Hükümetimiz IMF’den borç almaktan halk nazarında küçük düşmemek ve özel nedenlerle kaçınmakta, bunun yerine yüksek faizle başka kaynaklar aramakta ve dolaylı vergiler ve enflasyonla halkın cebine el atmaktadır. Halbuki IMF korona salgını dolayısıyla dünyaya toplamda 1 trilyon dolar ödünç vermeye hazırdır ve bunu salgın gerekçesiyle yapacağından olumsuz ön şartlar koyamayacaktır. Hükümetin, korona salgınının zararlarını karşılayacak ve ekonominin çarklarını döndürecek en az 20–30 milyar dolar için IMF ile anlaşmaya gitmesi, uygulanabilir tek çare olarak görünüyor. Hiç olmazsa muhtemel bir sosyal patlamanın önüne geçilebilir.
CHP’nin önerisi, yani yandaş müteahhitlere yapılacak ödemelerin bir yıl ertelenmesi ve diğer sosyal politikalar, tahmin edeceğiniz sebeplerle AKP tarafından kabul görmeyecektir. Geriye yalnız “IMF çözümü” ve “para basmak” kalıyor ki ikincisi gene dar gelirlinin omuzlarına yüklenir.
Prof. Dr. Yalçın GÖĞÜŞ
HAYATIMIZIN EN BÜYÜK SINAVI
ANTALYA turizminde otelcilik ve tarımcılık üzerine ortaya çıkan tablonun nasıl erimekte olduğuna dikkat çeken dünkü yazımızdan sonra, Türk turizminin önemli isimlerinden Hüseyin Baraner’in “Kriz derinleşiyor. Acil önlem alınmalı” feryadı dikkat çekiyor.
Bu krizin içimizin en derinlerinde bıraktığı, henüz sorgulanması tamamlanmamış harabelerin üstünden atlayıp yolumuza devam edebilecek miyiz?
Evet, hepimiz
Seracılık bitiyor; domates, biber, salata gibi turfanda sebzeler toplanamıyor çünkü alacak müşteri yok, ihracat kapalı. Rus federasyonu üyesi ülkeler de alım yapmıyor artık. Sibirya’da dev seralar kurup sebze üretiyorlar. Doğalgazı bizim gibi almıyorlar, çünkü kendileri için çıkartıyorlar. Türkiye’den sadece narenciye; portakal, limon ve mandalina ithal ediyorlar.
Kıştan yaza geçişte yenileme yapan oteller de bin pişman. Ama nereden bilsinler böyle bir virüsün ortaya çıkacağını.
Onarım yapmayı düşünen durmuş! Bazı otellerin bahçelerinde henüz çiçek ekimi yapan yok, sahil temizlemesi yapan da... Resepsiyonlarda kimseler yok. Konuşmak için bir ‘personel’ dahi bulamıyorsunuz. Zaten işletmeciler, çalışanlarına ikinci bir emre kadar çıkış vermiş, hem de ‘ücretsiz’ olarak.
Turizm çevreleriyle konuşurken, şu anda personelden işsiz kalanların sayısını 150 bin olarak ifade ediyorlar. Başta Antalya; Alanya, Serik, Manavgat, Beldibi, Belek; öbür yakada da Kaş, Kalkan, Fenike.
En önemlisi, ‘otel’ sözleşmeleri ne olacak, uzlaşmalar nasıl sağlanacak?
Bu kadar mı? Değil tabii. İkinci darbe de seracılara vurmuş. Turfandanın tadı da kalmamış.
Bu kadar sebze kime satılır, kim alır? Domates, salatalık, patlıcan, biber ve bu mevsimde aklınıza gelen diğer sebzeleri kim alır, kim satar?
En iyisi toplamamak galiba. Bir sera sahibi
“Allah beterinden saklasın” diyoruz ama durum ciddi; ne aşı ne de ilaç var. Bunun için zamana ihtiyaç var ama zaman penceresi giderek daralıyor. Daha fazla yayılmaması gerekiyor bu ‘bela’nın. Bunun için istenilen önlemler ‘ama’sız, harfiyen yerine getirilmeli. Bu kendimize, ailemize, topluma ve nihayet insanlığa karşı bir görev.
Bu musibete karşı aşı için bilim insanları hummalı bir çaba içinde harıl harıl çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasına göre önceki gün itibarıyla değişik ülkelerde toplam 49 kurum, firma, laboratuvar veya bilim insanı gecesini gündüzüne katmış araştırıyor. Bir aşı altı etaptan geçiyor. Sırayla: ‘virüsü tanıma’, ‘aşının dizaynı’, ‘hayvanlar üzerinde deney’, ‘gönüllü insanlarda deney’, ‘ruhsat başvurusu’ ve ‘üretim’... Araştırmaların hiçbiri henüz beşinci aşamada değil. Biraz daha dişimizi sıkacağız anlamına geliyor bu. Aman tedbiri elden bırakmayalım.
UĞUR ŞAHİN VE ÖZLEM TÜRECİ
Ancak önceki gün itibarıyla 8-9 firma veya grubun önde gittiği söyleniyor. Almanya’da Tübingen kentindeki CureVac ile Mainz kentindeki BioNTech... Bunlardan BioNTech firmasını Almanya’dan bir dostumuzun tanıdığı Prof. Dr. Uğur Şahin 2008’de kurmuş. Bini aşkın çalışanıyla biyoteknoloji sektöründe Avrupa’nın en büyük özel araştırma firması. Prof. Şahin, kanser araştırmaları ve bağışıklık alanında dünya çapında bir otorite; 50’yi aşkın patent sahibi. Mainz Üniversitesi III. Kliniği’nde deneysel onkoloji profesörü. 55 yaşındaki Prof. Şahin İskenderun doğumlu, üç yaşında ailesiyle Almanya’ya gelmiş ve Köln’de okumuş.
Prof. Dr. Şahin’in eşi Doç. Dr. Özlem Türeci de kanser konusunda saygın bir otorite. İstanbul ve Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletinde yetişmiş. Babası eyaletteki bir hastanede doktormuş. Saarland Üniversitesi’nde tıp eğitimi almış. Eğitimden sonra biyoteknoloji alanında araştırma çalışmalarına başlamış. Mainz Üniversitesi’nde öğretim üyesi. “Araştırma için ekonomik yönden güçlü olunması gerekir” diyen Prof. Dr. Şahin, 2008’de BioNTech’e finansman ararken yatırımcılardan 325 milyon dolar toplamış. BioNTech, geçen yıl da finansman turunda 270 milyon dolar toplamış; Alman Bilim ve Araştırma Bakanlığı da 40 milyon Euro ile destek vermiş.
İLACA YATIRIM NEDİR?
Prof. Dr. Şahin, aşı için klinik denemelerinin nisan başında başlayacağını açıklamış. “Hayırlısı” diyoruz. Çalışmalarını Çinli ilaç üreticisi Fosun Pharma 120 milyon Euro ile destekliyormuş. Fosun Pharma 44 milyon Euro ile de BioNtech’in sermayesinin yüzde 0.7’sine katılmış. BionTech ayrıca Alman Pfizer ile beraber hareket ediyormuş. Aşı başarıya ulaşırsa Çin hariç hakları BioNTech’e ait olacak.
Diğer Alman firması CureVac, Tübingen Üniversitesi’nde görevli iki bilim insanı tarafından 2000’de kurulmuş. 18 araştırmacıyla başlamışlar. Daha kurulduğu ilk yıl kanser tedavisi için bir ilaç geliştirmişler. Şimdi de koronaya karşı aşı için çalışıyorlar. İlk klinik deneylerinin yaz başlarında olacağını açıklamışlar.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu önceki akşam Halk TV’deydi. Partisinin hazırladığı raporu iktidarla paylaşabileceklerini açıkladı, kaynak temini için önerilerde bulundu ve “Kendileriyle her türlü işbirliğine hazırız” dedi.
Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla 1 Mart itibarıyla COVID-19 salgınına dair gelişmeleri takip etmek ve konunun bütün detaylarını çalışmak üzere harekete geçerek kapsamlı bir rapor hazırladıklarını, zihin olarak da salgınla mücadele konusunda hazır olduklarını belirterek şöyle konuştu:
*“Önlemlerin çoğunu millet aldı. Milletin baskısıyla yaptırımları uygulamaya başladılar. Eğer millet umreye gidenlerin dönüşlerine dair panik yapmasaydı, o uçağı indirmeyip umreden dönenleri de karantina altına almayacaklardı. Kamuoyu baskısı neticesinde gece yer aradılar, sabaha karşı yurtları boşalttılar. Eğer millet doğru bir şekilde ve yerinde müdahale etmeseydi, yine cuma namazlarını da kaldırmayacaklardı, bütün cami cemaatine koronayı bulaştıracaklardı. Eğer bu millet yine doğru zamanda müdahale etmeseydi, sınırda olanlar devam edecekti.
*Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, milleti ve Bilim Kurulu’nu gecikmeli dinleyerek işi götürüyor. Ama şunu da biliyorum ki iki baskı var üzerinde. Bir takım siyasal sebeplerden ötürü Bakan’a iş yaptırmıyorlar. Mesela sırf yayıncı kuruluşu, bahis şirketlerini düşündükleri için futbol maçlarını oynattılar. İnsanlar statlarda değil ama gidip topluca kahvehanelerde seyretti, halkın sağlığı hiçe sayıldı.
EMLAK RANTI VAR
*Hükümete açık çek verdik, ‘Borçlanın’ diyoruz. GErekirse para bassın... Ana muhalefetin vekili olarak bunları söylüyorum. Çünkü 5 kuruş bütçede yok. Şimdi hükümette ‘Kaynak yok’ diyorlar ya, onlara kaynak söyleyeceğim. Birinci kaynak: 10 ile 50 milyon TL arasında ihale alanlardan yüzde 2-3 alın. 50-100 milyon ihale alan müteahhitlerden yüzde 4; 100 milyon TL üzerinden alandan ise yüzde 5 pay alın. Bu işlerin hangi ‘payla’ döndüğü biliniyor. Çıkarsınlar bakalım bu sözünü ettiğim payları. Bu kaynak en az 20-25 milyar TL canlı para paradır. İkinci olarak, 10 senedir imar izni veriyorsunuz. 5 katlı binayı 25 kat yaptınız. Yapılmasına göz yumuldu. O adamlar nasıl zengin oldu? Şimdi halk zorda, millet aç. İmar rantlarından hesap yapılsın. İmar rantlarının yüzde 5’ini, 10’ununu bunlardan alsanız, neresinden baksanız, bütçeye 5-10 milyar dolar kaynak gelecek. En az yüzde 5 olarak imar rantından payı alsanız, son 10 yılda 10 milyar kaynak yapar. Sadece üç büyük şehirde yapılan imar rantları saymakla bitmez. Alın size ikinci kaynak. 1 milyonun altında ihale almışsa tamam, o kişiden almayın. Kamu İhale Kurumu’nda kaynaklar belli. Bir gecede herkesin isimlerini çıkarırsın.
*Son olarak, şu garantili ödemeleri (köprü, otoyol) 1 yıl yapma. Bu sene ödeme ne olur!
*İşbirliğine hazırız, hükümet samimiyetle gelsin bana, onlara 100 milyar TL kaynak bile çıkaracağım.
Kendilerine nasıl bir ‘tedavi’ uygulanır?
Hassasiyet gösteren kesimler insani duyurular yapıyorlar.
DW Türkçe servisi diyor ki:
“Mahpusların immün direncinin, bağışıklık sistemlerinin zayıflamış olduğunu da çok iyi biliyoruz. Çünkü gayri insanî bir ortam var.”
300 bin tutuklu-hükümlü ve 150 bin cezaevi çalışanının koronavirüs tehdidi altında olduğu biliniyor.
Cezaevinde yatanlar derin hayal kırıklığı yaşıyorlar, büyük endişe içindeler.
Kendilerine kim yardımcı oluyor?
‘Cesur, adil, akılcı ve bilimsel’ yardımı kim yapar?
Teletıp teknolojilerine uygulanacak ekonomik teşvikler ve yapılacak yasal düzenlemelerle bu servislerinin hızlı bir şekilde sigorta kapsamına alınmasına ilişkin kararları ile teletıp Amerika ve dünya gündemine oturmuş... Hasta ile doktor arasındaki iletişimin dijitalleştiği, mümkün olan durumlarda hasta ile doktorun sanal ortamlarda bir araya gelmesinin ismi teletıp. İçinde bulunduğumuz bu olağanüstü günlerde bütün ülkeler sağlık sistemlerini tekrar gözden geçiriyor. Farklı sağlık hizmetleri almak için sağlık kuruluşlarına giden insanların enfeksiyondan etkilenmemesi için çok gerekli olmayan hastane ziyaretlerinin yapılmaması konusunda uyarılar dikkat çekiyor. Etkin teletıp kullanımının bu salgının yayılımını önlemede kritik rol oynayacağını öngörmek hiç de zor değil.
HASTA İLE DOKTOR SANAL ORTAMDA
Bu konuda biraz araştırma yapınca, yolumuz önceki gün İsenbike Gönen Ordu ile kesişti. Kendisi uzun yıllardır global olarak tıpta online ‘ikinci görüş’ veren, New York merkezli bir teletıp kuruluşu olan ‘Medicopin’ firmasının kurucularından. 2001’de eğitim için New York’a gittiğinin dördüncü günü Dünya Ticaret Merkezi’nde 11 Eylül saldırısı olmuş, canını zor kurtarmış. Sonra eşi ile birlikte bu modern tıbbın öncü yatırımına girişmiş; İstanbul’da da yatırım yapmış. İsenbike Gönen Ordu ile teletıbbın önemi ve gelecekteki yeri üzerine konuştuk.
Ülkemizde 90’ın üzerinde büyük kuruluş ile işbirliği yaparak kurum içi sağlık hizmetlerinin dijitalleştirilmesi konusunda hizmet verdiklerini, pek çok önemli kurumun çalışanlarına daha kaliteli ve hızlı sağlık hizmetleri sunmak, koruyucu hekimlik ve erken teşhis konularında çalışanlarında farkındalık yaratmak için kendileriyle çalışmalar sürdürdüğünü öğrenmekten büyük mutluluk duyduk.
Hasta ile doktoru sanal ortamda bir araya getiren bu iletişim sistemlerinin taşıması gereken teknik özellikler oldukça fazla. Hasta ile doktor arasındaki lokasyon farklarını ortadan kaldırarak uzman bilgiye ulaşımı kolaylaştırması, zorunlu olmayan hastane ziyaretlerinin hastanelerde yarattığı operasyonel yoğunluğun önlenmesi, doktorların zamanlarının daha verimli değerlendirilmesine imkân tanımasının bunlardan sadece birkaç tanesi olduğunu söylüyor. Kendi tecrübelerimizden de yola çıkarak takip randevularının pek çoğu için doktorumuzla sanal buluşmanın çok pratik bir yol olduğunu düşünmemek elde değil. Bu zorlu dönemde işyeri hekimleri ile çalışanlarının bağını güçlendiren, çalışanının yanında olan kuruluşların varlığı da önem taşıyor.
Biz izlemeye devam edeceğiz.
GÜNÜN SÖZÜ
“BİLGİSİZLİK
Merak ve ilgi ile okuyoruz. Haberler değil günlük, saat başı değişiyor. Uzman görüşleri her yerde... Bu salgın dolayısıyla biz de bir başka konuya dikkat çekmek istiyoruz. Kısa vadede geleceğe yönelik bir konu: Ulusal ilaç sanayisi... Yaşadığımız salgının şimdilik bir aşısı veya ilacı bulunmasa da Batı basını da bir süredir bu konuya dikkat çekiyor. Devletin bu alana müdahale etmesi isteniyor. Düşük maliyet açısından üretimin Çin ve Hindistan’a aktarılmasının mahzurları tartışmaya açıldı. İlaç sanayisi halk sağlığının korunması açısından stratejik olarak büyük öneme haiz...
Her yönüyle yerli üretime sahip olmak bırakın istihdam, katma değer vesaire faydaları bir yana, olası bir ambargo, harp veya şimdi yaşadığımız pandemik hastalık gibi olağan dışı durumlarda daha da büyük öneme haiz... 2023 yılında dünyanın en büyük 10’uncu ilaç tüketim pazarı olacağı tahmin edilen ülkemizde ilaç ihtiyacının maalesef büyük bir kısmının ithalatla karşılanması hem düşündürücü hem de bu konunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
KİŞİ BAŞI 28 KUTU İLAÇ
Türkiye’de 2018 yılında 2.3 milyar kutu ilaç satılmış. İlaç sektörünün cirosu 2018 yılında 30.9 milyar liraya ulaşmış. Kişi başına 28 kutu ilaç alınmış. 2023 yılında 2.4 milyar, 2040’ta ise 2.8 milyar kutu ilaç satılması bekleniyor. Yaşlanan nüfus göz önüne alındığında ilaç kullanımının daha da artacağı öngörülüyor. Dünya ilaç pazarının büyüklüğü ise 1.1 trilyon dolar civarında. ABD, Çin, Japonya, Almanya ve Fransa en büyük beş pazar... Türkiye ise 16. sırada yer alıyor ve 25 binden fazla eczane var.
Bilgi, teknoloji ve sermaye birikimi yetersizliği nedeniyle ülkemizde ilaç sektörü hep yabancı sermaye ve hammaddeye bağımlı olmuş. Dünyanın en büyük 10 ilaç firması Türkiye’de aktif. Yerli ilaç şirketi sayısı 364, yabancı firma sayısı ise 118. Yerli üretici firmalar da yeni bir ilaç geliştirmekten daha çok, mevcut ilaçların eşdeğerlerinin üretilmesine odaklanmış durumda. Kullanılan hammaddenin yüzde 80’i de ithal ediliyor. Sektörün dış ticaret açığı yüksek seviyelerde. İlaç sanayisi diğer sektörlerden farklı. Sağlığımız söz konusu olunca ilaç kullanımını reddetme gibi bir lüksümüz yok!
İlaç sektörünün küresel önemi, her geçen gün biraz daha artıyor. Doğum öncesinden başlayıp tüm yaşam boyunca ilaç, insanın yaşamında önemli bir yer tutuyor. Bu yüzden ARGE’ye daha ağırlık veren bir ilaç sektörüne ihtiyaç var. Bu sektörde dışa bağımlılığı asgari seviyeye indirmenin, hatta sıfırlamanın yolunu aramak şart. Nasıl ki insansız hava araçlarında Türkiye’nin üstünlüğünü birinci sıraya yerleştiren makine mühendisi dostumuz Özdemir Bayraktar, oğulları Haluk, Selçuk ve Ahmet aracılığıyla çığır açtıysak, ilaç sektöründe de yeni Özdemirlere ihtiyacımız var... Bu kaçınılmaz...
HIFZISSIHHA’NIN DEĞERİ ANLAŞILDI MI?
ATATÜRK
Ergül bu konudaki tespit ve görüşlerini şöyle özetliyor:
*Türkiye’nin en önemli ve acil çözülmesi gereken sorunu Kürt sorunudur, Kürt hareketinin demokratik hale gelmesidir.
*Silahların susması ve barış içinde birlikte yaşanabilmesi için AK Parti hükümetince 2014 yılında uygulamaya konulan ‘Demokratik Açılım’ projeleri amacı doğru ama yöntemi yanlış olduğu için akamete uğramış, amaca ulaşılamamıştır.
TÜRKİYE İÇİN YAŞAMSAL ÖNEM
*2019 yerel seçimlerinde batıdakiler dahil büyük şehirlerde seçim sonuçlarını belirleyici en önemli faktörlerden biriside Kürt kökenli seçmenlerin oylarıdır.
*Kürt seçmenlerin 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin sonuçlarını da aynı şekilde etkileyeceği açıktır.
*Bunca acı ve deneyimi ve de emperyalist devletlerin Ortadoğu coğrafyasında ‘böl ve yönet’ politikalarının yol açtığı sıcak çatışma ve yıkımları yaşadıktan sonra, barış içinde birlikte yaşamanın koşullarının sağlanması Türkiye için yaşamsal önemdedir.
*AKP, Kürt sorununun çözümü konusunda destekçisi MHP’nin de etkisiyle