Mahkeme heyetinin istediği ek bilirkişi raporu mahkemeye ulaştı. Rapor sanıklara atfedilen suçlamalar ile ilgili suç unsuru olmadığını gösterdi. Murat Hazinedar savunmasında ilginç şeyler söyledi. Bu dava ile olası Büyükşehir Belediye Başkanlığı yolunun kapandığını, 2018 yılında görevden alınmadan evvel İBB Başkanlığı için Sonar gibi şirketlerin yaptığı kamuoyu araştırmalarında birinci çıktığını ekleyerek, Ekrem İmamoğlu’nu kastederek ‘yedekten geldi, İstanbul’u yönetiyor’ dedi.
İmamoğlu’nun bu söyleme bir cevabı olacak mı?
Hazinedar ayrıca “CHP bugün benim arkamda siyasi bir güç olarak durmuyorsa nedeni partiye istenileni vermediğim içindir” dedi.
Acaba burada neyi kastediyor?
“Mahkeme heyetinden rica ediyorum fotoğrafta gösterdiğim, benim dönemimde yıkılan, Akmerkez karşısındaki bu milyon dolarlık işyeri ben görevden alındıktan sonra hemen nasıl yapıldı? Yine Fulya Mahallesi’nde akaryakıt istasyonu yanındaki kupon alanda 15 dükkân nasıl yapıldı?”
Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, Murat Hazinedar tarafından mahkeme heyetine yapılan bu ihbarı araştırıp, kamuoyuna bir açıklama yapacak mı?
Eski Taşdelen Belediye Başkanı, Beşiktaş’tan Belediye Meclis üyesi seçilen Hüseyin Avni Sipahi’nin avukatı müvekkilinin siyasetle uğraştığını, bu davadan dolayı seçimlerde aday olamadığını, olası belediye başkanlığının önünün kesilmesi için bir kumpas kurulduğunu, davanın ivedilikle sonuçlandırılmasını talep etti.
Mahkeme heyeti mütalaa için dosyayı savcılık makamına tebliğ etti. Davanın duruşması 2025 Ocak ayına ertelendi.
Avrupa’da güç dengesi popülist, aşırı sağcı parti ailelerine doğru kayıyor. Buradaki temel soru, bu gelişmeler göz önüne alındığında, Avrupa’daki sağcı popülistlerin zeminini uzaklaştırmak için iltica kurallarını daha da nasıl sıkılaştırılması gerektiği. Popülist, aşırı sağın oylarının artmasındaki temel nedenlerden biri de yasadışı/düzensiz göç. Yasadışı göç sorunu, Avrupa’nın korkulu rüyası olmaya devam ediyor.
2015-16 yıllarında yaşanan mülteci krizinden bu yana, Avrupa’da kimin sığınma veya koruma hakkına sahip olduğu veya kimin olmadığına dair bir ayrım yapılması gerektiği konuşuluyor. Bu arada ne oldu? Geçen baharda AB, iltica sisteminde kısıtlayıcı bir reform yapmaya karar verdi: AB’nin dış sınırlarında iltica kontrolleri, hızlandırılmış prosedürler ve kalma ihtimali olmayan göçmenlerin geri dönüşü.
‘YENİLİKÇİ ÇÖZÜMLER’
Her ne kadar AB, yıllar süren müzakerelerin ardından yeni bir sığınma anlaşması üzerinde anlaşmaya varsa da konu şimdi yeniden gündemin üst sıralarında.
Devlet ve hükümet başkanlarının birkaç gün önce Brüksel’de üç saat boyunca düzensiz göçü konuştuğu biliniyor. Düzensiz göçten olabildiğince çabuk kurtulmak veya en iyisi onları Avrupa’nın tamamen dışında tutmak isteniyor. Örneğin İtalya, sığınma prosedürlerini Arnavutluk topraklarındaki kamplarda hızlı bir prosedürle ve AB dışında yürütmek istiyor. Hollanda, Danimarka, Polonya, Macaristan ve Yunanistan’ın da bulunduğu bir dizi ülke, İtalya tarzı üçüncü ülke düzenlemelerinde sakıncalı hiçbir şey bulmuyor.
‘Yenilikçi çözümler’ gibi terimler AB diplomasisinde yaygın hale geldi. Düzensiz göçe karşı alınması gereken ‘yeni yollardan’ söz ediliyor. Bu, sığınmacıların artık AB topraklarında sığınma başvurusu yapma şansının olmadığı anlamına mı geliyor? AB’nin göç politikasında tarihi bir kırılma mı yaşanıyor?
GÜNÜN SÖZÜ
“Gerçek cehalet, bilginin yokluğu değil, bilgi edinmeyi reddetmektir.”
Peki yargı nerede?
Sağlıkta dönüşüm böyle mi olacaktı?
Hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin, ameliyathanelerinin ve bazı polikliniklerinin kiraya verilmek suretiyle taşeronlaştırılması, katliam aşamasına gelen ölümlerin ve SGK soygunun örneklerinden sadece biri sayılmalıdır bu olay. TMMOB ve bağlı odaların, kamusal kuruluşların peşkeş çekilmesi konusunu acı ile dinlerken, bizim Nedim Şener, yenidoğan çetesi denilen sağlık teröristlerinin PKK’lı, FETÖ’cü doktorlar ve mafyalaşmış özel hastane sahiplerinden oluştuğunu anlatıyor dünkü yazısında. Bu sahtekarlığın en önemli ayağı bunlar diyor.
Bir de devlet ve siyaset adamlarıyla fotoğrafları çektiren bu mafyatik tipler devletin ve siyasetçilerin içine nasıl sızabiliyorlar? Ya da bu konuda gönüllü fotoğraf çektiren ‘erkan’ neden hiç özen göstermiyor?
Biz gazeteci olarak birisiyle tanıştırılırken gösterdiğimiz özenin bürokrat, iş insanı veya memurla tanışırken gösterilmesi gereken titizliğin hiç gösterilmediğini apaçık görüyor ya da anlıyoruz. Çünkü bunun arkasındaki neler döndüğünü biliyoruz. Açıkça söylüyoruz arkada; para var, para, para...
HAYIRSEVER GÖRÜNÜMÜNDE VURGUN
Güvendiğimiz genç bir arkadaşımız, bize bir olay anlattı, yıllar önce isteği üzerine o çocuk yuvasına gittim.
Başındaki saygın kişiyi üzülerek dinledik ve onun gösterdiği mücadeleyi de takdir ettim. Demek ki, çetenin eli siyasetin içindeydi. Çete çocuk yuvasının ünitelerinde şu marka mamaların, bu marka çocuk bezinin kullanılması talimatını verebiliyor. İlgili ünitenin amirine inanılmaz baskı yapıyor, onları işten atmak için dahi tehdit edebiliyor. Ne yazık ki tehditlerde ‘Müsteşar, bakan yardımcısı ve bunların bürokratları, il müdürleri ve en önemlisi de milletvekilleri’ isimleri geçiyordu.
İlk önce dünyadaki enerjinin yaklaşık yüzde 10’u nükleer santrallerden sağlanıyor. Dünyada nükleer reaktör yapma kabiliyetine sahip ülkeler: ABD, Fransa, Kanada, Çin, Rusya, Japonya, Hindistan, Güney Kore...
Devam ediyoruz:
Nükleer santrallere talep olmasının 3 ana nedeni var:
Enerji talebinin artması, enerjide dışa bağlılığın önüne geçmek, temiz enerji olması.
Brüksel’de yapılan liderler toplantısında nükleer enerjiye dönüş planı kabul edildi. Ve artan enerji talebi nedeniyle nükleer enerji yeşil enerji statüsüne alındı.
Türkiye’ye dönersek; Türkiye 1973 yılında Mersin Akkuyu bölgesini potansiyel nükleer santral alanı olarak belirledi.
Aynı yıllarda Güney Kore de nükleer santral programı açıkladı. Geçen zaman diliminde Güney Kore nükleer santral sahibi, işleticisi, üreticisi ve yapımcısı konumuna geldi. Kişi başı milli geliri Türkiye ile aynı olduğu yılları çok gerilerde bıraktı.
AKKUYU-RUSYA
Medyada asgari ücret zammına ilişkin haberler bugünlerde sık yer alıyor. Patronlar her zaman olduğu gibi yüksek zamma karşı çıkarken, işçi sendikaları ve muhalefet partileri insanca yaşanabilir ücreti ısrarla dile getiriyor. Brüt 20 bin 3, net 17 bin 2 TL olan yürürlükteki asgari ücrette yapılacak olası artış oranları yüzde 14 ile yüzde 50 arasında dillendiriliyor.
Asgari ücrete Orta Vadeli Program’da (OVP) 2025 yılı için hedeflenen yüzde 14’lik enflasyon oranı kadar zam yapılacağını savunanlar kadar, yine OVP’ye göre 2024 yılında gerçekleşmesi beklenen yüzde 41.5’lik TÜFE oranında artış olacağını kuvvetle dillendirenler de var.
Komisyona emekçileri temsilen katılan Türk-İş’in dışındaki sendikalar ise insan onuruna yaraşır bir ücret için en az yüzde 50-60 arasında zam talep ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (MB) yıl sonu enflasyonunu yüzde 38 öngörüyor.
10 MİLYON EMEKÇİ
Mevcut ücrete yüzde 41.5 oranında zam yapılırsa yeni ücret net 24 bin 57 TL, MB’nın öngörüsüne göre yüzde 38 oranında artış yapılırsa net 23 bin 462 TL, OVP 2025 hedefine göre yüzde 14 oranında zam yapılırsa net 19 bin 382 TL olarak saptanır. Belirlenecek yeni ücret, satın alma gücü her geçen gün eriyen emekçiyi ne denli hoşnut edebilir? Zira 2023 aralık ayında 17 bin 2 TL olarak saptanan mevcut asgari ücret o zamandan bu yana yüzde 36.44 oranında değer yitirerek 6 bin 195 TL düzeyinde eridi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Iş?khanıkhan “Asgari ücretlinin alım gücünü koruyacağız” açıklaması yaparken, TOBB üyesi patronlar “Zam oranı yüzde 30’u aşmasın” diyerek emekçinin beklediği yüksek artışa şimdiden kapıyı kapattı. Patronlar 2025 yılı ücretinin de tek yıllık saptanmasından yana. Hatta bölgesel asgari ücreti savunanlar bile var. 1967-1974 yılları arasında bölgesel uygulanan asgari ücret Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde sonlandırılarak ulusal düzeyde, tek tip uygulanmaya başlandı.
10 milyona yakın emekçi, temmuzda ara zam yapılmayarak 2024’te bir yıllık uygulanan asgari ücretteki kayıpların giderilmesi için en az yüzde 50 artış umuyor. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 19 bin 830 TL’ye ulaştığı dikkate alınırsa emekçinin net 34-35 bin TL beklentisi yadırganmamalı. Zira hayat öyle pahalı ki bugün aldığını, yarın aynı edere alamıyorsun. Aralık başında ilk toplantısını yapacak komisyon çalışmalarında ve kamuoyunda olası zam tartışmaları kuşkusuz gündeme damgasını vuracak.
GÜNÜN SÖZÜ
Kadınlarda en çok görülen kanser türlerinin başında meme kanseri geliyor. Hastalığın önlenmesinde ve tedavinin daha kolay olmasında erken tanı hayati öneme sahip. 1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında açıklamalarda bulunan Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Yeliz Emine Ersoy, hastalığın son yıllarda hem sıklığı hem de erken yaşta görünme oranının arttığına dikkat çekti. Ersoy, meme kanserinde erken tanı konduğunda gelişmiş tedavi seçenekleriyle yüz güldürücü sonuçlar alındığını da söyleyerek, “Her zaman ve her kanser türü için söylediğimiz gibi erken tanı hayat kurtarıcıdır” dedi.
Ersoy, şu uyarılarda bulundu: “Sülük, hacamat, bitkisel kürler tabii ki bazı durumlarda fayda gösterebilen yöntemler olabilir ancak, kanserin asıl tedavisinde yerleri bulunmamaktadır. Kanser tanısı aldıktan sonra bu uygulamalardan medet umarak, maalesef son evreye kadar hastalığın ilerlemesinden sonra başvuran birçok hastamız, gelişmiş güncel tıbbi tedavilerden faydalanma şanslarını da kaybetmiş olmaktadırlar.”
KİŞİYE ÖZEL TEDAVİ ŞART
Her hastada tümör özelliklerinin farklı olabileceğinin altını çizen Ersoy, kişisel ve ailesel özelliklerin de bu durumda belirleyici olduğunu vurgulayarak, “Bu da demektir ki sizin ve hastalığınızın özellikleri diğer meme kanserli hastalarınkinden farklıdır ve sizin için oluşturulan tedavi ve takip protokolünü diğerleriyle karşılaştırarak eksik veya fazla tedavi alıyor hissine kapılmanız gereksiz endişe nedenidir. Unutmayalım ki, başarılı bir tedavi ile sağlıklı ve kansersiz yaşam hedefine ancak erken tanı ile daha kolay ulaşabiliriz” dedi.
GÜNÜN SÖZÜ
BÜROKRANT
“Bu topraklarda vatanseverliğin olmazsa olmazı kamu hakkını koruyanlara destek olmak, makam gücüyle peşkeş çekenlere de hesap sormaktır.”
Faruk ÇEBİ
Üç ekonomist, ulusların zenginleşmesi konusunda, coğrafi ve ekonomik açıdan farklı özelliklere sahip ülkeleri karşılaştırarak kurumların yapısının bu süreçte belirleyici faktör olduğuna ilişkin sonuçlara ulaşmışlardır.
İsveçli Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine ölümünden sonra 9 Haziran 1900’de kurulan Nobel Vakfı’nın insanlığa hizmette bulunanlara verdiği ödüller, dünyada en saygın ödüller olarak kabul edilmekte “fizik”, “kimya”, “edebiyat”, “barış” ve “tıp” olmak üzere 5 dalda en başarılı kabul edilen kişiler ve kuruluşlara verilmektedir. Nobel Ekonomi Ödülü, 1968’de İsveç Merkez Bankası’nın Alfred Nobel’in anısına ekonomi dalında da ödül verilmesini kararlaştırmasıyla, ilk kez 1969’da verilmiştir. Her yıl Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ta düzenlenen törenle sahiplerine teslim edilmektedir.
Ekonomi Ödülü Komitesi’nin Başkanı Jakob Svensson şu açıklamayı yapmıştır: “Ülkeler arasındaki gelir uçurumunu kapatmak günümüzün en büyük zorluklarından biri. Simon Johnson, James A. Robinson ve Daron Acemoğlu, çığır açıcı araştırmaları sayesinde ülkelerin neden başarılı olup neden olamadıkları konusunu daha iyi anlıyoruz.”
Nobel Komitesi tarafından yapılan açıklamada, “Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu toplumlar ve nüfusunu kötüye kullanan kurumlar büyüme veya daha iyiye doğru değişim yaratmaz. Ödül sahiplerinin araştırması bunun nedenini anlamamıza yardımcı oluyor” denilmiştir. Üç isim, “Kurumlar nasıl oluştu ve refahı nasıl etkiledi” konusundaki çalışmalarından dolayı ödül almıştır.
TUNCER BULUTAY HOCA
Acemoğlu’nun, siyasal ekonomi, ekonomik kalkınma, ekonomik büyüme, gelir ve ücret dengesi eşitsizliği, çalışma ekonomisi, ekonomi teorisi, beşerî sermaye ve eğitim konularında çalışmaları vardır. Acemoğlu, akademik dünyada değil, aynı zamanda geniş kitleler üzerinde de etki oluşturan bir isimdir. Acemoğlu, 1967’de İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İlkokul eğitimini Kadıköy Aramyan Uncuyan Ermeni İlkokulu’nda tamamlamış, 1986’da Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra yüksek öğrenim için York Üniversitesi’nde (İngiltere) görev yapmıştır. London School of Economics’te öğretim görevlisi olarak çalışmış, 2000 yılında profesör olmuştur. 1993 yılından bu yana MIT bünyesinde akademik kariyerine devam etmektedir.
Acemoğlu, 11 milyon İsveç kronu (1 milyon dolar) tutarındaki ödülü iki arkadaşı ile paylaşacaktır.
Günümüze kadar 82 ülkeden çok sayıda kişi ve kurum Nobel Ödülü kazanmıştır. Türkiye 3 Nobel ödülüyle Nobel liginde 31’inci sırayı; Beyaz Rusya, Hırvatistan, Litvanya, Meksika ve Yeni Zelanda ile paylaşmıştır.
Profesyonel balıkçıları ve tüketiciyi kaygılandıran kıtlık neyse ki kısa sürdü ve palamut yeniden kendini göstermeye başladı. O denli çok yakalanıyor ki tekne ağlarından taşıyor. Karadeniz’de 1 kilogramlık palamudun tanesi 75 TL’ye kadar düştü. Sezon başı çingene palamudu ve orta boy 100-125 TL arasında satılıyordu. Yağlanan iri balık ucuz fiyatı ve görünümü ile müşteriyi çekiyor. Yıllardır bu sezon kadar çok yakalanmadığı belirtiliyor.
Bir şişe damacana su fiyatının 100-150 TL arasında değiştiği dikkate alınırsa, 75 TL’lik gariban balığı sudan ucuz. Bolluğun havanın ve deniz suyunun soğumasından ötürü yılbaşına değin süreceği belirtiliyor. Bolluktan dolayı deneyimli balıkçıların sezon başı öngörüsü de gerçekleşti.
DENİZLERİN PRENSİ
Torik boyutuna ulaşan palamut cep yakan fiyatından dolayı evine kırmızı et almakta zorlanan dar ve sabit gelirlinin, yoksulun protein gereksinimini karşılıyor. Bir değil, üç dört tane birden alıyorlar. Öylesine bol ki kış ayları için tuzlaması yapılıyor, lakerdalar kuruluyor. Karadeniz’deki palamut bereketinin büyük kentlere de yansıması, fiyatının düşmesi bekleniyor.
Çinekop, sarı kanat, lüfer, kıraça ve mezgit de bu sezon ağları dolduruyor. Denizlerin prensi olarak tanımlanan lüferde belirgin şekilde artış var. Geçen sezonlarda lüfer tadımlık yakalanabiliyordu, pahalı fiyatından yanına yaklaşılmıyordu.
Karadeniz’le özdeşleşen hamsi havaların soğumasına karşın hala kendini göstermedi. Deneyimli balıkçıların vurguladığı gibi hamsi bu sezon yüz güldürmeyecek gibi. Karadeniz hamsisinin yakalandığı Ünye, Fatsa, Görele, Terme, Perşembe, Yakakent, Gerze, Sinop, Samsun Giresun, Ordu ve Rize’de balıkçı tezgahlarında Marmara hamsisi satılıyor. Lakin yavan tadı ile Karadeniz’de avlanan hamsinin yerini dolduramıyor.
TARIMIN BELKEMİĞİ ÇİFTÇİ KADINLAR
T