inşaatçı herhangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse inşaatı yapan öldürülür” hükmü vardır.
Yaklaşık dört bin yıl önce insan yaşamını korumak için en ağır cezaları öngören kanunlara karşın, bugün kanunlarımızda özel bir madde dahi bulunmamaktadır. Bu tür suçlar TCK’nin 85 ve 86. maddelerinde taksirle öldürme ve kasten yaralama maddeleri kapsamında ele alınmıştır.
Bu cezaların da caydırıcı olduğunu söylemek mümkün değildir. “Türkiye bir deprem ülkesi”, “Deprem öldürmez, yapı öldürür” sözlerini de aynı biçimde değerlendirebiliriz.
Bu felaketin en önemli sorumlularından biri de belediyelerdir. Belediyeler hangi partiden olursa olsun tek değişenin belediyelere iş yapan müteahhitler olduğu bir belediyecilik anlayışı bu yıkımların en büyük sorumlusu değil midir?
Barınmanın da beslenme gibi zorunlu bir ihtiyaç olmasına rağmen, konutu bu kadar metalaştırıp barınma ihtiyacından çok bir yatırım aracına dönüştüren piyasacı anlayışın ölümlerde rolü yok mu?
Depremlerden sonra televizyon ekranlarını dolduran, bir kısmının da depremle ilgili uzmanlığı olmayan, her konunun bilenleri masum mu?
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye “Ey oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın” diye verdiği öğüdü dillerinden düşürmeyip insanı yaşatmak için bir şey yapmayanlar masum mu?
Evet, hiçbirimiz masum değiliz ama en masum olmayanlar da en çok sorumluluğu olanlardır. Son söz depremin merkezi Kahramanmaraşlı
CHP Manisa Milletvekili Bekir Başevirgen depremin etkilediği illerdeki esnaflar için iktidarın acilen bir destek paketi açıklaması gerektiğini söyleyerek, “TESK verilerine göre, Adana’da 52 bin 524, Kilis’te 4 bin 600, Osmaniye’de 15 bin 768, Şanlıurfa’da 42 bin 793, Diyarbakır’da 26 bin 529, Gaziantep’te 41 bin 935, Adıyaman’da 18 bin 130, Malatya’da 21 bin 366, Kahramanmaraş’ta 27 bin 386 ve Hatay’da 46 bin 462 esnaf bulunuyor. Bu da, yaklaşık 260 bin esnafın bu felaketten etkilendiği anlamına geliyor” diye konuştu.
Bekir Başevirgen yaptığı açıklamada şöyle devam etti:
“Pandemiden kalan borç yükünü bile henüz hafifletememiş olan esnaf bir de deprem felaketiyle karşı karşıya kaldı. Depremden etkilenen illerde büyük bir göç başladı. Ancak ekmek teknesini, ailesini, toprağını bırakmak istemeyen binler var. İşyerleri enkaz haline gelmiş veya büyük hasara uğramış esnaflarımızın acilen desteklenmesi gerekiyor.
İktidara çağrımızdır; esnaflarımızın tüm banka ve esnaf kefalet kooperatiflerine olan borçları, kira, fatura, BAĞ-KUR prim borçları Hazine tarafından karşılanmalıdır. Esnafın deprem nedeniyle işyerlerinde uğradığı zararların tümü Hazine tarafından üstlenilmelidir. Küçük esnafımızın bu süre zarfında gelir kaybının telafisi için esnaf ahilik desteği devreye alınmalı ve esnafımız işyerlerine dönene kadar düzenli olarak işsizlik maaşı bağlanmalıdır.”
Deprem nedeniyle afet kapsamına alınan 11 ilimizde ticari faaliyetlerin neredeyse durma noktasına geldiğine dikkat çeken Başevirgen, özellikle miatlı ürünlerin son kullanım tarihleri geçmeden tüketiciye ulaştırılması gerektiğini söyledi.
‘DEPREM FAKÜLTESİ’ KURULMALI
ARASINDA benim de olduğum çok kişi, bir akrabasını, bir tanıdığını depreme kurban verdi. Son depremde gösterdi ki deprem olgusu başlı başına bir güvenlik sorunumuz. Güvenliğin de ötesinde bu topraklar için yaşamsal önemde. Bu coğrafyada sosyoloji, tıp, psikoloji, tarih öğrenecek çocukların öncelikle hayatta kalması gerekiyor.
Müstakil
DEPREM bölgesindeki emekçilere kısa çalışma ödeneği ve nakdi ücret desteği verilmesine yönelik hazırlık yapıldığı kamuoyuna yansıdı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bu yönde çalışma yürüttüğü belirtiliyor. Elazığ ile birlikte 11 ilde ilan edilen afet bölgesindeki uygulamaya ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin yakında yayınlanacağı vurgulanıyor.
Salgın döneminde de uygulanan kısa çalışma ödeneği ile afet bölgesindeki işçilere brüt ücretlerinin yüzde 60’ı kadar para ödenecek. Böylece brüt 10.008 lira olan asgari ücretle çalışan emekçi 6.004 lira alacak. Emekçinin ücreti arttıkça alacağı kısa çalışma ödeneği de artacak.
Ödenek tutarı aylık brüt asgari ücretin yüzde 150’sini geçemiyor. Yani emekçiye en fazla 15.012 lira aylık verilecek. Kısa çalışma ödeneğinden sadece damga vergisi kesiliyor. Ödeme 3 ay süre ile yapılıyor. Bu süre Cumhurbaşkanlığı kararı ile uzatılıyor.
Kısa çalışma ödeneği alanların Genel Sağlık Sigortası (GSS) primleri de devlet tarafından karşılanacak. Yararlanma koşullarının salgın döneminde olduğu gibi afet bölgesinde de esnetilmesi yüksek olasılık.
Yine salgın döneminde ücretsiz izne çıkarılanlara yönelik uygulanan nakdi ücret desteğinin afet bölgesinde hayata geçirilmesi bekleniyor.
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayan işçiler, ücretsiz izinli sayılacak ve bunlara saptanan tutarda nakdi ücret yardımı sağlanacak.
Bu tutar salgın döneminde 1.500 lira idi. Tutar büyük olasılıkla artacak. Bu paradan damga vergisi kesilmiyor. Kısa çalışma ödeneği ile nakdi ücret yardımının İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması kuvvetle muhtemel.
İşçi sendikaları, afet bölgesinde işten çıkarmaların yasaklanmasını, yakınlarını yitirenlere ölüm aylığı bağlanmasını, işten ayrılmak isteyenlere ve deprem sonucu işsiz veya engelli kalanlara kıdem tazminatı ödenmesini talep ediyor. Depremin vurduğu bölgede yaşayanlara ne yapılsa azdır, zira onlar, dünyanın en büyük felaketini yaşadılar ve onulmaz acılara boğuldular.