CHP’nin 9 Eylül’deki kuruluş gününde Ankara’da yapılacak büyük toplantıda ‘3.Yol Hareketi’ kamuoyuna duyurulacak.
Burada ne ‘Kemalcilik’ ne de ‘Muharremcilik’ var... Kişisel isimler üzerinde bir lider arayışı ile CHP’nin kendi iç sorunlarını çözemeyeceği görüldüğünden bu kısır döngünün dışına, ‘fabrika ayarlarına’ dönülmesi esas hedef olarak gösteriliyor. Strateji yeni kadro, yeni program ve yeni tüzük üzerinden şekillendirilecek. Kolektivist bir anlayışla birlikte “Ortak aklın ürünü kararların alındığı, Türkiye ve dünya gerçeğinin süzgecinden geçirilerek duygusallığın ötesinde bir mantığa ve ülke çıkarlarına dayalı, tabii ki Atatürkçü politikaları benimsemiş bir yapı...” deniyor.
Harekette yer alan isimler henüz ortaya atılmak istenmiyor.
“Güngör Uras dostumuz ‘Ayşe Teyze’ ve ‘Ali Rıza Amca’ tiplemelerini yaratırken kendine de ‘saf ve bâkir Anadolu çocuğu’ demeye devam etti.
Her türlü emeğe hep inandı, üretime hep saygısı vardı. Gittiği lokantalardan çalışanların aşçıbaşına kadar isimlerini alır, not eder, yazılarında onlardan bahsederdi.
Bir fabrika gibiydi Güngör Uras.
Andy Warhol’dan alıntılayarak “The Factory” diyelim. Durmaksızın fikir üretir, değerli fikirler verirdi. ‘P Dergisi’ne dair tavsiyeler verirdi. Bu arada uygulamazsam veya gecikirsem fırçasını da eksik etmezdi. Onu kaybettik, göçtü dünyadan ruhu. Ama emeğe, üretime, insana verdiği değer bana sorarsınız hiç unutulmayacak. Yazdığı kitaplar ortada duruyor. En son gününe kadar günlük yazılarını eksik etmedi ve hatta Temmuz 2018’de ‘İndir Faizi Bindir Faizi’ adlı son kitabını çıkardı.
Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca diler misiniz bugünkü törene gelsinler...
Belki de gerçekten vardı Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca...”
TARİHE NOT DÜŞMEK...
-
Yer seçimi kararlarında, yapı tasarımı, üretimi ve denetiminde bilimsel, bütünlüklü bir düzen yoktur. Öyle ki sorunlu dolgu alanları, dere yatakları ve kıyılar imara açılmakta, her yere AVM ve gökdelenler yapılmaktadır. Yanlış ulaşım politikaları, yanlış kentsel dönüşüm uygulamaları ve yanlış mega projelerin artması, su yatakları ile yeşil alanlar arasındaki bağların koparılması, sel-su baskınlarının artması, ısı adalarının oluşması gibi olgular depremlerin yıkıcı etkilerini arttırıcı sonuçlar oluşturmaktadır. Bu sorunlara deprem olgusunu ve depremlere dayanıklı yapı stokunu artırma gerekliliğini gözetmeksizin yapılan son imar affı ve depremlerde toplanma yerleri olan alanlardaki hızlı yapılaşma eklendiğinde, ülkemizin depremlere hazır olmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada belirtmek isteriz; yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın TMMOB ve bağlı odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmemesi durumunda ülkemizi yeni büyük sosyal afetler ve yıkımlar beklemektedir.
Depremler ve büyük doğa olaylarına karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için alınması gereken önlemler ivedi bir öneme sahiptir. Depremlere karşı önlemler bütünlüğü, güvenli yapılaşma ve halkın sağlıklı kent ve doğal çevre hakkı için neoliberal piyasacı ve rantçı yaklaşımlar reddedilmelidir. Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi ve öngörülen teknik müşavirlik şirketi modeli yerine uzmanlık ve etik niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modelinin benimsenmesi gerekmektedir.
Yunus YENER - Makina Mühendisi
JEOLOGLAR NE DİYOR?
- JEOLOJİ Mühendisleri Odası iki uyarıda bulunuyor:
1- Yapı denetimi süreçlerinde jeoloji mühendisliğine yer vermeyen anlayıştan vazgeçilmediği sürece bu ülkede doğa olayları maalesef afete dönüşmeye devam edecektir.
2-
Ben de bu gençlerden birinin annesiyim ve yıllardır bu ülkeye canla başla hizmet eden bir öğretmenim. Bu sınav ve mülakat dönemlerinde yaşadığımız stres ve sıkıntıları anlatamam.
Oğlum, iki kez bu sınavları çok iyi puan ve sıralamayla kazanmasına rağmen sırf ‘referansı yetersiz’ olduğu için mülakatlarda elendi ve onun gibi aslında hak eden yüzlerce genç elendi.
Mülakatlardan geçenlerin pek çoğunun çeşitli cemaatlere, mütedeyyin vakıflara ve AKP’ye yakın kişiler olması, elenenlerinse çoğunluğunun seküler veya farklı mezhepten ya da farklı etnisiteden olması bir tesadüf değildir.
Nitekim, son iki sınavın mülakatlarının kazananlar listesi yayınlanmadı. Hükümet çevreleri sık sık Mehmet Moğultay dönemini eleştirmekte ancak benzeri tutumu kendileri sürdürmekte, kendilerinden olmayanlara adalet teşkilatında yer alma hakkı tanımamaktadırlar. Yalçın Bey, inanın, değişen sadece aktörler olup mağdurlar, idealist ve çalışkan gençlerdir. Umarım, ülkemiz bunlardan ötürü yeni sorunlar yaşamaz.”
(Benim adım A.Ö. Memur olduğum için yayımlamanız halinde lütfen ismimi vermeyiniz.)
VETERİNERLER DE DOKTOR!..
DOKTOR
Öğretim üyesi doktorasını nerede yaptı? Hangi okullarda okudu? Hâlâ aktif olarak araştırma yapmaya devam ediyor mu? Projeleri var mı? Bunlar önemli, çünkü hocalar hâlâ aktif araştırmaya devam ediyorsa günümüzün yeniliklerini derslerine aktarabileceklerdir. Araştırmada aktif bir hoca öğrencisine yenilikleri aktarabilecek hoca demektir, CV’nin önemi burada. İkincisi, o hoca kaç öğrenci yetiştirmiş, CV’sinde yazması lazım. Yetiştirdiği öğrenciler hocanın öğrenci sever bir hoca olduğunu da gösterir.”
Kadir Has Üniversitesi Rektör Vekili Sondan Durukanoğlu Feyiz üniversite adayları için tercih dönemi sırasında böyle bir açıklama yapmıştı.
Prof. Feyiz’in bu önerisini kaç öğrenci yerine getirdi acaba?
Zor soru da şu:
Aynı soruyu YÖK Başkanı’ndan başlayarak YÖK üyeleri, rektörler, dekanlar, öğretim üyelerine sorsak acaba kaçını işe alırlardı?
GÜNÜN SÖZÜ
“OSMANLI’
Konuyu araştıran, havacılık sektörünü yakından takip eden Musa Alioğlu, Yeni Birlik gazetesindeki köşesinde bakın ne diyor:
“Şu anda, Ulaştırma Bakanlığı’nın koyduğu tek yön 350 TL’lik tavan fiyat zorlanıyor. Şirketler zam yapmak için bekliyor. Çünkü iç hatlarda hiçbiri kâr etmiyor. Böyle giderse edemez de. 2017 Temmuz’unda petrolün tonu 450 USD, dolar kuru ise 3 bin 600 lira idi. 1 Ağustos 2018’de petrolün tonu 770 USD’ydi; parite ise 4 bin 930’ları geçmişti. Şimdilerde ise bileti TL ile satan, yakıtı (ki operasyon giderleri içindeki payı yüzde 25-35 arasındadır) ise dolarla alan şirketlerin 180 kişilik bir uçakta bir saatlik uçuş maliyeti 7 bin 700 dolara kadar çıkmaktadır. Böyle bir durumda bir koltuğun maliyeti 250 TL’ye, 1.5 saatlik uçuşta ise 375 TL’ye kadar çıkmaktadır. Petrol ve parite böyle gittiği sürece tavan fiyat uygulaması kalktığı anda yüksek sezonda tek yön iç hat biletleri 500-600 TL’ye kadar çıkabilir. Arz-talep esasına göre kışın fiyatları zorunlu olarak düşüren şirketler, bu zararı yazın yüksek fiyatlarla telafi etmeye çalışıyorlar.”
Bu gidişle 49 TL’ye uçak bileti alınan yıllar hayal olacak, havayolu da ‘halkın yolu’ olmaktan ne yazık ki çıkacak. Tek çözüm, devletin havayolu şirketlerine sübvansiyonu olsa gerek.
Demirel, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kissenger ile Türkiye’de, Başkan Ford ile Brüksel’de silah ambargosunun kaldırılması konusunu görüştü. Türkiye’ye uygulanan ambargonun TSK’nın savaş gücünü zayıflattığını ve dolaylı olarak da NATO’nun gücünün zaafa uğradığını anlattı. Muhatapları konunun ciddiyetini kavrayamadılar, kulak arkası ettiler ve Demirel lafı uzatmadı, diplomatik geyik muhabbetlerine girmedi, 25 Temmuz 1975 tarihili Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile üsler ve tesisler kapatıldı; asker ve sivil personel sınır dışı edildi. İncirlik ise sadece NATO amaçlı kullanımla sınırlandırıldı.
Kıbrıs çıkartmasından itibaren (1974) ambargo altında neredeyse dünyadan dışlanmış Türkiye, Bakanlar Kurulu kararıyla dünyanın jandarmasını kapı dışarı etti.
Sonunda, 1978 tarihinde ABD Kongresi ambargo kararını kaldırdı; buna rağmen üsler ve tesisler hemen/otomatikman açılmadı. 12 Eylül’ün kudretli generalleri 18 Kasım 1980’de açılışa izin verdiler..
ABD, stratejik ortağımız(!) olarak her türlü Türkiye karşıtı herzeyi yiyor; Fırat’ın doğusunda neredeyse 75 bin kişilik Türkiye’ye hasım bir muharip güç organize ediyordu.
Son olarak, bir papazı bahane edip Cumhurbaşkanı’nın yeni sisteme göre atadıği iki önemli bakan hakkında ekonomik linç operasyonu başlattılar.
İki bakana karşı reva görülen muamele ulusal gururu rencide ederken geçmişe uzandım...
Geçmişte ABD ambargosuna verilen yanıtları düşündüm.
1100 subayla yeni bir yapılanmaya gidilir. Bu arada egede Yunanlara ve diğer Balkan ülkelerine karşı kuvvetli bir deniz gücü oluşturmak için İngiltere’ye 2 adet zırhlı sipariş edilir, paraları ödenir. Bu gemilerde görev alacak personel yetiştirilir ve bir kısmı gemileri almak üzere İngiltere’ye gönderilir. Gemiler o günün en modern gemileridir. Adları konur: Reşadiye ile Sultan 1. Osman... Bu gemiler sayesinde Osmanlı İmparatorluğu, Ege’de Yunanistan, Karadeniz’de de Rusya ile boy ölçüşebilecekti. 27 Temmuz 1914’te İngiliz Deniz Kuvvetleri bu paraları ödenmiş gemilere el koyar ve bize teslim etmez. Bu olayların sonucu Osmanlı herkesin bildiği bir duruma razı olur. Goben ve Breslav adlı gemileri satın alır. Bugünün Patriot füzeleri yerine Rusların füzeleri alınmış ve F-35’leri paralarını ödediğimiz halde Senato kararıyla bize verilmemesi ve bizi aynı 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi başka bir güce yanaşmaya zorunlu kılması.
Tarih ilerisini göremeyenler için çok acımasızdır. Dünü bilmeden ve anlamadan ileriyi görebilmek ise mümkün değildir.
Dr. Cengiz KUDAY
TRAKYA’YI MAHVETMEYELİM
KIRKLARELİ milletvekili ve Çevre Komisyonu üyesi CHP’li Vecdi Gündoğdu, Tarım-Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’ye soruyor: “Trakya’da 2012 yılında 200 bin hektar, 2015 yılında 80 bin hektar alan ekilmemiştir. Türkiye’de ise ekilmeyen alan 3 milyon ha’ya ulaşmıştır. 10 yılda yıllara göre ekilebilir, alanlar ne kadar azalmıştır? Trakya ve ilimizde her gün hava, su ve toprak kirliliği artarken kömürlü termik santral yapılması tarım ve orman alanlarımızı olumsuz etkileyecek midir, etkileyecek ise zararları nasıl telafi edeceksiniz? Yok olmanın sorumlusu kimlerdir?”
İDAM, İLKELLİK LEKESİ