Alman eğitim sistemi köyden, işçi sınıfından gelen ana-babaların çocuklarını çok itip kaktı. Dil bilmeyen ana-babaları aşağıladılar. Türk çocukları Sonderschule (engelli ya da zekâ özürlü çocukların gönderildiği okullar) denilen okullara yönlendirildiler çoğunlukla. Öğretmenler çok önyargılıydı ve ana babalar mücadele edemiyordu.
Gymnasium denen liseye Türk çocuklarını göndermiyor, meslek okullarına gitmelerinde ısrar ediyorlardı. Hatta Cem Özdemir’in annesi dil bildiği halde çocuğunu meslek okuluna göndermekte ısrar eden öğretmenle mücadelesini anlatmıştı. Biliyorsunuz, milletvekili oldu. Türk girişimci veya bilim insanı olanlara Almanya iyi şartlar sağladığından değil, Türk ana-babalar maddi manevi büyük mücadele verdiğinden bu sonuç.
Şimdi ‘Alman aşısı’ diye övünüyorlar. Almanya’nın kalkınmasına 60 yıldır yardım eden, katkı ve emek vermiş Türk işçileridir. Onlarla övünün.
ALMANYA’DA RAKAMLAR ALARM VERİCİ
Almanya’da salgından dolayı ölenlerin sayısı günlük olarak yükseliyor. Dün 261 kişinin daha öldüğü açıklandı. Bu rakamın en son nisan ayında görüldüğü söyleniyor. Çarşamba sabahı itibarıyla 18 bin 487 yeni vaka açıklandı. Bu rakam geçen hafta çarşamba günkü vaka sayısından yaklaşık 1500 daha fazla. Toplam vaka sayısı 703 bin 687’ye yükseldi. Tedavi edilenlerin sayısının da yaklaşık 454 bin 800 olduğu belirtiliyor. Ölenlerin sayısı da 261 artarak 11 bin 767 idi. Robert Koch Enstitüsü’nün geçen 8-10 günlük vaka sayılarına bakarak yaptığı tahmine göre bulaştırma katsayısı da 1’in altına inip 0.92 oldu. Yani virüs bulaşan 100 kişi virüsü 92 kişiye daha bulaştırıyor.
TÜRKLERİN SAYISI 400’Ü GEÇTİ
3 Kasım’da COVID-19 dolayısıyla Almanya’da hayatını kaybeden Türklerin sayısının 314’e ulaştığı bilgisini paylaşmıştık. Berlin Büyükelçimiz Ali Kemal Aydın’ın açıklamasına göre dün itibarıyla bu sayı maalesef 400 sınırını aşmış durumda. Sloganı unutmayın: Lütfen maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyalım, sağlığımızı koruyalım.
KADIN VE ÇOCUKLAR ÖNDE!
İnsana ‘insana yaraşır şekilde hayat’ sunduğu için her geçen gün daha da yücelmektedir Atatürk.
Aklı ve bilimi sadece insana en hakiki yol gösterici bir ilke olarak sunmakla kalmamış, aklı devlet politikası yapmış ve bu nedenle çağını aşmıştır.
Atatürk demek ulus egemenliği demektir.
Barış demektir.
Çağdaşlaşma demektir.
İlkelerini ve devrimlerini yaşam biçimi haline getirmek demektir.
Mazlum ülkelere umut ve örnek olmak demektir.
Yalnız
“Bugün 10 Kasım, Atatürk’ü anıyoruz. Peki onu anarken yeterince anlıyor muyuz? O’nun geride bıraktığı düşüncelerin önemini ne zaman kavrayacağız? 82 yıl önce hayata veda etmiş bir dünya liderinin çağdaş fikirlerini benimseyebildik mi?
Bunlara verebileceğimiz yanıt ne yazık ki olumlu olmayacak. Her 10 Kasım’da onu andık ama, galiba anlamayı unuttuk ve bu unutkanlığın sonuçlarını bugün yaşıyoruz. Atatürk her kuşağın yenilikçi fikirler benimsemesini, demokratik ve laik Cumhuriyet düşüncesinin geleceğe aktarılmasını hedeflemişti. Ne yazık ki 97 yıl önce kurulan Cumhuriyet’in ilkeleri tümüyle uygulanamadı ve toplumsal eşitlik sağlanamadı. Çağdaş bir topluma ulaşamadık.
Atatürk’ü anlamak demek, onun ilke ve devrimlerini bıraktığı yerden devam ettirmek ve daha ileri götürmek demektir. O’nun düşüncelerinin değerini, devrimlerinden uzaklaşmaya başlayınca anladık.
‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ demişti. Bugün bilimin ve aklın yol göstericiliğinden çok uzaktayız. Ama Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak çok çalışacak, bilimin ışığında, aklın yolunda, aydınlık bir Türkiye’ye ulaşacağız.
Kadınlara, erkeklerle eşit haklar sağlamıştı, özgürlüklerine çok önem vermişti.
Bugün eşitlikten ve kadınların özgürlüğünden yoksun bir ülkede yaşıyoruz... Ama haklarının ve özgürlüklerinin bilincinde gençler olarak, Ata’mızın bize armağan ettiği özgürlükleri yeniden kazanıp, ülkemize de kazandıracağız.
Eğitim-öğretimde laiklik ve fırsat eşitliği sağlamıştı, bugün ne yazık ki bunun geçerliliği kalmadı... Ama şimdi laik eğitimin bir ülkenin gelişmesindeki en önemli unsur olduğunu unutmadan çalışacağız.
Türkiye Atatürk’ün önderliğinde bilimde, kültürde, sanatta, sporda, eğitimde başlattıklarını sürdürebilseydi, bugün kendi bölgesinde ve dünyada en gelişmiş ülkelerden biri olurdu. Cumhuriyet ve laikliğin bile tartışılır duruma geldiği bu zamanda, O’nu ağlayarak değil anlayarak analım.”
Özetleyelim. İlgilenenler, uzmanlar makaleyi bulup detaylarını okuyabilir. Alman Alexander Humboldt Vakfı’nın desteğiyle Almanya’daki Potsdam Üniversitesi ile işbirliğinde yürütülen araştırmada, Almanya’dan 25, Türkiye’den de 21 yerli, ithal veya melez buğday incelenmiş. Bunlar Güneydoğu, Orta ve Doğu Anadolu’dan, Ege’den, Karadeniz ve Marmara ve Akdeniz bölgesinden Kunduru, Siyazan, Tosunbey, Esperya, Kayra, Sivas, Ceyhan, Pehlivan, Rusya, AK-702 ve Altay cinsi buğdaylar.
ALERJEN PROTEİN
‘Ekmeklik Buğday Türlerinde Alerjen Proteinlerin Saptanması’ adlı araştırmada, sindirim bozukluğuna neden olan alerjen protein araştırılmış. İlk kez yapılan bu araştırmada bazı ekmeklik buğdaylarda ‘alerjen protein miktarı’ yüksek bulunmuş. Prof. Dr. Özpınar, ‘Bu tür alerjen protein miktarı yüksek buğday tohumlarının belirlenmesi insan sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Buğdayda glutene bağlı oluşan çölyak hastalığı ve semptomları biliniyor. Ancak, alerjen proteinler konusunda yeterince bilgi yok’ diyor. Projede Tarım ve Orman Bakanlığı TAGEM ve İstanbul Halk Ekmek ile birlikte hareket ettiklerini, tohum toplamada her iki kurumdan destek aldıklarını söyleyen Prof. Dr. Özpınar, bu konuda çalışmalara Türkiye’de de devam ettiklerini söylüyor.
(Prof. Dr. Haydar Özpınar’ın araştırması sona erdi. Uluslararası saygın ‘Foods’ dergisinde 13 Ekim 2020’de yayınlanan makalesini gönderdi. Araştırmanın başladığına dair yazımız geçen yılın 23 Ağustos’unda çıkmıştı.)
GÜNÜN SÖZÜ
“Tecrübe çok acımasız bir öğretmen, önce sınavı yapıyor, dersi sonra öğretiyor.” Vernon Law
BİR GÜNLÜK YAS GEREKİRDİ
DOĞRU
İbrahimi dinlere ait kutsal kitaplara göre ise deprem, güneşin doğup batması, gece-gündüz dahil, olan ve olacak bütün doğa olayları, insanlar arasından peygamberler atayan, onlara vahiy gönderen, neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiğini söyleyen, talimatlarına uyanları cennete, uymayanları cehenneme gönderen, gücü sınırsız bir tanrı tarafından oluşturulmakta ve yönetilmektedir.
Çok okuyan ve İbrahimi dinlerin kutsal kitaplarında yazılanları bilen Atatürk 1937 yılında TBMM’yi açarken yaptığı konuşmada, “Bizim prensiplerimiz, gökten indiği sanılan kitapların dogmaları (kesin doğru olduğu sanılan bilgileri) ile asla bir tutulmamalıdır. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil doğrudan doğruya hayatın içinden almış bulunuyoruz” diyerek, kutsal kitaplardaki dogmalardan ilham almadığını açıklamış ve bu sözüyle laikliğin tanımını da yapmış, laikliğin din ve vicdan özgürlüğünden ibaret olmadığını, devlet işlerinin, herhangi bir dinin kutsal kitabındaki kurallara göre düzenlenmemesi demek olduğunu açıklamış, yani, egemenliği gökten indiği sanılan kutsal kitapların elinden alıp Türk milletine vermiştir. Atatürk’ün rehberimiz olması gereken diğer sözü şudur:
“Dünyada her şey için; medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit (en gerçek yol gösterici) ilimdir, fendir (pozitif bilimdir). İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir”.
Demek ki eğer ‘Atatürkçüyüm’ diyorsak, dünyaya bakışımız ve davranışımız, akıl ve fen olmalıdır.
Tuncay ERCİYES
GÜNÜN SÖZÜ“Depremin imtihan olduğu doğrudur. Ama din imtihanı değil, mühendislik imtihanıdır.” Nietzsche
HAREM-SELAMLIK
CUMHURBAŞKANI’
Mesut Yılmaz da sessiz bir gemiye binip asude bir bahar ülkesine doğru yola çıktı. Dünya standartlarında eğitimli, iki lisana hâkim, donanımlı, babadan zengin, konforu yerinde bir işinsanı iken, darbe sonrası demokratikleşme sürecinde sivil siyasete omuz verdi.
Türk siyasi hayatında en uzun süreli, kesintisiz milletvekilliği yapanlardan biri oldu, çeşitli bakanlık görevlerinde bulundu, üç defa hükümet kurdu.
Türkbank’ı mafya tezgâhına teslim etmediği için Yüce Divan’da yargılandı.
Ortada suçlayacak hiçbir delil yoktu, ama ne yazık ki mahkemede bu ülkede başbakanlık yapmış bir kişinin hukukunu koruyacak cesaret de yoktu, deve mi kuş mu olduğu belirsiz bir ucube karar çıktı.
‘Sığ siyaset’ 28 Şubat’ı sırtına yüklemeye çalıştı ama zamanın asker muktedirleri munis siyasetçi olmadığı ve askeri vesayet aracı olarak kullanılan ‘ulusal savunma’ konseptini, hem de genel kongrede cepheden eleştirdiği için ertesi gün, şahsına ‘hadsiz’ bir muhtıra verdi.
28 Şubat komplo davasında tanıklık yaptı ve kendisine muhtıra verenlerin hukukunu korudu, lehlerine tanıklık yaptı.
Siyasetten uzak olduğu bir dönemde, 15 Temmuz kalkışmasında, ülkeyi yurtdışında koşulsuz savundu.
Avrupa Birliği’nin siyasi mülahaza ile değil, ‘
‘Maske, mesafe, hijyen’ kuralına harfiyen riayet edelim. Bunu sadece kendimize değil ailemize, ülkemize hatta insanlığa karşı bir görev addedelim. Salgın Avrupa’yı teslim almış durumda. Türkiye’nin sağlık sisteminin, yoğun bakım yatak sayısının, kahraman sağlık ordumuzun bizi Avrupa’nın durumuna düşürmediğine teşekkür edelim. Hollanda, Belçika gibi ülkelerde yoğun bakım yatağı kalmadı. Hastaları ambulans helikopterlerle Almanya’ya sevk ediyorlar. Mesela İsviçre zihinlerde canlandırılan İsviçre değil artık salgın karşısında. Wallis Kantonu’nda yoğun bakım yatağı kalmamış. NZZ gazetesine göre hastalar geri çevriliyormuş.
Fransa’da vaka sayısı 1.4 milyonu geçmiş... Pazar akşamı sağlık bakanlığı 47 bin vaka açıkladı. Pazar günü 231 kişi ölmüş. Ölenlerin sayısı 37 bin aşmış. Başa çıkmakta artık zorlanmayı bırakın, imkânlarını aşmak üzere. İtalya deseniz, günlük vaka sayısı 30 bin. Günde ölenlerin sayısı 200’ü aşmış. Orada da yoğun bakım yatak sorunu var.
Avrupa’da en fazla vatandaşımızın yaşadığı Almanya zaten bir süre önce ordudan yardım istemişti. Alman ordusu 15 bin askeri bu iş için ayırmış. Şimdiden 4 bini asker, il sağlık dairelerinde görev yapıyor, filyasyona yardım ediyor. Alman Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer bir TV’ye verdiği demeçte “Biz zaten sağlık müdürlüğü gibi çalışıyoruz” diyordu.
Fizikçi olan Alman Şansölyesi Angela Merkel de birkaç hafta önce “Yaptığım hesaplara göre, böyle giderse günlük vaka sayısı 19 bin 200 olacak” demişti. Alman halkı hayret etmiş, şaşırmıştı. Hesabı gerçek oldu. Günlük vaka sayısı artık bu rakama dayandı. Toplam vaka sayısı 532 bin 930 oldu. Ölenlerin sayısı 10 bin aştı. Almanya bugünden itibaren kısmi kapanmaya gidiyor. Restoranlar, barlar, sinemalar, tiyatrolar, yüzme havuzları vs kapanıyor. Mağazalar açık ama 10 metrekareye bir kişi girebilecek. 10 kişiden fazla ne evde ne de dışarıda bir araya gelmek yasak. O da en fazla iki ayrı aile fertleri olabilecek. Kasımda durum gözden geçirilecek. Eğer durum değişmezse muhtemelen en sert önlemleri alacak Almanya.
Reuters Haber Ajansı’nın haberine göre bu virüs dünya çapında 45.5 milyon insana bulaştı, 1.2 milyon insan hayatını kaybetti. İkinci dalga daha fazla vuruyor. Hatta bazı bilimsel çalışmalara göre daha hızlı bulaşıyormuş... Milletçe İzmir depreminin acısını yaşadığımız bugünlerde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın uyarılarını kulak ardı etmeyelim. Çünkü bu virüs her geçen gün daha fazla can alıyor, daha fazla insanı sevdiklerinden koparıyor.
GÜNÜN SÖZÜ
“TÜM yabancı kaptan ve 2. pilotlar 1 Kasım 2020 tarihi itibarıyla izne gönderiliyor.” Turizm Yazarları ve Gazetecileri Derneği (TUYED) Başkanı Musa ALİOĞLU
MESUT YILMAZ’IN BİR ÖZELLİĞİ
“Dünyada artan nüfus, iklim değişiklikleri ve çarpık sanayileşme sonucu su ve topraklarımız hızla kirlenmekte ve yok olmaktadır.
18 yıllık AKP hükümetleri, tarımı ve gıda güvenliğimizi her geçen gün dışa bağımlı hale maalesef getirmiştir.
2002 yılında gayrisafi yurtiçi hasıla içinde tarımın payı yüzde 10.3 iken 2019’da bu oran yüzde 6.4’e düşmüştür. Yani 2003-2019 arasında tarımsal hasıla kaybımız tam 971 milyar lira olmuştur. Tarımsal hasıla kaybımızın her yıl düşmesi ülkemizi net ithalatçı konumuna gelmiştir. İktidar, çiftçinin borç batağına saplanmasına da seyirci kalmaktadır. AKP’de üreticinin borcu tam 50 kat arttırmıştır.
AKP üreticiyi adeta faize ve bankalara da çalışır hale getirmiş; bunun sonucu üretici ekemez, biçemez hale gelmiş ve toprağını terk ederek şehirlere göçe zorlanmıştır.
2002 yılında tarımın istihdam içindeki payı yüzde 35 iken 2019 yılında bu rakam ne yazık ki yüzde 18’lere gerilemiştir. Bir başka deyişle, 2002’de 7.4 milyon kişi tarım sektöründe istihdam edilirken, 2019’da bu rakam 5.9 milyon kişiye düşmüştür.
Çiftçiyi üretimden koparmış, toprağına küstürmüş, borç batağına sürüklemiş, ülkemizi ise tarımda ithalatçı ülke haline getirmişlerdir. Köylerimiz boşaltılmış, işsizlik patlamış, sosyo-ekonomik yapı hançerlenmiştir. Bu bir utanç tablosudur; tarıma, çiftçiye verdiği değerin ibretlik, acı bir göstergesidir.
Artık çürümeyi ve çöküşü ‘Diriliş’ ve ‘Kuruluş’ dizileriyle inanın unutturamayacaksınız. Artık milletin kafasında ve gönlünde de yoksunuz.
Vatandaşın önüne giden ilk sandıkta da -şunu tekrar ediyorum- yok olacaksınız, yok olacaksınız ve yok olacaksınız.”