O dönem, Hollanda kökenli Güney Afrikalı Dr. Barnard’ın ilk kalp ameliyatı dünyada yankılanırken, Dr. Siyami Ersek’in de Türkiye’de ilk ameliyatı yapması bekleniyordu. Ancak Kemal Bayazıt, 1968’de Türkiye’de ilk kalp naklini yaparak Türkiye’nin adını dünyaya duyurdu.
Dr. Siber Göksel köşemize yazdığı yazıda şöyle diyor:
“Bir sporcu, bir manken vs çok ünlü olmasa da herhangi bir aktivasyonunda hemen manşetlere çıkar. Ama bir bilim adamı, onca insanın hayatını kurtaran, yenilikler getiren bir hekimin ölümü hiç önemsenmez. Oysa halen yaşayan birçok ünlü ya da ünsüz kişi onun getirdiği yenilikle ve kurduğu sistem sayesinde ayaktadır.
Op. Dr. Kemal Bayazıt 1967’de Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’ne geldi. 2 ay sonra açık kalp ameliyatını başlattı. 1968’de Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdi. Onca açık kalp ameliyatının yanı sıra, 1974’te ilk koroner baypas cerrahisini kurdu. Bu sayede binlerce binlerce insan hâlâ hayattadır... O bilimi yayan bir hekimdi. İstanbul Koşuyolu Kalp Hastanesi’ni kurdu. Ankara’da GATA’da kalp cerrahisini kurdu. Onca hekim, akademisyen yetiştirdi. Ayrıca kalp hastası kamu hastanelerinin kapasitesini aşacak sayıda, çok fazla hale gelince, büyük çaba göstererek bu ameliyatların ‘devlet desteği’ ile ‘özel sektör’de yapılabilmesi için uğraştı ve bunu başardı. Bu sayede birçok yerde kalp hastaları tedavi edilir hale geldi ve bu olay da istihdam yarattı. Bunları hep yazdık. Kalp hastalarının ve kalp doktorlarının bundan haberdar olması gerek. Onun ölümü çok önemli bir ‘haber’dir. İnanın bir magazin aktörünün faaliyetinden çok önemlidir. Bunun üzerinde durursunuz diye size bu yazıyı yolladım. Ülkenin ve hekimlerin başı sağ olsun.
Bu meyanda Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi, Op. Dr. Kemal Bayazıt’a kapılarını açmıştır. Her rahatsızlığında oraya yatırılmıştır. Bayazıt’ın öğrencisi Op. Prof. Dr. Suha Küçükaksu yıllardır Bayazıt’ın hastalıklarında onun yanına koşmuş, tedavisini yıllarca üstlenmiştir. Bizler onunla yıllarca birlikte omuz omuza çalışan arkadaşlarıyız... Sevgili başhekimimize elimizde imkân olmadığı için yardımcı olamamışızdır. Bu itibarla Prof. Dr. Suha Küçükaksu’ya, mütevelli heyet başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal’a çok minnet duyuyor, teşekkür ediyoruz. Kalp hastalarının ve kardiyoloji camiasının başı sağ olsun. Aileye sabırlar diliyorum.
Prof. Dr. Siber GÖKSEL-Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Klinik Direktörlüğü’nden emekli.
‘AFFI NE KADAR BEKLEYECEĞİZ?’
MALTEPE
Ben bu sözleri çok seviyor ve birçok sohbetlerimde kullanıyorum. Yazar bu eserinde II. Dünya Savaşı esnasında bir cephede geçen olayları anlatmaktadır. İnsan ilişkilerinin, insan değerlerinin yaşamsal açıdan ne kadar önemli olduğu ve hatta her şeye rağmen insanların yaşama hakkına sahip olmaları gerektiği inancından hareketle yazılmış bir roman. Romanı okuduğunuzda her türlü savaşa karşı oluyor ve savaşlara isyan ediyorsunuz. İnsan ölümlerine isyan ediyor ve de “Buna değer mi” sorusunu kendi kendinize soruyorsunuz..
Sevdiğiniz birçok insan cephelerde nedenini asla bilmedikleri ve asla bilemeyecekleri bir amaç için ölüyor. Siz okurken ve bütün bunları düşünürken, sizi çıldırtan ve hatta isyan ettiren son bir cümle: Yani bu cephede hiçbir olay olmamış ve insan ölümlerinin hiçbir değeri yokmuşçasına yazılan ve cepheden karargâha akşam üzeri çekilen telgrafla iletilen son cümle geliyor. “Garp cephesinde yeni bir şey yok.”
23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi sonuçları itibariyle ülkemizde demokrasi adına yeni ufukların açılmasına neden olacaktır.
Akla şöyle bir şey geliyor: CHP olası bir yerel seçimde en az yüzde 35 oy alabilir mi?
İki yeni parti daha geliyor, yol haritaları değişecek gibi gözüküyor.
Hilmi DİNÇER
YENİDEN PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜLÜR MÜ?
MHP tabanından İmamoğlu’na yönelmeler olması, İYİ Parti’nin mücadelesinin haklılığını gösteriyor. HDP’nin Öcalan’ın hegemonyasından çıktığı dikkat çekmiştir. Kılıçdaroğlu, klikler içinde olmamış, herkese kucak açmış; bunun tohumunu da İmamoğlu atmıştır.
İmamoğlu’nun yüzde 54’lük oyunun içinde bu oranları sizler hesap edebilirsiniz.
AKP’ye yakın araştırma şirketi MAK Araştırma’nın sahiplerinden biri olan Mehmet Ali Kulat’ın nisan ortasında İstanbul’da yaptığı “Bugün seçim olsa oyunuzu hangi adaya verirsiniz?” anketinde çıkan sonuçları alıp ‘matematik’ yaptığınızda, 23 Haziran’daki sonuçlara ulaşıyorsunuz.
39 ilçede alınan sonuçlara bakıldığında Binali Yıldırım 11 ilçede, Ekrem İmamoğlu 28 ilçede seçimi önde bitirdi.
Bu da şu anlama geliyor ki bugün iki aday arasında 850 bin oya yakın fark oluştu ve önümüzdeki 2 yıl içinde ‘genel seçim’i gündemde tutmak isteyenler olacak. Mühendis ve araştırmacı yazar dostumuz Semih Kalkanoğlu’nun benzer hesapları, geçen 6 Mayıs’ta bize yaptığını da hatırlatmak isteriz.
Evet, yenilenen seçim CHP ve İmamoğlu’na ‘zafer’ getirdi. Seçmen, ‘inatlaşmalara’ dur dedi. Cumhurbaşkanı da dün akşamki açıklamasını ‘sertleşmeden’ bu anlayış doğrultusunda yaptı. Çünkü herkes mutlu oldu. Huzur, ruhumuzun servetidir.
Ocak ayında maaşları yüzde 4 oranında artan memur ve memur emeklisi, 2017 yılında bağıtlanan toplu iş sözleşmesi uyarınca şimdiden 1 puan alacaklı.
Memur ile memur emeklisinin maaşlarına 1 Temmuz’dan itibaren yüzde 5 oranında yılın ikinci yarı zammı yansıtılacak. Kamu çalışanları ile emeklileri temmuzda hem yüzde 5 zam hem de yüzde 1 veya 2 enflasyon farkı alacak.
İşçi ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıklarına yılın ikinci ayı için yapılacak artış da 3 Haziran’daki enflasyon ile saptanacak. Çarşı ve pazardaki mutfak yakan fiyatlarla boğuşan milyonlarca işçi ve esnaf emekli aylıklarına da yüzde 5-6 arası zam yapılması olası.
Düşük maaşla geçinmeye çalışan ekonomik olarak geri kalmış kitleye yapılan yüzde 4.5 veya 6 gibi komik zamlar derdine çözüm olamıyor. Yılbaşı ve temmuzdaki artışlar iki-üç ay sonra hayat pahalılığı karşında eriyor, anlamını yitiriyor.
Kamu çalışanlarına temmuzda yapılacak yüzde 5 oranındaki zam, vergi kesintilerinden ötürü maaşlara yansımayacak. Çünkü çalışanların büyük çoğunluğu haziran ayından itibaren yüzde 20’lik vergi dilimine girdi. İşte sorun burada. Net 2 bin 20 liralık asgari ücretin hatta bin liranın altında aylık alan on binlerce işçi ve esnaf emeklisi var.
Tüm çalışanların ve emeklinin aylıklarını yaşanabilir düzeye yükseltmek için radikal düzenlemelerin hayata geçirilmesi zorunlu.
Şükrü KARAMAN
Bulgaristan’daki başmüftülük, müftülükler, Türk vakıfları ve İslam cemaati teşkilatları, Türk Kurtuluş Savaşı için yardıma çağırılıyor. Onlar da para yardımı yapıyor, fitre, zekât ve kurban derilerini Türkiye’ye yardım etmek maksadıyla Hilal-i Ahmer’e bağışlıyorlar.
Bulgaristan Türkleri, 1912-1923 Balkan Savaşları ve 1914-1918 1. Dünya Savaşı yıllarında çok ağır siyasi, mali ve iktisadi şartların altında ezilmiş ve tükenmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet edilme süreci de dahil olmak üzere Bulgaristan Türkleri, bu dönemlerde toplam olarak 3 milyon 500 bin lev, 2 milyon kuruş, 13 bin lira, 5 bin altın, 100 bin frank bağışta bulunmuştu.
Hilal-i Ahmer şefkat pullarının satımından da 300 binden fazla lev, 1.400’ün üzerinde Türk Lirası temin etmişlerdi. Paranın yanı sıra eşya ve yiyecek maddeleri yardımında da bulunmuşlardı. Silah ve cephane de temin etmişlerdi.
Türkiye’nin 1920 yılı bütçesi 63 milyon 18 bin 358 lira, bütçe açığı ise 11 milyon 629 bin 732 liraydı.
Bulgaristan Türklerinin verdikleri bu yardımlardan bile, bütün zor günlerde olduğu gibi Milli Mücadele döneminde de Rumeli ve Anadolu Türklerinin arasındaki “kardeşliğin, işbirliğin ve dayanışmanın” güçlü olduğu görülmektedir. En zor şartlarda dahi Anadolu ve Rumeli Türklerinin birbirlerine her çeşit yardım ve desteği sağladıkları anlaşılmaktadır.
Özetle Milli Mücadele sürecinde Rumeli Türkleri, Anadolu Türkleri ile birlikte üzülmüş ve birlikte sevinmiştir. Rumeli Türklerinin kalbi, Anadolu Türklerinin kalbiyle birlikte atmıştır.
ÇORLU MEZARLIĞI BALKAN TARİHİNİN İZLERİYLE DOLUDUR
Bilindiği gibi 1876-1878 Osmanlı-Rus savaşında tüm Balkanlarda olduğu gibi Bulgaristan’da da Türklere ve Müslüman topluluklara karşı planlı asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Bu politikalar Balkan Yarımadası’nda benzerlik gösterse de Bulgaristan’daki asimilasyon süreçlerinde Türk ve Müslüman topluluk dönem dönem ve özellikle totaliter Jivkov döneminde çok acımasız ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalmıştır. Yüzyıllarca o bölgelerde diğer topluluklar ile barış içinde yaşamış Türk ve Müslümanları artık zor yıllar bekliyordu. Doğdukları ve büyüdükleri topraklardan göçe zorlandılar, çeteler tarafından katliamlar gerçekleşti
Balkan Savaşları ve sonrası, 2. Dünya Savaşı ve sonrası, 1950-51 yılı göçü, 1968-78 göç anlaşması ve en son 1989’da zorunlu göçleri ile milyonlarca Bulgaristan Türkü, anavatana yerleştiler. 1970’li yıllarda özellikle doğu ve batı Rodoplar’da isimler zorla değiştirildi, buna karşı çıkanlar hapislere gönderildi ve hatta öldürülenler oldu. Benzer etnik temizlik politikaları uygulamaları 1984-85 yılında doruk noktaya ulaştı.
1 MİLYON 390 BİN İSİM DEĞİŞTİRİLDİ
Resmi kayıtlara göre 1 milyon 390 bin soydaşımızın ismi zorla değiştirildi. Evde, sokakta Türkçe konuşmak, sünnet ve diğer ibadetler yasaklandı. Binlerce Türk hapislere gönderildi, yüzlercesi öldürüldü. Hatta 17 aylık ‘Türkan bebek’ öldürüldü ve Bulgaristan Türklerinin barışçıl mitinglerinin, demokrasi mücadelesinin sembolü oldu. Mezar taşları kırıldı; haçlı, Bulgar isimli yeni taşlar dikildi. Bu demokrasi mücadelesine merhum Naim Süleymanoğlu’nun uluslararası kamuoyu oluşturmasında çok katkısı olmuştur. Başta Bursa olmak üzere birçok ilde STK kurulmuş, yerel, ulusal ve uluslararası kamuoyu oluşturmada katkı sağlamışladır. Bunlardan Bursa BAL-GÖÇ en önemli aktörlerinden biriydi. Kurucu ve daha sonra ANAP’tan milletvekili olan rahmetli Mümin Gençoğlu’nun 1989 göçü öncesi ve sonrası soydaşlar ile ilgili çalışmaları örnek oldu.
70 GÜNDE 370 BİN SOYDAŞ GELDİ
1989 yılında Cumhurbaşkanı
Marmara Denizi’nin güneybatısında bulunan Balıkesir’e bağlı Marmara Adası’nda yaşayanlar, koylarda turizm ve balıkçılığı öldürecek midye çiftlikleri kurulmasına şiddetle karşı çıkıyor. Ada sakinleri midye çiftliklerinin kurulmaması için 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde protesto gösterisi düzenledi. Ayrıca change.org’da ‘Denizlerimize ve Yaşam Alanlarımıza Dokunma’ diyerek bir imza kampanyası açıldı. Sosyal medyadan da destek mesajları yağdı. Marmara Adası’nda doğan, büyüyen, ömrünü bu cennet adada geçiren, adayı ziyarete gelen ve yerleşen herkes midye çiftliklerinin doğaya ve denize çok zarar vereceği konusunda hemfikir. Bu zararı da şöyle açıklıyorlar:
“Biz ada halkı olarak ailelerimizle yüzdüğümüz, balık avladığımız bu bakir koyların midye çiftlikleri kurularak tek tek yok edilmesine sonuna kadar karşıyız. Ada halkının fikri alınmadan hazırlanan proje şu zararlara yol açacaktır:
1- Midye çiftliklerinin kurulması demek, denizdeki doğal yaşamın altüst olması demektir. Midye çiftlikleri denizdeki oksijen miktarını düşürerek balık, bitki ve diğer tüm canlı türlerinin yaşam alanlarının yok olmasına ve bu türlerin azalmasına sebep olmaktadır.
2- Midye çiftliklerinin kurulması demek balıkçılık ve amatör balıkçılığın olumsuz etkilenmesi demektir. Zaten son yıllarda ada halkının ihtiyacını bile karşılayamayan balıkçılık, bu proje ile daha da kötüye gidecektir. Geçimini bu yoldan sağlayan balıkçı esnafımız zarar görecektir.
3- Midye çiftliklerinin kurulması demek, turizmin azalması demektir. Turistik açıdan zaten hak ettiği değeri yakalayamayan adamız, midye çiftlikleri yüzünden daha da değer kaybedecektir. Yüzmek ve dalış yapmak için tercih edilen, deniz turizmi açısından önemli olan bu koylar yok olacaktır.
4- Midye çiftliklerinin kurulması demek, su altında bulunan tarihi kalıntıların yok olması demektir. Antik Çağ’dan itibaren deniz taşımacılığında önemli bir yeri olan Marmara’nın koyları, 6 ve 13’üncü yüzyıllardan kalan 13 batığa, iki Ortaçağ fırın atölyesine, bir höyüğe ve 16 arkeolojik siteye ev sahipliği yapmaktadır. Kısacası midye çiftliklerinin kurulması demek, bu varlıklarımıza sahip çıkmak yerine kültür turizmine darbe vurmak demektir.
Bugün 142 bin metrekare alanda kurulmak istenen bu çiftlikler, yarın bütün koylarımızı işgal edecektir. Adamız sahipsiz değildir.”
Marmara Adası sakinleri ruhsat ve teşvik verilen midye çiftliği projesinden bir an evvel vazgeçilmesini ve bu hatadan dönülmesini istiyor.
‘Endüstri 4.0’ diyoruz. Türkiye’nin de küreselleşen dünyada başa güreşten kopmaması, yıllık 10 bin dolar milli gelir tuzağından kurtulabilmesi için geç olmadan bilgi toplumu trenini yakalaması gerekir. Devletin klasik sektörlere sermaye veya çeşitli destekleri şart ama bunlar çoğu zaman başarının anahtarı olamıyor. Bilginin en önemli güç olduğu global dünyada, dijital alanda girişimciliğe de ağırlık vermemiz gerekiyor. Bu alanda girişimcilik olmadan bilgi çağında hızlı gelişme kaydetmek kolay değil... Bu alanda gençlere rol modeli olabilecek teşvik edici başarı hikâyeleri gündeme getirilmeli.
Bunlardan biri de Berlin’de yaşayan altı dil bilen Kaya Taner... 51 yıl önce Almanya’ya gelen diş tabibi Cengiz Taner’in oğlu. 2015 yılında Emma Tracey ile Honeypot isimli bir şirket kurmuş... Modern deyimle ‘start-up’ adı verilen şirket türü... Amerika’da başlayıp daha sonra dünyayı kasıp kavuran bir iş modeli. Türkiye’nin geriden geldiği, eksikliğinin son derede hissedildiği bir iş modeli. Bilişim sektöründen gelen Kaya Taner, daha önce de App-Lift gibi start-up’lar kurmuş ama hep nasıl farklı bir şey yaparım diye araştırmış.
Bakmış kendi gibi bilgisayar sektöründe eğitimli gençler, mühendisler firmalara iş başvurusunda bulunuyor. Bunu değiştirmiş. Şimdi iş arayan, işini değiştirmek isteyen Honeypot’a başvuruyor. Ücretsiz detaylı bir profil oluşturuluyormuş. Böylece çok büyük bir veri bankası oluşmuş. Honeypot’un müşterisi bini aşkın firma bu bankaya girip aradığı bir uzman olup olmadığına bakıyor, iş sözleşmesi imzalanırsa yıllık maaş üzerinden belli bir komisyon ödüyormuş. Şimdilik Almanya, İngiltere, Hollanda’da faaliyette olan firmada 15 genç çalışıyor. Bu basit gibi gözüken karmaşık işlemde iş arayanlar firma peşinde değil, firmalar uzmanların peşinde koşuyor.
Bu iş kısa sürede o kadar başarılı olmuş ki dünya çapındaki kariyer odaklı, milyonlarca üyesi olan Xing firması, Honeypot’u 22 milyon Euro’ya satın almış. Önümüzdeki üç yıl içinde beklenen performansı gösterdiği takdirde 35 milyon Euro daha ödeyebileceğini bildirmiş. Yani 57 milyon Euro’luk bir satış...
Türkiye’de genç girişimciler için Berlin’deki Türk gencinin hikâyesi... Bu bilgileri Frankfurt’tan gönderen Halit Çelikbudak’a teşekkürler. Evet fırsat penceresi halen ardına kadar açık. Seçimimiz çok basit. Girişimci gençleri aktif olarak destekleyeceğiz, başarı hikâyeleri yaratacağız ya da teknolojinin önünde rüzgâr gibi sürüklenen, sadece teknolojiyi kullanan bir toplum olacağız.
‘HUKUKİ MÜTALAA BORSASI’
Hukuk çevrelerinde son zamanlarda ‘hukuki mütalaa borsası’ lafıdır gidiyor. Bu konunun pazara düşmesi karşısında bazı bilgiler vermek gerekiyor.
17.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 67/6, 68/3, 178 ve 179 maddeleri uyarınca ceza ve hukuk mahkemelerinde taraflara bilirkişi seçme yetkisi verilmişti.