Almanya’yı hiç ‘iyi görmedik’... Almanya deyince ilk akla gelen istikrar yok artık. Dostlarımız, “Yalçın Bey, Almanya’nın çivisi çıktı” diyorlar. Bu aşırı bir iddia değil... Almanya’nın omurgası olan sanayi üretimi sürüyor ama gördüğüm kadarıyla ülke yönetiminde zaaf var. Partilerde tecrübeli siyasi kadrolar zayıflamış. Yaşlanan nüfus yeni sorunları da beraber getirmiş. Suriye ve çeşitli ülkelerden gelen mültecilerle ilgili sıkıntı sürüyor. Yabancı düşmanlığı artıyor; uzun süre ciddiye alınmadığı için ciddi boyutlara ulaşmış. Irkçı olaylar yüzde 70 artmış. Hanau’daki olayın da zaten bunun bir sonucu olduğu anlatılıyor.
Muhafazakâr Hıristiyan Demokratlar’ın durumu iç açıcı gözükmüyor. Şansölye Angela Merkel “Bırakıyorum” dedikten sonra nerdeyse 15 ay geçti, partinin başına birini seçemiyorlar. Yerine seçilen kadın milletvekili kısa süre sonra pes edip gitmişti. Şimdi dört erkek aday arasında bocalıyorlar. Merkel ise sesini çıkarmıyor. Selefi Helmut Kohl’ün taktiğini uyguluyor galiba. Helmut Kohl, bazı sorunları zamana yayarak sanki yokmuş gibi davranmasıyla meşhurdu.
FETÖ’CÜ TEHLİKESİNE DİKKAT
‘Sosyal Demokrat Parti’ye baksanız, onlar da sürekli oy kaybına uğruyor. Geçen pazar günü Hamburg eyaletinde yapılan seçimde de oy kaybetti. Sadece birinci parti konumunu korudu, bu da teselli oldu. Yabancı aleyhtarı parti ‘Almanya İçin Alternatif’ (AfP) bir süredir aldı başını gidiyor. ‘Yeşiller’ yükselişte ama iktidarda değiller. Onların da tek silahı “çevre” olarak görünüyor.
Hemen her seçimde oyları artıyor. Bunları daha da uzatmak mümkün. Almanya’daki Türklerin işi zor. Bazı dostlarımız kulağımıza Almanya’nın FETÖ’cü üssü olduğunu da fısıldadılar. “Almanya kaçan FETÖ’cüleri bağrına basıyor. Bu, buradaki Türk toplumunun huzuru için de büyük tehlike” dediler.
DOSTLARIN NABZINI TUTTUK
Bu arada Almanya’daki eski dostların da nabzını tuttuk. Frankfurt’ta herkesin tanıdığı Keşanlı Hüseyin Adalı’ya uğradık. Yıllarca uçakçılık yaptı, bu işin öncülerinden. Hürriyet’in çalışanlarına çok hizmeti dokunmuştur. Şimdi iki otel işletiyor. Frankfurt Türkgücü’nün başkanı. Gençlere Frankfurt’ta bir spor tesisi kazandırmak için de uğraşıyormuş. Bir süredir Mannheim Türkgücü ile de ilgileniyormuş. Frankfurt ile Mannheim arasındaki 70 kilometrelik mesafede mekik dokuyor. Topluma adamış kendini... Bu zamanlarda böyle insan zor bulunur. Dostlarımız ‘Pastırmacı Hilmi Selçuk’ ve Yahya Balkan da oradaydı. Almanya’da marketçiliğin, market toptancılığının öncüsü Hilmi Selçuk, yıllardır pastırma imal edip satıyor. Pazar ve tatil günleri de her gün fabrikaya gidiyormuş. Zaten fabrikadan dönerken uğramış...
Yahya Balkan
Tanırdık tabii ki, hele saygın bir yazar olan Demirtaş Ceyhun’u...
Edebiyatçı olan Demirtaş Ceyhun, saygın bir kişiydi. Başta Aziz Nesin, Yaşar Kemal, İlhan Selçuk olmak üzere aydın çevrenin yakın arkadaşıydı. Son yıllarda Atatürkçü düşüncenin ve aydınlanma felsefesinin yılmaz savunucularından birisi olmuştu. Karşı devrimcilerine inat Atatürkçülük yerine ‘Kemalizm’ sözünü yeğ tutuyordu. Sadece romancı, öykücü, özetle edebiyatçı değildi; toplumsal ve siyasal alanda da etkin olarak yazılar yazıyor, söyleşilere katılıyordu. Türkiye Yazarlar Sendikası’nda genel sekreter olarak görev yapmıştı. Demirtaş, bir Türkmen yörüktür.
Cumhuriyet’in 2. sayfasında ve Aydınlık dergisinde yazıyordu. ‘Aydınlarımız ve Laisizm’ ve ‘Anayasa Yasa mıdır?’ adlı kitapları dikkat çekicidir. 2009 yılında vefat edince Alev Coşkun’un, Demirtaş Ceyhun’u anlatan bir söyleşisi vardır.
Büyükelçi yapılması büyük yankı uyandırırken Ozan Ceyhun’la ilgili birçok iddia ortaya atıldı. Hürriyet gazetesinin Almanya’da uzun yıllar yöneticiliğini yapan Ertuğ Karakullukçu da bu süreçin takipçisi idi.
Alman okurumuzun söylediği bir şey daha vardı:
“Ozan Ceyhun’u tanıyan tanır. Kürt ve Ermeni sorunlarını (Almanya’nın istediği doğrultuda) gündemde tutardı. Kendisine de Yeni Gündem gazetesinde Cem Özdemir katkı sağlardı.”
3 VAKA VE KIRMIZI BÜLTEN
Hürriyet arşivinde hakkında birçok iddia yer alıyor. Bir gazeteci, Kassel’de evinden çıktıktan sonra otoyolda giderken, polisin durdurduğu bir Volkswagen’de
Büyükelçinin verdiği bilgiye göre, Türklere yönelik saldırıların ilki 21 Aralık 1985’te meydana geldi. 12 dazlak Hamburg’da Ramazan Avcı’yı döverek öldürdü. Avcı o zaman henüz 26 yaşındaymış.
Alman faşistlerinin çıkardığı yangınlarda 20 Türkün ölmesi toplumumuzun başka bir acısı...
Aşırı sağcı teröristlerin 1988 Schwanndorf, 1992 Mölln, 1993 Solingen cinayetleri hiç unutulmuyor.
Berlin’de 5 Nisan 2012’de Burak Bektaş bir durakta beklerken katledildi. Ne yazık ki katil hâlâ yakalanamadı.
Büyükelçi Aydın, “hemen hemen her gün camilere tehditler yöneltildiğini, saldırganların gamalı haç ve domuz başı çizdiklerini” anlatıyor.
Alman hükümetinin ne yazık ki etkin bir müdahalesi olmuyor.
Sanıklar nasıl korunur?
Demirören Media International ve Hürriyet Almanya Genel Müdürü Ahmet Karakaşlı ve yardımcısı Abdurrahim Kurtiş ile Frankfurt Başkonsolosu Burak Karartı’nın da hazır bulunduğu görüşmeyi biz de izledik ve kendisine Hanau’daki katliam ile ilgili sorduğumuz sorulara ilginç yanıtlar aldık. Önemli açıklaması ise “Son 30 yıl içerisinde Almanya’da ırkçı ve Nazilerin katlettiği insanların sayısının 200’ün üzerinde olduğu” idi. Büyükelçi, bunlardan 35’inin Türk ve Türk kökenli olduğunu söyledi. Bir Türk büyükelçisinin bu tür olaylar sonrasında yaptığı ‘en sert konuşma’ olarak kabul ediliyor.
BÜYÜKELÇİ AYDIN ALMANYA’YA SESLENDİ
‘İŞTE NAZİ SALDIRILARI’
NEO-Nazilerin Schwandorf’ta (1988-3 kurban), Mölln’de (1992–3 kurban), Solingen’de (1993-5 kurban) ve Ludwigshafen’da (2008-9 kurban) kundakladıkları evlerde yanarak can veren 20 insanımızı unutmadık. Hamburg ve Berlin’de insan düşmanı ırkçılar tarafından katledilen iki gencimizi de unutmadık. NSU terör örgütü tarafından 2000-2007 yılları arasında hunharca öldürülen 8 insanımızı unutmadık. 2016 yazında Münih’te Olympia alışveriş merkezinde ırkçı bir saldırgan tarafından katledilen insanlarımızı da unutmadık.
Diğer yandan, daha geçtiğimiz ekim ayında Halle’de bir sinagoga düzenlenen saldırı sonrasında hayatlarını kaybeden 2 masum insanı da, mültecilere yardım etmesiyle tanınan ve geçtiğimiz haziran ayında ırkçı bir caninin kurşunlarıyla hayatını kaybeden Kuzey Hessen (Kassel) Bölge Valisi Walter Lübcke de dahil, hem uzak hem de yakın geçmişte ırkçı terörün kurbanlarını da gayet iyi hatırlıyoruz.
EN SERT KONUŞMA
ÖNCEKİ
Bütün dünyada kanser artış gösteriyor, ülkeler buna göre önlemler alıyor. AB’ye bağlı ülkeler ortak sağlık politikaları saptıyorlar, uygulamaları konuşuyorlar.
En önemlisi de örgütlenme modelleri.
Kanser, gerek kamu gerekse sivil örgütlenmeler açısından en ön sırada.
Türkiye’de ise Kanser Daire Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı organizasyonunda daha alt bir seviyeye taşındı. Eski önemini ve başarısını koruyamadı bakanlık. Örneğin başarılı hasta sayımı yok düzeyde, veri bulmak ise altın bulma değerinde.
Veriler olmadan politika oluşturamazsınız. Kanser araştırmalarına komik bütçeler ayrılıyor. Oysa her ülke kendi biyolojik gerçeklerine göre araştırmalar yapıyor.
SGK ve ilaca erişimde sorunlar var, hasta ne yapacak bilmiyor.
Doğru bilgiye erişim ciddi bir sorun. Hasta hakları savunuculuğu yapan kaç kurum var?
Doğru bilgi yoksa hurafe vardır. Acil kanser politikalarına ihtiyaç var.
Şehir yoğunluğunu arttırmadan dönüşüm için devletin ve yerel yönetimlerin devreye girmesi lazım. Dönüşümün önündeki iki önemli engel, “para verilmek istenmemesi” ve “daha fazla daire isteği”. Bunun sonucu kuş yuvası gibi evlerde -Bırakın evde yaşlı bir büyüğü, kız-oğlana ayrı oda veremiyoruz. Ondan sonra yaşlı bakımevlerine muhtaç oluyoruz- ve artan trafik vs sorunlarla yaşanamaz şehirlerde geçmişi özleyerek veya başka beldelere taşınarak yaşamak zorunda kalıyoruz.
Dönüşüme girmesi gereken iki milyon ev için 10-15 yıllık plan yapılmalı.
Evler TOKİ, KİPTAŞ veya anlaşılan başka müteahhitler tarafından emsal artışı olmadan ve metrekare değişmeden belli bir kârla yenilenmeli. Düşük ve uzun vadeli kredilere rağmen inşaat maliyetine katılamayan dairelerin parasını kamu verecek ve verdiği kadar tapuda hisse sahibi olacak.
Gereken fona İBB, devlet belli oranlarda katılacak. Daire sahibi, emlak vs vergileri ödemek kaydı ile bu evde kira ödemeden oturacak. İleride daire satılmak isteniyorsa kamu da parasını alacak. Ya da şahıs devletten satın alacak. Böylece binalar, her sene 10 milyar civarında ayrılan bir fonla rahatlıkla yenilenir.
Zaman içinde bu para da geri gelir. Aksi durumda gelecek depremin yıkım maliyetleri yüz milyarlarca lira zarara sebep olur. Yoksa ülke olarak altından kalkamayız. Cevat YAMAN
VENEZUELA HALKI 7 KİLO ZAYIFLAMIŞTI
İBRAHİM Kahveci, Karar’daki ‘Açlık, yoksulluk ve sefalet’ başlıklı yazısında, Türkiye’nin geleceğinin ne beklediğini sorgularken bir yerde şöyle yazıyor: “Venezuela’da açlık, sefalet ve yoksulluk nedeniyle halk ortalama 7 kilo zayıfladı. Ama ülkede kuyruk bile yok. Çünkü kuyruğa girecek ürün yok.
Ülke bu duruma nasıl geldi? Küresel petrol fiyatlarındaki artış ile 36 milyonluk ülkede 22 milyon kişiye sosyal yardım yapılarak üretim ve çalışma bitirildi. Orta sınıf ülkeden göç etti.
İnşaat sektörünün zirve yaptığı 2003 ve sonraki yıllarda orman idaresine ait hafriyat gelirlerini ranta dönüştürmek amacıyla İstanbul’da ‘Bizans oyunları’ oynanmıştı.
Başrollerde de siyasetçi, işinsanı ve bürokrat birlikteliğinden oluşan ‘rant çeteleri’ görev almıştı. Önce rant çetelerine direnebilen dürüst kadrolar pasifize edilmişti.
Maden ocaklarını iyileştirmek amacıyla yapılan ‘orman idaresinin’ hafriyat ihaleleri, yetki gaspıyla durdurulmuştu.
Orman Kanunu değiştirilerek oluşturulan ‘ihalesiz sistemlerle’ yetkili kılınan İBB’nin kadrolarına ‘özel kişiler’ atanmıştı.
Orman idaresinin ihalelerle kamuya mal ettiği ‘hafriyat gelirleri’ ihalesiz sistemlerle tamamen ranta dönüştürülmüştü. İstanbul’daki tüm hafriyat gelirlerini tahsil etmekle görevli İBB’nin şirketi İSTAÇ’ın zarar ettiğini Sayıştay raporları da ortaya koymuştu.
Eski İstanbul Orman Bölge Müdürü Faruk Çebi, herkesin sustuğu bir dönemde susmamıştı. İlgili makamlara sunduğu raporlarda hafriyat rantından dolayı İstanbul’da oynanan oyunların hem perde arkasını deşifre etmişti, hem de oluşturulan ihalesiz sistemlerin neden olabileceği sorunları dile getirmişti. Dikkate alınmayan önerilerinin ve öngörülerinin haklılığını yıllar sonra yaşanan olaylar da teyit etmişti. Ranta dayalı hafriyatın neden olduğu yolsuzluk ve çevre sorunları İstanbul’un değişmeyen gündemi olmuştu.
Danıştay 8. Dairesi de ranta hizmet ediyor gerekçesiyle ihalesiz sistemleri iki kez iptal etmişti.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamudaki FETÖ’cülerin de ihalesiz sistemlerin oluşmasına her türlü desteği verdikleri alenen ortaya çıkmıştı. Merak ediyoruz...
MÜNİH’te 14-16 Şubat tarihlerinde yapılan Güvenlik Konferansı’nda Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın kadın moderatör eşliğinde Dağlık Karabağ’ı tartışmaları dünyada büyük yankı uyandırdı. Daha mantıklı olan Aliyev’in ileri derecedeki İngilizcesi ile konulara hâkim olması iyi puan aldı. Paşinyan ise ‘amatör’ bir siyasetçi gibi göründü. İngilizcesi çok kötü olmasına rağmen İngilizce konuşmaya çalıştı. Genel olarak şunu vurgulamak gerekir: İlk defa Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı o kadar geniş bir platformda ülkenin haklı olduğunu açıkça gösterebildi. Oysa Paşinyan hiç yeni bir şey söylemedi ve hatta Ermeni yorumcuların ve uzmanların dediklerine göre Ermenistan bu buluşmada oldukça yetersiz kalırken, kötü imaj yarattı. Paşinyan, popülist bir siyasetçi gibiydi... Ülkede yorumcular tarafından Ermenistan Başbakanı için ‘ham bir siyasetçi’ tanımlaması yapıldı. Aliyev ile Paşinyan arasında siyasi kavram tanıtımında büyük bir fark olduğu da dikkat çekti. Birisi uluslararası hukuka hitap ederken, diğerinin ise daha çok ‘şaka’ gibi MÖ tarihi olayları örnek göstermesi garip karşılandı. Uluslararası gözlemcilere, özellikle de Ermeni yorumculara göre, söz konusu karşı çıkışlarda Aliyev’in başarıyla öne çıkması Dağlık Karabağ görüşmelerine yeni bir şekil verecek ve sorunun çözümü için bir nevi umut yaratacak.
Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV/İZMİR
GÜNÜN SÖZÜ
“PAŞİNYAN 1975 doğumludur. 1991-94’te Erivan Üniversitesi’nde filoloji fakültesinde gazetecilik bölümünde okudu. Siyasi faaliyetten ötürü okuldan kovuldu. Tarihi bilmez, söz konusu ihtilafı bilmez. Son iki yıldır başbakanlık yapıyor ama hâlâ 3. sınıf bir sokak siyasetçisi gibi popülist davranıyor. Tüm bilgileri oldukça yüzeyseldir.”
Gazeteci Artak Vardanyan-Erivan
CHP YANLIŞ KARARDAN DÖNMELİ
CHP Genel Merkezi’nin “Yanlı yayın yapıyor” gerekçesi ile ‘CNN Türk’e CHP’lilerin katılımını yasaklaması ve ihraç işlemi uygulama kararı’ yanlış olmuştur. Kuşkusuz kendilerinin ve çocuklarının hangi kanalı izleyeceklerine ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna seyirci karar verecektir. Boykot kararı partinin ilkelerine ters ve son derece yanlıştır. Yakın geçmişte, sırf basın özgürlüğü kapsamında değişik medya organlarına sahip çıkıldığı hatırlandığında, bu yasakçı anlayışın ne kadar çelişkili olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca CNN Türk, 15 Temmuz darbe girişimine direnen kurumlardan biridir. Dolayısıyla boykot edilmeyi değil, saygıyı hak ediyor.
Genel merkezimiz bu yanlış karardan dönmelidir. Zira bu davranış başkaları tarafından da örnek alınabilir ki, böyle bir halde CHP’nin söyleyecek sözü olmaz.