Peşinen söyleyelim: Kemal Kılıçdaroğlu ittifak konusunda doğru şeyler yapıyor. İYİ Parti ve SP’yi ana gövdeden koparttırmıyor. Yeni partileri kanatları altına almak istiyor.
İktidar ise başka bir yöne gidiyor ama Kılıçdaroğlu, başta rejim olmak üzere partiyi batıdan koparmak istemiyor.
Bir siyasal araştırmacı ile konuşurken, “Bu konuda bir şey söylemeden önce Kırgısiztan’da neler olduğunu dikkatle izlemek lazım” diyor.
Rusya, Suriye’de gücünü ortaya koyuyor; Azerbaycan-Ermeni ilişkilerinde de iki ülkeyi ‘terbiye’ ediyor.
Akdeniz’de ‘bayrak’ sallamamıza karşı bütün güçler karşımıza dikilmek isteniyor.
Kıbrıs’taki başkanlık seçimini Mustafa Akıncı yeniden kazanırsa? Bunun cevabı henüz yok.
CHP’DEN KOPUŞLAR
Asıl vurgulamak istediğimiz, CHP seçmenden küçük kopuşlara dikkat çekmek.
Sadece Kıbrıslı Türklerin değil, Türkiye’nin Akdeniz’deki kaderi de belirlenecek.
Güney Kıbrıslı Rumların, Akıncı’yı desteklemesi boşuna değil.
Bağımsız aday Akıncı geçen dönemde Kıbrıs müzakerelerinde devamlı Türkleri zora sokan, Rum yandaşı fikir ve konuşmalarıyla gündem oldu.
“Kıbrıs’ta çözüm için topraklarımızdan bir kısmını Rumlara geri vermeliyiz” ifadesi, belgeleriyle ortada olan tavrının söze dökülmüş halidir.
Eğer Kıbrıs’ı kaybedersek, Doğu Akdeniz’deki haklarımızı, Akdeniz’deki iddiamızı kaybederiz. ‘Mavi vatan’ kavramından nefret edenlerin hepsi Rumların yanında toplandı. ABD, İngiltere, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, İsrail, say gelsin... Fransa üs açtı. Yunanistan asker sayısını arttırdı. Akıncı ise hâlâ gül, bülbül ve ‘Rum taraftarı’ söylemlerinde!
ATATÜRK’ÜN UYARISI
Sömürgeci güçler adeta ‘milli irade’ şampiyonu; tıpkı Irak’ta, Suriye’de saygı gösterdikleri gibi yani... Kıbrıslılar çok ağır bir propaganda altında. İç politika nefretleriyle ve duygusal oy verirlerse, her şey bir yana Atatürk’e ihanet ederler. Çünkü Atatürk ne demişti:
“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir...”
Siyaseten etik olmayan iddiaları utanarak dinliyoruz. Sandalye hesabı yapılmasına pes demek gerekiyor. Meclis’te üyeleri bulunan bütün partililer, saygılı ilişkiler içinde olmalı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçenlerde Böcek’i ziyaret etti. Acaba onlara bir şey söyledi mi? Pazarlığa kalkışanlara “Senin dilini keserim” dedi mi? Diğer partilerin de aynı tavır içinde olmaları gerekmiyor mu?
Bu arada biz Böcek’e acil şifalar dilerken, Antalya büyükşehirin bir fotoğrafını çekmek istiyoruz:
CHP 37, AKP 34, İYİ Parti 15, MHP 15, DSP 4, SP 1.
Herkes aklını başına almalı.
Siyasete saygılı olmalı.
GÜNÜN SÖZÜ
“AYM’nin gerekçeli kararı ile Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülmesine ilişkin yokluğunda gerçekleşen işlem geçersiz kalmıştır. Sayın Enis Berberoğlu, elini kolunu sallayarak Meclis’e gitmelidir.”
Hüsamettin CİNDORUK
Özellikle Sağlık Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki avukatların, kurum amirleri tarafından masalarına dilekçe kâğıdı bırakılarak imzaya zorlandıkları...
Üst düzey bürokratların, “İmzalamayanı taşra teşkilatına göndeririz, tayininizi çıkarırız, sizin için kötü olur, sonucuna katlanırsınız” gibi sözlerle avukatları tehdit ettiği...
Sağlık Bakanlığı’ndaki avukatlara “Bir hafta içinde formlar doldurulup getirilsin” şeklinde talimat gönderildiği...
Gençlik ve Spor Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı, Etimaden A.Ş. gibi kurumlardaki avukatlara da aynı baskının sözlü biçimde yapıldığı... Dün itibarıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki 30 avukat, Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndaki 15 avukat olmak üzere 45 avukata bu yöntemle imza attırıldığı, imza vermek istemeyenlerin ise sürgün ve tayin gibi tehditlerle sindirilmeye çalışıldığı, bu baskılarla baro talep kağıtlarının imzalatıldığını okuyoruz.
Buna savunma hakkı yasa ile ortadan kaldırılıyor, iktidar elinde bulundurduğu siyasal güç ile avukatların özgür iradelerini yok etmeye çalışıyor denmez mi?
Baro çevrelerine göre başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere bazı şehirlerde AKP’li ve MHP’li avukatlarca 2 no’lu baronun kurulması girişimlerinin sonuç vermediği belirtiliyor.
CHP Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş’ın Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e yönelttiği sorulardan bazıları şöyle:
“Baroların genel kurulunun yapılmasının engellenmesine karşı partilere böyle bir uygulamanın yapılmasının sebebi nedir? Baroların ve özgürce yapılması için bir çalışmanız var mıdır? Varsa nelerdir? Kaç kamu avukatı 2. baroya kaydolmuştur. Ankara’da 2. baronun kurulması için 750’den fazla kamu avukatının tehdit edildiği doğru mudur? Bu konuda bakanlıkça bir inceleme başlatılmış mıdır?”
AKP’nin ‘çekirdek seçmeni’nde çözülme var. Kaybettiği oylar ise bir yere gitmiyor, gri alanda genişliyor. Tayyip Erdoğan’a ise tam güveni var.
AKP’nin hedefi ittifakları dağıtmak. Onun için İYİ Parti’ye ve HDP’ye bastırıyor.
Seçim sistemi kilitlenmiş durumda. Yeni dönemde seçim sistemi değişikliği ‘gündem’ olabilir. MHP’nin oyu yüzde 6-7’ye inerse dışlanır ve yeni partilere ‘kapı’ açılmış olabilir.
İYİ Parti ittifaka girerse, tümüyle de olmasa oradaki oyları yine muhalefete gidebilir.
Kaç türlü seçmen var? Duyusal seçmen, taraftar seçmen ve çekirdek seçmen. Çekirdek seçmenin kendi içinde eleştiriler yapması ilginç sayılmalı.
AKP, iki turlu seçimden vazgeçip tek turlu seçimi düşünebilir.
Herkes ‘saray’a bakıyor; AKP’nin seçimden avantajlı çıkacağını da düşünmek gerekiyor.
Siyasi İslam ile muhafazakârlık arasındaki makas açılıyor. Şunu da söyleyebiliriz: Siyasi İslam iflas etti artık.
Başka ülkeleri risk bölgesi ilan eden Almanya, şimdi ülke içinde de risk bölgeleri ilan etmeye başladı. Bu bölgelerde yaşayanların başka bölgeye gitmesi veya başka yerden buralara gitmek neredeyse yasaklanacak. Madrid ve etrafındaki bölgeler dış dünyaya tekrar kapandı. Önemli bir gerekçe olmadan dışarı çıkmak yasak. Paris’te de keza benzer durum yaşanıyor. İtalya, alınan önlemleri sıkı takip için polis ve ‘carabinieri’ denilen jandarmaya ilaveten ordudan yardım istedi.
Bilim insanları vaka sayıları azalsa bile bunun azalmanın devam edeceği anlamına gelmediğini ısrarla işaret ediyorlar. Bu kez ‘sessiz enfeksiyonların’ veya ‘süper bulaştırıcıların’ ortaya çıkacağını söylüyorlar. Dolayısıyla bir süre daha bu salgın ile önlem alarak yaşamaya devam edileceğini hatırlatıyorlar. Birebir benzemese bile 1918-1919 İspanyol gribi salgınında da birinci dalgadan sonra, “Tamam bitti” derken ikinci dalganın, ardından üçüncü dalganın geldiği söyleniyor. ABD’de Minnesota Üniversitesi Bulaşıcı Hastalıklar Araştırma Merkezi Direktörü Mike Osterholm, “Salgının hemen biteceğini düşünmek mikrobiyolojiye aykırı” diyor.
Çıplak gözle görülemeyecek derece küçük bir virüs, sınır, engel tanımaksızın, ayrım yapmaksızın herkesi ölümle yüz yüze getiriyor. Tüm dünyada dolaşan virüsleri toplasan bir gram ya gelir ya gelmez diyor bilim insanları. Avrupa’da ‘shutdown’ denilen ‘tamamen kapanma’ alçak sesle konuşuluyor ama ekonominin alacağı ikinci bir darbenin belki de ülkeyi nakavt edeceği korkusu yüksek perdeden seslendirmeyi şimdilik engelliyor. Ama gidişat o yöne doğru galiba. Frankfurt’ta, Berlin’de veya birçok metropolde akşam 22.00’de restoranların, barların, kafelerin kepenkleri indirmesine karar kılındı.
Türkiye’de de vaka sayıları gerilemiyor, artıyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, günler evvel durumu “birinci dalgada pik” olarak niteledi. Karamsarlık veya paniğe mahal vermemek istedi sanırız. Haklı da. İster ikinci dalga, ister pik deyin, zaten gerçek değişmiyor. Daha fazla yayılmaması gerek. Yoksa sağlık sistemi çöker. Maske, sosyal mesafe, hijyen kuralını ‘ama’sız yerine getirmek şart. Hasta tedavi edilerek salgın önlenmez. Tek çaresi etkin bir aşı. Başka çare yok.
GÜNÜN SÖZÜ
“ADALET, milletlerin ekmeğidir; milletler daima adalete acıkırlar.”
Heraklitos
‘ANADOLU KALKINMA KOOPERATİFİ’ KURULUYOR
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”
Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar, İstanbul’un kurtuluş gününü anlatıyor: “24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf Kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti. 6 Ekim 1923’te ise Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girdi ve işgal resmen sonlandı. İşgal, 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü.
Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü ve onunla birlikte İngiliz, Yunan, Fransız ve İtalyan kuvvetlerine karşı mücadele eden, hayatlarını veren tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi, sevgi ve saygı ile anıyoruz.
6 Ekim, İstanbul’un kurtuluş günü olarak belirlendi ve yıllardır kutlanmaya başlandı. Emperyalist ülkelerin Osmanlı’ya uyguladığı ekonomik ve askeri politikalar ile onu aciz bırakarak ne kadar vahşi ve gaddarca yaptığı işgali unutmamak ve de unutturmamak gerekir. Bunun için de umarım her yıl, bu günü kutlamaya devam ederiz.”
GÜNÜN SÖZÜ
“21. yüzyılın cahilleri, okuma-yazma bilmeyenler değil; okumayanlar, öğrendikleri yanlış bilgileri değiştiremeyenler ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır.”
Alwin Toffler
46 YILLIK AVUKATTAN GENÇLERE ÖNERİLER
Bir devlet en büyük kentini fethettiği için bayram yapıp cümle âleme “Burası bizim değildi, ama işgal ettik” der mi?.. Kafayı sanırım o günlerde yemeye başlamıştık...
‘Tarih Baba’ diyor ki: “Türkler Anadolu’ya bin yıl önce Orta Asya’dan göçle geldiler... Malazgirt Meydan Savaşı...”
Peki, biz geldiğimiz zaman Anadolu boş muydu?
Daha önceki tarihsel öyküleri bir yana bırakalım ama 1. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Anadolu’yu paylaşmak için nasıl biz bize boğuştuk?
Türkler Anadolu’yu Hıristiyan emperyalizmine ikram mı edecekti?
Hesaplaşma kanlı oldu...
İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunu değil fethini kutlayan kafa, işi buralara kadar sürükledi...
İşte o zaman emperyalizme karşı savaşla kurulmuş laik ve bağımsız